7 Şübat 1098 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Biribirlerini uzun uzun todkik etme- | ği, biribirlerini iyice anlamağa Yakit bulamadan evlenivermişlerdi. Şakir Şemsi genç, parasız bir şairdi. Münev- ver gayet zengin bir tüccarın biricik kızı idi, Evlendiklerinin #eyahatine çıktılar. Gittikleri yer pek Şairâne idi. Otelde tuttukları odanın geniş balkonu etrafı dağlarla çevril- miş. büyük durgun bir göle bakıyordu. O gece mehtap etrafı gündüz gibi aydınlalmıştı. Ay ışığında balkona çık- tıkları zaman ayakları altına serilen büyük, durgun göl, genç şairin dedi- Bi gibi, kocaman toparlak bir gümüş benzemişti. Mehtap, gölün dur- gun sularını yaldızlamış gibi idi. Bu manzara karşısında Şakir Şem- #inin eski şairlik damarları kabardı. İnsan böyle bir gecede, suları ışıl ışıl Yanan böyle durgun bir göl önünde, in- ce zarif, güzel bir genç kadının önünde #air olmaz da ne olur?. Halbuki Şakir Şemsi zaten şairdi. Şimdiye kadar kendisini, sanatindeki kudreti genç gösterememişti. Vakıâ mec- Mwalarda çıkmış birkaç parça man- Zümesi vardı amma Münevver bun- ları okumamıştı. işle şimdi Münevvere, bu güzel ge- cede, kendisinin şiirdeki bü; tini göstermenin tam sırası idi, Münev- Yere son derece güzel, son derecede şa- İrane şeyler söylemeğe karar verdi. Öy- Şeyler, öyle büyülü cümleler söyli- ça ki genç kadın hayran kalacak- « Şakir Şemsi gökteki aya, önündeki durgun sulu göle, uzaktaki sivri tepe- M dağlara bakarak karısına söyliyece- Üğairane sözleri düşünmeğe başladı. Evvelâ mehtap ışığında pırıl pırıl ya- Dan gölü toparlak gümüş tepsiye ben- i. Sonra bu güzel gece için yep- Yeni birşey bulmuştu. Münevvere; «Sev- Gilim bu güzel gece tatli bir şuruba . Gel onu yudum, yudum içe- Mn..» diyecekti. Gölün kenarında uzun bir yol kıv- Tila kıvrıla tâ*uzaklara kadar gidi- Yordu. Genç şair kendi kendine: >— Bu kıynla kıyrıla uzayıp giden Yol «hayat» denilen şeye ne kadar ben- w». dedi, oHayat» da insanların geçtiği bir yol değil midir? Onun da böyle dönemeçleri, girintileri, yok mudur?.. Bu da güzel bir teşbih.. Bunuda söylerim... Şakir Şemsi epice düşünmüş, epice kafa, patlamıştı amma Münevveri bayran bırakacak, şiirdeki kendi bü- Yük kudretini ona gösterecek şeyler bulmuştu. ya... onun dalgın dalgın dur- duğunu görünce sordu: vi ”— Kuzum ne düşünüyorsun?. A Genç şair sanki tatlı bir rüyadan Yanmış gibi silkindi. Oturuşuna, ta- Yırlarına büsbütün şairane bir hal ve- k: sesini titreterek: — Bu güzel, bu harikulâde geceyi yorum Münevver... Bu nefis zi başına bir şiir. Li Pa e elile büyük durgun — Şu göle bak... Ay ışığı du: panel masll yaldızlamış| . Göl, İLE nı yaldızııyan ışığın altında, sanki e aman, tostoparlak bir gümüş tep- Genç Şair bir dakika sustu. Şairane benn “genç kadın “zerinde yaptı- a i görmek için şöyle göz ucu ile baktı. Şakir