B ursa o gün heyecan içindeydi. Çekirge'de, şimdi büyük yüzme ha- Huzun yapıldığı sahanın üzerinde- Bi Mudanya yolunun başlangıcında, bir cesed bulunmuştu. Parmağında gayet kıymetli bir zümrüd yüzük, ce- binde para dolu bir portföy olan bu kar bıyıklı adamı kimin ve niçin öl anlaşılamıyordu. Cinayetin maksadile olmadığı apaşi- kârdı. O sıralarda Yılmaz Ali tesadüfen Bursa'da bulunuyordu. Mahall poli- Mile mesaisini birleştirdi. Maktul yerli olmadığı için, her ye- Ye başvuruldu. En maruf hamami! otellerden birine hemen o akşam İn- diği teshit edildi. Mücssesenin kâtibi diyordu ki: — Efendim, bu bey, İzmir'den dün Hece otomobille geldi. Kendisine bi- rinci katta bahçeye nazır bir oda gös- , beğendi. On dakikz kadar kal- dıktan sonra, bavullarını bıraktı ve Be geleceğini söyliyerek çıktı, gitti. Akabinde başka bir bey kendisini sor- (du. Eşkâlini tarif ederek «Rüştü bey burada mı?» dedi. Biraz dışarı çıktı- ını söylememiz üzerine fena halde Şaşırdı. «Nasıl olur? Benimle randevu- su vardı!» diye söylendi. O da bavul- larını bıraktı, sadece bastonunu alip Bitti... Bu bey gece geç vakit gelip y girdi. Lâkin öbürü görünme- — Rüştü beyi soran şimdi burdda m? — Evet. Buradadır, Odasında ola- tak, Yilmaz Ali önde, diğer polisler ar- kada, gösterilen odanın kapısını ne- zaketle vurdular, İçeriden, bornuzlu ve orta yaşlı bir zat belirdi; zabıta Memurların görünce irkildi: — Buyrunuz, ne var, benden ne İs- tyorsunuz? . © — Otelin kütibine dür gece Rüştü bey isminde birini sormuşsunuz. Bu mat kimdir? — İzmir'de kuyumculuk eder. Zen- — Siz ne meslektensiniz? — Ben de kuyumcuyum. İstanbul- da mağazam vardır. Adım Zekâi... Bir M9 için buraya geldim. Rüştü beyle ruz vardı. Fakat henüz ken- dizini göremedim. — Dün akşam neredeydiniz? — Bursa'ya gelip otelde Rüştü be- Yaş blamayınca biraz dolaşayım de- — Ke taraflara doğru?.. Kuyumcu biran tereddüd etti: — Şehre indim... - dedi. - Bazı ah- bablarım vardı, onları ziyaret ettim... İlkin bu sualleri niçin soruyorsunuz? bir maruf bir tüecanm... Polisle hiç zaman bir alâkam olmamıştır. Ali nezaketle: — Efendim, kusura bakmayın, bir cinayet var da, maktulün Rüştü bey şüpheleniyoruz, bunun Sizi taciz ettik. Teşhisi hususun- Bizi Yardım edersiniz ve bildikleri- de söylersiniz, değil mi? Eyer Ç sesin Rüştü beye ait olduğu anlaşıldıktan sonra, İstanbul'lu Kuyumcu şunları anlattı. — Ben rahmetli ile arasıra işler Geçenlerde kendisinden a, ektap aldım: İzmir'de üç arka- | sermaye ile bir tek taş Bilinen €lden düşürmüşler. Bunun 'de hakiki kıymetini bulamıya- bul düşünerek, namusile şöhret, meg” arkadaşım Rüştü'ye İstan- — #atması için tevdi etmişler. O benimle buna dair görüşmek isti- Kimim Fükat ben Bursa'ya banyolara eğim için bu otelde Tandevu ver- ,, Yilmaz duyunca, Tar arattı, Ali, kıymetli elmas sözünü cesedin üstünü başını tek- - Rüştü bey tarafından ki- — Odada ve maktulün eşyaları Arasında da taharriyat yaptılar. Fa- — taş bulunamadı İyordu ki: Bakınız, havlular te miz. Sabun Kularılmamız. Bavullar açılmamı iŞ, kayi 29 İse, odasında on dakika Baliğna göre bu müddet zarfında Ü: Nakleden: (Vâ - Nü) ns yapmış olacak?.. Herhalde bir şey- le meşguldü. Ben bu meşguliyetini, elması saklamak için yer aramâsına hamlediyorum... Daha iyi tetkik ede- lim... Belki tek taşı bir yerde bulu- TUZ... Fakat Ali'nin iddiasına rağmen bütün araştırmalar boşa