LAMA | AE, e i 23 Kânunusani 1933 Novuarkta WUwuyw. uü Karanöz ve EŞAM Kâtiıthane ag saü 5 e Içinde yalnız türk yemekleri yenilen bir lokanta: Haliç Garson mutfağa bağırdı : Enginar zeytinyağlı. “ baklava bir, sarığıburma bir... Nevyorkun büyük caddelerinin gece manzarasını görmek için pan siyondan çıktık, Işiklar şehri de nilen (oParise (yolum (düşmedi amma, Nevyorkun (o caddelerinin akla durgunluk verecek derecede bol ışığı karşısında insan durakalı- yor. Nevyork Times gazetesinin bu- Tunduğu Times Sguare meydanında bir çiklet sakızı reklâmı var, Dünya» nın en pahalıya çıkan, en büyük rek» lâmı imiş. Gayet geniş bir binanın bütün cephesini bir santim yer gö Ve bütün bunları seyrederken bir yandan da oparlörlerle, radyolaris musiki dinliyorsunuz. İşte tam karşı- adam fena halde müteessir... Kendi- sine bir saç ilâcı veriyorlar... Bunu #ürünce sırma gibi saçlar tepesinde bitiyor... Vesaire vesaire... İnsan sinemaya gideceği yerde ge- celeri bu meydana gelsin ve etrafı sey- retsin... Canınız havadis almak mı is- tedi, hemen Nevyork Times gazetesi- Din binasına bakınız, binanın dört ta- rafında, büyük elektrik harflerle ko- Şuşan yazılar size en son havadisleri 25 inde görünen 55 likler Bu Times Sguare meydanınde da- ha neler yok... Reklâmcılık burada me şekillere girmiş?... Küçük, büyük bir takım dükkânlar... Bunlardan bi- rine şöyle gözüm flişti. Gayet kısa Mayolu kadınlar sahnede... Bir adam — Dikkat ediniz... Dikkat ediniz... Bu gördüğünüz taptaze dünyanın en Küzel kadını tamam 55 yaşındadır... Yakat kendisini yirmi beşinden fazla tahmin edebilir misiniz?... Hayır... Bayır... Bu güzel kadın yirmi be şinde bile göstermiyor... Sebep?... Gayet basiti... Çünkü benim mide İâçlarımı kullanıyor... Bunlar diplomasiz eczacılarmiş.,. Her dükkânda ayrı bir ilâç satıyor- lar... Kimi saç dökülmesine karşı bir #abun, kimi mide ekşiliklerine karşı bir su, kimi romatizma ilâcı satiyor... Bantlerce konferans veriyorlar ve dük- Kânları tıklım tıklım oluyor. Bazan #abahın sekizinden söze başlıyorlar. Miş, gece yarısına kadar... Nasıl yo- Tulmuyorlar?... Hayrette kaldım. Ma- am rma da onlarla beraber sabâ- sel den, gece yarısına kadar #ühnede ayak ayak üstüne atmışlar, #iğüra içiyorlar... «Sigara içmek» dedim, hatırıma Beldi. Burada sigara tiryakileri ara- Mında kadınların bolluğuna şaşıp Bokakta hiçbir kaldırım Keçmezsiniz ki, 20 - 25 genç, güzel, süs- Ermeni tenor fokatliyan 10, şık, yahut yaşlı başlı kadının sigar rasını tüttüre tüttüre yürüdüğünü görmiyesiniz. Tramvay, otobüs bekler- ken, genç kızlar, genç kadınlar cep- lerinden sigara paketlerini çıkarıyor- lar, dudakları arasına yerleştirdikleri sigarayı yakıp dumanlarını savuru- yorlar... Karı koca görüyorsunuz... Önünüzden yürüyorlar... Bir arahk kadın paketini çıkarıyor, bir sigara kendisi alıyor, bir sigara da kocasına uzatıyor. İçe içe gidiyorlar... Burada