VPTTEVUV TI EY |) TTTMPT çep PABLERİEEBTE KERSARI ii ÇPEKİ S3BEİ EBE SİRİ EEERŞAB, .v2 2k » i Herkesiri bir şeye kârşı az veya çok bir istidadı, bir kabiliyeti vardır, Meselâ kiminin musikiye, kiminin Tesme, kiminin edebiyala, kiminin ,Msan öğrenmeğe, kiminin dansa, ki- minin aktörlüğe, kiminin spora karşı olan. istidadı, kabiliyeti - daha çok küçük yaşta iken kendisini gösterir. Yedi, sekiz yaşında piyanoda konser veren küçük musikişinaslar, daha 56- Kizine basmadan dünyaca meşhur olan Şirley Tempi gibi küçük sinema artistleri, on iki yaşına girmeden bir İki ecnebi dili öğrenen çocuklar yok- mudur? İşte bizim Muhtarın istidadı da daha küçük yaşında iken kendisini gösterdi. Fakat Muhtarın istidadı biraz garipçe idi. Muhtarın ne re- #imde, ne musikide, ne de edebiyat- ta gözü yoktu. Onun tek bir şeye kar- M sonsuz bir kabiliyeti vardı: Ha- sİslik!.. Bu onda henüz pek küçük Yaşta iken kendisini göstermişti. Kardeşleri babalarından aldıkları haftalıkları, gündelikleri har vurup harman savururken, çikulataya, kar Tamelâya verirken © eline ge çen parayı küçücük mendilinin ucu- Da düğümler, cebine atardı. İlk za- Manlar annesi, babası bundan mem- Nun olmuştu: “ — Aferin oğlum... diyorlardı, işte böyle olmalı... Daima paranın kıy- Metini bil ve muktesit ol... Fakat bir müddet sonra küçük işi adamakıllı azıttığı gö- Tüldü. Meselâ bir akşam Muhtar Kitabını açmış bir köşede dersini Çalışıyordu. Babası bir aralik ânne- — Yahu... dedi, bu odadaki ampul mudur nedir? Güya 50 mum- » Şunun .sönüklüğüne bakın bir kere... Bü kadar az işik benim Sinirime dokunuyor... Elli mumluk bir başka ampul daha vardı, onu ge- tireyim de bununla değiştireyim. Muhtarın babası kilerden elli Mumluk bir başka ampul çıksrdı. Abajura taktı. Şimdi odane kadar Aydınlanmıştı. Lâkin ertesi gece oda Sene eskisi gibi az ışıklı İdi. Bu sefer arın babası büsbütün sinirlendi: :— Dün akşamki ampulde de, bun- GA da bir bozukluk var... Yahut ta bize kullanılmış, bozulmuş ampule Fİ yeni diye satmışlar... Bu ampul ikisini de çöplüğe atacağım, lar kapatmadan gidip ampul *lâyım... Ben böyle loş odada otura- mam... dedi, un üzerine bir köşede dersi- Bİ çalışan Muhtarın sesi yükseldi: — Babacığım... Sakın yen! ampul ım diye paralarını harcet- Babası şaşırmıştı: — Neden oğlum? tar şimdi korkak korkak iti- İM ediyordu: >— Şey... Şey... Dün akşamki Smpulü de, bu g iy gecekini de ben de- Üştirdim. 7 Nasıl değiştirdin?. >> Bayağı... Eli mumluk ampul ki ki Onun yerine kilerde- Mumluk ampulü koydum. Bu 15 mumluk ampul... EA mum- Şimdi annesi de, babasıda ona içinde iv dülar, içinde Biltıyorlamdi. Sor. 7 Bunu niçin yaptın Muhtar?. tens b mmlik ampul çok elektrik * #epemde öyle cayır cayır ye yakan bir ampul olunca aş gâlışamıyorum. o Aklım, fikrim Pa Yanan elektrikte kalıyor, Kafa- 6 girmiyor. Zaman anne ile baba ıkları- Mi karşılarına aldılar: | ON Bünde verdiler, Fakat o Masihatlarin Muren zaman verilen tarın üzerinde hiç b? e olmadığı görülüyordu. Kü- Yitarke tar bazı geceleri yatağında garıyı ee lerine doğruluyor, dı- Uzun dinliyor, büyük Kinleie yanında » Büyük anne..; luklardan biri açık kal- ti işitiyorum... Yazık e, m Küçük günden güne ilerliyen, faz- | lalaşan hasisliği yüzünden âdeta ev- | ham getirmi Gece yatağında ku- | lağına iyi kapanmış musluklardan akan sulerin şarılıları geliyordu. Dışarıda açık bırakılmış bir elektri- | Ein oda kapısından içeriye sızan