Dis rlis sü & & ERE © salonunda bırakarak size doğru koşa» EkEpek ERE 10 Kânunuevvel 1937 AKŞAM Evlenme bir kumar oyunu mudur ? Nümune koca ve nümune kadında ne gibi evsaf bulunmalıdır ? Meşhur Viyanalı bir kadın muharrir evlenmek istiyenlere basit bir sistem tavsiye ediyor İzdivacın, rület, at yarışı, horoz dö- Büşü ve saire gibi bir kumar oyunu olduğu söylenir, İnsan evlendiği za- man sürprizlerle karşılaşmaktan kur- tulamaz. Bu meseleyi tahlile uğraşan meşhur Viyanalı kadın muharrir Mag da Bacskai evlenmek istiyenler için bir sistem tavsiye ediyor. Diyor ki: «Sistem gayet basittir. Beğendiği- miz erkeği veya kadını derinden deri- ne tetkik etmemiz kâfidir. Meşhur rü hiyat mütehassısı profesör Havellock «iyi bir koca, iyi bir kadın daha çocuk odasında iken anlaşılabilir» diyor, Onun için kim evlenmek istiyorsa çocuk odasına girerek orada tetkikat yapsın. Odanın bir köşesinde belki he“ nüz on yaşında bir mühendis görür, 'Bu minimini mühendis tahta parça larından bir ev yapmakla meşguldür, Diğer çocukların oyunlarına hiç işti“ rak etmez. Hele kızların yüzlerine bis le bakmaz. Bütün gününü kendi ken« dine meşgul olmakla geçirdiği halde veda zamanı yaklaşınca bu çocuk 2014 Ja çocuk odasından çıkarılarak kendi evine götürülebilir. Bu mühendis hiç bir zamari iyi bir koca olamaz. Çünkü karısile katiyyen meşgul olmıyacaktır, onu gezmeğe götürmiyecektir, ancak kendi işlerile uğraşacaktır. Clark Gable karşı alâka gösterilmesini anlamıyacaktır. «Dün- ya atom muammalarile ve Einstein nazariyelerile meşgul olurken sinema yıldızlarile vakit geçirilir mi?» diye cektir. Artist ruhlu kız Bu küçük mühendisin maküsu on 4ki yaşında artist ruhlu bir kız çocu- Zudur. Bu kız her gördüğü oyundaki artistleri birer birer taklid etmeğe kalkışır. Büyük kadın olunca onun bütün gayesi en iyi şeyleri kendisine tahsis etmek olacaktır. Sofrada tavu- ğun ciğerini kendisi yiyecek, pastanın iyilerini kendisine ayıracak, oda- nın en sıcak ve en rahat köşesi onun olacaktır. Parayı sarfetmek, buse ve Mtifat beklemek hakkı da kendisine münhasır kalacaktır. Bütün bu arzu- Yari tatmin edemiyen kocanın vay haline! Manatteessüf insan beğendiği kadı- nı veya erkeği pek nadir olarak daha çocuk odasında iken bulabilir. Onun İçin tetkikatını sonraya bırakmağa mecburdur. Yalnız bu tetkikatın pek esaslı bir surette yapılması icab eder, Çünkü evlenmeden evvel bizi ümid. #izliğe uğratan bir çok evsaf vardır ki evlendikten sonra onlar birer fazilet geklinde tezahür eder. Meselâ nişanlılık devrinde sinemada otururken bir erkeğin birdenbire ye- rinden fırlayıp «aman büyük babam gelecek, istasyona gitmeğe mecbu- Tum!» diyerek gitmesi ve sizi s#inema- da yalnız bırakması ve yahut teyzesi hasta olduğu için tayin edilen saatte randevuya gelmemesi kadınları ürküt- memelidir. Düşünülmelidir ki teyze- #ini seven bir erkek fena bir adam olamaz. Bugün büyük babası geliyor diye istasyona koşan erkek, yarın da genç, güzel metresini karanlık sinema caktır. Titiz koca müz'ic midir? nitiz bir kocanın müz'le bir koca Kıravatlarını muntazam bir halde muhafaza eden bir erkeğin kalbini de dalma intizam altına alacağı eski bir hakikattir. Yalnız bu tabiatteki er- keklerin harekâtına uymak lâzım ge- lir. Bu da zor değildir. Çünkü onun Miyadları, en ziyade sevdiği elbisesi Ve şapkası gibi, hiç yıpranmaz, Halbuki şımarık bir koca çok tehif bk. Beyine şk a ar m Madam Magün Bacskal kın yarmayınız. Şımarıklar evlilik ha yatına hiç yakışmazlar, Onlar ölünci- ye