e İNEMA AKŞAM Viliam Powel ile mülâkat “Kadın denilen füsunkâr mahlüka karşı hangi erkeğin zaafı yoktur ,, “ Carol Lombard ,, dan niçin ayrıldım? Bu suali ben de kendi kendime soruyorum. Fakat bir defa oldu. Carol çok sevimli ve iyi bir kadındır,, Paris (Hususi mubabirimizden) — — Bir kaç hafta Pariste kalan Hollivu- tun meşhur filim yıldızlarından Wilam Powel ile yaptığım mülâkatın ilk kısmını bildirmiştim. Bugün de ikin- Ci kismını yazıyorum. Artiste sordum: — Pek yorgun görünüyorsunuz, gâ- Mba pek çok çalışıyorsunuz? — On kişi kadar çalışıyorum, Bir insana yakışmıyacak kadar çok çalı- şıyorum. Biraz tatil bile yapamıyo- rum. «Sebebi nedir diyeceksiniz?» İzah edeyim. Bu sinema hayatı çok garib- dir. Şöhret bulmazsanız hiç iş bula- mazsınız. Öyle ki bir kuru ekmek pa- rasını güç kazanırsınız. Bir kere de şöhret buldunuz mu işiniz bitti, artık ölesiye çalışırsınız. Daha doğrusu ça- lışmağa mecbur edilirsiniz. Bu yüz- den kaç defa şirket şeflerile mücade- leler etmişimdir. Bir flimi bitiririm, sartık biraz nefes alacağım» diye ha- zırlanırken bir de bakarsınız bir tele- fon yeni bir filme başlanıyor. Haydi bakalım stüdyoya koşulacak, geceli gündüzlü çalışılacak. Bazan öyle olur ki bir film bitme- den diğerine başladığımı bilirim. Fa- Wiliam Powel ve eski karısı Carol Lombard sebebi bu. Boşandık ama biribirimizle lan filmde dedektif rolünü benden baş?9 EYet İyi dost kaldık. kasını yapamazmış, faları rol bilmem ne imiş benden başkası oynıyamazmış. Bir gün artık o kadar tabütavanım kesildi ki; — Canım, dedim, bu kadar artist var, binlerce figüran... Onların için- den ne kadar Wiliam Powel çıkar, bi- zi bu kadar çalıştıracağınıza biraz da yeni simalar, yeni istidadlı taze kuv- vetler bulsanız da onları çalıştırsanız olmaz mı? Cevabı hazır: Onları bulmak, tanıtmak kolay değilmiş, stüdyolar bizi lânse etmek için nice fedakârlık yapmışlar, Biz de şimdi onlara küfranı nimet etmemeli imişiz ilâh... Bugün şu seyahate çıkışım bile bir mucizedir, bir filme başlanmâk üze- reydi, kavga döğüş bıraktım kaçtım. Holliyuta avdetimde hiç şüphesiz acısı çıkacaktır. Ben sairleri gibi değilim emin olunuz ki benim üstüme bugün bana daha faik bir kaç tane Willam Powel çıkarsalar memnun olurum ve hiç teessüf etmeden çekilirim. Çok se- nelerdenberi çalışıyorum, hayatımı kurtaracak para yaptım, aç gözlü de- gilim. Kuvvetli ziyaların altında ça- hışa çalışa gözlerim harab oldu, asa- bım yoruldu. Sıcakta, soğukta kapa- 4 stüdyoda o müthiş ziyaların altında kan ter içinde çalışmak çok güç şey- dir. Bu yorucu çalışmaya mukavemet edebilmek için senede hiç olmazsa bir müddet dinlenmek şarttır. Bakalım bu ihtiyacı sinema şirketleri ne zaman takdir edecekler. — Kadınlara karşı zâafınız büyük- müş diye işittim? Bu tuhaf sualim yıldızın o kadar hoşuna gitti ki gayriihtiyart güldü. — Kadın denilen füsunkâr mahlü- kâ kârşı hangi erkeğin zâafı yoktur ki benim olmasın. Adem ile Havva hikâyesini bilirsiniz, erkeği