Sevgide takas muamelesi rkadaşım Remzi ile karşılıklı oturmuş, kadınlar hakkında görüşüyorduk. Ben onların allâk ve #ki yüzlü mahlüklar olduğunu iddia ediyordum. Remzi ise Havva kızlarını müdafaa ediyordu. Kadınların yalan- larında da büyük bir safiyet bulun- duğu fikrindeydi. — Onlardan istifade etmekle bera- ber pek büyük zararlar gördüğüm halde, kendilerine gene hak vermek- ten vaz geçemiyorum. Çünkü kadın- larda kocalarını kaybetmek korkusu her şeyden akdemdir. Dur, bu vesiley- le, başıma gelen bir vakayı sana anla- tayım. ## ek mükemmel bir kadınla ta- nışmıştım. Kendisini tarif etmi- yeceğim, tanıyabilirsin. Halbuki ta- »ımanı İstemem, zira hakkında cere- yan eden dedikodular meyanında be- nim isinim hiç geçmemiştir. Münase- betimiz gizli kaldı. Onda çok hoşuma giden nokta © guydu: Çılgın bir coşkunluğa karışan saf bir genç kız hali. Uzun müddet bu kadını elde elmek için uğraştım. Hatta muvaffak olamıyacağım diye de pek korkuyördum. Ne vaidlerde bulunmadım, ne romantik ilânı aşk- lar yapmadım. Ne hediyeler yollama- dım. Coşkun aşkımı ifade eden keli- meleri söylediğim sırada bile, kendi- sine karşı gene çekik ve hürmetkâr dururdum. Günüm birinde yüzüme bakarak kahkahayı attı: — Allak aşkına yeter artık! - dedi, Fena halde şaşaladım. Bu kelimeleri söylemekle beni ko- vuyor, artık istemiyor sanmıştım. Fa- kat o, ilâve etti; — Öyle ya: Yeter artık! Bu uğraş- ma, bu teklif tekellüf çok fazla de- vam etti... Daha ileri gitmek cesare- tini size çokdandır veremedim mi? — Ben cesaret edemedim. — Etmeli, — Ya insan tokat yerse? — Tokat yerine öpücük olursa?.. "Tecrübeye değer bir talih meselesidir. Girişin bakalım... İşte bu suretle, unutulmâz aylar, gevkli bal ayları yaşadık. Maamafih, İlerilemiş münasebetimize rağmen na her sefer büyük bir bürmetle yaklaşırdım. Çünkü yüzünde öyle bir safiyet; öyle bir melek ifadesi vardı ki, beni dalma tesiri altında bıraki- yordu. Herhalde bu kadın beni çok #evmiş olacaktı ki, böyle birdenbire kendisini bana vermişti. Onu elde edi- şim, gururumu kat kat arttırdı. Zamanlar geçti. ir gün Samiye (bu asıl ismi de- gildir; Üüyü Kk Hikâye şaşırtmacalar o vermek icab ederdi; daha o zarhanlar evimde telefon da yoktu; ekseriya geleceğini telgrafla haber verirdi — bu pek nadir ziyaret- | ten istifade etmek üzere hemen ona sarıldim. Fakat o, kollarımı ayırarak: — Bunun için gelmedim! - dedi. — Ne var? — Beni çok korkuttun. — Ne zaman? — Bu sahah. — Nasıl olur? Ben bu sabah gerçi evin önünden geçtim. Fakat sen gör- meğin bile... — Ondan bahsetmiyorum... Sana bir telgraf yollamak istiyordum, fa- kat bir mâni zuhur etti, — Ne gibi? — Kocam, — Telgrafını mı yakaladı? — Az kalsın yakalıyacaktı. — Anlamıyorum. İzah et... — O kadar sual Soruyorsun ki.. Bırak, konuşayım... Boğuluyormuş gibi, derin derin ne- fes aldı. Sonra anlattı:. — İşte: Bu sabah kocam, bir kaç günlüğüne seyahate