çıktı çi ies R üştü beyin saat on ikiye doğru ince uzun bir kamayla arkadan vuru- larak öldürüldüğünü tıbbı adli tesbit etti. Bu hâdiseyi gazetelerin sütun sü- lar, Abdullah Tostoparlak, ablak yüzlü. çekik gözlü ağzını kapatan bektaşi bıyıklı bir tellâldı. Fatin ise, İzmir'in zengin allelerin- den birinin ticarete yeni başlıyan ç0- cuğuydu. Vaktile babası kendisine bir sermâye vermiş, o da bunu batırmış. Şimdi ikinci sefer aldığı paranın bir kısmile bu elmas ticaretine iştirak et- miş. O parayı da batırırsa ailesinin itimadını kaybetmekten korkuyordu. Diğer şerik Sald, İzmir'de komis- yoncu - simsar. İşi gücü bu gibi alım satımlar, Uzun boylu, fırça gibi sarı saçları var. Ufacık ufacık mavi göz- 10. Baston yutmuş gibi yürür. Katı katı mafsallı, Elleri, ayakları koca- man. Az konuşur. Konuştuğu zaman da tutuktur, hattâ kekeler. Hepsi Yılmaz Ali'nin etrafını sardı, — Aman beylm şu pırlantayı bize bul... Ne demeğe sigorteya koyma» mışız!.. Mahvoluyoruz. En ziyade üzülen Fatin'di. Çünkü sermayenin yarısından fazlasını © koymuştu. Polise gizlice dedi ki: — Ben İstanbul'dan gelen bu Zekât beyden şüpheleniyorum... Esasen o sıralarda Çekirge'de cins yet yeri etrafında oynıyan çocuklar çahlar arasında bir baston bulmuş- lar, Üzerine binerek yolda koşturun larken, baston ikiye ayrılmış. Alt kıs- mi kılıf gibi düşerek baş tarafa mer- but bir şiş kama meydana çıkmış... Çocuklardan birinin dayısı poliste olduğu için bu mesele dikketi çelbet- ti. Zira, Rüştü bey de bu cins bir si- Mhla öldürülmüş değil miydi?. Yi- maz Ali, istintak günü otel kâtibinin söylediği bir sözü hatırladı: Zekâi eğ yasını bırakmış, bastonunu alıp çil” mıştı. Ve şimdi eşyasının arasında bastan yoktu AH, bu şüpheler üzerine Zekât'yi tekrar ziyaret etti: — Siz bir şey kaybettiniz mi? - di. ye sordu. — Hayır, katiyyen... — Lâkin bastonunuz varmış?.. — Ne münasebet? — Otel kâtibi söyledi... Cinayet gü- nü, elinizdeymiş. «- Hatırında yanlış kalmış olacak... Şişli baston Zekâi'ye gösterildi. Ku- yumcu bunun kendisine it olmadı- Eında ısrar etti. Maamefih, şişte kan izi de yoktu. Bununla beraber Yılmaz, Zekâl'nin peşine taharri memurları koydu. Kuyumcunun her hareketini haber vereceklerdi. Gitmeğe kalkar- sa da «karakoldan sizi çağırıyorlar!» diye nezaketle seyahatine mâni ola- caklardı. Ertesi sabah taharrilerden biri, Ze- kâilnin bir otobüste yer tuttuğunu ve postaya uğrayıp bir şey bıraktığını bildirdi. Yılmaz Ali hemen tertibat aldı, ve postada Zekâi'nin İstanbul'- daki adresine gönderilen taahüdlü bir kutu zuhur etti. Açıp baktılar. İçinde pamuklara sarılmış fevkalâde güzel bir tek taş parlıyordu. Biraz sonra, taharri memurları Zekâi'yi karakola getirdiler, Kuyum- cunun rengi uçmuştu. Elleri sapır sa- pır titriyordu. Komiserle Yilmaz Ali” nin suallerine, gözlerinden “Yaşlar karak şu izahatı verdi — Artık kararım kârar: Polisten hiç bir şey gizlemiyeceğim. Zira sakla- mak istediklerim, görüyorum hi, aleyhime dönecek. Baston hakikaten ZABITA tun yazmaları üzerine, İzmir'deki üç gerik, palds pandıras Bursa'ya geldi. Üçü de biribirine benzemiyen adam- NU benimdir. O akşam Rüştü beyi otelde bulamayınca Çekirge meydanına doğ- rü yürüdüm. Bu civardaki evlerde ta- nıdığım bir bayan vardır, onu gör- mek istiyordum. Otobüslerin durak yerinde Rüştü beye rasladım. Selâm- laştık. Beni beklemediği için mazeret beyan