günaha kadın sokmuştur, ve o hikâye devam edip gitmektedir. «Kadına karşı zâa- fım yoktur» diyen erkek bir yalancı» dan başka bir şey değildir. Zaten şu- rTasına da emin olunuz ki «kadına kar- şı zâafım yoktur» diyen erkek zâafım vardır diyenden fazla kadın peşinde koşar, — Carol Lombarddan ne için aynıl- dınız? — Bu susli ben de kendi kendime goruyorum, Fakat bir defa oldu. Carol çok sevimli ve iyi bir kadındır. Ahlâk. larımız uymadı, anlaşamadık, bütün | — En sevdiğiniz arkadaşlarınız kim- lerdir? — Ronald Colman, Cliw Brook. Kadınlardan Myrna Loy. Myrna Loy ile çalışmaktan çok memnunum. Ga- yet zeki bir kadın olduğu için kendini pek iyi idare eder. Başkalarile oyna- dığım zaman çok sinirlenirim. Çünkü herkesçe malüm olduğu üzere ahlâ- kım pek disipline gelmez, her ne ka- dar senaryoyu lâkırdıları olduğu gibi takibe çalışıyorsam da bazan da ken- di karakterime göre fazlalıklar yap- maktan kendimi alamam, İşte bunun için karşımdaki partnerim zeki Ol- mazsa benimle ayağını uyduramaz, rol bozulur. — Fransız yıldızı Annabella ile bir film çevirecek misiniz? — Evet, filmin ismi (Jan)dır. Anna- bellâ gibi zeki ve istidadlı bir Fransız artisti ile çalışacağıma pek mem. num, yalnız düşündüğüm şey, sevim- li Fransız yıldızı İle ayağımızı uydu- Tabilecek miyiz, yani anlaşabilecek mi- yiz? Ümid ederim ki, onun zekâsı ve benim de dikkatim sayesinde anlaşa- biliriz. Anlamaktan herkesten fazla kendim şikâyetciyim. Kararsızlığın yüzünden yapmadığım yok, öyle işler görürüm ki, bazan kendime en bı. dala adam dedirtirim. Evimi görseniz, salonum bomboştur. Çünkü bugün koyduğum eşyayı yarın beğenmem hemen kaldırırım, diğer bir eşya «l- mak için bir türlü karar veremem. Bir küçük ev yaptırırım, bir müddet son- Ta küçük der ilâve ederim, evvelâ ge- nişletir sonra katlar ilâve etmeğe baş- larım. Derken ev sandık gibi çirkin hir şekil alır, sinirime dokunmağa baş- Jar, mimarıma müracaat ederim, «ca- nm buev pek çirkinolduz de- rim, «Baştan küçük tutulan bir bi- naya sonradan kat kat ilâve edilirse elbet şekilsiz bir şey olur» diye cevap verir. Bu defa ev artık bütün bütün gözümden düşer hemen yıktırırım, ey. siz açıkta kalırım. Bakalım şimdiki evimin de ömrü ne kadar olacak. Ahbaplarımla, herkesle ayni polti- ka... Meeslâ dostlarım telefon ederler beni davet ederler, fakat davete icabet edeceğimden emin olmadıkları için «Sen gelme, biz seni alırız» derler, Ba- zan da bütün tedbirlerine rağmen beni gelir evde bulamazlar peşime | düşer kapı kapı ararlar, çünkü on- lar beni gelip alıncaya kadar ben ka- rarımı değiştirir başımı alır giderim, Ahbaplarım kalbimi ve ahlâkımı bil diklerinden bana gücenmezler, Ro- nald Colmane, Cliw Brooke bu tari- da ne kadar oyun oynamışımıdır. «Be adam, derler, Allahaşkına bir kere sö- zünde dur da vaktinde randevuya gel.» Bir gün Ronald Colman ile beraber- dik, yeni bir İngiliz artisti gelmiş, ilk defa olarak birbirimize prezante olu- yoruz. İngiliz yıldızı