kadının sokakta sigara içmesi en ta- bii şey... Hem de sigarayı öyle cakalı içiyorlar ki... Derece ile satılan sütler Yanımdaki arkadaşımın canı bir süt istemişti. Süt ve şerbet satılan bir dükkâna girdik. Ben «acaba burada da sütler karışık mı? diye düşünür. ken arkadaşım dükkâncıya: — Bir süt... 80 derece, dedi. Şaşlrdım, 80 derece de nede mekti, sonra öğrendim. Meğer burada bütün sütler derece ile... Bir dükkâna girip te süt istediniz mi?.. Bize kaç de- recelik süt içeceğinizi soruyorlar... Gayet koyu, - âdetâ ağdalanmış süt- leri var... Bir aralık Nevyorkun en kalabalık caddesinde elektrikle yazılmış türkçe bir isim gözüme ilişti: «Haliç... Evet Haliç... Sordum. — Türk lokantası!,.. cevabını ver- diler, — Aman girelim. dedim... Çok lüks bir yer... Girdik... Masa» ların yanından geçerken kulağıma Ermeni şivesile türkçe konuşmalar ge liyor. Garson önümüze bir liste koy- du. Listede şu yemekleri okumağa baş- ladım: Patlıcan dolması, zeytinyağlı yalancı dolma, enginar zeytinyağlı, fasulye piyazı, fasulye pilâkisi, patlı- can kebabı, kuzu dolması, baklava, lokma, sarığıburma... Listedeki bizim her yemekle karşı- laştıkça Nevyorkun göbeğinde bir hemşeri ile bir memleketli ile yüz yü- ze gelmiş giki oluyorum... Mümkün ” şa yaklaştı. Kendisini türkçe takdim O lüks lokantada bizim bazı ahçı dükkânlarımızda âdet olduğu gibi, içe- riye, mutfağa türkçe olarak bağırdı: — Enginar... Zeytinyağlı... Bu yüksek sesle söylenilen <engi- Bar zeytinyağlı sözünü bir şiir din- ler gibi, güzel bir musiki parçası din- ler gibi dinledik... Garson öteki ma- aslardan istenilen her şeyi mutfağa türkçe olarak bağırıyordu: ee 'dolması!... — Nahud bastı iki... — Baklava bir... Sarığıburma bir... | Yemek profesörü Çolakyan Biraz sonra bizim İstanbuldan yeni geldiğimiz şayi oldu. Telâş ve heye- can içinde şişman bir adam masamı- etti: — Ben yemek profesörü «Çolak- yan>,.. Buranın sahibiyim... Hoş gel- Bir iskemle çekerek masamıza otur- du. Bay Çolakyan biz kendisine sorgu sormadan nihayetsiz suailere başlar dı. Hep İstanbula ve Kayseriye dair... Kendisi Kayserili imiş,.. 35 sene evvel buraya gelmiş, beş perasızmış... Ev- velâ küçük bir lokanta açmış... Türk | yemekleri yapmış. Amerikalılar bunu çok beğenmişler... Ve nihayet işini büyüte büyüte burayı açmağa muvaf- | fak olmuş... Karşımda bizim en ağır bulduğu- muz hamur işlerini yiyen kalabalık bir kadın grupu gözüme ilişti: — Bunlar Türk mü? diye sordüm. — Yok... dedi, Amerikalı... Bizim ağır bulduğumuz birçok yemeklere onlar bayılıyorlar... Burada 20 sene- denberi yalnız 'Türk yemekleri yiyen birçok Amerikalı müşterilerim vardır. «Yemek profesörü: Çolakyana sor- dum: — Amerikalılar en çok hangi ye- mekleri beğeniyorlar? — Bütün Türk yemeklerini... Fa- kat bilhassa patlıcanlı yemeklere ba- yılıyorlar... Patlıcan dolmasını, patlı- can silkmesini, patlıcan çöp kebabını son