etti. Birisile &cele randevusu varmış. “Geceleyin, yemekten Sonra otelde görüşeceğimizi söyledi. Bunla- rı konuşurken de gideceğim ev istika- metinde beni teşyi etti. Sonra ayni- dık. Benim o bayanla görüşmem zev- cemle aramı açacağını düşündüğüm için, polisten hakikati gizlemiştim. O evde metresimle yemek yedim. Çe- neye daldık. Bir kaç saat sonra çıkıp ta ay ışığında geri dönerken, bir de ne göreyim? Yolun kenarında, yüzü koyun bir adam yatıyor... Sarhoş san- dım. Fakat yaklaşınca hareketsizliği dikkatimi celbelti. İğilip baktım ve Rüştü bey olduğunu bayretle gördüm. Sırtından kan akmıştı. Hemen yüzü koyun çevirdim. Kalbini muayene ederek öldüğünü anladım, Fakat mu- ayene ederken elime bir de kutu iliş- ti. Kuyumcu olduğum için bunun el- mas mahfszası olduğunu anlamakta güçlük çekmedim. Acaba cinayet bu yüzden mi olmuş diye açarak baktım. Hayır!i mücevher duruyordu. Gayri- #htiyarl aldım. İlk düşüncem, karako- la giderek cinayeti haber vermekti. Lâkin sonra korktum. Elimde kamalı bir bastan var. Ya benden şüphelenir. lerse? Kendimi nasıl temize çıkarı- rım? Bayanın evine gittiğimi söyle- mek lâzım. Bu takdirde de gezeteler- bete uğramaktan korkuyordu...» Yumaz Ali, sanki hiç bir şeyden ha» berdar değilmiş gibi: — Elmas nerede? - diye sordu. Adam, bütün samimiyetile; — Evvelâ bir duvar koğunz sokup gizledim. İstanbula giderken götüre- cektim. Lâkin sonra şüphelerin ben- de toplandığını hissedince, ne olur ne olmaz üstümde taşımıyayım — fikrile postaya vererek kendi adresime yollg- dım. — Demek elması kendinize mal eği- yordunuz?, — Hayır, aslâ... Onu bankadaki kasama koyacaktım. Cinayetin faili meydana çıktıktan sonra elması poli. se teslim edecektim. Komiser çekmeyi çekti. Postadan alınan kutuyu çıkararak: — İtirafınız pek lehinizde bir hare- ket oldu. Zira biz sizi takip ettiriyor. duk. Mücevheri de ele geçirdik... « dedi. - Bu değil mj?. —'Ta kendisi Kutuyu açtılar. İki polis, hayran- lıkla, kocaman taşı seyrediyorlardı. Sonra Zekfii'ye uzattılar, — Acaba ne eder? Kuyumcu: — Ben de gündüz gözlle Tahât ra- VELİ hat tedkik için vakit bulmamıştım.. - dedi; cebinden saatcilere ve mücev- hercilere mahsus bir pertavsız çıkara- — Sahte mi?. — Evet... Pırlanta değil... Taklid... Üç erkek, afal afal biribirine bak- ta. iri Me şeriklere anlatıldığı vakit gu hakikat meydana çıktı: Mücevherin asıl sahibi, mütareke- de İstanbula gelen bir Rus kadını imiş, Hakiki elması üzerinde gezdirmektefi korktuğu için Paris'te bir de kopyasını yaptırmış. Bu zateri Avrupa'daki ekser büyük elmas sahiplerinin &detidir. Mücevher elden ele geçerken kopya- sı da birlikte satılmış, Gene de öyle olacakmış. Rüştü bey asıl ve sahte pır- lantaların ikisin! birden yanında ta- şıyormuş. Öyleyse şimdi mesele sahici elması bulmaktaydı. Ali, ilk şüpheleri üzerin- de israr ediyordu: Pırlanta odada sak- lanmış olacaktı; on dakikalık zaman bunu gösteriyordu. Onun için yalnız başına oteli ziye- Tet ederek bir araştırma daha yaptı. Bu sefer, her çizi, her pervaz, her yas- tık ayrı ayrı alâkasını celbetti ve meş- hür polis hafiyesi için birer tedkik mevzuu oldu. Gene de bulamadı. «Of'» diye, masallardaki laladan imdad is- tercesine, elini demir karyolaya vur- muştu ki, topuzlardan birinin sallan- dığını farketti, Hemen bronz tokmağı çıkardı. Boşlukta minimini bir mü- cevher kutusu gördü. Sevinçle, kendi