beni davet ediyor. Ben de daveti kabul ediyorum. Ro- nald Colman fena halde bozuluyor, hemen söze atılarak: «Vil bazen çok meşguldür, korkarım ki randevuya teehhürle gelmesin» diye kapı yapr- yor. Ronald «Amma yaptın.. ben yeni ahbaba öyle oyun oynar mıyım. Siz başka, eski ahbapsınız, onun için size nazlanıyorum: dedim. — Pek âlâ bu ahlâkınız ile nasıl muntazam çalışmağa muvaffak olu- yorsunuz?, — Onlar da nazımı çekiyorlar, Bil- miyorum bu kadar nazlanacak değe- rim var mı? Amma herhalde kusuruma kimse bakmaz. Bana Hollivutun der- beder yıldızı derler. — Fransız, Amerikan hakkında fikriniz nedir? Sineması çok terakki etti. Böyle devam ederse dünyada birinci mevkii ihraz edecek. İşte bu korkudan Amerika sinema şi ketleri Fransız artistlerinin en şöh. retlilerini angaje ediyorlar. Bu su- retle Fransız sinemasının krem'ni alıp süd bırakmak istiyorlar. Herkes zannediyor ki; Fransız yıldızlarını takdir ettiklerinden angaje ediyor- lar, Takdirden değil, korkudan... Ken- di yıldızlarına rakip olacağını tahmin ettikleri ne kadar istidad varsa hepsi- ni Amerikanlaştırmak bu Surelile Fransız sinemasını zayıf bırakmak ve kendilerine rakip olmaktan menetmek istiyorlar, Son zamanlarda Amerikâda gösteri- len Fransız filimlerinin birçoğunun Amerikan filimlerine faik olduğu tahakkuk etti, İki sinema arasındaki fark şudur ki, Amerikan sineması çok zengin Fransız sineması fakir. Eğer Fransizlar da, Hollivutta olduğu gibi, sinemaya milyarlar sarfedebilseler hiç şüphesiz Fransız sineması dünyanın en birinci sineması olur. Fransızlar sinemaya para dökmeğe başladıkları gün Amerikan sinemasının şöhreti tehlikeye girecektir; Kimbilir belki bu- gün de pek uzak değildir. — B,0. | vel yetiştirmek kabil olamadı. Burada — Fransız sineması son senelerde Yazan: Arif C. Denker ESRARENGİZ KERVAN Sahife 7 Sl 'Tefrika No, 14 —— Duvardaki çatlaktan bir harç parçası koptu, yerdeki halının üzerine “düştü «19.8., 15.6., 7.8., 13.9. 9.5., 12.7. 3.B»| Çekilen ipliklerden hasıl olan Ta- kamlar sahifeleri, tamir edilen yerle- rin sayılmasından elde edilen rakam- lar ise o sahifelerin satırlarını ve keli- melerini bildiriyordu. Sonya bu kelimeleri bir araya top- ladı, Ondan sonra koynunda saklı duran ince bir şifre defterini gömleği- nin arasından çıkardı. Kelimelerin ne mâna ifade ettiğini o deftere baka- Tak tesbit etti, Bu suretle aşağıdaki cümleler hasıl oldu: «Bir uşak sizi bekliyecektir.» «Yerde oturacaktır.» «İkinci sokağın köşesinde oturacak- tir» «Sağ tarafa sapan sokağı takib et- melisiniz.» «Uşak sizi arabanın bulunduğu ye- re götürecektir.» «Bu arabaya binerek size bu haberi gönderene gideceksiniz.» «Bu haberi gönderenin numarasi...» Olga burada durdu ve mendilin ke- narlarındaki yıpranmış yerleri birer birer saydı. — 63, tamam çıktı! dedikten sonra mendili bir tarafa attı. Ondan sonra arkadaşına dönerek: — Acaba neden bizimle hemen bu akşam konuşmak istiyor, diye sordu, Sonya rusça kitabı