Şemsi «kocaman, tos- ak Yeme tepsi» deyince Mü- gözleri parlamıştı. Genç ka- elini kocanın omuzuna koydu: v ir... dedi, tepsi dedin de aklı- Me geldi biliyor musun? Bekir Şemsi sordu: sal geldi sevgilim?, ee 1 tepsi baklava... Canım birden- 0 Öyle istedi, öyle istedi ki are da hiç baklava yok canım, Düştün bir kere cevizli beyuz baklava... Anan ne yenir. ne yenir değil mi?.. Bir. ; sen «Kocaman tepsi - Tez epsi» der de- bila gar burnumda tütü... İstan- ©r gitmez inşallah ilk işim do- be Sevizli baklava yemek olacak... 4 sen de ne diye öyle tepsiler- den, aadanlardan, tabaklardan ak edersin? İşte gördün mü yaptığını? ün, yakla İstemesine sebep ol- sen pi i burada da baklava bula- Sakir Şem 1Sİ O Saatlerce düşünerek haftasına balayı | bulduğu şairane cümlesinin genç ka- rısı üzerinde yaptığı bu acaip tesiri görünce başından aşağı bir kazan key- nar su yemiş gibi oldu. Fakat kendi kendine: — İlk cümledeki şiiri anlamadı... Fa- kat ben ölekilerini söyliyeyim de onu hayran bırakayım... dedi. Sonra ken- disine büsbütün şairane bir hal vere- rek Münevvere seslendi: — Sevgilim... Sevgilimi... Münevver sıçramıştı: — Ay... Yüreğim ağıama geldi... Öy- Je birdenbire bağıracak ne vardı Şakir?. Tam tepsi tepsi baklavaları düşünür- ken... Şakir âdeta sinirlenmişti: — Baklavayı şimdilik bir tarafa bi- rak yavrum... Sen şu geceye bak... Şu karikulâde geceye... Şu nefis gece... Sev- gilim!.. Bu güzel gece tatlı bir şurupa benzemiyor mu?.. Gel onu seninle yan- yana, yudum yudum içelim Şakir Şemsi gene sustu, Gene bu güzel buluşunun genç karısı üzerinde yapacağı büyük hayranlığı görmek zere göz ucu ile ona baktı. Münev- verin gözleri parlamıştı. — Şurup değil amma dedi, bol sar- mısaklı bir cacık olsa daha hoşuma gider doğrusu... Bir kere gözünün önü- ne getir Şakir... Kocaman bir tas ca- cık... Gayet bol sarmısaklı... Bol zeytin- yağlı, bol sirkeli... Aman yarabbi ne içi- Mir, ne içilir... Hiç değilse üç aydanberi cacığa hasretim... Ah Şakir olur insan değilsin vallahi... Şimdi bana cacığı ha- tarlatıp ağzımı sulandıracak ne var- dı sanki? Şakir Şemsi şaşırmıştı: — Yavrum... Sana cacığı ben mi hatırlattım? Şimdi cacıktan Kim bah- setti?.. Ben etrafın, gecenin, ay ışığı- nın şiirinden bahsettim... Senin akhna cacık geldi... Kabahat benim mi?.. Münevver şımarık bir eda ile: — Kabahat sende ya... dedi, yok bil- mem gece şuruba benziyormuş... Sen «Bu şurubu yanyana, birlikte içelim» deyince birdenbire aklıma cacık geldi... Geceyi şuruba benzetecek ne vardı?.. Bari gece ile şurubun münasebeti ol- sa... Gece nerede? Şürup nerede?.. Ge- cenin de şurup gibi içildiğini senden duyuyorum... Şakir Şemsi iyiden iyiye kızmağa başlıyordu: — Benim şurubum öyle herkesin bil dığı, vişne şurubu gibi, kızılcık şurubu gibi âdi şuruplardan değil... Ben «Ma- nevi şurup» dan