derece seviyorlar.. Hattğ bazan ev- lerinde ziyafet çekerler. Bizim ahçı- larımızı çağırırlar, Türk yemekleri yaptırırlar... Gradsiyellere yemek pi- Karşımda pastırmalı yumurta yi- yen bir Amerikalı görünce şaşırdım: — Burada pastırmayı nereden bu- Tuyorsunuz? Bay Çolakyan gülümsedi; — Burada yapıyoruz... Sen şu bi- sim dükkânın köşesindeki bakkala gi- dersen çok şeyler görürsün.. Pastır- malık hayvanları şehrin dışında kesi- yoruz. Çövenile mövenile yapıyoruz. Şehre getiriyoruz. Biz pastırma yeme- den yapabilir miyiz?.. Nevyorkta Kâğıthane — İşittim ki burada rumca, erme- nice Karagöz oynatıyormuşsunuz... (Devamı 8 inci sahifede) Hikmet Feridun Es Yazan: Arif O, Denker ESRARENGİZ KERVAN ganire 7 'Tefrika No. 66 — Güldost Ilk Iş olarak hacı Mehmed tir. — Doğru mu söylüyorsun, Barin- ya? Sana çok ederim. beni büyük bir kaygudan kur- Ben fakir bir adamım ve... — 'Tabti, tabti! Ben de fakir bir ki- zam. Sen işlerini becermenin yollarını bilirsin. Ha, aklıma gelmişken söy- Hyeyim. Korladan geçerken birisine resgeldim. Bu adam burada Hacı Mehmed İsa namında bir Afganlıya verilmek üzere bana bir mektub tev- di etti. Sen bu İsimde bir adam tani- yor musun? ş — Hacı Mehmed İsa mı? Elbette ta- nırım. Kaşgarın sayılı tüccarlarından- dir. Büyük bir deri tüccarıdır. Bura- da işlediği derileri harlce bile satar. Namuslu bir adamdır, — Ya, namuslu bir adam öyle mi? Buralarda pek işitilmiyen fevkalâde bir vasıf! Ne ise, zararı yok. Senbu Hacı Mehmed İsaya kadar gider, ya- rın, akşam namazından sonra gelip © mektubu benden almasını kendisi. ne söyler misin? Mektub şarktan ge- iyor, diyeceksin. — Peki, Barinya, yarın sabah ken- disini görür ve söylerim. Evi buraya uzak değil. Köprünün karşısında ye- ni şehirde «Büyükbahçen sokağında oturur. Fakat ben ona yarın herhalde çarşıda rasgelirim. Demek ki büyük kervan buraya gelmiyecek? — Gelmiyeceğini o zannediyorum. Sen herhalde mallarını elden çıkar- ma. Unutma, Hacı Mehmed İsayı ya- rın, akşam Yamazından sonra bekli- yorum. Daha evvel gelmesin, çünkü başka işlerim var, Şayed Hacı Meh- med İsa benim kim olduğumu sorarsa sakın kız olduğumu söyleme. Gerek onun, gerekse beni soran diğer kimse- lerin nazarında ben Gregor Kosmaro- fum, anladın mı? Mongolistandan ge- len Tomsklu Kosmarof! Yasef selâm vererek odadan çıkma- ğa hazırlandı. Kızın hüviyetini gizle- mek istemesini pek haklı buluyordu. Onun için dedi ki: — Bana itimad edebilirsin, Barin- ya, Verdiğin nasihate teşekkür ede- rim. Allah rahatlık versin! Yasef bunu söyliyerek dışarıya çık- tı. Yasefden aldığı izahattan sonra Japonlarla Çinlilerin büyük kervan hakkında besledikleri sulkast fikrin- den vazgeçmemiş olduklarını anladı. Çünkü ismi belli olmıyan ve valinin evine yerleşen adamın Japon casusu olduğunda şüphe yoktu. Bununla be- raber, bütün sulkastçiler Kaşgarda bulunduğundan Hasan bey ve kerva- ni şimdilik