kapattı, gizli şif- re defterini de gene koynuna sakladı. Ondan sonra dedi Ki: — Elbette ne istediğini biraz sonra öğreneceğiz. Gel şimdi azıcık uyuya- Yun da dinlenelim. Herhalde bu gece uykusuz kalırız, kimbilir saat kaçta geri döneriz! Bunu söyliyerek yandaki odaya doğ- ru'yürüdü. Olga: u, ben uyumuyacağım. Va- kit geldiği zaman seni uyandırırım! dedi. Lâmbayı masa ile beraber minde- rin yanma yaklaştırdı ve minderin üzerine oturdu. Biraz sonra yandaki odanın methaline kadar giderek içeri- ye kulak verdi. Sonya uyuyordu. Mun- tazam nefes alışı onun derin bir uy- kuya daldığına delület ediyordu. Bunun üzerine Olga gidip tekrar minderin üstüne oturdu. Ahmed Abud- dan aldığı mektubu cebinden çıkara- rak büyük bir dikkatle tekrar okudu. Bu mektupta deniliyordu ki; «Azizim Larsen! Yanılmıyorsam şimdi bulunduğu- nuz yerde bu ismi taşıyorsunuz. Rus Türkistanındaki mühim harekât için elzem olan kıymetli hamulemizi Belu- cistan sahilinde karaya çıkararak Af- ganistan yolile göndermek mümkün olamadı. Onun için Çin yolunu kul- Yanmağa mecbur kaldık. Yüzbaşı Hur. man, arkadaşı ... paşaya yardım et- mek için Almanyada bin müşkülâtla itilâf devletlerinin murakıblarından gizliyebildi bu hamuleyi Hamburgda vapura yükliyelidenberi çok zaman geçti. Maattgessüf hamuleyi daha ev- Şangayda da uzun müâmeleler ve | müzâkerelerle vakit geçirildi. Nihayet buradaki şakilerle arnlaşabildik. Demiryolunun son İstasyonu olan 'Hsi-Ngana kadar nakliyata Çu-Fa-Seng nezaret edecektir. Siz yalnız sandıkla- rm kırılmamasına ve çalınmamasına dikkat ediniz. Hsi-Nganda Çu-Fa-Sen- gin itimad ettiği bir adam nakliyatı üzerine alacak ve Lan-Çuya kadar gö- türecektir. Lan-Çuya geldiğiniz zaman Afga- nistanlı siyasi firarilerden Gulareddin size iltihak edecektir. Bu adam orada Hang-Juen İsmini taşıyormuş. Onun evini bulmak için şu noktalara dikkat edeceksiniz. Ev köprüye bitişiktir. Kapısının tahtası üzerine üç kuyruk- Tu bir kedi resmi kakılmıştır. Kula- reddin vaziyetten haberdar edilmiştir, sizi bekliyor. Kış gelmdeen evvel An-si-Fana 'ye- tişmeğe çalışınız. Çünkü yollar çok bozukmuş. An-si-Fanda şubata kadar bekliyeceksiniz. Yollar o aydan sönra açılırmış ve iyi imiş. Buradan sonra Hami, Turfan, Toksun üzerinden Ka- raşehire ve oradan büyük yolu taki- ben Korla, Kaça, Bay, Aksu, Çadir gölü, Yeniabad ve Feyzebal üzerinden Kaşgarda Afganlı Hacı Mehmet İsa sizi bekliyecektir. Hamuleyi onun âr- diyelerine yerleştirip emir bekliyecek- siniz. Rus Türkistanına geçmek için ne yapmak Tdztm geleceğini siz artık biliyorsunuz. Almanyaya ayağınız düşerse Ham- burgda beni aramayı unutmayınız. Şayed seferde döğilsem güzel şehrimiz« de bir gece eğlehtisi tertib ederiz » 4 ağustos 1921 tarihli olan ve kap- tan Vernerin “İmzasını taşıyan bu mektubu Rus casusu Olga Feodorov- na İki defa dikkatle okudu. Ondan sonra katlıyarak iç yeleğinin iç cebi- ne sakladı. Casüs kız düşünüyordu: «Bu kadar ihtiyat tedbirleri alına- rak, bu