bahsediyorum... Münevver katıla katıla gülüyordu: — «Manevi şurup» mu?.. Bir yaşı- ma daha girdim... Darılma amma ko- cacığım, «Manevi şurup»u da hiç gör- medim... Şurubun manevisi olduğunu hiç bilmiyordum... Kızılcık şrubu işit- tim. Vişne şurubu işittim, çilek şurubu işittim amma «Manevi şurubsu hiç duymamıştım. Demek şurubun da ma- nevisi varmış... Acaba öteki yiyecek içecek şeylerin manevisi var mı? Mese- lâ manevi pastırma, manevi pirzola, manevi şiş kebabı. manevi patlıcan dolması... Öyle ya manevi şurup olduk- tan sonra... Şakir Şemsi karısının bu alayı üze- rine acı acı güldü. Kendi kendine: «Anlamıyor... Anlamıyor... Şiirdeki bü- yük kudretimi anlamıyor...» dedi. Fa- kat Münevveri kendisine hayran bı- rakmak için son bir tecrübeye baş vur- maktan kendini alamıyordu. Biraz sonra gölün kenarında kıvrıla kıvrıla uzayıp giden yolu gösterdi: — Münevver şu yola bak... dedi, şu kıvrıla kıvrıla uzayıp giden girintili çı kıntılı yol «Hayat» denilen şeye ne ka- dar benziyor değil mi?.. Hayat da uzun bir yol deği! mi? Onun da böyle gezin- tleri, çıkıntıları, dönemeçleri, arıza- ları yok mu?... Gel bu uzun yolun Üze- rinde seninle beraber elele, tâ uzakla- ra kadar birlikte yürüyelim... Artık herhalde Münevver bu güzel bulaşa hayran olacaktı, Şakir Şemsi ge- ne göz ucu ile ona şöyle bir baktı. Mü- İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâklü, Türk musikisi, 1250: aradi, 1305 Plâkla Türk musikisi, 13,30: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 17: İnkilâb dersi; Üniversiteden naklen Mahmud Esad Boz- kurt tarafından, 1830: Çocuklara ma- şal: Bayan Nine tarafından, 19; Bayan İnci: Şan piyano ve keman Pefakatile, 19,30: Memleket şarkıları: Malatyalı Fah- ri tarafından, 1955: Borsa haberleri, 20: Rıfat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2050: Hava raporu, 2033: Ömer Rıza tarafından arab- ca söyler, 2045: Belma ve arkadaşları tarafından türk musikisi Ve şarkıları (Sa- at ayarı), 21,15: Fasıl saz heyeti: Okuyan- Tar: İbrahim Ali, Küçük Safiye, kanun Mu- ammer, klarnet Hamdi, ut Cevdet Kozan, tanbur Salâhaddin, keman Cevdet, 2150: Radyo fonik temsil; Stüdyo orkestrası refakatile (Louise), 2145: Ajans haber- leri, 28; Plâkla salar, opera ve operet parçaları, 23,20: Son haberler ve ertesi günün programı, 23,30: SON. Ankara — Öğle neşriyatı: 1230 - 1250: Muhtelif plâk neşriyatı: 1250 » 13,15: Plâk: Türk musikisi ve halk şarkıları, 14:15 1330: Dahili ve harici hâberler. Akşam neşriyatı: 1030) - 1835: Pik neşriyatı, 1836 - 10: İngilizce ders: Azil me İpek, 19 - 1930: 'Türk musikisi ve balk şarkıları (Makbule'Çakar vaşarka- daşları), 1930 - 1845: Bant ayan ve arapça neşriyat, 1945 - 20,15: Türk musi- kisi ve halk şarkıları (Servet Adnan ve arkadaşları), 2015 - 2030: Spor konuş- ması: Vildan Aşir, 2030 — 21: Plâkla dans | musikisi, 21 - 2115: Alans haberleri, 21,15 - 2155: Stüdyo salon orkestrası: 1 - Moussorsky: İn der Krim, 2 - Massenet: Menuett, 3 - Peul Lineko: Tenelo fist, 4 - Tsehaikowsky: Andante Cantabile, 2155 - 22: Yarınki program ve İstiklâl marş, Avrupa Saat 20 de Viyana 20,25 de, senfonik konser — Berlin 20-10 da, marşlar ve valsler — Ko- lonya 20,10.da, orkestra konseri — Kö- migsberg 20,10 da, orkestra konseri — Izipzig 2010 da, dans muskası — Stutlgart ve Frankfurt 3015 de, eğlen- celi muzika — Saarbrücken 20,10 da, or- kestra muzikası — Radio Toulouse 20 de, tangolar, şarkılar, eğlenceli konser — Londra 20 de, hafif muzla — Roma 2040 da, eğlenceli muzika — Bükreş 20:10 da, dyo arkesirmsi, Saat Zi de Viyana 2135 de, Karuzo plâkiarı — Deutsehiandsender 21 de, eğlenceli kan- ser — Hamburg 21 de, büyük orkestra konseri — Kolonya 21,10 da, salon muzi- kası — Leipzig 21,05 de, senfonik kön- | ser — Münih 2f de, dans muzikan — Baarbrücken 21,45 de, operet parçaları — Nis PT'T21de, salon muzikası — Siras- burz 2130 da, konser — Radio Toulouse 31,15 de, operet muzikası — Roma 2140'da, eğlenceli. muzika — Milversum 21,65 de, salon muzikası — Varşova 21 de, dans muzikası — Bükreş 2140 da, keman ve piyano konseri — Bottens 2140 da, hafif orkestra murikes — Prag 21 de, orkes- ira kanseri — Peşte 21,15 de, çigan mu- zikası, Saat 22 de ! Deutsehlandserder 2215 de, piyano | konseri — Breslav 22 de, orkestra kon- | seri — Frankfurt 2215 de, salon muzi- kası — Münih 2220 de, salon muzika- 51 — Saarbrücken 22 de, salon muzikası — Brüksel 22 de, öpere: — yon PTT 230 da, senfonik konser — Radio Paris 2230 da, «Şakiler. opereti — Toulonsö PTT 2230da, akşam konseri — Roma 22 de, orkestra konseri — Lüksemburg 2230 da, askeri muzika — Bükreş 22.45 de, Rumen muzikası — Prag 22,19 de, viyo- lonsel kanseri — Peşle 2240 da, orkestra konseri Saat ide Viyana 2320 de, dans muzikası — Deutschlandsender 2330 da, gece muzi- kas: — Diğer Alman istasyonları 2230 da, Kolonyadan naklan dans müzikası — Nis PTT 23i5de, senfonik konser — Paris PTT 23de, salon muüzlkası —. Radio Paris 23 de, operete devam .— Radio “Toulouse 23,15 de, Akordeon konseri — National 23,35 de, radyö orkestrası — Londra 23,2) de, hafif salon muzlkaşı — Milâno 2345 de, dans muzikası — Hü- versum 855 de, senfonik konser — Verşova 23 de, radyo orkestrası Saat 24 den itibaren Frankfurt ve Stuttgart I den 3e ka- dar gece konseri — Brüksel 24 de, kaba- Te — Radio Toulouse 24,15 de, konser — 135 de, gece muzikası — Londra 2435 de, dans muzikası — Roma 2410 da, dans muzikası — Lüksemburg 1 de, cazband. Kocaeli yilâyeti mektep kitapları satış yeri. Her nevi kırtasiye çeşlileri, Nayman dikiş ve yazı makineleri, Ko- dak fotograf makine ve levazımı saire bulunur. Devver: — Şakir... dedi, yol dedin de