Işi- ğını görür gibi oluyordu. Halbuki ne açık kalmış müsluk, ne açık kak miş elektrik vardı. Fakat Muhtar her gece yatmadan önce bütün mus- lukları muayene ediyor, odalarda söndürülmemiş elektrik kalıp kalma» dığın yokluyordu. Bu vazifesini yapmadan yattığı ge- celer gözlerine uyku girmiyordu. Seneler geçti. İnsanlardaki bi tün istidatlar gibi Muhtardaki bu hasislik kabiliyeti de pek fazla inki- şaf etti. Fakat çok çalışkan bir ço- Cuktu, Mektebi iyi bir derece İle bi- tirdi. Çalıştığı müessese onu tahsil için Avrupaya göndermeğe karar verdi. Annesi, babası oğullarının halini, tabiatini bildikleri için: — Muhtar evlâdım... Sen orada kendi üstüne başına dünyada para sarfetmezsin. Halin bu fazla hasis- lik yüzünden perişan olur. İyisi mi biz sana giyeceğin öteberiyi buradan alalım... dediler. Muhtar: — Aman Allah aşkına yapmayınız. Şimdi para sarfetmenin sırası mi ya... diyecek oldu. Fakat anne ile baba bunu dinlemediler. Hep birden öteberi almağa çıkıldı. Güzel bir mağazaya girdiler. Babası oğlu için kat kat çamaşır, çifter çifter pijama, yarım düzine gömlek, yarım düzine kravat çıkarttıkça Muhtar sapsarı kesiliyor, eli ayağı titriyor, yavaşça yalvarıyordu: — Allah aşkına etme baba... An- ne hiç olmazsa sen söyle canım... Bana iki gömlekle, iki fanilâ bol bol yetişir. iki düzine çorabı ne yapa- cağım... Üstüme fenalık gelecek... Hakikaten baktılar, Muhtarın yüzü pek sararmıştı. Onu dinleseler ken- disine hiç bir şey aldırmıyacaktı, Ba- bası oğluna: — Bari sen dükkânm dışarısına çı Gözlerin aldıklarımızı görme- sin... Yoksa bayılacaksın oğlum!. dediler. Hakikaten Muhtar: — Aman fazla tahammül edemi- yeceğim... Hiç olmazsa para verilir- .ken gözüm görmesin... diyerek ken- disini dükkânın kapısının önüne atlı, Muhtar Avrupadan döndüğü 28- man büsbütün hasisleşmişti. Arka- daşları onun huyunu bildikleri için daima kendisine takılırlardı; — Kuzum Muhtar... Bize bir zi- yafet çeksene... Bize şöyle şarabile, tatlısı İle, tuzlusile bir yemek yedir- sene... Muhtar bu sözleri işitmemez- Mğe gelirdi. Fakat onun bazan arkadaşlarına pek ikram ettiği görülürdü. Amma ne zamanlar biliyor musunuz?.. Hep birlikte devet edildikleri umumi -zi- yafetlerde... İşte o zamanlar Müh- tar arkadaşlarına karşı son derece ikramcı kesilirdi. Bu her şeyin be- dava olduğu ziyafetlerde Muhtar ya- nındakilerine: — Allah aşkına ye yahu... Yese- ne... Vallahi beni mahçup ediyor- NEOK/ sun... Şu siyah havyardan da al... Bak şurada dondurulmuş tavuk var... Kes al yahu... Ye. ye... Beni mah- çup etme... Diye sanki muş gi rTurdu... Onun bu garip ikramcılığı arka- daşlarının kendisine yaptığı müthiş bir muzipliğe kadar devam etti, Ça- luştığı şirkette kendisi kadar hasis bir adam daha vardı: Nuri Bir gün şirkette herkesin sesini gayet iyi taklid eden Ahmed telefonu açtı. Bitişik odadaki Muhtarı buldu, Nurinin ağzından şunları söyledi: Ben Nuri.. kadaşlar ne zamandanberi benden bir öğle yemeği yedirmemi istiyorlar- dı. Bugün bir lokantaya gidelim... Hep birlikte şöyle nefis bir yemek yiyelim olmaz mı?.. Muhtar cevap verdi: — Hay hay... Muhtardan sonra Ahmed, telefon etti. Ona da Muhtarın ağ- zından şunları söyledi; - Ben Muhtar.. Nuriciğim... Arka-« daşlar ne zamandanberi benden bir öğle yemeği yedirmemi istiyorlardı. Bugün bir lokantaya gidelim.. hep birlikte bir yemek yiyelim olmaz mı? Gene hasisliği ile meşhur olan Nu- ri hemen cevap verdi: — Hay hay... O