28 Eylül 1937 HER AKŞAM BİR HİKÂYE , Rüştü radyonun düğmesini çevir- 4. Radyonun spikeri diyordu ki lı sanatkür Zahide- . Kiymetli misafi- iz size bu gece türkçe şarkılar dkuyacaktır. l Rüştü âdeta heyecan içinde idi. Üç | gtcedenberi dinlediği bu kadının se- #lne bayılıyordu. Öyle içten, öyle İlik söylüyordu ki Rüştüde büyük bir Merak uyanmıştı: Bu kadını tanı mak... Bu kadının yüzünü görmek... Zahide ile tanışmak O gece Zahidenin söylediklerini bü- yük bir zevk içinde dinledi. Misir #anatkârın İstanbulda daha uzun müddet kalacağını biliyordu. Fakat bu güzel sesli kadın hiç bir bahçe- de, hiç bir gazinoda şarkı söylemiyor- Mu. Yalnız radyoda okuyordu. Bu- Nun için onunla tanışmak imkân yoktu. Halbuki Rüştü meraktan çıldıra- taktı. Zahidenin çok güzel bir ka- dın olduğunu da işilmişti. Bir gün vapurla Adaya gidiyordu. Karşısında ihtiyar bir kadınla ya- ramaz bir erkek çocuğu oturuyordu. Çocuğun elinde bir çikolata vardı. Yumurcak bu çikolatayı doğru dü- rüst yiyeceği yerde ağzına sokup Çi- kararak atıyordu. Birdenbire çocuk ihtiyar kadına: — Büyükanne... dedi, bu gece eve ider gitmez radyoyu açalım... Zahi- de teyzem şarkı söy Mi Bunu işitir işit Rüştünün gü leri parladı. Demek © sesine bayıl- ğı, o yüzünü görmek için çıldırdı- İh Zahide bu çocuğun teyzesi idi hal... O halde çocuğun bü si de Zahidenin annesi idi... Derhal karar verdi. Karşısındaki ihtiyar kadınla ahbap olacaktı. Bu- nun için de evvelâ çocukla arkadaş- tığı ilerletmek lâzımdı. Küçüğün ya- nağını sıktı: — Aman dedi... Çocuk ilk hamlede dirseklerine ka- dar çikolatalı olan elini Rüştünün ne sevimli yavrucak... ipekli gömleğine yapıştırdı. Gömlek- | te çikolatadan el izleri kaldı. Fa- kat ne zararı vardı? Zahidenin ak- Tabalarile ahbap olmak için Rüştü her şeye razı idi. Bereket yumurcak çikolatasıni bi- tirmişti. Fakat bu esnada vapurun seyyar çikolatacısı: — Karamelâ... Nane, limon şeke- r... Çikolatal.. diye güverteye çık- Muştu. Çocuk: — Yaaaa... İsterim... Çikolata is- terim!... diye tutturdu. Rüştü hemen: — Peki yavrum... Pek gum!.. diyerek çikolatac Çocuğun beğendiği en bü Jatayı salın aldı Artık çocuğun eli çikolatadan bir çamurla bulanmıştı. Ve bu eller Rüş- tünün yazlık beyaz elbisesinin her tarafma yapışkan bir sinek gibi ko- Bup kalkıyor, kalkıp konuyordu... Be- yaz ya elbise leke içinde kalmış- bı. Fakat Zahidenin sesi kulakların- da çınladıkça Rüştü bunlara aldırış etmiyordu İhtiyar kadın yumures; — Yurdanur... Doğru yın elbiselerini x seslendi: ur... Ba kirlettin baks Rahatsız etme... Rüştü: — Ama nefendim miyeti mi var... Sevimli rahatsız etmek şöyle dursun bilâkis son derece eğlendiriyor Yurdanur artık büsbütün şımar- mıştı. Bir aralık Rüştünün yanında du- ran şapkasını kapınca denize fırlat- fa. Rüştü evvelâ bir çığlık kopardı. İhtiyar kadın: — Yurdanur... Hınzır evlâd... Yap- tin mı yapacağını?.. diye bağırdı. Fakat Rüştü gene dişini sıktı. Fevkalâde bir kibarlık göstererek: — Ehemmiyeti yok efendim... Za- ten Adada oturuyorum. Eve kadar şapkasız gidiveririm.. Rüştü çocukla ve dolayısile ihtiyar kadınla ahbap olduğuna