kadar şımarıklıklarını muhafaza Ee şa Dir aya İntizamsız erkek İntizamsız erkek de zor bir mesele- dir. Titiz bir kadın intizamsız bir er- kekle evlenmeden evvel yüz defa dü- şünmelidir. Çünkü ipekli koltuğunun Üzerindeki tütün külü, sigarayı içene perestiş ettiğimiz senelerde gözümü- ze hoş görünebilir. Yeleğini salonun bir köşesine atıvermesi, tıraş bıçağını yemek masasının Üzerinde birakması aşkımızın bizi teshir ettiği müddet zarfında dudaklarınızda sevgiye delâ- let eden bir tebessüm husule getirebi- Wir. Fakat aşk zevale yüz tutmağa baş- layınca kadın gördüğü intizamsızlık- lara dayanamıyarak köpürmeğe baş- lar. Salondaki vitrinin içinde gördüğü kundura bağlarını kocasının suratına fırlatır. Ondan sonra da avukata ko- - KANT gup «dayak ve fena muamele» sebep- lerini feri sürerek boşanma davası aç- mağa metbur kalır. Ekseriya, çiçekler, şekerlemeler ve lavantalar hediye ederek kur yapma- Ba başlıyan bir erkek sonradan tuhaf bir koca olur. Nişan merasiminden sonra hediyelerin arkası kesilir. Ni- gahlı kızla ailesi bu harekete bir mâna veremiyerek garib tavırlarla biribirle- rine bakarlar, Bunda endişeyi mucib olacak bir hal yoktur. Erkekte hasıl olan bu değişikliğin sebebi basittir: Giriştiği işin ağır mesuliyeti birden- bire aklına gelivermiştir. İstikbalin yükü üzerine çökmüştür. Marazi bir tasarruf kaygusuna kapılmıştır. Bu hastalık sonradan evlilik haya- tında değişir. Evlendikten altı ay son- ra kocanızın masasına ilk terzi fatura- sını koyabilirsiniz. Şayed kocanız bu faturayı hiç sesini çıkarmadan öderse artık onu İyi bir koca olmak yolunu tutmuş sayabilirsiniz. Ancak, ilk za- manlardaki 6 mükrim erkeğe karşı kadında bir nevi iştiyak eseri kalır. Fakat hangi kadının kalbinde buna benzer hayaller yuva yapmaz! Bir ko- ca var mıdır ki en tehlikeli rakibi ge- ne kendisi - nişanlılık devrindeki gö- rünüşü - olmasın? Kadınlara gelince... Şimdi sıra birazda kadınlardan bahsetmeğe geliyor. Fakat böyle bir gey mevzuu bahsolamaz! Müsterih ol, kadın okuyucu, ben hiç kendi esrarı- mızı kendi kalemimle ifşa eder miyim? Bahusus en az tekemmül etmiş olan bir kadının bile hakikaten seven ve sevilen bir erkek tarafından istenilen kalıba sokulabileceğine kani oldukça! Her kadın - ister meşhur bir artist, isterse bir sporcu, maruf bir edibe, mükemmel bir doktor, kimyager ol- sun - kadınlık için yegâne ve tek bir meslek mevcut olduğuna ve o mesle- ğin de zevcelikten ibaret bulunduğu- na sarsılmaz bir imanla kanidir. Dİ- ğerlerin hepsi birer meşguliyetten baş- ka, bir şey değildir. Onun için izdiva- cın cennet veya cehennem olması ko- canın elindedir. Çünkü nevi kendine mahsus olan bu dünveyi ve semavi kurum o iki münteha arasında çabalar durur. İz- divaç ortadan gitmeyi bilmez» Tıb kongresi Kahirede açıldı Kahire 9 (A.A) — Kral Faruk, on beşinci tıb kongresini açmıştır. Kon- grede hemen hemen bütün dünya memleketleri i temsil olunmaktadır. Brezilya cumbhurreisinin seyahati Rio da Janeyro 9 (A.A.) — Brezilya relsicümhuru Vargas bu ayın on seki- sinde Arjantin relsicümhurile Monte- videoda buluşacaktır. Vargas müteakiben cenupta bir se- yahat yaptıktan sonra yılbaşı bay- ramlarını müteakip Rlo de Janeyroya dönecektir. Beşiktaş Halkevinde İbnircefik « Ahmed Nurinin Hissel Şayla piyesi oynan miş ve halk tarafından coşkunca alkışlanııştır, Bu resim oyundan bir sahneyi gösteriyor. , Yazan: Arif Ç, Denker ESRARENGİZ KERVAN Bahife 7 'Tefrika No, 6 —“ Ahmed Abudla Ah - Sing, vahşi hayvanların kanlı