Alber Prejan: “Cinsi cazibe herkeste vardır,, diyor Sıhhati muhafaza etmek, genç kalmak için artistin tavsiyeleri Paris mart Meşhur Fransız artisti Alber Pre- Janla yaptığım uzun mülâkatın iki kısmını bildirmiştim. Bugün de mü- Mâkatın son kısmını yazıyorum. Ar“ tist aşk hakkında diyor ki: Seymeden yaşıyan bir insan dün yada kendini yapyalnız hisseder, Bü adam için hiç bir hedef yoktur. Onu hiç bir kuvvet harekete getiremez. 'Tatsız tuzsuz bir hayat yaşar. (Aşk insana lüzumlu) ve faydalıdır. Her İnsan muhakkak âşık olmalıdır ve tabiatin bize bahşettiği bu güzel his- ten zevkiyab olmalıdır, Mademki Ce- nabıhak hepimize sevmek için bir Tüh vermiştir, biz de sevmeliyiz ve Tuhumuzun gıdasını vermeliyiz. Bir insan görmeden, yemeden, yürüm6- den yaşarsa hayatında ne kadar bü- yük bir noksan hissederse sevmeden yaşarsa daha büyük eksiklik hisseder. Hakiki aşk sizce nasıl olmalıdır? — Hakiki aşk iki gencin hiç bir menfaate müstenld olmadan biribir- sevmesidir, Bunun haricindeki aşk benim nazarımda çirkin bir iştir. Çünkü ber ne suretle olursa olsun ufak bir maddi menfaat araya girerse aşk kirlenir, o büyüklüğünü, ruhani- liğini, samimiyetini kaybeder, Maat- teessüf asrımızdaki aşkların çoğu menfaat aşkıdır. Amerikada cinsi cazibe hakkın- da çok şeyler söyleniyor, Buna inan- mıyor musunu2? — Cins cazibe tabir ettiğiniz şey- den erkek kadın hepimizde vardır. Bu cazibeyi bazıları kendilerine mal edinmek istiyorlar, yalnız kendilerin- de olduğu kanaatini besliyorlar, Bir Cumartesi veya pazar günü şöyle halk arasında gezmeğe gidin, ne görürsü- hüz, bütün çiftler kolkola, daha ol- mazsa dudak dudağa, o esnada onla- Tın yanıma sokülun, ecinsi cazibe kim- dedir?. diye sorunuz, Bizde diye ce- vap alırsınız. Azizim cinsi cazibe “Havva “ile doğmuştur. Ona sadece Marlene veya Maevest malik değildir. Her kadın, her erkek maliktir. — Eğlenceniz nedir? — Spor yaparım, balık tutarım. Ba- ik tutmağa pek merakım vardır, Si- hemadan vakit bulur bulmaz buraya koşar tabiatin-güzelliğinden, saf; te- miz havadan istifade eder, kanımı te- mizlerim. Temiz havanın: kana olan tesiri çok büyüktür, Gençlik üzerine | de tesiri vardır. Çünkü İnsan hava tebdili yaparsa bir çok hastalıklardan tahaffuz edebilir, dolayısile geç ihti- Yarlar, — Sizce sıhhati muhafaza etmek İçin ne yapmak lâzımdır? — Açık havada yaşamak, çok. gü- Meş görmek, spor yapmak, çok yürü- mek, Yiyecek . meselesine gelince az Ye sade yemek. Çok terlemek. Bu söz belki size garib gelir ama izah ede- Yim. İnsanın vücudünde yediği içtiği Şeyler ve yaşadığı hayat sebebile dai- Ma zehir hasıl olur, Bu zehirler bar- #ak, böbrek ve ter vasıtasile çıkar. Sihhatimiz için barsaklarımızın ve klerimizin ne kadar işlemesi Jâ- Sm ise terimizin de o kadar fazla ol- Ması zımdır. Mer insan muhakkak senede dört a tere yatmalıdır. Ter sayesinde Sok hastalıklar karşılanır. Bilhassa tomatizmahtar için ter çok faydalıdır. sinema artistleri biraz da doktor- İukta ihtisas peyda etmek meeburiye- Yiz. Çünkü vücudümüzü iyi bir yette tutmak, ne şişman, ne zayıf , genç kalmak, sportif bir Yücüde malik olmak, hattâ saçlarımı- De bile dökülmesine meydani verme- k mecburiyetindeyiz. Yüzü buruş- Ajber Prejan, Danyel Daryö ile muğ, vücüdü Jâpa gibi olmuş, sıhhat- sizlikten gözlerinin feri sönmüş bir Jönprömiyeyi