kadar itimad adamlar ve giz- li işaretler kullanarak Şangaydan Kaşgara yapılan bu sevkiyat acaba nedir? Diğer kiğıdiarda gösterilen sandıkların bu sevkiyata ait olduğuna şüphe yok; Sonra, işin başında bir Al man bulunuyor; yahut Alman ismi ta- şıyan başka birisi! Memleketin ahva- Mine vâkıf ölmedığı mektubun mün- dericatından Anlaşılan bu Larsen kim? İşte esrarengiz bir iş ki peşinden koşmağa bihakkın değer. Mektupta bir'de bir paşadan bahse- diliyor. Bu olsa olsa Enver paşa ola- caktır. Onun Sovyetlere karşı son za- manlarda düşmanlık etmeğe başladı- ğına dair vaki bun şayialar ortaya çıktı. Fakat bu düşmanlığın Rusya Türkistanında müsellâh bir mukave- mete kadar ilerilemiş olacağına ihti- mal vermek kolay değil. Yoksa bu si- lâh ve cephanede Enver paşaya mı gönderiliyor?.. Olga Feodorovna minderin üzerine uzanarak bu suretle düşünüp durur. ken gözü tavanda yürümekte olan bir örümceğe ilişti. Kız örümceğin hare kâtını takib ederken aklı gene o mek- tuba daldı; «Acaba Larsen hakikaten bir Ak man mı, yoksa Enver paşanın maiye- tinde çalışan bir Türk zabiti mi? Ben onu tanımak ve belki de... Ona yar. dım etmek isterdim. Böyle bir hare- ket, ücret mukabilinde casusluk et- mekten, dünyanın bin bir çeşid halki- le alâkadar olmaktan, şunu bunu ele vermekten daha hayırlı olmaz mı? Hem ben aslen Türk değil miyim? Bu aralık yoluna devam eden örüm- cek lâmbanın tavanda hasıl ettiği zi- ya dairesinin içine girdi, fakat hemen o dairenin içinden çıkarak tavandaki bir yarığın içine daldı. Olga örümceği güzile hâlâ takib ediyordu. Bu aralık örümceğin birdenbire o yarıktan çıka- Tak kaçmağa başladığını gördü. Ayni zamanda o yarığın içinden küçük bir harç parçası koptu ve yere serili olan halının üzerine düştü. En ehemmiyetsiz hâdiseleri bile göz- den kaçırmamağa alışkın olahi Olga, A&caba örümcek neden ürkerek yarığın içinden kaçtı, harç parçası niçin kopa- rak yere düştü?'diye düşündü. O nok- tayı göz hapsine aldı. Fakat şüpbeyi davet edebilecek bir şey göremedi, Biraz sonra Olga arkadaşi Sonyayı uyandırdı. İkisi de giyinerek sokağa çıkmağa hazırlandılar. Siyah manto- Jarına büründükten ve ayaklarına ka- ın abadan mamul Çin terlikleri geçir. dikten sonra odadan dışarıya çıktılar, Kapılarını iyice kilitlediler ve hiç gü- rültü çıkarmadan merdivenden aşağı- ya indiler. Han kapısının önünde otu. ran bekçi onlara kapıyı açtı. Sokağa çıktılar, Mehtab her tarafı aydınlatı. yordu. Biraz ileriledikten sonra takib edi- lip edilmedikletini anlamak için du- Tup arkalarına baktılar. Bulundukla- rı noktada on beş dakika beklediklen kak çok dardı. Evlerin kapıları hep içerlek olduğundan yol kesmek istiyen hırsızlar oralara gizlenerek geçenlerin üzerine birdenbire hücum edebilirler. di. Onun için iki kız aralarında bir kaç adım fasıla birakarak arka arkaya yürüyorlar ve ikisi de mantolarının arasına gizledikleri rovelverlerini her ihtimale karşı ateş etmeğe hâzır bü. Junduruyorlardı. (Arkası var) r