o e.» saye e ga Ee EŞ .. "e UY un rr ALARA Ad dd e a Ye lr bii Muhakkak ki güzel kadındı. Zen- Bindi. Fakat bir kabahati vardı, Se- 8ini de harikulâde güzel sam #vine gelenlere ilk fırsatta şarkı emeğe kalkıyordu. Halbuki Ferih: nın tüyler ürpertici, cıyak cıyak bir &esi vardı. Fakat siz gelin de bunu © güzel, o zengin kadına anlatın Feriha, söylediği bir şarkıdan son- ra bazan etrafındakilerin isteksiz is- teksiz, nezaket olsun diye: — Sesiniz güzel!.. dediklerini gö- Yünce kendi kendine: yorlar.. £ Anlamıyorlaı İçinde gizli iztırap, hüzün, neşe, aşk Madelerini anlamıyorlar...» diyordu. Ben onu dinlerken vaktile gördü- güm bir karikatür aklıma geliyordu. Böyle bir sahne: Bayan piyano be- şında avaz avaz şarkı söylüyor. Ko- cas: — Aman karıcığım, diyor, şarkı Böylerken dalma bütün pencereleri açık birak... Dışarıdan içerisi adam- Sesinin güzelliğinden emin olan bayan soruyor: — Neden pencereleri açayım... Se- sim güzel de komşular işitsin diye mi9... Kocası: — Hayır, diyor. Senin böyle cıyak tıyak bağırdığını işiten komşular benim seni gördüğümü zannetme- #inler... Döğmediğimi görsünler, diye. İşte Feriha da böyle idi. Hattâ bazan misafirler içinde O Şarkıya başlar başlamaz kendisine farkettirmeden kulaklarını tıkayan- lar bile vardı. Bu kadar sinirleri gi- Gıklayıcı, çatlak bir sesti. Küçüklüğümdenberi tanıdığım bir arkadaşım vardır: Hakkı... Bana biri sorsa: — Musikiden nefret eden insan olur mu? dese hemen cevap veririm: — Olur... İşte Hakkı... Hakikaten bu çocuk musikiden ve şiirden hiç anlamadığı gibi ikisin- den de bayağı nefret eder, En güzel Şarkılı filimlerde uyur. İşte bu Hakkı bir gün bana rica etti: — Yahu senin güzel, zengin bir ahbabın varmış... Feriha... Götürüp beni ona takdim etsene... Ben güldüm: — Sen onun yanında beş dakika duramazsın. — Neden? — Şarlılarma tahammül edemez- — Canım dişimi mkar, tahammül ederim. Sen beni götür bir kere... — Peki... dedim. Cumartesi ak- şamları Ferihanın misafirlerini ka- bul ettiği gündü. Aldım, Hakkıyı gö- türdüm. Tabii Feriha ilk fırsattan İstifade ederek şarkıya başladı. Misa- firler arasında hissettirmeden ku- laklarını tıkayanlar, hafifçe yüzleri- ni buruşturanlar vardı. Bir arşlık gözlerim bizim Hakkıya takıldı. Onun halini pek merak ediyordum. Fakat kendisine bakar bakmaz hayretler İçinde kaldım. Zira Hakkı Ferihanın Yanına sokulmuş. Sanki onun söyle- diği şarkının güzelliğine bitmiş, zev- kinden sarhoş olmuş gibi hayran hayran dinliyordu. Feriha şarkısının: «Asanaanah... İztmaaananaaap... Anasaaacımın!.