günü öğleüstü hep birlikte çı- kıldı. Nuri ile Muhtar birbirlerile konuşup kendilerine yapılan oyunu anlamasınlar diye büyük tertibat alınmıştı. Arkadaşlarının bir kısmı Nurinip. koluna girdi, bir kısmı Muhtarın... İki hasisi birbirinden epice uzakta yürütüyorlar, birbirle- rile konuşmalarına mâni oluyorlardı. Büyük bir lokantaya girildi, Muhtar derhal meşhur fkrgmcılığına başla- dı. Herkese: — Yesene yahu... Şu istakozdan getirtsene... Alah aşkına ye... Ha- tırım için ye... Yahu şu beyaz ş0- raptan bir şişe gölirtelim... İç be bi- rader, iç... Halırım için... Siz diyeceksiniz ki: «O kadar ha- sis bir adam gittiği ziyafette de, yi- yeceği yemekler bedava bile olsa ge- ne kendi huyundan vazgeçemez...» Fakat bizim hasisliği ile meşhur olan Muhtar böyle zamanlarda müthiş bir müsrif kesilirdi. Nihayet bir ara- luk Nuri kadehini kaldırdı: — Bize bu ziyafeti çeken Muhta- rın şerefine içiyorum... Deyince sof- rada evvelâ derin bir sessizlik oldu. Muhtar sapsarı kesilmişti. — Ne münasebet... Ziyafeti çeken sensin... dedi; Nuri afallamıştı: — İftira, iftira... dedi, Sen beni ziyafete çağırdın... Hem döminden- beri öteye beriye istakozları, şarap- ları, havyarları ikram eden kimdi? Benim hesabıma bu ikramı yapmı- yordun ya... İki hasis birbirlerile münakaşa ederken şapkasını elan: iyafeti kendi çekiyor- — Siz meseleyi aranızda halledin... diyerek lokantadan çıkıp gidiyordu. Nihayet ziyafetin son derece kaba- rık hesabi zavallı Muhterın üzerine yüklendi. Hesap puslasını getiren Muhtarı bayılmış ve masa- nın altına yuvarlanmış buldu... (Bir yıldız) Grip, Baş, ve Diş ağrıları 'Nevrajji, Artritizm, Romatizma NEVR OZiN , diş, nezle, grip romatizma ve bütün ağrılarınızı derhal Pak; sün, > pa ri günde 3 kaşe alınabil Muhtarcığım, ar- | Nuriye | KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelll manas Tefrika No. 127 Bu sırada veziriâzamdan önce kap- tan paşanın geldiği görüldü. Saray halkı müthiş bir heyecan ve telâş içinde bocalıyordu. Kiıhç Ali paşa, en önde ikinci bölük ocaklılarının bağ- Tıştıklarını gördü: — 'Telâş etmeyin. Ben şimdi is İediklerinizi vereceğim, Hele biraz durun. Derdihizi padişaha arzede- yim! Dedi. Hareme girdi. Üçüncü Mu- radın odasına girdi. Sultan Murad, Kılıç Ali paşayı görünce: — Tam vaktinde geldir. nı ancak sen bastırabilirsin! Dedi ve sevinçle kaptan paşanın ellerine sarıldı. Kılıç Ali paşa: — Bayram bahşişi verilmemiş ol- malı, dedi, hemen ferman buyurun da bir aylık ihsan verilsin bu serse- rilere, şevketlim! Üçüncü Murad derhal Kıç Ali paşanın dediğini yaptı. Hazineden paralar getirildi. Saray önünde birer birer dağıtıldı. Bu esnada kapandığı odada ba- gırmağa başlıyan Hacere de ne olu- yordu? — Padişahı göreceğim... Diye çırpınıyordu. Haremağalarından biri yavaşça Hacerin yanına sokuldu: — Canım, dedi, efendimiz bu sa- âtte hiç bir kadınla görüşemez. Ka- piya dayanan asilerin seslerini duy- muyor müsünüz? Hacer tekrar bağırdı: — O asiler arasında çok tehlikeli bir adam var. Efendimize onu gös- tereceğim. Haydi, hâber verin. Son- ra pişman olursunu?! Haremağası bu sözleri duyunca korktu — Her şeyde bir kadın parmağı vardır amma... Yeniçeriler İsyanın- da kadın parmağı olamaz sanırdım. Diye söylenerek, Hacerin sözlerini üçüncü Murada anlattı. Padişah Haçeri çağırttı: — Ne istiyorsun gözümün nuru? Bu asiler arasmda tanıdığın biri mi var? Hacer pencereye koşarak, iri boy- lu bir adamı padişaha gösterdi: — Ahmed reisi öldüren ve beni onun elinden alıp kaçıran Eyüplü Hüseyin bu Kalabalığın başında bu- İunuyor. Atlı âsesler onu günlerden- beri arıyorlardı. O kendi ayağile gel- miş buraya. İşte onu görüyorum. bakınız: «Adalet İsteriz..!