g year? EETE EREŞAKA ZEF& 7 Şubat 1938 Hollywood d şehri artistlerin ie izlerile dolu... Carole Lombard'ın eski evinde oturuyorum. Malek bitişik komşum ! Az daha bir otomobilin altında kalacaktım. Dönüp baktım; otomobili Dolores del Rio kullanıyor ! Hollywood'da tuttuğum pansiyonun » Üzerinde büyük yazılarla şu cümle okunuyor: «Carole Lombard'ın ilk €vi...»... Bugün milyonlarca delikanlı- ; mın geceleri rüyasına giren sarışın Ü yıldız henüz sinemanın küçük bir fi güranı iken bu önünde iki hurma ağa- Ci dikili, geniş balkonlu evde oturur, karşıki tepelerdeki yıldızların muhte- © Şem villâlarına hayal ve ümid dolu # gözlerle bakarmış. Eski meşhur komik | Büster Keton yani maruf ismile Ma- ek kapı bitişik koraşum... “Zâvallı Malek bütün parasını kay- bettikten sonra sinirleri son derece bo- Kulmüş, bundan bir müddet evvel has- taneye kaldırılmıştı. Şimdi bastane- den çıkmış... Büyük, eski bir otomobili Yar. Malek milyonerken birdenbire 8e- falete düşünce ve sinemadaki mevkil- ni kaybedince kendisine garib bir hal N . Kimsenin kendine acımasını istemiyor. Arkadaşları ona yardıma e Hepsile darılmış. Yüzünün biç gülmemesile meşhur olan eski kah- kaha kralı âdeta insanlara dargın... Hollywood'a geldiğimin ikinci günü İdi. Evden çıkıyordum. Birdenbire ma- Vİ &mele pantalonlu, üzerinde sarı bir Asık çehreli bir adam önüm- den hızla geçti. Garajın yanında du- Tan bir otomobile atladı. Baktım: Ma- Ne dersiniz bir kere olsun caddedeki İnsanlar başını çevirip birkaç sene er- Yel kendilerini kahkahadan kırıp ge- giren bu eski büyük artiste bakmadı- İar bile. Yalmız Malek benim kendisi- De dik dik baktığımı görünce sanki Masırına basmışım gibi, canı acımış gi- bi dudaklarını ısırdı, Başını öteki ta- Yafa çevirdi. O şimdi kendisini tanı- Yanlara bile kızıyor. Sonra otomobili- Mİ son süratle hızlandırarak önümderi Geçti gitti. Fakat bir hafta sonra yanyana otur- Manın icabı onunla ahbap olduk. Mes- gazeteci olmasına iptida mem- Dun olmadı. Çünkü gazetecilere ba- Karken zehirli bir yılan görmüş gibi » Fakat bana her ne hikmetse kanı kaynadı, Şimdi ras geldikçe ayak- İs konuşuyoruz. Sinemadan hiç bah- ir, Ben bunun etrafında söz aç- Mağa kalkarsam hemen bir bahane yanımdan uzaklaşıyor. Sanki Miç sinema ile alâkası olmamış bir Adam gibi konuşuyor, En merak etti- Ü sey de İstanbul: — Nasıl, diyor, İstanbulun insanları Şok iyimiş değil mi?, Kendisine bir türlü içmeğe kıyama- dikim yarım paket Türk sigarasından bir tane ikram ettim. Aldı. Tütünü kok- sonra sigarayı yaktı: — Ne güzel... dedi, uzak memleket- lerin sigarası... Şimdi burada gündüz- ken arada gece oluyor değil mi?.. Ve bundan sonra, hiç bir şey söyle- ineden veda etti. Âdeta koşarcasına benden uzaklaştı. Garip bir adam. Hollywood'un muazzam sinemalarından Çin sineması eğe ni rer birer okumağa kalkışırsanız bir kö- Si Hollywood'da halkın yalnız Ma- leke obakmadığını (zannetmiştim. Hollywood'da halk artistlere o derece kanıksamış ki en meşhur artist yanla- rından geçse şöyle dönüpde bakmı- yorlar bile... İşte Clark Gabile geçiyor. En meşhur erkek artist değil mi? Dön Halbuki Amerikanın öteki şehirle- rinden bunun aksi... Jean Bennett Va» şingtona, Elisa Landi Nevyork'a geldi- ği zaman yer yerinden oynamıştı. Bu- rada Şarloya kimse aldırış etmiyor... Yalnız senede bir defa «Santa Claus» gecesi bütün sinema yıldızları Holiy- wood sokaklarında meşhur filimlerin- de oynadıkları rollerin