> diye avaz avaz bağırdığı kısmına gelip te sesini ha- zinleştirmek istediği zaman Hakkı &on derecede müteessir olmuş gibi bir vaziyet aldı Hattâ mendilini gözlerinâ götürdü. Meraktan çıldıra- .caktım. O en güzel musiki esnasın- da uyuyan bizim Hakkı, şu çatlak 8€ karşısında bu derece müteessir ol- sun! Şaşmamak mümkün mü? Feriha şarkısını bitirince arkada- pm hararetle yerinden fırladı: — Sizi tebrik ederim, sizi tebrik ederim... Siz büyük bir artistsiniz. tebrik ederim!.. diye yırtınıyordu. Hepimiz kendisine hayretler içinde bakarken o; — Bir daha... Bir daha lütfedi- MİZ... Bendenizi âdeta mestettiniz... Demez mi?.. Hepimiz hain hain ken- disine baktık. Bu oğlan ne halt edi- Yordu? Biz Ferihanın bir tek şarkı- Ana güç halle tahammül ederken şimdi ona bir şarkı daha söylet- Mek... Arkadaşımı bu esnada ten- db bir köşede bulsam bize oynadığı KARGA bu fena oyundan biç tereddütsüz tekmeyi yapıştırırdım. Feriha ilk defa kendi sesine karşı bu derece derin bir hayranlık gösteren bir in- sanla ( karşılaşıyordu. Genç kadın Hakkıya memnun memnun baktı; — Sesim demek o derece hoşunu- za gitti. — Ne diyorsunuz efendim, ne di yorsunuz... Bu ses... Evet bu 8s€s.. Arkadaşım sözünün sonunu geti remiyordu. Ben onun saçmalama- sından korkarken Hakkı devam etti: — Evet bu ses... Bu ses bir ilkba- har sabahı çiçeklenmiş bir erik ağe- cının altında uyurken rüyada işiti- len büyülü bir sesi andırıyor! di- ye bir deli saçması savurdu. Misa- #irler bu deli saçmasına hafifçe gü- lümserlerken Feriha, Hakkıya: — Fakst efendim... dedi, sizde kuvvetli şairsiniz. Ne güzel buluş larınız var... Ne fevkalâde buluşlar... Bir ilkbahar sabahı, çiçeklenmiş bir ağacının altında genç bir kız uyu- yor. Ve rüyasında büyülü bir ses işi- tiyor. Ne güzel bir buluş!.. Ne gü- zel bir tablo... Siz kuvvetli bir şair- siniz.. Bizim Hakkı kuvvetli bir şair hal.. Hakkı mahçup olmuş gibi: — Aman efendim teveccühünüz... diye kırıttı. Arkadaşımın ısrarı Üze- rine Feriha tekrar şarkısına başla mıştı. Bu seferki şarkısı büsbütün #üyler ürpertici, büsbütün çekilmez bir şeydi, arkadaşım gene meftun meftun Ferihaya sokulmuştu. Şarkının hüzünlü yerlerinde men- dilini çıkarıyor ve gözlerini siliyor- du. Bu çocuğun, bu hali beni me- raktan çıldırtacak... Hani mübarek biraz musikiden anlasa... Yüreğim yanmaz... Artık merakım o derece- ye gelmişti ki kallktım, yavaşça Hak- kanın yanına sokuldum. Bu emada Feriha şarkısını bitir- mişti. Hakkı: — Bir daha, lütfunuzu rica ede- ceğim... diye atılmaz rm? Feriha- ya kalsa sabaha kadar şarkı söyle- mek niyetinde idi. Bütün misafir. ler ve ben Hakkıya hiddetle bakıyor- duk. Fazla ısrar etmesin diye yan- yana oturduğum Hakkının bacağı- na dehşetli bir çimdik attım. Fakat onu susturmak mümkün olmadı: — Bir daha lütfediniz, bir dahâ... diye boğazını yırtıyordu. O akşam hınzır oğlan Ferihaya tamam 12 şar- kı söyletti. Biz de bittik. Feriha se- sine hayran kalan bu ince ruhlu, bu şair tabiatli, güzel şeylerden an- layışı adam, yani bizim Hak- kıya son derece litifat etti: Âdeta ona bütün misafirlerden &yrı husu- # bir muâmele gösteriyordu. Biz çı- karken Feriha, Hakkıyı: — Dalma