HER AKŞAM BİR HİKÂYE ““Memduh büyük bir hiddet içinde | odama girdi. Ontn şimdiye kadar bu derece sinirlendiğini hiç görmemiş- itim. Kendisini bir koltuğa attı ve: &* — Bu «nezaket» denilen şeyin adı batsın... Olmaz olsun bu nezaketi, "diye bağırdı. Şaşırmıştım. Çünkü bizim Memdu- hun bir ismi de «Nezaketin esiri, idi. "Ona nezaketle bir şey rita edildi- ii zaman katiyen; ee Olmaz... di bunu yapamam...> diyemezdi. “Bütün arkadaşları Dpiabulni bu izayıf tarafını keşfetmişlerdi. Bunun İçin hepsi nezaketle rica ederek ona neler, neler yaptırmazlakdı. 5 Memduha: > — Azizim bune hiddet, bune şid- 12. ME Me Jatmağa başladı: i — Bketim şu inyama işime yö lenlerin hepsi nezaket yüğündendir, Bilirsin nezukete karğı Hiç yüzüm yoktur. Benden nezaketle canımı İs- #teseler, körolasıca huyum, yüzüm tut- naz: «Veremem, bana lâzim!» diye- mem, Karşımda birisi nezaketle bir gey rica ederken âdeta iradem elim- den gider, istenilen şeyi yepiveririm. #© Benim bu zayıf damarım evvelâ Karım keşfetti. Bir akşam eve yorgun &ıgın gelmiştim. O kadar tat, o karan nezaketle #öylüyordu ki bunun altından bir şey çıkacağını anladığım hâlde, körolası- ca huyum yüzünden Neclâya: — Emret dedim. Neclâ hezaketinden” kınlacak bir halde: — Estağfurullah... dedi, emir değil, sadece rica... Amma seni o derece büyük bir zahmete sakacağım ki söy- lemeğe cesaret edemiyorum... — Söyle... Söyle yavrum, tereddüd etme... dedim. — Acaba gidib boza almanı rica edebilir miyim?.. Birdenbire canım © derece boza istedi ki... Ricamı kı- Tüamıyacamı bildiğim için sana söy- lemekten kendimi alamadım. Gel de şimdi bu kadar nezaketle rica edilen bir şeye «hayır» de... Kalktım, Tekrar giyindim. Sokağa çıktım ki buz... Lâpa lâpa kar yağı- yor. O karın altında bozacıya kadar nasıl gittiğimi ben bilirim... Sokakta hem “gidiyor, hem de bütün dünya Jisanlarınn lügatlerinde ne kadar nezaket kelimesi varsa hepsine kü- fürler savuruyordum. Neclâ bana şu ,bozayı almamı nezaketle söyleme- ,Yip de: — Kuzum git boza al... diye em- «etseydi kılımı bile , kımıldatmaz- go dım. Fakat o bir çok insanların bir- birini avlamak için kullandıkları ve Bdına nezaket dedikleri en mükem- mel ökseye baş vurmuştu. Nezakete karşt, hiç yüzü olmıyan ben de bu ükseye gâyet kolaylıkla yapışmış- tum... Karım benim bu en zayıf da- marımı keşfettikten sonra artık diz- ginlerimi adam akıllı eline almıştı. Canı istediği zaman ne kadar yorgun olursam olayım bir kere büyük bir nezaketle: i — Kocacığım... Bu gece:beni tiyat- roya götürmek tül bulunur mu- sun? dedi mi bitti. Bende şafak attı. Karşımda göşterilen bu nezaket kar- şısında «hayır... gidemem. Yorgu- num...» diyebilirsem de... Huyum ku- rusun... Neclâ parlak, yaldızlı keli- maelerle, Dezaketli cümlelerle beni pa- rasız çalışan bir uşak haline sok- muştu. Benim zayıf tarafım yalnız ev için- de meşhur olmakla kalmamıştı. Ar- kadaşlarım da bana gösterilen neza- kete karşı hiç yüzüm * tutmadığını adam akıllı öğrenmişlerdi. Meselâ benim işim başından aşkın bir zamanda arkadaşlardan biri kar-, şıma