tehlikede değildiler. Düş- maânların büyük kervanı Hotanderya yolunda giderken yakalamayı hatır- larına getirmemeleri âdeta bir mucize 1dl, yahut başka bir sebeb bunu yap- malarına mâni oluyordu. Fakat, her ne olursa olsun, Güldost Isaya haber gönderdi! Çinli casuslat bön! mutlaka tanırlar ve Ah-Singe şehirde olduğumu haber verirlerdi. diye düşünüyordu. Güldost içinde bulunduğu yeni va- ziyeti inceden inöeye tahlil ettikten sonra Hacı Mehmed İsa gelinciye ka- dar hiç bir tarafa çıkmamağa ve hiç- bir teşebbüste bulunmamağa karar verdi. Evvelâ Hacı Mehmed İsanın na- sil bir adam olduğunu, işe yarayıp ya- rTamıyacağını anladıktan sonra ken- disine Bununla beraber, her ihtimale kar- gı hazir bulunmak için lâzım gelen tertibatı almakta kusur etmedi. So- bah olüncâ eşyasını açtırdı, Kendisi. ne en ziyadelâzım olabilecek şeyleri bir tarafa ayırttı, birdenbire, Kaşga:- dan hareket etmesini icab ettirecek bir hâdise çikacak olursa yanına bir yük hayvanı alarak yollanabilecekti. Rus hududunu geçmek için lâzım olsn vesikalar yanında bulunduğundan istediği zaman Çin topraklarını terke- debilirdi. Fakat, Güldöst Rusya tarafına ge;- mekten ziyade tekrar Hasan beye i)ti- bak etmeyi düşünüyordu. Aklı Hasan beyde ve kervaninda kalmıştı. Şayed Hacı Mehmed isa kendisinden kervan için yardım istiyecek olursa Güldo:t derhal yardima hazırdı. Kiz kendi kendine: Olur ya, diyordu, Hacı Meh- med İsa bizzat ortaya çıkmak istemez de başka birisini kullanmağa kalkışır sa benden daha iyi bir yardımcı bula maz! Güldost bir taraftan bunları düşü- nürken, diğer taraftan Andrey ie Vassili denkleri hazırladılar, hayvan- ların koşum takımlarını muüyene et- Üler ve tamir edilmesi lâzım gelen parçaları diktiler. Denkler hazırlan« dıktan sonra Güldost onların iç taraf- larına birer işaret koydu. Bu-işaret- ler, Sovyet gilmrük memurlarının ta- nıdığı işaretlerdi. Gümrükçüler onla- rı gördükleri zaman denkleri açme- dan hududdah içeriye alırlardı. Sitâh kervanına ait olup Ahmed Abud ta- rafından kedisine verilen vesikalar ayağındaki çizmelerin içindeki astarın arasına gizliydi, Bütün gün bu hazırlıklarla geçti. Güldost henüz akşam yemeğini bitir. mişken Andrey yanına geldi ve tant- madığı bir adamın kendisile konuş- mak istediğini söyledi. Güldost: — Lâmbayı yük ve o adamı odaya al, Yalnız kendisine evvelâ şarktan mektup bekleyip beklemediğini sor, dedi, Bir iki dakika sonra Andrey geri geldi ve o adamın şarktan mektup beklediğini söylediğini bildirdi. — O halde odaya al, Bizi yalnız bi- rak. Onunla konuşurken bizi taciz ef- meyiniz! Andrey lâmbayı yakarak duvardaki çiviye astıktan sonra dışarıya çıktı. Biraz sonra misafir odadan içeriye girdi. Hacı Mehmed İsa evvelâ kapının önünde durdu. Etrafına bakındı, Gül dostu yukarıdan aşağıya süzdü ve bu süretle 'emin bir vaziyette olduğuna kanaat getirerek ileriye doğru yürü- dü. (Arkası var) | |