beklerim, her zaman beklerim. İstediğiniz zaman gelebilir- siniz... Sizinle berabez müzik yapa. nz, diye züppece bir cümle ile akı sıkı davet etti. Dışarı çıkınca sordum: — Be çocuk, bu i halin ne 4di senin?.. Ferihanın o kötü şarkı- larını tekrarlatmanın mânası ne 1412... Hakkı: — Bırak kardeşim, bırak... diyor- du, Ferihanın şarkıları baha çok — Haydi haydi, dedim, sana do- İLE TiLKi kunacak şarkı var mıdır? Sen mu- sikiden hiç anlar mısın?.. Şarkı do- kunmuş... Lâf.. Hakkı: — Dokundu işte... Dokundu ... O günden sonra Hakkı bizim için bir belâ olmuştu. Ne zaman Feriha- ya gitsek o genç kadına derhal şar- kı söyletiyordu. Üstelik bu şarkıla- rı da tekrarlatıyordu. Ne vakit Hak- kı ile yalnız kalıp ta bu hallerinin sebebini sorsam: — Ne yapacağım diyordu... dının sesi bana dokunuyor... nuyor efendim... Böylece aylar geçti. Artık Feriha İle Hakkının arası pek iyi idi. Bir gün Ferihanın evinde: — Bana bak Hakkı, dedim, bilir- $inki ben dolma yutmam.. Seni daha çocukken tanırım, Musikiden nefret ettiğini de bilirim. Bu kadı- nın sesine bu derece hayran olacak ne var? Odada ikimiz yalnızdık. Hakkı gene: — Bu ses bana dokunuyor... Do- kunuyor... diye işin içinden çıkmak istedi. Fakat ben ısrar ettim, Niha- yet etrafıma bakındı. Odada ikimiz- den başka kimse göremeyince bana sordu: — Sen karga ile tilki hikâyesini bilir misin? Birdenbire kavrıyamadım: — Hangi karga ile tilki hikâyesi- ni soruyorsun? * .— Canım karga ağzında bir dilim peynirle bir ağacın dalma çıkmış. Tilki bunu aşağıdan görmüş: «Aman | karga kardeş.. demiş, senin ne gü- zel sesin var... Bana bir şarkı söy- lesene...> Aptal karga buna İnan- mış. Gak deyince ağzından peynir düşmüş, tilki bunu kapnuş... Sen benim çocukluk arkadaşımsın... Sen- den bir şey saklamam. Feriha şim- di benim tepemdeki dalda duruyor. Hem ağıında bir parça değil, iki parça peynir var, Biri güzellik, öte- kisi zenginlik... Ben ağacın altında: — Aman karga kardeş ne güzel Bu ka- Doku- Ben hayretler içinde sordum: —Peki onun sesini dinlerken nasıl bir aktör gibi ağlıyabiliyorsun?... Hakkı güldü: — O ses... Ağlanmıyacak bir ses mi? Hele onunla evlendikten sonra geceli gündüzlü bu sesi dinlemeğe mecbur olacağımı düşündükçe büs- bütün ağlıyacağım geliyor... dedi, Bu esnada arkamızdaki parava- nanın kenarından Feriha hiddet için- de çıktı. Arkadaşımı şöyle tepeden tımağa kadar süzdükten sonra: — Hey gidi bay tilki hey... Fakat hiç bir tilki peyniri kapmadan evvel bu derece gevezelik etmek budalalı- ğında bulunmaz. Doğrusu pek saf, pek aptal bir tilki imişsiniz... Nafi Ie peynirleri OKapamıyacaksınız... dedi. Arkadaşım, kendisini açık açık söyleterek, çu felâketine sebep oldu- ğum için bana hâlin bain baktı. Az daha üstüme atılacak ve beni pa- taklıyacaktı. Yanmdan kaçtım, , nezle, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ME DRE Babana: gine 3 kabe abeslilir. Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevralji, Artritizm , Romatizma Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mamımun Tefrika No, 124 Nusret efendi genç karısından nasıl ayrılacağını düşü- nüyordu. Haremağaları Hoşedayı saraya götürüyorlardı Padişah bir kaç baltacı göndere- Tek Hoşedayı cebren de Nusret efen- dinin elinden alabilirdi. Fakat, bu şekilde hareket ederse, hadise hal- kın ağzına düşecek ve padişah hak- kında lüzumsuz yere bir çok dediko- dular meydan alacaktı. — Haydi öyleyse, bu fetvayı Nus- ret efendiye gönder ve Hoşedanın bir «yediemin vasıtasile Oburaya gönderilmesine gayret et! Bu işi sen- den beklerim. Kuşçubaşı da sana yar- dım etsin. Dedi. İstanbul müftüsü hoca Salih efen- di padişahın gözüne girmek fırsatı- nı bulmuştu. Salih efendi hünkârn yanından çıkar çıkmaz Kârül beyin odasına koştu, Meseleyi anlattı. — Hoşedayı Üsküdara gidip geti- receğiz.. efendimiz ferman buyur- dular, Dedi. Kuşçubaşı Kâmil bey şaş kın şaşkın müftü efendinin yüzüne bakıyordu. Kâmil bey kulaklarına İnanamı- yacak kadar sersemlemişti. — Demek ki Hoşeda bulundu... Öyle mi? Diye kekeledi. Müftü efendi bunları söyledikten sonra Büyükçarşıya iki adam gön dererek, Nusret efendiyi saraya Ça- ğırttı ve fetvayı kendisine okudu: — Efendimizin zevcesini saraydan kaçırmışlar... Sana satmışlar. Sen de bilmiyerek nikâh edip almışsın! Birinci zevç meydanda iken, ikinci nikâh fasid olur. muteber değildir. Efendimizin zevcesini tez saraya gönder! deği. Nusret efendi hayretinden az kal | dı küçük dilini yutacaktı. | — Ben onu bir esirci kadından elli altına satın aldım. Deyince, hoca Selih efendi bu işi de şeriate uydurdu: — Padişahımız sana elli altın ve- rir, zarar ve ziyanm da bu suretle ödenmiş olur! Dedi. Nusret efendi söyliyecek söz bulamadı. Kâmil beyden şefaat umdu: — Bu işte bir hile olmasın sakın? Diye mırıldanırken, kuşçubaşı, pa- | dişahın bu yüzden çok muğtarip ol- | duğunu, zevcesi meydana çıkarsa çok | sevineceğini söyledi: — Bu iş sizin için de hayırlı olur, Nusret efendi! Hiç itiraz etmeden Hoşedayı buraya gönderiniz! Dedi. Zavallı Nusret efendi, çok sevdiği yeni karısına doymadan on- dan nasıl ayrılacağını düşünüyordu. Müftünün dediğini yapmaktan başka çare yoktu. Zorluk gösterir. se, cebirle kârşılaşacağını pek &lâ bi- Uyordu. Padişah kuvvetine karşı zaten ne yapabilirdi? Bendeliyerek saraydan çıktı, bir saltanat kayığına bindi. Bir kaç ha- remağası da kayığa atlamıştı. Nusret efendi Üsküdar iskelesine vardığı zaman deli gibiydi. Ne yaptı- Bını, ne söylediğini bilmiyordu, Ken- di elile genç ve güzel karısını saraya göndermek hiç te işine gelmiyor ve haysalasına sığmıyordu. Nihayet eve vardılar. Hoşeda © gece yeni elbiseler giyinmiş, üstüne göğsüne keskin kokular sürünmüş- t0. Akşam yemeğine Nusret