beyaz perdenin üstünde kimse görmek istemez. Sinema çok zalim şeydir, her kusu- ru gösterir, içki içen bir adam, böb- reğl hasta olan bir adamı ekran insa- | inşaat ustalarına ders veriliyor birlikte çevirdiği bir filmde nın yüzüne kirli paçavra gibi çarpar. Halk da beyaz perde kadar #alimdir, Çünkü sıhhatsiz çirkin bir aktörü sey- retmek istemez, İşte bu sebebler her sinema artistini sıhhatile meşgul ol- mağa mecbur eder, B, 0. (ortada belediye reisi ve mimarı oturuyorlar) Gazianteb (Akşam) — Belediyemiz, şehir dahilinde çalışan taşçı, betoncu, yapıcı, marangoz gibi inşaat ustaları için bir kurs açmıştır. Belediye mimarı bu ustalara bina plânlarının okunması, ler üzerinde dersler vermektedir. arazi üzerinde tatbiki gibi yeni bilgi- Yakmda teşekkül eden heyetler vasıtasile bu ustalar kendi sanatlarile. yeni gösterilen derslerden imtihana tâbi tutulacak, muvaffak olanlara ehliyet vesikası verilerek muvaffak olamıyanlar işten menedileceklerdir. . Yaran: Sermed Muhtar Alus Sokağa koşuyordu. Bir solukta tramvay caddesini buldu. Sağa sapıp gitti, gitti. Karşıya vurdu. Haydi Tavukpazarı, Hacı Kostinin selâtin meyhanesi, Meyhanenin kepenk tahtaları çatıl- miş ama bir tanesi aralık, Paldır kül- dür içeri girdi, Kimsecikler yok. Peykeler; iskemle- ler, kocaman fıçılar ve Enez küpleri- nin önleri bomboş. Buram buram ödağacı kokusu... Rütubeti alır diye daima üdağacı yakmak oranın âdeit... Tezgâhın üstünde 5 numara bir petrol lâmbası yanıyor. Hacı Kosti koymuş önüne rakı şişesini, atıştırıp durmada. 'Bu vakitsiz düşen kimdir diye göz- lerini kaldırdı, O vakitsiz düşen, nefes nefese yelek cebine el attı. Çifte kapaklı altın saa- tini çıkardı, Çattadak tezgâhın üstü- ne koydu: — Hacı al şunu, sende kalsın. Aman bana üç lira ver! Üzerindeki yegâne kiymetli şey bu | saatti. Sokağa atsan on, on beş lira ederdi. Hele manevi kıymetine uyar yok. Sünnetliğinde merhum babasi- nın yadigâr, Hacı Kosti, bu vaziyete mâna vere- miyor, “gelenin kim olduğunu iyice farkettiği halde içi şüphede, o mu de- Bil mi diye gözlerini uğuşturuyordu. Delikanlı tekrarladı: — Yarın, nihayet öbür gün, $ lira- nı mutlaka iade ederim Hacı... Allah aşkına al şu saati!, | Hacının yıllardır tanıdığı kimseler. | den değilse de üç dört aylık müşterile- rinden Kaç kere, peşinde bir sürü adamla gelmiş, kendisi bir kaç tek, yanındakiler binlikler devirmişler, avuç dolusu para kişizadeliğini ispat etmiş. Hacı, saçı sakalı değirmende ağart- mışlardan mı ya?.. Adam sarraffı... Bu teklife adamakıllı kızdı: — Üç lira için senden rehin mi ala- cağım? O kadar para gözlü bir herif miyim ben?., diyerek kalktı ayağa. Kuşağına el daldırdı. Kirli bir kese çıkarıp tezgâhın üstüne döktü, Üç | sarı lira bulup verdi: İ — Koy cebine, alâcağım sende ol- Sun! Saati de uzattı: * — Lüzumu yok bunun!.. Kaşları yay gibi çatık: i — Onu da koy cebine diyorum sa- | na, yoksa gücenirim; bana hakarettir. Her şeye gelirim, hakarete gelemem. Paltosundan tutup delikanlıyı çek- | tk Âdeta zorbacasına göğsünü arala- | yıp saati yelek cebine soktu: — Durma, git işine, safana bak. Acelesi yok, ne zaman elin değerse getirirsin üç lirayı!.. Eteğini bırakmıyor: — Yorgunsun, bir tek ati. Kadehe rakıyı doldurdu: — Çeki.. Delikanlı dikti rakıyı... Kimya mi kimya. O anda gözleri parlamış, bam- başkalaşmış.. Hacı, sırtına