> diye, ağzı- nı bir karış açarak nasıl bağırıyor! Üçüncü Murad birdenbire Hacere inanmak istemedi. Kuşçubaşiyı ça- gorttı. Kâmil bey Eyüplü Hüseyini çok iyi tanırdı. Bir taraftan hazine- den gelen paralar yeniçeri asilerine dağıtılırken, diğer taraftan da Kuş- çubaşı Kâmil bey- pencerenin arka sından Eyüplü Hüseyini araştırmak- Ja meşguldü. Kâmli bey, Ahmed reisin katilini tanımakta gecikmedi: — Evet, şevketlim! Eyüplü Hüstyin.. Diye mırıldandı. İşte bir msele daha. Asilerin gürültüsü yetmiyormuş gibi, şimdi de bir Eyüplü Hüseyin hadisesi mi çıkacaktı? Bu katil canavarı yeniçerilerin Bu isya- 'Tâ kendisi. iHacerin yıldızı çabuk sönmüştü. Eyüplü Hüseyinin başı ğa sola ikram eder du- /Vurulurken, Muradın gözdesi de saraydan sörülüyordu.. bir çok ta çapulcu alayı takılmıştı Sinan paşa: — Burada ne toplandınız? Ortalı- ğı velveleye vermekteki maksadınız nedir? Diye bağırınca, peraları alanlar; — Hiç bir dileğimiz yok... Biz bayram bahşi$i almağa geldik... Diyerek kümö küme dönmeğe baş- ladılar. Artık Eyüplü Hüseyini yakalamak sırası gelmişti. Üçüncü Murad yumruklarını sr karak bağırıyordu: — Haydi, ne duruyorsunuz? Ah- med reisi öldüren ve karısını elinden “alan şu canavarı yakalayınız! on Balacılardan beğ on kişi saraydan Kalabalığın büyük bir kısmi da- Bılıp gitmişti. Baltacılar ve saray adamlarından bir kaçı - henüz kaç- mağa vakit bulamıyen - Eyüplü Hü- tuttular. - Ağzına lif tıkayıp, bağır- masına meydan vermeden içeri sü- na geçen iki kişi daha yakalanmıştı. Bundan sonrâ saray kapısında hiç kimse kalmadı. Baltacıların yetişip Palalarını savurmağa başladığım gö- ren çapulcular da çil yavrusu gibi dağıldılar. Eyüplü Hüseyinin saray içinde derhal işini bitireceklerdi. Hüseyin merdiven başında: — Padişaha bir sözüm var, Diye mınldardı. Ağzı kapalıydı. Bunu güçlükle $öyliyebilmişti. Üçüncü Murad, cellâd Halile Eyüp- lü Hüseyinin ve diğer iki asinin derhal başlarının vurulmasını em- retmişti. Kara Halilin beklemeğe vakti yoktu. İlk önce asilerin işini bi- tirdi. Ölüm sırası Eyüplü Hüseyine gelmişti. Hüseyin hâlâ ellerile bir şeyler işa- ret ederek debreniyordu. Bu sırada Sinan paşa merdivenden inerken bu sahne İle karşılaştı. Cellâda: — Dur bakalım, dedi, bu herif bir şeyler söylemek istiyor, Hele bir ağ- zını çöz de söyliyeceğini söylesin. Kara Halil; — Efendimizin iradesini geciktire- mem, devletlim! Bu herifin başını gövdesinden ayıracağım. Diyerek palasını - kaldırdı. Fakat, Sinan paşa ısrar etti; — Bir dakika .sonra başını yere düşürmekten ne çıkar?. Aç şu melü- nun ağzım... Diye bağırdı. Cellâd yamağı Sarı Yusuf elini uzattı. Hüseyinin ağzın- daki lifleri çıkardı. Hüseyin geniş bir nefes aldiktan sonra: — Size bir çift sözüm var, devlet- lim! Bu sırrın benimle beraber me- zara gitmesini istemem. Ahmed rei- si öldüren yalmız ben değilim. Onun ölümüne Hacer de yardim etmiştir. Bana bıçağı uzütun ve: (Onu öl dürürsen, sana varacağım!) diyen Hacerdir. Padişaha bu hakikati anla- tınız. Koynuna aldığı yılandan ken- dini korusun! : İhtiyar vezir bunları duyunca, Kara Halle: — Hele biraz bekle.. dedi, Hüseyi- nin sözlerini efendimize arzedeyim. Şimdi sana neticeyi bildiririm!