PAZARTESİ KONUŞMALARI: Bir fıkara babası » Mahalle arkadaşlarım Topkapılılara - Çocukken, hele kışları, hep boğa- zımdan hastalanırdım. Fazla sıkıntım ve ateşim olmadığı zamanlar «badem- ciklerin şişmiş» derler; bir avuç zeyti- ni çekirdeklerile beraber döğerek bu- nun yapışkan, kokulu peltesini boy- numa, bağlarlardı. Beni sevgili yemi- şim bademden bile - adında benzerlik Golaysile - tiksindiren bu hastalık ba- zön pek şiddetlenirdi. O zaman babam dektör çağırırdı. Evimize yeri ve İşi uzak olduğu için benim sevdiğim he- kim bulunmazsa uzun boylu, şapkalı, türkçesi haylice kıt bir doktor gelirdi. O, beni çabuk çabuk muayene eder, oturup konuşmaz, reçetesini yayar ve Kalkar giderdi. Ben ondan hiç haz- zetmezdim. Benim sevdiğim doktor bambaşka, bir adamdı. Bu yabanci hekime benze- miyordu. Odaya, güler yüzile, «Geç- miş olsuh evlâdım, yine sana ne ol dun diyerek girer; beyaz, temiz, yu- muşak ellerile hiçbir yerimi acıtmak- sızın beni muayene ederdi, Parmağın- daki çift halkaları biribirine girmiş al. tın yüzüğünü ve kalın altın kordonu- nun ucuna bağlı, güzel, altın saatini nebzımı sayarken tatlı'tatlı seyreder- dim, Başını, küçük ve zayıf göğsüme ko- yup içimi dinlerken koyu siyah ve dal- ga dalga saçlarının Dana eczanemsi bir his veren ılık kokusunu lezzetle kok- Jardım. Bu sevimli doktorun beni ok- şar gibi muayene edişi, acılarımın; hiç olmazsa, yarısını dindirirdi. Diyebili- rim ki yazdığı ilâçlara hastalığımın ancak yarısı kalırdı. Beni muayene edip.reçetesini yaz- dıktan sonra hemencecik gitmezdi. Otururlar, babamla dünyadan, ahi- retten, günün siyasetinden, memle- ketin halinden derin derin konuşur- lardı. O, yalnız benim hastalıklarıma gelmezdi. Annem, babam ve evimizde- ki herkes, bozulan sıhhatlerinin dü- zelmesini hep ondan beklerlerdi. Bir keresinde annem şiddetli bir albümine tutulmuştu. Hemen her gün gibi o, evimize gelir, itina ile annemin iyileş- mesine çalışırdı. Ankarada, hasta yatağımda onun ölüm haberini aldığım zaman, oluz yü öncelerden başlıyan bu sevgi ve minnetlerim gözlerimde yaş oldu. Bu ölen Insan, benim çocukluk dokto- Tum, benim ailem gibi nice hice ajle- leri, kendi uğradığı son âkıbetten kim bilir kaç kereler kurtarmış olan dok- tor Galip Hakkı idi, > Doktor Galip Hakkı; belki onu siz de tanıdnız. Tanımadınızsa beheme- hal adını duymuşsunuzdur. Onun ka- dar İstanbulda popüler olmuş adam azdır. Doktor Galip Hakkıyı önce Top- kapı muhiti tanımıştı. Meşrutiyetin ikinci yıl, şiddetli, fakat boş siyaset münakaşalarından kendini sıyırıp iki arkadaşile berâber - Erzurum meb- Aile usu Nakiye İlgün ve Vaşingten sefiri B. Münir - Topkapı Fıkarapeıver Ce- miyetini kurmayı düşündü. O civarı olup ta zengin, fakir; onun-yardımını görmemiş, onun İyiliklerine raslama» mış bir tek adam yoktur. Hemen üç nesil, hasla ise doktor olarak, açsa elinde ekmek ve bir kap sıcak çorba İle, soğukta