boğuşmalarına benziyen vaziyette cenkleşiyorlardı — Ya! Demek ki Japonlar kervanı takib ediyorlarmış? Bunu nereden bi- Myorsun? Mektuplarda mi yazılı idi? — Evet, ikinci bir mektupta da bundan bahsediliyordu. İşte her şeyi sana söyledim. Haydi beni artık kur- tar. — Bu ikinci mektubu da mı Rus kı- zına verdin? — Söyledim ya! Hepsini Rus kızına verdim. Kurtarsana beni? Ah-Sing Ahmede yaklaştı ve top- rakları gene çukurun içine doldurma- ğa başladı. Ahmed dehşet içinde: — Ne yapıyorsun, diye bağırdı. Beni kurtaracağını vaadettindi. Neden top- rakları dolduruyo: Ah-Sing müstehziyane bir tavırla: — Çünkü bilmek istediğim şeyleri öğrendim de ondan! cevabını verdi. Toprakları örterken Ah-Singin kolu Ahmedin göğsüne dayandı. Ahmed yarı gövdesinin bütün kuvvetile Çin- linin kolunu itti. Bu suretle Ah-Single Ahmedin yüzleri biribirine dokundu. Ahmed hemen bir hamlede dişlerini vahşi bir hayvan gibi Ah-Singin yü- güne geçirdi, hain Çinliyi dişlerile çe- ne kemiğinden yakaladı. Ah-Singin çenesinden akan kanlar Ahmedin ağ- zına akmağa başladı. Ah-Sing duyduğu acının tesirile acı acı bağırdı. Boşta kalan elile Ahmedi geriye iterek kendisini kurtarmağa çalıştı, Ahmed ise kilitlenen dişlerile Çinliyi çukurun içine doğru çekmekte devam etti, Bu aralık Ah-Sing sıkışan kolunu kurtarmağa muvaffak oldu. Bir elile Ahmedi iterken serbest kalan elile 'Türkmenin boğazına sarıldı. Fakat Ahmed dişlerini daha ziyade sıkarak Ah-Singin etine geçirdi. Çinli, ilk çi- kardığı feryaddan sonra şimdi, 8€s8İZ ve gürültüsüz, kendisini âni bir suret- te maruz kaldığı bu hücumdan kur- tarmağa çalışıyordu. Ahmed gövdesini sağa sola, öne ve arkaya doğru hareket ettirdikçe Ah- Singin vücudü de o istikametlerde gi- dip geldiğinden iki elile Ahmedin bo- gazına sarılmak istediği halde buna muvaffak olamıyordu. İkisi de biri- birlerine kilitlenmiş bir halde, vahşi hayvanların kanlı boğuşmalarına ben- ziyen bir vaziyette can havlile cenkle- şiyorlardı. Birdenbire Ahmed, Ah-Singin vü- cüdürün ağırlaştığını hissetti, o dere- cede ki Ahmed Çinlinin gövdesini diş- lerile tutamıyacak bir bale geldi. Ay- ni zamanda Ah-Singin boğazına sarıl- mak istiyen elleri de geriye doğru çev- rildi. Fakat Ahmed Abud dişlerile ya- kaladığı şikârını bırakmadı. Çünkü onun yegâne silâhı dişleriydi. Bu aralık bir kibrit yakıldı, ortalık biran için aydınlandı, ondan sonra gene karardı. Fakat, kafası düşmanı- nın kafasına dayalı duran Ahmed Abud bir iki saniye devam eden o ay- dınlık esnasında kibrit ziyasından baş- ka bir şey göremedi. Yalnız, Ah-Singin çene kemiğinin gevşediğini ve kendi- sini bırakıverdiğini hissetti. Çinlinin bütün kafası, cansız bir insan kafası gibi Ahmedin önüne sarkıverdi. Ahmed Abud ağzını açarak şikârını birakmak istedi. Fakat çenesinin ada- leleri kendisine itnat etmiyordu. Ağzı bir türlü açılmıyordu ki Ah-Singi bi- rakabilsin. Ancak aradan bir müddet geçtikten sonra buna muvaffak ola- bildi. Dişlerini açınca cansız bir göv- de Ahmedin önüne yuvarlanıverdi. Ahmed bu esnada arkasında duran iki kişinin konuşmakta olduklarını işitti. Birisi diyordu ki: — Çabuk, çabuk, Ahmedi toprağa gömmüşler! Ahmed, ayni zamanda meçhul elle- Tin benüiz yarı gövdesini kaplıyan top- rakları çıkarmakta olduklarını da his- sediyordu. sonra iki kişi omuzlarından tutarak kendisini yukarıya doğru çektiler ve büsbütün kurtardılar. Ortalık hâlâ karanlıktı, Kimse ağ- zıni açmıyordu. Ahmed Abud yerde yatıyordu. Kı. mıldamağa bile mecali yoktu. Bir ses; — Haydi