çıkacaktı. Husu- si işleri iç — Sen bana din. Birdenbire oldu... Yahud da kim- bilir, beni tecrübe için uydurdu. Onu trene kadar teşyi etmiştim. Tabii, yokluğundan istifade etmek. istiyor- dum, Kendisinden ayrıhr ayrılmaz, en yakın postaneye koştum. Sana tel- graf çekecektim. — Geldin ya... Lâzım olan da buy- du... — Dinle, canım... Çok şükür ki he- nüz adresi yazmamışlım. Fakat ka- raladığım cümleler de insanı olduk- ça müşkül mevkie sokacak şeylerdi. — Mademki kocan gitmiş, ne tehli- ke olabilir? — Meğer gitmemiş... Bir şeyden mi şüphelendi? Ona imzasız mektup mu yolladılar, ne oldu? Bilemem... Yoksa geçen sefer bizim eve gelişinde biraz fazla çene Kik, ondan mı, nedir? Beni takibe vermiş olacak; bu seyahat yalanını uydurmuş. Tam pos- tadayken arkamda belirmez mi? Der- bundan hiç bahsetme- hal: «Ver bakalım la diye yazdı- ğım kâğıdı istedi. O kadar şaşırmış- tım ki, kendimi müdafga edemeden, kuzu gibi, uzattım. Okumağa başladı. — Ne yazmıştın?. — Cümleler aklımda; «Kenan git- ti. İçimt sıkılıyor. Öğleden sonra gel. Birlikte çıkarız.» Ve imize... — Sonra? — 'Yabil, kime yazdığımı sordu. — Söyledin mi? — Yok canım... — Söylemek istemedin, o da kızdı, p | — Bunlar ne demek?.. Hiç anlami- yorum... Başka dostun yok ya. i Samiye gü- tüyordu. Niha- yet ilâve etti: | — Başka | dostum (yok | ama, bir kü- çük arkada | şım var, — O dakim? — Amcada- —A... An ladim ... Şu Mektep. kaç- Ismini mi ver- din? —iiçin mek- tep kaçkını ol- sun? Üç sene döndü. Şimdi hususi süret- te tahsil ede- cek... Ha... Ne diyordum Fey- dinin ismini Yâmet o bun- daydı. Onun. la teklifeizim, Nakleden: (Vâ-Nü) Kocam da kıskanmaz, Oğlansa bana perestiş eder. — İlânı aşk falan etmedi ya inşal- lah... — Yok, ne münasebet?.. Fakat böyle hisleri kadınlar anlar... Onun ismini söylemem üzerine kocam, âde- ta genişçe nefes aldı. Fakat gene de -mütereddiddi. Bana kâğıdı uzatarak: «Öyleyse adresi yaz!» dedi. Oğlan ge- lir de bir gaf yaparsa diye biran şaşa- ladım, fakat tereddüde mahal yoktu. Adresi yazdım. Kocam kâğıdı elile gi- şeye verdi. Birlikte eve döndük. Ke- nanı kandırmak için neşeli görünme- ğe çabalıyordum, fakat kalbim hale- can içindeydi: Acaba bir tuzak mı kurmak istiyordu?.. Kocam müte- madiyen beni gözetliyor, her halimi tetkik ediyordu. Feyzi öğleden sonra geldi. Kenan gizlendi. Anladım ki be- ni kuzenimle yalnız birakmak isti- yor. Fakat yazı odasına giden kapı- nın da aralık bırakıldığını gördüm. Demek oradan bizi tetkik edecek... Neyse efendim, çok şükür korktu- ğuma uğramadım. Bana meftun olan Feyzi telgrafımı alınca zannettiğim gibi cesaret bularak, ilânı aşka falan kalkışmadı. O çok utangaç bir ço- cuktu. Odaya girdi. Halecan içindey- | di. Fakat bütmetle iğilerek elimi uzun uzun öptü. Sonra, gözlerimin içine baktı, Ben sert bir nazarla ona kapı- yı işaret ettim. Meseleyi anladı. Şa- şırmış bir halde, ses çıkartmadan, bir köşeye oturdu. Bu