ise yakacak kömürünü göndererek, çıplaksa bir yün elbiselik İ hediyeslle onu karşısında bulmuştur. Topkapı ve havalisini şehir dışm- dan ayıran ,kalelerin izbe kovuklar rında yaşıyan ve bilhassa mütareke devrinde sefaletin her türlüsünü gö- ren insanları, doktor Galip Hakkı, t- *ker teker, isimlerile tanırdı. Onları birer birer dölaşır, hastalıklarını iğ- renmeden, tiksinmeden tedavi eder; elile onlara ilâçlarını verir; onlar da bu Hızır gibi derdlerine yetişen sdü ma İnsanlığın ön samimi bağını dus yarlârdı. Şimdi büyümüş, çoluk çocuk sahi- bugün onun ölümünün matemini tutmaktadır; bunda hiç şüphe yok... babası idi. Bütün hayatı, almadan ve- ren bir insanın nezahetile doludur. Ölümüne getirilecek çelenklerin para» sı «fakirlere verilsin!» diye vasiyet edecek kadar bu imanını ve yüksek itiyadını nefesi ile beraber yürüten ve ancak a bitince biten idealist, ha- yırsever adamı, bütün İstanbul tanı- mıştır. Başkalarına İyilik etmenin ne büyük bir saadet olduğunu ondan öğ- rTenmeli, Resmi ve hususi, bütün işle- rinin girinti ve çıkıntıları dışında, onun yirmi dokuz senedir bıkmadan, yorulmadan emek verdiği we yaşattı ğı müessese, Topkapı Fıkaraperver Cemiyeti, kendinden sonra gelecek- lere bıraktığı en değerli bir yadigâr, en unutulmaz bir örnektir. Üç sene evvel, hemen on beş sene- dir görmediğim doktor Galip Hakkıyı Büyük Millet Meclisinde tekrar bul- dun; Onun kara gözlerinde otuz, otuz beş yıl önceki şefkatli koyuluğu, orun ve benim ailemin müşterek dostları hakkında beslediği eski alâkanın de- vam eden hayırhah izlerini, konuşma» sındaki genç yumuşaklığın biraz yıp- rarımış, fakat hiç katılaşmamış neza- hetini yine yaşar görünce eski sey- gim, bu defa kuvvetli bir takdir ve hayranlıkla karışarak artmıştı. * Doklar Galip Hakkı, son yıllarında mesleğinden ayrılmış gibi idi; ente- lektüel tarafı, devam etmek şartile. Mebus olduktan sonra intihap dairesi olan Sinop hakkında incelemeler ya- pıyordu. Büyük Millet Meclisi kütüp- hanesine ne zaman gitmişsem, onu ayni masanın başında, önünde kitap, okumak ve yazmakla meşgul gör“ düm, Merhum, Sinop tarihini yaz- Dostu Tefrika No: 24 Saat beşte, daireleri eşyasile kirala- nan büyük bir apartımanın Kapıcısı- na sordu: — Bayan Duroy burada apartıman kiraldı iri — Evet, — Bana yol gösterseniz? Adam, ihtiyatlı davranmak gere- ken bu gibi nazik işlere alışmış oldu- ğundan, gözlerinin içine bakıyordu; Anaktarların içinden birini ayırırkan sordu: — Bay Duroy sizsiniz değil mi? — Evet, benim. Kapıcı odasının karşısında, iki oda- Mh bir daireyi açtı. Salonun duvarlarına dalı kâğıt Me döşemesi, yeşil çiçekler- lü yeşilimsi kumaş döşenmiş Same Na halı o kadar in- a tahi ği taya bastığını an- Yatak odası o kadar küçüktü ki, dörtte üçünü karyola kaplamıştı. TA nihayette, bir duvardan öbür duvara uzatılmış otel karyolasıydı; katmerli m perdelerle örtülüydü, kırmızı