aklıma ayağımın baş parmağında çıkan nasır geldi... Kuzum nasır İlâcımı nereye koy- dun?.. Yatmadan eyvel süreyim bari!., (Bir yıldız) EVROZİ Baş, diş, nezle, grip romatizma ve bütün ağrılarınızı keser. İcabında günde 3 kaşe ir, Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelll sam Tefrika No. 139 Sahife 9 “Onu pencereden seyrettim. Ağlamaktan gözlerini kan bürümüştü.. Eski güzelliğinden eser kalmamıştı !,, — Bunu bilmiyen “kaldı mı be?! Donanma hazırlandı. Bir kaç güne kadar Akdenize çıkacak. Sinanı da birlikte götürecekler. | — Haniya padişah Sinanı İstanbul-| dan uzaklaştırmıştı! Şimdi hava dön-| dü mü? — Döndü ya. Senin bir şeyden haberin yok galiba? Donanma (Kor- kunç Filip) i yakalamağa gidecek. Onu Sinandan başka tanıyan yok- muş... Padişaha arzetmişler. Hün- kâr da: <Öyleyse onu donanmaya alınız!» diye irade etmiş. Şimdi he- rl harıl o aslanı arıyorlar... Murad, Yusufun yüzüne baktı: — Senin ne işin var burada?... Yusuf gülümsedi: — Sinen reisi haber vermeğe gel- dim, — Vay, sen onun nerede olduğunu biliyor musun? — Bilmez olur muyum? Ben onun eski arkadaşıyım. Beni buraya gön- deren odur. — Desene ki, vadedilen yüz altını sen alacaksın! — Kısmet olursa... — Başma devlet kuşu konmuş... haydi, uzun etme! Cibalide Todori- nin meyhanesinde büri bir akşam kafaları tütsiyelim de eski günleri — Hay hay. Hele bir paraları âla- yım. Ben gelir, seni bulurum gene. * # Yelkenci Yusuf eve gelince.. Yusuf büyük bir sevinçle eve geldi. Arkadaşı Muraddan aldığı malü- mat onun kafasındaki şüpheleri ta- mamile silmişti. Sinanı görür gör mez: — Müjde! - diyecekti - seni yeni- den donanmaya memur eden padi- işahmış. Onun iradesile aratıyorlar- muş seni... “ Gülerek yukarı çıktı... -— Koca aslan, ngredesin? Sana müj- de vermeğe geldim... Diye bağırdı. Evde kimseler yoktu. — Sinan sokağa çıkmış. neredey- 8e gelir. Diyerek akşama kadar bekledi, Sinan, Yusufun o gün Yalı köş- küne gittiğini biliyordu. Neden bu kadar gecikmişti ya?... Ortalık iyice karardı. Sokakta sesler kesildi. Herkes evine dönmüş, her taraf tenhalaşmıştı. Eğer mevsim yaz olsaydı, Yusuf bu kadar merak etmiyecekti. Bu s0- ğukta Sinan nerede kalabilirdi? Yusufun aklına bin türlü fena ihti- mâller geliyordu. Sinan bir gece: — Yusuf, demişti, benim İstanbul- da çok düşmanım vardır. Fakat, bunların en tehlikelisi Demir Recep- le asesbaşıdır. Gerçek Sinanın başını yakan ases- başı olmuştu. Onun hâlâ nüfuzu var- di, Eğer Sinanın İstanbula geldiğini duyarsa, muhakkak ona bir fenalık yapardı. Yusuf bunu Sinanın ağzın- dan işitmemiş olsaydı, bu kadar me- Tak etmiyecekti. — Sinan çocuk değil ya.. elbette bir dostunun evinde kalmıştır. Diyecekti. Yelkenci Yusuf o geceyi merak ve kuşku içinde geçirdi. Sabaha kadar kulağını kapıdan ayırmadı. Sabah olmuştu. Etraftaki dükkün- Yar açılıyor, yolcular