kendine: — Buldum!... - dedi. - Şimdiye ka- dar bunu akıl etmediğime şaşıyorum... Halbuki en muvafık yer burası değil mi? Kutuyu açtığı zaman, gözlerinin bir ışütı ile karşılaşacağını zahnedi- yordu. Hazzının artması için pencere- ye yaklaştı. Fakat mahfaza boştu!. Biran şaşaladı. Sonra düşündü: — Demek benden evvel bu odaya bi- ri girmiş. Elmasın burada gizli oldu- unu bilen biri. atin, Yılmaz Aliye: — Zekâinin itiraflarına inan- Mmiyorüm. Polisi adatmak için böyle bir oyun yaptı, Asıl elmas mutlak on- dadır! < diyordu. Yılmaz Ali sordu: — Pırlantanın Rüştü beyle beraber Bursa'ya geldiğini kimler biliyordu? Abdullah lâfa karıştı: — Yalnız biz üç şerik. Rüştü bey, bizzat başkasına ağzın- dan kaçırmış olmasın? Bald, ağır ağır: — Hayır... Söylememiştir... O, ih, ih, ihtiyatkâr bir adamdı. Fatin, helecanla: — Gördünüz ya, Ali bey... Bizden başka bu işi bilen yok... Sade Zekâi... A düşünüyordu ki, zevahir Zekhiyi itham ediyor. Lâkin o, katil ve dalave- reci insanları isticvap ede ede haleti ruhiyeleri o kadar iyi öğrenmişti ki, keskin nazarlarından en ufak bir ha- Teket kaçmazdı. Aldandığı asla vaki değildi. Bu sefer de İşte, hissiyatı İs- tanbullu kuyumcunun masum oldu- ğu merkezindeydi. Şehir içinde ince bir tedkiksta gi- rişti, Kimbilir belki şoförlerden biri | | | şerikli elmas Ona bir ipucu vevebilirdi. Bütün hat larda işleyen: şöför ve biletçilerin ya» nina teharri memurlarını katarak, hepsine Çekirgede birer gezinti yap- tırttı ve sezdirmeden bu adamlara Üç şeriği gösterdi: — Tanıyor musunuz bunları?... Kendilerini hiç taşıdınız mı? Bir genç şoför, Sald'i görünce teşhis etti: -—— Taşıdım Ya bu lâf çalmazı... Ke- kemenin biridir! İzmirden “getirmiş- tim... dedi. —e— A“ üç şeriği ve Zekâi'yi topladı. Katil sizin aranızdadır ve ben onu keşfettim! - dedi. Fatin, müstehzi bir tebessümle Ze- kâ'iye bakıyordu. Abdullah fok biçi- mi bıyıkları arasından soluyordu. Ze- kâi'nin berzi uçmuştu. Said küçük mavi gözlerini polis hafiyesine dikmiş- ti. Ali, parmağım ona uzatıp: — Sen! - dedi, - Cinayet günü İz- mirde olduğunu söylüyordun. Fakat 7201 numaralı otomobille buraya gel- mişsin. Goo) otelinde kalmışsın... Se bebini biliyorum. Rüştü beyin karşısı- na çıktın: Merak ettik. Seni muhafa- za için geldim! Aman elmas nerede? Üstünde taşıma!» dedin. Sana itimad eden Rüştü, mücevheri karyolanın tok- mağında sakladığını anlattı. Sen onu O gece yemeğe davet etlin. Bir gezin- tiye çıktınız..; Ve mehtapta, tenha bir Birdenbire kesti; — Söyle! '« dedi. - Neyle öldürdün?. Said elinde dnima gezdirdiği şemsi- yeyi büyük bir asabiyetle: — İftira! - diye havaya kaldırdı - Senin cezaği vereceğim, yalancı he- rif, Fakat vidası bozulan şemsiye bir ya- na fırladı. Yalnız sap Said'in elinde kaldı. Ve kan lekeleri hâlâ üzerinde Olan keskin bir şiş meydana çıktı. ve Tevkif edilen Sald'in mücevheri sak- ladığı yeri haber vermesi mesele teş- kil etmedi. Tamamile Yılmaz Ali'nin tahminlerine uygun şekilde itirafta bulundu. Dostlukla Rüştü'nün ağzın- dan her şeyi öğrendikten sonra, onu kamaladığını, odasına da bahçeye nü- * mr pencereden sabaha karşı girerek bu İşi yaptığını ve İzmir'e dönüp hiç birşey olmamış gibi tabii hayatına de- vam ettiğini bülbül gibi anlattı. İzmitte Halkevleri bayramı büyük merasimle kutlanmıştır. konser dinlenirken ve güzel bir temsil veren İzmitli gençler görünüyor, Yukarda