dikilir; — Memduhcuğum, der, senin o bü- yük, o meşhur, o Sonsuz nezaketine sığınıyorum. Benim bugün bir ran- devum var. Acaba işlerimden bazıla- rını sana bırakmamı istirham edebi- Mir miyim?... İki elim kızıl kanda olsa bu ricayı gene reddedemem, Bu nezâket kar- şısında her zaman olduğu gibi yek kenleri suya indiririm. Gece yarısına kadar çalışırım, Hele bir gün nezake- “ te karşı yüzümün tulmamasından başıma öyle bir şey geldi ki sorma... Ateşle işten çıkmıştım, Bir kaç arka- daş şöyle bir kaç bira içmek için bir birahaneye oturduk. Bilirsin ki ben ihtiyatlı adamım. Daha sabahleyin evden çıkarken bava bulutlu olduğu için yanıma şemsiyemi almıştım. Bi- zim yazlık ev Bebek tepelerinden bi- rindedir, Oraya ne otomobil çıkar, no araba... Bunun için yağmurlu günlerde eğer yanında bir şemsiye bulunmazsa, halin haraptır. O günü de havayı biraz bozuk görünce hemen şemsiyeye sarılmıştım. O akşam birahanede güzel meze- lerle biralarımızı içerken arkadaşlar- dan Hakkı; — Aman, dedi. Karım bana kolon- ya ısmarlamıştı. Dükkânlar kapan- dar sözünde durmıyan bir adam ok duğunu pek âlâ bilirdim. Hele kendi içtiği biraların hesabını da görüb kalk- tıktan sonra bir daha şemsiyeriin ge- Ti dönmiyeceine yüzde seksen emin- dim. Fakat gene nezakete karşı yü- süm tutmadı: — Al kardeşim al, nasıl olsa tekrar buraya döneceksin değil mi? Hakkı: — Tabii... Tabil... dedi ve garso- nun bir tabak içinde getirdiği para sının üst tarafını cebine indirdikten sonra bizim şemsiyeyi aldı; — Şimdilik allahasmarladık... diyerek çıktı, gitti... ç Bir saat bekle Hakkı yok, iki saat bekle Hakkı yok, iki buçuk saat bek- | le Hakkı yok... Arkadaşlar: — Muhakkak yağmurun fazlalaş- tığını gördü Kolonyacıdan sonra doğrudan doğruya eve gitti... — Zaten öyle olacağı belliydi... Hakkı bu yağmurda eline bir şemsi- | ye geçirir de tekrar birahancye gelib şemsiyeyi bırakır mı?... demeğe baş- ladılar. Hakkıdan ümidimi kesmiş- tim.Hep birlikte kalktık, birahane- den çıktık, Aman yarab... Yağmur da ne derece artmıştı. Sanki gök de- linmiş,.. Dükkünlar kapanmamış ol- saydı bir şemsiye alacaktım. Fakat vakit pek geçmişti. Bir otomobil bu- luncıya kadar sucuk gibi ıslanmış- tım. Fakat asıl facia otomobilden İn- dikten sonra bizim evin bulunduğu araba çıkmaz, otomobil gitmez tepe- ye tırmanırken başladı. Elbiselerimin emdiği yağmur suyu kemiklerime kadar geçiyordu. Yağmurun altında hem yokuşu tırmanıyor, hem de yer- yüzünde ne kadar nezaket kelimesi varsa hepsine küfürler savuruyor- um, Gece yarısı kendi kendime ah- dediyordum: — Bir daha taş çatlasa nazik olmı- yacağım. Nezaket denilen şeye kati- yen ehemmiyet , vermiyeceğim. Hiç | kimse bundan sonra beni nezaketli | kelimelerle avlıyamıyacak... Fakat ertesi günü bu ahdleri, ken- di kendime verdiğim sözleri tamami- le unutuyordum. Gene karşımda nâ- zik bir cümle söylenince iradem elim- den gidiyordu, Azizim muhakkak ki ben bir nezaket kurbanıyım, bir ne- zaket esiriyim... Üstelik benim bu halimi bilen arkadaşlar hakkımda gülünç fıkralar uyduruyorlardı. Bel- ki bu fikraları