sokakları dol duruyordu. Sinan hâlâ dönmemişti. yerinden fırlayip koşuyor ve bir baş- kasının geldiğini dörünce meyus oluyordu. Yusuf, Sinanın o gün de akşama kadar bekledi. * «Ben İstanbuldan ayrıla- mam, çünkü..» İkinci gece.. Yusuf evde olurur-. ei şi vakit kapı çalındı. gelmişti. Yusuf sevinçle — Neredesin Sinan reis? dedi. il ar. Sana müj» Sinan asık 'bir suratla yukarı çıktı. Yüzü gülmüyerdu. Kendini ağır bir yük gibi yerdeki mindere attı: e — Rozita çok hasta imiş, Yusuf! zn Vay, sen onu görmeğe mi gittin? — Ne yapayım? Dün sen gidince, ben de arkandan sokağa fırladım. Çırağan “dairesine gittim. Tesadüf bu ya... Bahçıvanlardan biri tanıdık çıktı. Ona Rozitayı görmeğe geldi- ğimi söyledim. Bana: «Rozitayı gö- De aa oğul! O, hasta yatıyor» — Sonra ne yaptın? — Ah, neler yapmadım, Yusuf! dakikecik görebilmek için, her türlü e Geceyi bekle- — Gece onu görebileceğini mi sa- niyordun? —Bahçıvan Şaban bana ümit ver- mişti. Kendisine çok yalvardım: «Elinden bir yardım gelirse, benden esirgeme. Sana iyiliğim dokunur!» dedim, Şaban: — «Öyleyse geceyi bekle!» demiş- ti. Oralarda döndüm, dolaşlım. — Hem'de bu soğukta, öyle mi? — Ben soğuk demiyordum. İçim- deki ateş beni saatler geçtikçe ya- kıp kavuruyordu. Nihayet akşam ol- du... 5 5 — Görebildin mi bari?. — Gördüm, Yusufcuğum! Karımı uzaktan ve dünya gözile bir kere daha gördüm. —Yaoseni?... — O, beni değil, hiç kimseyi göre- miyordu. Ortalık karsrınca Şaban ağa bana onun oturduğu odayı gös- terdi. Çiçeklerin ve küçük şimşir tarhlarınm arasına $inerek pencere- den içeri baktım. Küçücük bir de likten seyrediyordum onu.. Sinan içini çekerek anlatıyordu: — Ah; sevgili karıcığım... Onu bu halde görecek miydim? Zavallı Ro- zita yatakta yalıyordu. Başı bağlıy- dı. Yatağın dibinde bir ihtiyar sâ- raylı ona şunları söylüyordu: «Hiç merak etme yavrum, insanın göz- leri çok ağlamaktan kanlanır ve güç- lükle görür; Sen de öyle olmuşsun! Bu ağlamalara nihayet verdiğin gün, sen de bizim gibi dünyayı ve etrafın» dakileri göreceksin!» Yelkenci Yusuf titremeğe başla- mıştı. Sinahın “anlattığı manzarayı güzünün önüne getirerek, kendi ken- dine: — İkisi de talihsizmiş! Diye mirıldanıyordu. Sinan bâşt- nı ellerinin içine aldı; —O da, ben de dünyanın en ta- lihsiz insanlarıyız, Yusuf! Onun göz- teri kör olmuş. Zavallı Rozitacığımı bu halde görünce, bah- çede dizlerimin bağı çözüldü. Bir an için ona seslenmek arzusunu yene- medim: «Rozita, ben buradayım! diye bağırmak istedim. Dudaklarımı ısırarak, kendimi 2or tuttum. Bağır- mak kolaydı amma, Çırağan muha- fn Mahmud“ ile karşılaşmak ihti- mali beni korkutuyordu. Rozita, ya- takta sol elini kalbinin üstüne koya rak, kendini teselli eden ihtiyar sa- raylıya bağırdı: —Ben, adamakıllı kör oldum, tey- ze! Ben artık dünyayı ve güneşi gö- remem. * (Arkası var)