sükütun da tehlikeli olacağını hissederek hemen Iâfa başladım: «Telgrafımı aldın mi?» — «Evet, aldım abla! Birlikte sokağa çıkacakmışız.» — «Nereys gidelim? — «Nereye istersen... Otomobille ya- hud sandalla gezmeğe çikalim..» Acemiliğine rağmen, rolünü gâyet ciddi oynuyordu. Şüphe uyandıracak en ufak bir harekette bulunmuyordu. Güldüm ve cevap verdim: — «Feyzici- Elm! Sen çok iyi çocuksun, seninle gezmek”isterdim ama, bugün sokağa çıkamıyacağım.» — «Neden?» — «Çün- kü bugün kocam gidecekti. Son da- kikada caydı. İstanbulda bir işi çık- miş. O da herhalde seni görmekten pek memnun olücaktır. Yazı odasın: da... İstersen git, çağır.» Amcazade- min o andaki yüz ekşitmesini ömrüm oldukça unutmıyacı . Allahtan ki mahud kapıya arkası dönüktü. Bu işmizaz, en bariz, en açık ve komik bir ilânı'aşktı. Sen ilânı aşkın böyle- sini yapamazsın vallahi! Benimle alay ediyordu. Suratımı asmış olacağım ki müstehzi müsteh- | zi ilâve etti: l — Allasen, kaşlarını böyle çatma... Feyzi çağırınca kocamın odaya giri- şini hatırlatıyorsun. Kenanın dene- mesi iyi netice vermişti. Artık bana karşı itimad hasıl etti. İkindiye doğ- ru tekrar seyahate çıktı. i.. evinçle: — Aman, ne iyi oldu! - dedim. - Şimdi artık rahat rahat görüşebiliriz. Burada kal, Akşam üstü birlikte ye- mek yiyelim. Sonra mehtabda bir sandal gezintisi yapalım. — Olamaz, — Neden? — Çünkü Feyzi ile sözleştim. Za- vallı çocuğun, fedakârlığına karşı bir mükâfat lâzım. O şimdiden san- dal peyledi, her şeyi hazırladı. İstemiye istemiye; — Hakkın var! - dedim. - Mademki bizi kurtardı; biz de saadetimizin 26- kâtıni vermeliyiz. Onu göğsüme çekmek istedim. Se: Büyük Hikâyelerimiz Haftada birkaç gün bu tarzda seçilmiş büyük hikâyeler neşredeceğiz. Gİ bahki halecanını, üzüntüsünü gider- mek için sevgilimi okşıyacak, söve- cektim, Acı kahkahaları her ikimizin de unutması lâzımdı. Halbuki Sami- yede alışmadığım bir mükavemet gör- düm. — Yok, yok... Bugün olmaz. > — Niçin Samiyeciğim?.. Kocan yol- da... Sen de şu saatlerde rahat rahat oturabilirsin, * — Sizden korkuyorum. A... Birdenbire resmileşmişti... Tu- haf şey! Bana asiz» diye hitab ediyor! Üstelik şaşkın 'nazarlarla bana baki- yordu. Hakikaten gözlerinde ürkek- lik alâimi hissediyordum. — Korkunun sebebi ne? Anlıyamı- yorum. — Bu sabah az kalsın sizin yüzü- nüzden mahvoluyordum... Bilirsiniz sya, kocamı ben severim. O beni çok şımartır... Tuvaletler, elmaslar... -—— Aman Samiye! Ben seni mahve- decek.ne yaptım?... : — İşte o yakalanan telgraf... — Ben yazmadım ya... Senin işin! — Öyle ama, sizin yüzünüzden de- ğil mi? — Ayol adresi bile yazmamışsın... — Evet ona çok şükür.. Bir kaç saniye sonra az kalsın, o da yazılı- yontu. — Neyse soğukkanlılığın yüzünden kurtulduk. Mademki mühim tehlike atlatıldı, bu kıymetli dakikaları niçin boş vere kaybediyoruz? — Bugün olamaz! Bizi kurtaranı düşünmek lâzım. — Kimi? — Feyziyi, — Müküfalını