yorganında, insanin düşüren lekeler vardı. era Duroy memnun olmamıştı, içine kurt düşmüştü, düşnüyordu: — Burası bana dünyanın parasına malolacak, Yine borçlanmam lâzım gelecek. Manasızlık yaptı. Kapı açıldı, Clotilde, eteklerini fışıl- datarak, kollarını açarak, rüzgâr gi- bi girdi. Ağzı kulaklarına varıyordu: — Güzel değil mi ha, güzel değil mi? Merdiveni de yok, cadde üstün- de, birinci katta. Kapıcıya görünme- den pencereden girilip çıkılır. Burada öyle sevişeceğiz kil Duroy soğuk soğuk öptü, dilinin ucuna geleni sormağa cesareti yoktu. Ciotilde, odanın ortasındaki geri- dona büyük bir paket bırakmıştı. Aç- ta, bir sabun, bir şişe kolonya, bir sün- i ger, bir kutu firkete, bir tirbutan, her seferinde bozduğu perçemlerini kıvır- mak için de bir küçük maşa çıkardı. Keyiften uçar gibi, her şeyi yerli ye- rine koyarak yerleşmeğe başladı. Çekmeleri çekerken söyleniyordu: — Birkaç kat çamaşır da getirme- liyim, lüzumunda değişirim. Çok ra- bat olur, sokakta yağmura yakalana» cak olursam, gelip burada kurunu- rum. Anahtarın biri sende, biri de bende duracak; ne olur ne olmaz, İki- | miz de unutuveririz. diye, birini de KADIN KÖŞESİ Yün etek ve kazak R a Ne Bi bi olmuş binlerce ve binlere insân, |, Doktor Galip Hakkı tam bir fıkara | tahsili hususunda bazı güçlüklere te- sadü! edilmektedir. Bunun yol vergisi tahakkukatının yanlış olarak yapılma- ından ileri geldiği anlaşılmıştır. Mü- kelleflerden bir kısmı mahallelerini değiştirdikleri halde mahalle mümes- sillerinin evvelce kâyıdlara nazaran vergiyi tahakkuk ettirdikleri anlaşıl- maktadır. Yanlışlıklara meydan ver- memek için mahalle mümessillerine ikramiye verilmesi düşünülmektedir. ENAMEL yordu. Tamdığı ve sevdiği dostlarına, bu mevzuda kendisini aydınlatacak malümatları varsa (bildirmelerini, görmediği bir kitap biliyorlarsa ken- disine Ohaber vermelerini isterdi. Onun, alâkalı olduğu bir yere elinden gelen iyiliği yapmaması kabil değildi. Son emeği de bu hissin tesirinden baş- ka hiçbir şeye atfedilemez. Doktor Galip Hakkının ölümü, acı- sı yüreğimde hiç değişmeden, belki artarak yanan aziz babamın ölümün- den sonra yaramı deşen elemli bir hâ- dise oldu. Ne diyebilirim? Babam için ne diyebilmiştim? Allah, ona da gani gani rahmet eylesin, Bu fıkara baba- sına, benim gibi Tanrının rahmetini dileyeceklerin oçokluğundan başka hiçbir teselli yok! Hasan - ÂLİ YÜCEL kapıcıda bırakacağız. Ben kendi is- mimi veremiyeceğim için, senin adı- na üç aylık kontrat yaptım, Bunun üzerine sordu: — Parasını ne zaman vereceğim. — Parası verildi bile canım — Öyleyse sana borçluyum. — Yok, işte bu olmaz, böyle şey ya- pamam, Kadın yalvararak yaklaştı, iki elini omuzlarına dayadı. (Baş tarafı 1 inci sahijede), Bu çiniler, öteden beri mütehassis- ların, bilhaşsa kemeri gezen ecnebi- mak için çok çalıştığı halde muvaf- fak olamamış, nihayet emeline ka- vuşmak için bir hiyle