kıyafetile bü- yük bir geçld resmi yapiyorlar. Me- selâ arabaların üstünde Johny Velss- mmüiler Tarzan kıyafetinde, önünde kü- çük bir yaprakla, öteki artistler de meşhur kıyafetlerile Sokaklardan geçi- yorlar. O zaman işte Hollywood sokak- Tarı hınca hıne doluyor. Herkes yıldız- ları alkışlıyor. * Bir de Hollywood'da garip bir Adet var, Sokakların büyük yıldızların ayak izlerile dolu olması... Büyük yıldızlar bir dükkâna, bir sinemaya, bir otele, bir gazinoya mi girdiler. Derhal ken- dilerini kapıda durdurtuyorlar. Bir te- beşirle ayak izlerini alıp bunları kazıtı- yorlar. Bazı yerlerde &çilma merasi- minde artistleri davet ediyorlar. Kapı- larmın önüne derhal yaş çimento dö- kerek yıldızları bunun üstüne bastır- tıyorlar. Ayak izlerini çıkartıyorlar, Bunun için Hollywood sokaklarında otellerin kapıları önünde, sinemaların antrelerinde yıldızların yüzlerce ayak izlerine raslıyorsunuz. Bazıları da yal- nız ayak izlerile kalmamışlar, yaş çi- mentonun Üzerine ellerinin izlerini de çıkartmışlar, bazı cümleler yazmışlar, imzalarını atmışlar. Sokaklardaki ayak izlerinin kimlere ald olduğunu bi- şeden öteki köşeye gidinceye kadar en aşağı bir saat kaybedersiniz. Hollywood'dâki büyük - sinemalar zannetmem ki, dünyanın hiç bir tara- tında olsun, Nevyork ki sinemala- tının büyüklüğü ve ihtişamı ile meşhur- dur. Buranın sinemaları yanında birer kulübe gibi kalir. Hele bir Çin sinema- #1 var. Muazzam bir Çin mabedi tar- zında yapılmış. Hollywood'un en eski kilisesinden getirilmiş iki tane birer insan büyüklüğündeki çanlar kapıda... Bu çanlar çalınarak filime başlanıyor. Binemanın bütün. memurları, hade- meleri Çinli kıyafetinde, Bir filmin ilk oynadığı gece buraya o filmin artist- leri de mutlaka geliyorlar. Halk ara- sında oturuyorlar, Sinemanın iç salo- nunda büyük hir havuz var. Sinema- nın kapısı bütün yıldızların ayak, el izlerile ve yazılarile dolu... Bu izleri si- nema müdürlüğü yıldızlara büyük üc- retler vererek temin etmiş... Meselâ William Powell'e ayak ve el izleri için 25,000 dolar verilmiş. Burada ka- dınlar birer birer ayak izleri önünde durüyorlar. Kendi ayaklarını bu izlere uydurup ölçüyorlar. Meselâ ihtiyar iki kadın görüyorsünuz. Biri ayağını Joan Crawfort'un ayak izinin içine sokmuş. — Tastamam... diyor. Ayağımın kü- çüklüğü aynen Joan Crawfort'un aya- gı kâdar.. Halbuki ihtiyar kadının ayağı ar- tistin ayak izlerini bir buçuk misli geç- miş... Geçen gün bu sinemaya gittim. Ayak izlerini ve artistlerin yazdıkları yazıları şöyle bir gözden geçirdim. Glorya Svanson el ve ayak izlerinin yanına bir de kalb resmi yapmış... Ya- nına şu cümleleri yazmış: «Bundan bir müddet evvel bir aşk, dalma aşk... se- viniz, sevdikçe seviniz. Sevildikçe se- viniz...» Bir kocadan boşanma muame- lesi heniz tamamile bitmeden başka bir kocaya varan Glorya Svansonun hayatında aşkın ne derece ehemmi- yetli olduğunu gösteren cümleler... İşte onun yanında Pola Negri'nin ayak izleri. Joan Crawfort'un ayakları, Norma Shearer'in minimini topukları... Ve sıra ile Bebe Danyels, Moris Şöval- ye, Kay Francis, Marion Devis, eski bir artist Colin Moor, Burası artistlerin ayak ve el izleri müzesi halinde... Yalnız Amerika ar- tstleri değil, Avrupadan gelip Hölly- wood'a şöyle bir uğrayan büyük ar- tistlerin el ve ayak izleri de var. Bu ayak izlerini hep bir yerde, hep birden görmek için bu sinemaya Amerikanın mühtelif vilâyetlerinden gelenler bile Dikkat