veriyorsun ya... İşle bu akşam onunla geziyorsun. — O kadarcık da hakkı, — Ya ben? — Sen... (Şükür gene samimi ol- muşlu. Bana, «sen» diyordu; sevin meğe başladım: İlâve etti:) Ah ah! Ramak” kaldı; beni mahvedecektin. Çok korkuttun çok! Sana ceza Mizım. A rzusuna inkiyad mecburiyetin- kaldım. Bunun bir Kadın kap- risinden - başka bir şey olmadığına kanidim. Sabahki sarsıntı âsabını bozmuştu. Fakat sonradan “Samiye- nin bana kafa tuttuğuna kani oldum. Kocasının üç dört gün süren bu seya- hati içinde ancak bir kete randevu- mü kabül etil. Halbuki eskiden böyle bir fırsattan azami istifadeye çalışır- dı. Bütün ricalarıma rağmen daha sık görüşmekten korktuğunu, belki takib edildiğini öne sürerek beni bo- yuna atlattı, Nasıl ki günün birinde âni surette kendisini bana vermişti, işte gene o şekilde ansızın çekiliyordu. Eskiden Kocamın aralık kapıdan bizi dinlediğini bir göz işaretile Feyziye hissettirdim beni evine sik sık çağırırdı. Gitmesem Ümldsiz olarak onu kovalamaktan nihayet vaz geçtim. Artık evlerine git- mez oldum. Kocası beni severdi. Kay- boluşum onu üzdü. Bir kaç kere beni aradı, davet etti, Fakat Samiye her zaman asık suratla karşıma çikıyor- du. Anlaşılıyordu ki ben kurban edil miştim. Fakât kim için, ne için? Da- ha çocuk olan o oğlanın benim yeri- me geçmesine imkân veremiyordum. Kenanın ahbabları arasında Sami- yenin hoşuna gidebilecek birini araş- tındım. Fakat bir türlü bulamadım. Mahud amcazadeden başka sıkı fıkı görüşen kimse yoktu, Feyzi konuş- masını, nükteli cümleler sarfetmesi- ni bilen bir genç değildi. Samiye ise “böyle şeylere son derece meraklıydı. Nasıl olurdu, Yarabbim?... var mıydı buna?... ir gün akşam üstü, kapım çalın- dı. Karşımda Samiyeyi gördüm. Gayet resmi ve müstehzi bir sesle; — Vay! Hanımefendi! Ne suretle bu.şerefe nail olduk? - dedim. — Remzi! Sana teşekküre geldim. Çünkü beni kurtardın. — Ben mi? —“Evet, sen! daha doğrusu senin bir mektubun: — Rica ederim hanımefendi! Açık konuşun..: Samiye itiraz etti; — Aman! Buneteklif tekellüf.. İmkân — O halde, «aziz dostum!» — O da olmadı... «Samiye»... — «Samiye» mi diyeyim? — Evet «Samiye»... İşte böyle söy- lediğini istiyorum... — O halde, gel, otur... Bu yeni hi- kâyeni anlatmadan evvel sana bir kadeh vişneli konyak vereyim... Da- dım yaptı, enfestir. ... ek ciddi bir hali vardı. Oturdu, Konyağı içti. — Kocam az kalsın beni yakalıyor- du. — Gene mi? — Evet, bu sefer seninle değil... Pey« zi ile beni! — Vay... Yerime konan Feyzi miy- di? — Hakkı değil mi ya?.. Bizi kur- tarmıştı... İkimizin de borcunu bu süs retle ödemiş oldum... — Benim vekâletnamemi haiz de- Üldin herhalde... — Yok yok lâzımdı... İnsan ya na“ muslu ve sözünün eridir, ya değildir... Onu güç mevkie sokmuştum; tabil, bilmukabele memnufi etmek icab ederdi. — Peki ama, şimdi ben seni nas“ kurtardım bilmiyerek? . © (ram 1 elde) Şen MlEZ eliz İ il il |