düşünmüştür. Bu hiyle, sayesinde İtalyah mütehas- ma maksadına muvaffa olmuştur. Bakınız nasıl: ” Mütehassıs, sık sık Yenicami ke- merini siyaret ettiği zaman bir ara- hk çiniler içinde çok kıymetli olan- lardan bir kısmının kalıbını almağa muvaffak - olmuş ve ayni kalıpta İ- talyaya bir kaç çini sipariş etmiştir. Bu çiniler; İtalyan fabrikalarından bi- rinde hazırlanarak İstanbula gönde- rilince mütehassıs İtalyan bir kola- yını bularak saraya çatmış ve saray erkânından biri vasıtasile Abdülha- mide İtalyadan gelmiş gayet kıymet- Miçiniler olduğunu bildirmiştir. Abdülhamid öteden beri çiniye me- raklı bir hükümdardı, Bu merak ve alâkasının tesirile Yıldıda bir çini fabrikası tesis ettirilmişti. Padişah, bu çinileri tedkik ederek beğenmiş, mütehassısa birçok paralar ihsan ede- çinilerin konacağı yer mevzuu bahis olmuş, kumaz İtalyan mütehassıs - Saraydaki eli vasıtasile - Çinilerin Yenicami kemerindeki çinili olan 0- danın duvarlarına konması müsaa- desini almıştır. Karga mücadelesi Tekirdağında herkes bir karga öldürmekle mükellef tutuldu Tekirdağ o (Akşam) — Tekirdağ- da muzır hayvanlarin savaş başla mıştır. 18 yaşından 50 yaşına kadar olan her erkek 15 şubat 938 tarihi- ne kadar birer karga öldürmekle mükelef tutulmuş, bu karar bütün köylülere, nahiyelere ve kazalara bil- dirilmiştir. Yakında bütün vilâyet bölgesinde domuzları öldürmek için ayni gün- lerde üç büyük ve şümullü sürek avı yapılacaktır. Plânlı * bir şekilde yapılacak olan bu sürek avlarında bih kadar domuz öldürüleceği tah- min edilmektedir. Yunanistanda isyana teşvik edici beyannameler dağıtanlar Atina 23 (AA) — Atina ajansı mi?... Benim sevgili Geo'm... Razı oldun değil mi?... Gözlerile, dudaklarile, bütün Yarlı- ğile yalvarıyordu. Bir hayli yalvarttı, fena halde öfke- leniyormuş gibi reddetti, nihayet ka- dının bu isteğini haklı gördü, razt oldu. Kadın gittikten sonra ellerini uğuş- turarak, kalbini yoklayıp hangi köşe- sinden geldiğini anlamadan şu hük- mü verdi: «Doğrusu hoş kadın», Birkaç gün sonra şu telgrafı aldı: «Kocam, alla ay süren teftişten bu receğiz. Ne çekilmez bir angarya bu tanım! — Klo'n> Duroy serseme döndü. Kadının evli olduğunu unutmuştu. Bu adamın bir kere olsun yüzünü görmek, tanımak isterdi. Bu isteğine rağmen bir hafta sab- retti, kocanın gitmesini bekledi, bu arada da iki defa Folles - Bergöre'e uğradı, ve o geceleri Rachel'in evinde geçirdi. Nihayet bir sabah yine dört kelime- Mik bir telgraf geldi: ' «Bugün beşte. — Cio için aynca memnunuz. Yenicami kemerinde kıymetli çiniler “Abdülhamidin bu iradesini büyük bir sevinçle telâkki eden mütehassıs derhal işe başlamış, İtalyadan gelen çinilerden bir kısmını kemerdeki o- danın boş duvarlarına yerleştirirken evvelce “kalıplarını o aldığı o helis "Türk malı ve kıymetli çinilerden bir kaç parçasını sökmüş ve yerlerine el- deki İtalyan çinilerini (o koymuştur. Bu