yumruğu indi: — Haydi yallah yürü, gecikme ev- di. Üç lirayı cebe koymuş olan genç, gene hızlı hızlı yola yollandı Don tutmuş karların üstünde bocalıya bo- calıya, tiyatro kapısına geldi; girdi içeri, Gişedeki iki biletçi hâlâ hesab ki- tabda, Başkontrol Palabıyık Hırant rakı binliği önünde, atıştırma- da Delikanlı seslendi: — Bana, şanoya yakın, birinci sınıf bir Joca!., Sahife 7 TTefrika No.7 ANEMOLLA Güllü Agobun tiyatrosu Üç lirayı takir tıkir saydı, Biletçilerde yerlerinden kıpırdnma yok... Onlara hiç te yabancı olmıyan İ bu sesi, nedersiniz tanımıyorlar, yar hud da tanımâmazlığa geliyorlar, Kira istercesine bir ağız: — Loca yok, kalmadı! .. Başkontrol ağa kızmıştı bile: — Bu geç vakit, Güllü Agob efendi- nin tiyatorasınıda loca olur?. Genç, gişe “deliğinden içeri başını uzattı, Biletçilerin önündeki tiyatro plânına göz atlı, Betelmiyor, yumu- şak davranıyor: — İşte var Ya Avadis efendi. Alt katta 3, 4, orta katta 27 numaralar tutulmamış... İsmile çağırılınca, karşısındakini artık tanımamazlığa gelemiyen Ava- dis, yarım ağız öttü: Sensin paşazadem?., Yumruk mezesine dayanıp duran Palabıyık Hırant ağa, ekşi suratla er- menice bir şeyler söylüyordu. İkinci biletçi: — Beyim, dedi, boş locamiz yoktur, kâffesi iştira edilmiştir... Palabıyık gene ermenice bir kaç j kelime murıldandıktan sonra kulaklı gözlüğünün üstünden baktı, Şimdi yumuşakça: — Vezirzadem, sana yalan dolan kıvırıp locayı Yedikule mezarlığından gelecek babama saklıyacağım?. O gördüklerinin alayı antretenü edilmiş- tir ve lâkin pılan balâlarına işuret va- zi unutulmuştur. Sesini yâvaşlattı — (3) numara mabeyinci Tahir beyime, (4)-numara da Bedestenli Mahmud bey irahmetjinin oğluna an- gajedir. 27 numaraya ise hünkâr ya- verim Ustura Kâmil bey gelecektir!.. Sesini daha yavaşlattı. Kirli dişleri- ni göstererek, #arıttı: — içyüzünü benden ayla bilirsin. Bu vakite Kıdar nerede kalmışlar, ni- çin bundan sonram geloorlar, ona da vakıfsın!.. Genç, cevap vermedi; içini çekti... Herifin dediği doğru, Niçin bu kadar geciktiklerini, niçin bu vakitten son- ra geldiklerini bilmiyor değil, Bir. vakitler, bundan on beş, yirmi gün evvelirie Kadar, o da onlardandı. O da onlar gibi, küçük Karakaşyan için geliyordu. Onlar gibi onun da komedya, şan, düetto martevsllarile alâkası olmamıştı. Palabıyık, gehe yanındakilere usul- cacık fısıltılar geçiyor: — Sayın şu züğürdü, loca verme- yin, Neredeyse cebi yüklüler geliri. diyordu, * Bu yarısı türkçe, yarısı e fıskoslar, züğürt, cebi yüklü kı ri, meramı apaçık anlatıyor. Genç, bir daha sendeledi. Bu haka- retlere, kovulhhadan beter muamele- ye karşı dona kalmış. Gerisin geri dönmek, haysiyeti büs- bütün ayak altına almak olacak, İki haftadır Küçük Karakaşyanın yüzü- nü de görmemiş, hasret ona ne uyku, ve durak, çayır çayır yanıp tutuşma da. Bu gece onu görmese çıldırabilir. İçeriden bir kıyamettir koptu. 'Ti- yatro alkıştan asıl şimdi yıkılıyor. Mutlaka Küçük Karakaşyan sahneye çıktı, Şeytan diyordu ki: Pısırıklığın, korkaklığın sırası mi?. Demin Eşref denilen mahlüka karşı nasıl her şeyi göze aldın, şimdi de ay- ni acarlığı göstermekten başka çare yok. Ne duruyorsun? Vur tekmeyi gi- şenin kapısına, arkayâ devirip saldır içeri; iskemleyi savurup savurup par- çala heriflerin kafalarını. (Arkası var) | il İl j