sen de işitmişsindir. Bir tanesi şu: Güya bir yankesici tramvayda ba- na rasgelmiş. Büyük bir nezaketle — Müsaade üzdanı- nızı çalacağım!... demiş, bu nezaket- li cümle karşısında ben: — Hayır olmaz... diyememişim. “Yüzüm tutmamış, yankesicinin cüz- danımı çalmasına müsaade etmi- Aİ Nezaket kurbanı başıma gelen bunca şeyler yetişmiyor- muş gibi bir de herkes hakkımda fık- ralar, gülünç hikâyeler uyduruyor, ismim âdeta «Enai> ye, «Nezaket bu- dalası, na çikiyor. Bu halim arlık herkesce pek meş- hur olduğu için önüne gelen bana nezaketle bir kaç cümle söyliyerek tepeme çıkıyor... Fakat artık karar verdim, Katiyen katiyen nezaköte papuç bırakmıya- cağım... Bu nezaket yüzünden başı- ma O derece çok iş geldi ki bundan sonra hezakete aldırış bile etmiye- ceğim...» Memduhun halini bildiğim için gü- Jümsedim: — İnşaallah... dedim. Bu esnada kapı açıldı. İçeriye adıy- le saniyle meşhur «Borçlu Nuri» gir- di. «Borçlu Nuriz nin havada uçan kuşlâra bileborcu vardı. O ölekin- den berikinden aldığı borçlarla geçi- nirdi. Fakat bu borçların hiç birini ödemek aklına gelmezdi. Herkese borcu olduğu için ismi «Borçlu Nu- ri3 kalmıştı, Onu yüz metre ötede gören arkadaşları borç istemesin di- ye bucak bücak kaçarlardı. «Borçlu Nuriş nezaketile meşhur Memduhu görünce memnuniyetle gülümsedi: — Aman Memduhcuğum... Seni gökte ararken yerde buldum... Lüt- funa, sahavetine ihtiyacım var aziz kardeşim... Vakız senden aldığım 50 lirayı daha ödiyemedim, nezaketini çok sulistimal ediyorum. Fakat bir lütuf daha göstermeni bana 10 lira borç vermek sahavetinde bulunma- nı istirham edebilir miyim?.. , Memduh bir benim yüzüme baktı, biran tereddüd etti. Borçlu Nuri bu esnada: — Senin ne derece nazik, ne dere- ce lütufkâr olduğunu bildiğim için sahavetine müracaat ediyorum. Cüm- | Jesini yapıştırdı. Memduhun eli ya- vaş yavaş ceketinin cebindeki cüzda- mına gitti. Bir 10 liralık kâğıd çıkarıb Borçlu Nuriye uzattı; Nuri kapıdan çıktığı zaman Memduh: — Allah ya beni bu dünyadan kal- dirsın.. ya bu huyu benden kaldır sın... Bu nezukele karşı yüz tutma- mak huyu beni mahvedecek.. diye dövünüyordu. » (Bir yaldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Btaçka, Taktim: İstiklal cad- desinda Kemal Robul, Kurtuluş cad- desinde A. Galapulo, Beyoğln: Gala- tasaray, Posta sokağında Garih, Ga- ista: Topçular caddesinde Hidayet, Kasımpaşa: Müleyyed, Hasköy: Aseo, Rminönü: Hüznü Onar, Fatih: Sa- raçhanede “İbrahim Halı, Karagüm- rük: Mehmed Fund, Bakırköy: ITlâl, : Asaf, Aksarağ: Yenikapıda Küçükpazar: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Ca- Ealoğlunda Abdülkadir, Sehremini: Ahmed Hamdi, gara. Sadık, Yel- değirmeninde üdar: Çar- şibayunda Ömer gren Heybelia- da: Tomas, Büyükada: Halk. Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköğ, Emirgin, Rumelihizarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- Zaneler her gece açıktır. Bursada ( Akşam ) ın satış yeri sAKŞAM» gazetesi ve «AKŞAM neş- riyate Bursada münhasıran Atatürk Okullar en çok ehemmiyet verdikleri Dir sınırdır. Biz de kurban sürülerin- den tayyare filoları çıkarmalıyız. Ga Baş, diş, nezle, grip romatizma ve bütün ağir derhal keser, İcabında günde 3 kase alınabilir. KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarini Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli maun Tefrika No. 141 Üçüncü Murad: “ Rozitayı Sinana çırağ ettim. Düğün masrafı hazinemden verilsin... ,, demişti. — O halde Sinanın nerede olduğu- nu bize söyle bakalım | Sinan kapıdaki konuşmayı mamıştı. “Telâşla aşağıya indi: — Kimi ariyorlar, Yusuf? Asesbaşı bu sesi duyunca, atını ka- pıya kadar sürdü ve gülümsedi: — Onu güç bulacağımızı sanıyor- dum. Meğer burada imiş! Ve başını sallıyarak; —Korkma, Sinan reisi - diye ba- gırdı - seni almağa geldik. Hele bir yüzünü görelim! Sinan rels köndi ayâğile yakalan- mıştı. Gerçi ortada bir suç yoktu. Ve onu bir suçlu gibi götürecek değil lerdi. İlk önce âsesbaşı söze baş- Jadı: — Efendimiz #eni donanmaya me- müur etti, Gemiler denizde bekliyor. İki gün sonrü Akdenize çıkacaksı- niz! Dedi. Bu arada gece suratlı bir baş uzandı. Bu da kaptan paşanın haremağası idi: — Beni de paşa efendimiz ,gön- derdi, Evvelâ şu altınlarıdün Yalı köşküne gelen adama vereceğim, Son- rada kaptan paşanın dileklerini söyliyeceğim. Diyerek koynundan bir kırmızı kese çıkardı, kapıda duran yelkenci Yusufa uzattı, — Bu, senin hakıkndır! Al baka- um... 'Yusdf kırmızı keseyi sevinçle alır- ken, Sinan kaşlarını çatmıştı; — Ben artık çalışacak halde de- Eilim. Bu sabah şehirden köye gide- ceğim. Bana bir İyilik yapmak İs- terseniz, bırakınız. Kendi başıma, gel diğim yere gideyim! Baltacılar atlarının gemlerini çe- kerek hep bir ağızdan bağrıştılar: — Veziriâzam şiddetli emir verdi bize. Seni almadan bir yere gideme- yiz. Padişahımızın fermanı var. Doğ“ rTuca Tersaneye götüreceğiz seni! Sinan evin önündeki kalabalığı şöyle bir -gözden “geçirdi, Kaçmak duy. imkânı olmadığını anladı. Kendini tarttız —' Acaba ben donanmada eskisi gibi çalışabilir miyim? Sinan kapıda düşünürken, başı — Haydi oğul! - diyordu - padişa- hım fermanına karşı gelinir mi? Ne- den düşünüyorsun? . Devlet senden hizmet bekliyor. Senin gibi aslanla- ra böyle eve kapanmak yaraşır mı? (Korkunç Pilip) Akdenizi kasıp ka- vuruyormuş. Onu senden başka ta- nıyan yokmuş. (Kara Mihal) i na sıl yakaladınsa, o canavarı da sen yakalayıp “kafasını & koparacaksın! Böyle şerefli bir iş her kula nasip olur mu? a9es- w Üçüncü Murad, Rozitayı Sinana çırağ ediyor Sinanı o sabah doğruca Yalı köş- küne götürdüler. z Kılıç Ali paşa, bir gün evvel, Yu- suftan aldığı malümat üzerine kâh- yasını sarâya göndermiş ve meseleyi yezirlâzam Sinan paşaya bildirmişti, Sinan paşa derhal hadiseyi padi- şaha arzederek: — Sinan reis denlzcilerimiz ara- sında çok değerli ve eşi bulunmıyan bir kahramandır. Rozitayı ondan esirgemeyiniz, şevkettim! Demişti. Üçüncü Murad, - Rozlta- nin Ma gözleri kör olduğunu Diyerek vezirlâzama donanmanın hemen hareket etmesini söylemişti. Kılıç Ali paşa, Küçük Sinanla ko- nuşurken, bir gün içinde olup biten- leri