suretle değiştirilen eski çiniler İ- talyaya aşırılmışlır. Bereket versin ki, suikasdini bütün çinilere teşmil ede- memiştir. Bu hiyle, meşrutiyetin ilâ- nından sonra cami kemeri tedkik e- dildiği zaman, keşfedilmiştir. Bu tarihten sonra çinileri muhafa» za işine büyük bir alâka gösterilmiş. tir. Buna rağmen çinileri elde etmek için çalışanlar görülmüştür. Bir ara- lık meşhur Morgen Tav bu çiniler- den bir kaç parça ele geçirmek iste- miş, fakat muvaffak olamamıştı. mütareke zamanında da bir Amerika lı, İstanbula hâkim olan yabancı kuv vetlere dayanarak kemeri sık sık zi- yavet etmiş ve behemehal o bir kaç parça çini elde etmek istemiştir. O zaman alâkadar evkaf memurları, hiç bir kıymeti olmıyan diğer birkaç parça çini tedarik ederek kendisine vermişler ve Amerikalıyı başların- dan savmışlardır. Bu adam, kendisi- ne verilen çinilerin kemerde bulunan nadide parçalarla alâkadar olmadı- ğını sonradan anlamış, fakat çinici- likteki cehli meydana - çıkacağı için bir daha yüzsüzlük . İşte Yenicami kemerindeki çiniler böyle bir macera atlatmışlardır, Ankaraya giden borsa heyeti döndü (Baş tarafı birinci sahifede) Heyet azasının mütalâası Borsacılar namına hükümetle te- maslar yapan borsacılar birliği reisi E. Fuat ile kâtibi umumi B. Ncdim Akçer, dün kendilerile görüşen bir muharririmize temasları etrafında şunları söylemişlerdir: — Ankaradan çok memnun dönü- yoruz. Açılacak borsada çalışmamız hepimiz için hayırlı olacaktır. Hükü- met merkezinde borsanın açılması memleket için de daha faydalı ola- caktır, Gerek sayın Başvekilimiz B. Celâl Bayar, gerek Maliye Vekilimiz B, Fuat Ağralı tarafından borsacılar namına gördüğümüz hüsnü kabülden dolayı çok memnunuz, Yarn (bugün) arkadaşlarımıza Ankaradaki temaslarımızın neticesini anlalacağız. Arkadaşlarımızı çok se- vindirecek havadislerle döndüğümüs İkisi de randevuya vaktinden ev- vel geldi, Kadın aşka susamış gibi boy- nuna atıldı, yüzünü gözünü. öptü, #onra dedi ki: — Bu gece beni yemeğe bir yere götür, Tamamile serbestim. Ay başıydı, Duroy aylığını çoktan peşin alıp yemiş, ay sonuna kadar, oradan buradan bulduğu paralarla yaşamıştı, amma, o gün tesadüfen ce- binde para vardı; onun için para harcamak fırsatını ele geçirdiğine s0- vindi: — Emret canım, mereye İstersen oraya gidelim. Saat yediye doğru çıktılar, Kadın, Duroy'un koluna sıkı sıkı asılıyor, kür lağına fıslıyordu: —Senin kolunda yürümek öyle ho- şuma gidiyor ki, seni yanımda hisset tiğim zaman duyduğum sevinci bilg- mezsin, ç Duroy sordu: — Baba Lathulille'in lokantasına gidelim mi? | — Hayır hayır, orası yüksek lokane ta; şık muhit, Ben memurlarla işçile- rin gittikleri, dâlemin eğlendiği ba- sit bir yer istiyorum.. yazlık yerlere gidebilseydik... Duroy o civarda içkili ahçı dükkâns bilmediğinden, caddede dolaşıp dur- dular, nihayet ayrı bir salonda yerek. veren bir şarapçıya girdiler. (Arkası var)