efendi- nin misafirleri gelecekti. Haremağaları evdön içeri girdiler, Nusret efendinin dizleri kadar kal- bi de titriyordu. —bBen karıma birşey söyliye- Diyerek bir koltuğa yığılmıştı. Haremağaları bu işi pek &lâ be- cerdiler. Hoşedaya: — Sizi almağa geldik, dediler, efen- dimiz sabırsızlıkla sarayda bekliyor, Hoşeda birdenbire şaşırdı. Saray- dan kaçtığını düşünerek: — Pâdişah beni cellâda mi vere- cek? Diye sordu. Huremağaları “bir ağızdan cevap verdiler: — Aman efendim, sizin cellâdık bir işiniz yok. Müftü efendi fetva verdi. Bir kadının ilk kocası meydan- da dururken, ikinci bir nikâhla o kadın şeran başkasına varamazmış! Nusret efendiden boş düştünüz. Tek- rar eski saltanatınıza kavuşacaksı- niz! Hoşcda, Nusret efendinin yüzünü görmeden - şüphe ve tereddüt için- de - evden ayrıldı İskeleye geldi, kayığa bindi. Hoşeda. saraya yaklaştıkça için- Şi korkular büyüyor, derinleşiyor. Ya padişah ona saraydan nasıl kaçtığım soracak olursa. ne cevap verecekti? «— Beni Sinan kaçırdı.» Dese, suçun yansı Üzerinde kala müteessir olduk. Çok şükür meyda- na çıktınız! Efendimiz sizi görse, kim bilir ne kadar sevinecektir. Hoşeda kaçamak yolunu bul muştu. Harcmağasından aldığı fikri sata. caktı. saat sonra kendimi yabancı bir yer. de buldum.. diyecekti. . ” Hoşeda saraya geldiği zaman, üçüncü Murad hamamda yıkanıyor- du Padişah haremağalarından birine: — Hoşeda geldiği zaman - ben nerede olursam olayım - derhal ha- ber veriniz. Demişti. Haremağası Cafer ağa, Hoşedayı hareme aldı: — Rfendimiz. sizi dört gözle bek- Yiyor! Nerelerde idiniz? Hoşeda çok heyecanlıydı. Cafer ağa Hoşedadan hiç hoşlan- mazdı. Padişahın gözdesi vaktile onu iki kere üçüncü Murada şikâyet etmiş ve cezalandırmışlı. Hattâ bir sefe- rinde Cafer ağanın kellesi bile gidi- yordu. Fakat, ne'yapsın ki, şimdi ona güler yüz göstermeğe mecburdu. Cafer ağa Rozltadan çok mem- nundu. Rozita haremağalarmın hep- sine hediyeler verir, ve onlara ken- disini sevdirmenin yolunu bilirdi. Cafer ağa, Venedik dilberini ağır- ladıktan sonra, hemen hamama koş tu.. padişaha gözdesinin geldiğini haber vergi, Üçüncü Murad kuranın başında yıkanıyordu. Cafer ağaya: — Hoşeda sahiden geldi, öyle mi? Diyerek elindeki tası mermerlerin üzerine fırlattı. çarçabuk kurla. mp giyindi Padişah, gözdesinin geleceğinden emin değildi. — Hatam beni avutmak için söyle- miştir, bunları... Diyordu. Haremağasına: — Cafer ağa, onu sen gözlerinle gördün mü? Diye aya; — Kendisile görüştüm, dedi, onu görür görmez tanıdım, şevketlim! — » Padişah bir türlü inanamıyordu. — Acaba, halam bana bir oyun mu yaptı? Hoşedaya benzer birini görmüş olmasın. endişesile çocuk gibi zıplıyordu. Ve koşarak hamamdan çıktı... Sedef nalınların ayağına taka rak yürüdü. Odaya girdi. Hoşedayı görünce gözlerini açtı; — Sen misin Hoşeda? Venedik diiberi derhal yere eğildi (Arkası var)