ettim. Kadınlardan en küçük ayak Norma Shearer'in, Gözüme gâyet büyük, Iki ayak ilişti. Baktım. «Clark Gablesin #yakları.. Hazret büyük ayak rekorunu kırmış, Devam m uncu sahilede) “Hikmet Feridun Es ESRARENGİZ KERVAN Yazan: Arif C. Denker Tetrika No. 80 Ah - Sing ile Japon casusu kâğıdları beklerken şiddetli bir infilâk olmuştu — <Şayet kâğıdlar yanında değil- | se, nerede olduğunu söyle. Senin © kâğıdları elden çıkarmıyacağını ben, bahusus ben pek Alâ bilirim. Biz kervanı nasıl olsa ele geçireceğiz. Onu bir kere daha ikaza muktedir olamıyazağın da malüm.» Ah - Singin iğrenç yüzünde kor- kunç bir azim belirdi. Küçük şaşı gözlerini Güldosta dikerek dedi ki: — «Bu çanağın içine kurşun dol duracağız ve eriteceğiz, ya itiraf edin- ceye ve yahut geberinceye kadar bu kurşundan damla damla vücudüne akıtacağız.» Güldost, Ah - Singin bu tehdidini yerine gelireceğini biliyordu. Japon- ların gizli emirlerini ihtiva eden ey- rakı teslim etmeli miydi? Arkadaşı bu uğurda canımı feda etmişti! Şim- di sra kendisine mi gelecekti? Kâ- ğıdları teslim etseydi, ne olacaktı? Kervanın taşıdığı silâhları Ah - Sing çalıp satmak istemiyor muydu? Gül- dosto hilekâr Çinlinin bu sırrına vakıf değil miydi? Vakıt olduğunu Ah - Sing bilmiyor muydu? bunu bil diği için Güldostu serbes, hattâ ha- yatta bırakmak ister miydi? Hayır, hayır, o evraki teslim etmektense öl“ mek daha hayırlıydı. Ölmek, evet, fakat yalnız değil, hep bir arada ölmek! Güldostün in- tikam hisleri birdenbire | vahşiyane bir surette kabardı. Kalbi, damarle- rındaki kanı şiddetle vücudünün her tarafına doğru fışkırmağa başladı. Aklı, fikri: « Hayır bu heriflerin önünde bo- yun eğmiyeceğim. Bu şeytan suratlı, hilekâr, hain heriflere mağlüp olmı- yacağım!» düşüncesine saplanıp kal- dı. Bütün adaleleri gerildi. Derhal icraaata girişmeğe karar verdi. Bunu için cebinden bir sigara çi kardı ve yaktı, Yanan kipritle dina- mit fitilini araştırdı, yanına baktı, arkasına baktı, bir iki santim uzun- Tuğunda dışarıya sarkan fitiM bul du, Kibrit sönmek üzere #di. Parmak- ları bile yanmağa başlamıştı. Bu es- nada burnuna hafif bir barut koku- su geldi. Fitilin tutuştuğunu anla- dı, kibriti elinden attı. 'Bu aralık Ah - Sing yere çömelmiş, uşakların çanağa doldurdukları kur. şun parçalarının eriyip erimediğini tedkik etmekle meşgul oluyordu. Güldost kendi kendine: . Vakit kazanmalıyım, beş dakika- cık olsun vakit kazanmalıyım!; diye düşündü, Hemen yerinden fırlağı ve: — «Bütün bu tehditlerin bence hiç bir mânası yok. İşte her tarafı aradınız. Kâğıdlar bende yok diyo- rum size! Onların nerede olduğunu da bilmiyorum.» diye bağırdı. Ah - Sing: — «Yetişir artık! dedi ve erimek- te olan kurşunları göstererek: — «Ya itiraf edersin ve yahut bu eğlenceye tahammül edersin!» söz- lerini ilâve etti. Güldostun gözleri tekrar çanağın içinde eriyen kurşunlara dikildi. TTüylerinin ürperdiğini hissetti, Bu aralık gözleri ikinci dinamitin fitili- ne ilişti, Oanda Güldosta kendisini düş- manlarile beraber berhava olmaktan belki kurtarabilecek bir fikir geldi, Kız alnındaki terleri slliyormuş gibi bir hareket yaptıktan sonra: — «Ah - Sing, dedi, bu dakikaya kadar oynadığım oyuna artık devam edemiyeceğim. Kâğıdları getirece- gimi» Bu söz üzerine Ah - Sing hemen yerinden fırladı, Japon casusu da derhal ayağa kalktı. Ah - Sing istih- za ederek: — «Erimiş kurşun, sert altından daha tesirlidir, derleri> dedi, Gözle- ri