kalk! Acele et, biran evvel buradan uzaklaşalım. dedi. Ahmed Abud, bunu söyliyenin dostu Hüseyin efendi olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Türkmen genci, biraz gay- ret ettikten sonra ayağa kalkabildi. — Eşyalarımı, şuradaki odaya koy- muşlardı. Yakında bir kapı olacak! diyebildi. Hüseyin efendi ona şu sözleri fisıl- dadı: — Bırak şimdi eşyanı da gel! Kay- bedilecek vaktimiz yok! — Hayır, bayır, olmaz! Baltam! Ahmedin arkasından bir kibrit par- ladı. Ahmed geceleyin kendisine iş- kence yapılan odayı ve avlu kapısını gördü. Sallana sallana o tarafa doğru vücudünü sürükledi. Yaralı olan elle- rinin ve ayaklarınm sancısı soğuk toprak içinde dinmişti, fakat şimdi kanı harekete gelince tekrar şiddetle ağrıyordu. Bu şiddetli ağrıya rağmen Ahmed © kapıya kadar yürüdü. Kapıyı açtı, bir köşede duran eşyasını almak için elini uzattı. Fakat kendisini kurtaran eller daha evvel davranarak o eşyayı hemen toplayıp aldılar. : Hüseyin efendi: — Haydi artık çabuk ol! dedi ve Ahmedi kolundan tuttu. İkinci kurta- rıcı da öbür koluna girdi. Bu suretle üç kişi duvarın dibine geldiler, İki ki- şi Ahmedi duvardan yukarıya doğru kaldırdılar, Sokak tarafında bekliyen Iki el daha Ahmedi tutunca aşağıya indirdi, onu karga tulumba vaziye- tinde oraya yakın olan dere kenarına kadar götürdüler. Suyun kenarında duran kayığın içinde bir fener yanıyordu. Ahmedi bu kayığın içine yatırdılar, üzerine bir yorgan örttüler, Ondan sonra kayık sahilden ayrıldı ve suyun cereyanına kapılarak yürümeğe başladı. Bir kana- lın önünden geçerken 0 kanala saptı ve cenup istikametinde yoluna devam etti. İnce buz parçaları kayığın bur- nuna çarptıkça takırdıyarak parçala nıyor, kürekler muntazam darbeler- le suya dalıp çıkıyordu. Derin ve ka- ranlık ıssızlık içinde başka bir şey işi- tilmiyordu. Takriben bir saat sonra güneş doğ- du. Kanalın sağında ve solunda hasıl olan ince sis perdeleri birdenbire kay- boluverdi. 'Ta uzaklarda, cenup tara- fında Kuen - Lün dağlarının yüksel- diği görüldü. O dağların karla örtülü olan en yüksek tepeleri bembeyaz pa- nltılarını etrafa dağıtmağa başladı. Kayık küçük bir çalılığın önünde durdu. Bütün gece geçirdiği heyecan- dan, ıztıraplardan ve sarfettiği gayret- lerden dolayı pek ziyade yorgun düşen Ahmed Abud, tehlikeden kurtulduk- larını anlar anlamaz, hemen derin bir uykuya dalmış ve sandal sahile ya- naştığı zaman uyanmıştı. Ahmed üzerindeki yorganı atarak kalkmağa çalıştı, hayretle etrafına ba- kındı. Sahilde; tam yanına isabet eden noktâda Olganın uşaklarından Vas- sili duruyordu. Sandalın baş tarafın- da ise Hüseyin efendi oturuyordu. Ahmed sabahın serinliğinde üşüdü, titredi. Elbiselerini aradı. Fakat o an- da duyduğu ıztırabdan dolayı bağırdı. Parmaklarının tırnakları arasına 50- kulmuş olan tahta parçaları henüz yerlerinde duruyordu. Ahmed: — Bakınız, diye bağırdı. Köpek he- rifler beni ne hale soktular! Bunu söylerken kanlı ellerini arka- ki yaraları yıkadıktan ve mümkün ol. duğu kadar sardıktan sorira Hüseyin efendinin yardımile giyindi. Bin müş- külâtla kayıktan karaya çıktı, orada dehşetli acılara tahammül ederek el- lerinin ve ayaklarının tımaklarına bö tarılmış olan sivri tahta parçalarını çi- kardı, Kâğıtlar! Bu esnada Hüseyin efendile Vassili ateş yaktılar ve kayıktan çıkardıkları erzakla kahvaltı hazırladılar. Bezler- le bağladığı ellerini baltasının asıl bulunduğu kuşağına geçiren Ahmed Abüd, kurtuluşunu ne büyük bir te . "e olduğunu burada has Arkası var) ii f | 4 Z E i