anlatmıştı: — Efendimiz Rozitayı sana verdi, Sinan! Artık seferden dönünce dü- ğün yaparız. Göreyim seni. şu azılı korsanı da yakalamağa çalış! Sinan, Rozitanın gözleri görmedi- ğini kaptan paşaya söylemekten çe- kindiği için, bu kadâr iltifat karşı: sında şaşalamıştı. Züten nasıl olsa düğün seferden dönüşte olacak de- ğil miydi? O zamana kadar Sinan bu işten vazgeçmenin yolunu da bula- bilirdi. Gerçi padışahın verdiği bir kadı- ni reddetmek kolay bir iş değildi. Fakat, aradan zaman geçeceği için, her şeyin değişmesi ve unutulması da mümkündü. Sinanın, Rozita hakkındaki hissi- nin değişmesine herkes gibi kendi de şaşıyordu. Kavaklar çifliğinden fır- tınaları yenerek yola çıkan ve Ro- zitanın âşkı için her tehlikeyi göze alan Sinan şimdi onun adını bile an- mak istemiyordu. Sinanın gözünde hâlâ şen şakrak Rozitanın hayali dolaşıyordu. O, keşki Rozilayı bu halde görmesey- di... Belki yüzyüze gelince ona acır ve onu sevmekte devam ederdi, Si- nan bir aralık bunları düşünmek fırsatını da bulmamış değildi. Fa- kat, Sinan heyecanlı, ateşli bir gençti. — Rozlla bence ölmüş demektir, Yattığı bodrumun kalın duvlarları arasında kalbi kararmış. O, bun- dan sonra benim ruhumu doldur&- maz. Diyordu. Sinan artık kalbinden de, kafasından da Rozitanın aşkını ve hatıralarını silip atmıştı. Sinan şimdi yeni bir maceraya atılıyordu. Tekrar başlıyacak olan korsanlık hayatı zaten ona her şeyi unutturacaktı. Kılıç Ali paşaya söz verdi: — Korkunç Filipi sağ olarak ya- kalıyabileceğimi' sanmıyorum. Buna gayret edeceğim, Canlı olarak geti- remezsom, kafasını koparıp getirme- yi vadediyorum, dedi. Kılıç Ali paşa: — Hasta olmasaydım, bu sefere ben de çıkmak isterdim, dedi, hele siz bir yola çıkın da. Yakında iyile- şirsem, belki arkanızdan beride ge- Mirim, Sinan çok cesur bir denizciydi. Akdenizin gizli köşelerini ve korsan yataklarını herkesten iyi bilirdi, Kilıç Ali paşanın: « Devlet senden hizmet bekliyor, Sinan! Göreyim seni, bu işte de be- nir alnımı kafa çıkarma! Sözü Karşısında galeyana gele- rek: — Siz müsterih olunuz, devlet- lim! - diye cevap vermişti. - Ben onun izini çabuk bulurum. Fakat, bir en- dişem var. Dönüşte - Kara Mihal vakası gibi - gene akla gelmiyen bir iftiraya uğramaktan korkuyorum. Kıhç Ali paşa, Sinanın omuzunu okşadı: —0, bir kere olur, oğul! Padişa- tün ve bütün vezirlerin sana itimâdi vardır) Herkes senin biran evvel yola çıkmanı bekliyor! Sinan, Kılıç Ali paşa ile uzun boy- lu konuştuktan sonra, donanmaya iltihak etmek üzere Yalı köşkünden ayrıldı. Doğruca Tersaneye gitti. Otuz beş kadriga Haliçte bekli- yordu. Hüsrev reis donanma kaptanlığına tayin edilmişti. Sinan küçük bir çektiriye bindi. Hüsrev relsle görüşmeğe gitti. — Donanma İstanbuldan ayrılırken.. — Yolda lodos patlıyacak (gibi görünüyor. Kızkulesi önlerinde va- kit geçirmeden yola çıksak fena ol maz! — Paşa gemisinden hâlâ top atıl madı, — Padişah belki Galiba onu bekliyoruz. — Padişah dedin de aklıma gek di Yusuf! Çırağan dairesine gittiğin zaman Rozita ile neler görüştün?. (Arkası var) uyanmamıştır.