parıldadı. Güldost: — «Evet, kâğıdları size getirece- ğlm. İçeriki odada saklı.» dedi ve ka- ranlık yatak odasına geçti, Orada bir köşeye çömelerek beklemeğe başladı. Kız bu esnada düşmanlarının fi sıldıyarak aralarında konuştuklarını bei Güldost bu vaziyette bek- ledi, bekeldi. — <Ha şimdi patlıyacak, şimdi patlıyacak!»'diye müthiş saniyeler yaşadı: — «Ey Ah - Sing, ey Japon casusul Ya siz hepiniz gebereceksiniz, ben kurtulacağım ve yahut hep bir ara- da öbür dünyayı boylıyacağız!: Fa- kat, ben öldükten sonra Hasan bey ne olacak? Hududu aşabilecek mi? Elbette Haci Mehmed İsa ve Merton ona yardım ederler, mutlaka yar- dım...» O anda müthiş bir infilâk işitildi, Keskin bir'koku etfafa yayıldı. Çat- yan, yıkılan duvarların gürültüsü, toz, toprak bulutları birdenbire ha- Sl olan zifiri karanlıkta Güldostun etrafını sardı. Dinamit fişeği patla- mıştı ve kendisi... Galiba yaşıyordu. Dinamitih patlaması üzerine vakia Güldost ta, hasıl olan hava tazyiki- nin tesirile.şiddetle yere yuvarlan- mıştı. Fakat bir kaç saniye sonra vücudünü yoklayınca yattığı yerden kalkabileceğini anladı. — «Çok şilikür, toprak ve Kerpiç yı- ğınları arasına gömülüp kalmamı- şam!» dedi ve, kollarını İleriye doğru açarak daha bir dakika evvel kap'- nın bulunduğu tarafa doğru bir adım attı, Karşısına bir duvar çıktı. vi için ileriiyemedi. Bir iki defa elile etrafını araştırdıktan sonra geçebile- ceği kadar yıkık bir yer buldu. Başı bir kalasa çarptı. Eğildi geçti, yuka- rıya doğru bakınca toz ve duman arasından gökteki yıldızları seçer gi- bi oldu, Diz çökerek biraz daha İler- ledi, Kendisince ebediyet kadar uzun süren, fakat hakikatte bir dakika bi- ledevam etmiyen bir uğraşmadan sonra Güldest bahçede bulunduğu- hun farkina vardı. Yerde sürünerek bir kaç hartket daha yaptıktan son- ra yıkılan enkâz arasından büsbü- tün kurtularak bahçeye çıktı. Burada temiz ve taze bir hava esiyordu. Güldöst duvarın önünde duruyordu. “Kavaklardan biri infilâ- kın tesirile boydan boya yıkılmış ve bir kaç adım ilerideki uçuruma doğ- Tü uzanmıştı. Güldöst buraya gelince geriye dön- dü. Acaba Merton nerede idi? Kız duvar &nkazı Üzerinden sıçradı. Bah- çe kerpiç parçaları ve enkazla dolu idi. Fakat odasının duvarı durüyor- dü. Yalmz pencereler yerlerinden fırlamıştı, bir de-odanın tavanı çök- müştü. Güldost ne yaptığını bilmiyen şaş- kın bir insan gibi ileriye doğru bir kaç adım koştu. Karanlıkta açık renkli duvarların ortasında pencere- lerin karanlık açıklıkları görülebili- yordu. Mertonun odasındaki pence- relerden birinin altında bir şey kı- muldadı. Güldost: — «Siz misiniz, Merton? Çabuk olunuz, çabukis diye bağırdı. Bir adam duvardan ayrıldı, tonun sesi işitildi: — «Arkadaş, düdüğü pek erken öt- türdün.» — «Şaka edilecek zaman değil, Bir an evvel bürağan uzaklaşalım. Bak- sanıza etrâf ateş alıyor. Şayet ikin- ci fitil de yanarsa bir infilâk daha olacak. O zaman bir kere daha kur- tulacağımızı zarmetmem.» Merton: — «Vay canına!» diyerek Köyüm. ğa başladı. Güldost ta onu takip etti, Ağacın de yere kadar geldiler. Kız: «Buradan aşağıya sarkalım. Ağaç gördesi bizi taşır.» dedi. İkisi de ağacın gövdesine sarıla- rak aşağıya pin eğ indiler, Uç tarafh- na gelince Güldost: — «Haniya ipiniz nerede? Veriniz onu bana.» dedi, Merton ipi uzattı: i Mer- Güldost ipin ucunu bağladı. Mer. ton: — <İpi aşağıdan geriye çekmemiz lâzım. Yoksa bu taraftan kaçtığı- mız anlaşılır.» dedi, (o (Arkası var)