memnun. du. Belki bu ahbaplık onu Zahideye kadar gölürecekti. Bundan sonra Yurdanur yapma» dağını bıtakmadı. Bir aralık Rüştü- nün gözleri yerde parç& parça cimuş bir vapur biletine ilişti. Çocuğa sordu: — Bu bileti senmi yırttın yav- rum?.. Çocuk arsız arsiz cevap verdi — Ben yırttım ya. — Peki... Şimdi büyükannen bi ak? »nemin geğil ki... — Ya kimin? Bunu işitir işitmez Rüştü çocuğu tokatlamak için kendini güç Zap- tetti. Fakat birdenbire Zahide ek- hna geldi teyzesile ahbap olmağa imkân yok- tu. Gene sustu... Bir aralık bir punduna getirip ço- cuğa sordu: — Demek radyoda Zahide teyzen bu gece şarkı söyliyecek öyle mi? — Söyliyecek ya... Bu sırada çocuğun büyükannesi gülümsemeğe başlamıştı. Rüştü sordu: — Demek meşhur Mısırlı sanatkâr sizin teyzeniz... O halde siz de Mısır- Buna çocuğun büyükannesi ce- vap verdi: — Ne münasebet oğlum... Bizim Yurdanur radyoda şarkı ve masal söyliyenlerle ahbaptır. Meselâ ba- yan Halide çocuk masalları anlatmaz mı? Ona «Pişkin teyze» der. Radyoda çocuk masalları anlatan aktör Gali- bin ismi «Arıcan amca dır. Radyoda şarkı söyliyen bayan Za- hideye de «Zahide teyze» der, yoksa hakiki teyzesi filân değildir... (Bir yıldız) Eğer çocuğu tokatlarsa | Türkiye (o Ecnebi 1400 kuruş 2700 kuruş # AYLIK 750 > 50 » 3 AYLIK 80 >» 1 AYLIK —. | Posta ittihadına dahli olmıyan *ketler: Beneliği kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Recep 33 — ar 146 A İmsrk Cüneş Öğle İkindi Akşamı Yat E. 10161155 66 928 1200 180 Va. 415 554125 1526 1758 1030 İdarehane: Babı Acımusluk So. No. 13 AKŞAM 28 Eylül Satı Öğle neşriymti: 1240: Plâk- 12.50: Havadia, 1305: atı, İ: SON. 1830: Pilklan dans 9 rans: Eminönü Enlkevi neşriyat kolu namına: Nusret Sa- fa, 20: Hamid ve arkadaşları tarafından Türk musl ve halk şarkıları, 2030 Ömer Rıza tarafından arabca söylev, Vedia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şurkıları( Sast & n, 2118: ORKESTRA, 22,15: Ajans borsa haberleri ve ertesi günün 2230: Piikia sölolar, opera Tat patçaları, 28: SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programları Roma (421) sant 27: Seni seri, Lüksemburg (1293) Marsilya (400): Benfonik konser, İstanbul — Jâ Türk mu: Muhtelif plâk ne, ses kon- 2215: Operet, Pete Konser, Varşova (1339): Viyolonani konseri, Moskova (405): Viyolonsel ve piyano, Peşte (540) 23,15: Arp konseri, Breslav (316) 22,18: Org konseri, Dans musikisi Marsilya (400) anat 24, Peşte (540) 24, Londra (Kısa dalga) 1720 — 1920 A. 29 Eylül 357 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1220: Plâk- la Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam musikisi, keyi namına, i tarafından “Türk musikisi ve halk şarkıla- ri, 2030: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 2045: Sulhiye ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15: ORKESTRA, 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: İnci: 'Türkeç şan piya- no refakatile, 25: BON. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Tak- sim: Limonciyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Galata: Kara- köyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Vasıl, Hasköy: Halıcıoğlunda Barbub, Eminönü: Mhmed Kâzim, Heybelis- da: Tomadis, Büyükada: Merkez, Fa- tih: İsmali Hakkı, Karagümrük: Meh- med Arif, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Pazaryolunda Mer- cind Sorar, Üsküdar berlitaşta Sırı Resim, Ahmed Hamdi. #ehremini : Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga- mecmua ve kırtasiyeyi ucuz AKBA milesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kabul, abone kaydedilir. Undervodd yaz: ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada satış yeridir. Telefon: 3377. EVROZİ Kullanmakla kabildir! Baş, diş, sinir, mafsal, adale Bir hamlede nezle ve gripi geçirir. Harareti sür'atle düşürür. almak suretile çarçabuk defedilebilir. Kat'i Tesir ağrıları ancak NEVROZİN İcabında günde 3 kaşe alınabilir Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mam Tefrika No. 11 Rodos beyi, kılıç All paşayı görünce: “Devletlim,dedi,burada bir hazine bulduk fakat, kimse el uzatamıyor oraya..,, Donanma İstanbuldan ayrıhrken, | üçüncü Murad, Kılıç Ali paşaya: — Arşipel adalarına uğramayı da ihmal etme! (Hoşeda) yı belki ka- dın kaçakçıları oraya kaçırmışlardır.. Demişti. Kaptan paşa, padişahın Sözlerini de unutmuyordu. Sultan Muradın bu tavsiyesi pek te mânasız değildi. Son seneler için- de İstanbuldan pek çok kadın ve genç kız kaybolmuş ve bir müddet sonra bunların Arşipel adalarında Venedik ve İspanyol zenginlerine sa- tıldığı görülmüştü. Sultan Murad sevgili gözdesinin bu maksatla oralara kaçınılması ih- timalini ileri sürerek: — Hoşedamı senden isterim, Kıhç! Diye yalvarmıştı. Kılıç Ali paşa, yolda giderken, kap- tanlara söz verdi: — Canınız döğüş istiyor sanıyo- rum! Mademki dileğiniz Arşipele git- mektir, İlk önce Rodosa uğrıyalım. Oradan Arşipel adalarına gideriz. Rodos halesinde bulunan hazine.. «.. Bu altınlara ve bu mü- cerherlere el sürenler, saraya tutulup yerlerde sürünerek can vereceklerdir!» Rodos beyi donanmanın geldiğini görünce sevindi. Biraz sonra «paşa gemisi; ni gördü. sevinci büsbütün artlı. Kale dibindeki kumsala kale muhafızlarını topladı. Muhafızlar ve leventler hep bir ağızdan: — Kaptan paşa geliyor... Diye üç kere bağırdıktan sonra, boru ile Kılıç Ali paşanın geldiğini ilân ettiler. Rodos beyi derhal paşa gemisine koştu: — Hoş geldiniz, devletlim! Sizi uzun zamandanberi dört gözle bek- liyorduk. Allah sizi tam vaktinde gönderdi buraya... Diyerek aylardanberi Rodos adası civarında yapılan korsan baskinları- İ nı birer birer anlattı | sesi nerede W Kılıç Ali paşa Mustafa beyi me- rakla dinliyordu. — Bu baskın hadiselerini neden bize bildirmedin? Diye sordu. Mustafa bey ilerisini düşünür, ih- tiyatlı ve soğukkanlı bir adamdı: — Veziriâzamdan çekindim, dedi, o beni sevmez. bi bir hadiseyi kendisine bildirseydim, işi velveleye verdin diye beni tszir eder, belki de buradan atardı Kılıç Ali paşa: — İşte şimdi bir kat daha güzü- me girdin, Mustafa! Ben senin bu kadar düşünceli olduğunu bilmezdim. Söyle baklım: En son baskın hadi- lde oldu? Mustafa bey anlatmağa başladı — Sancağını, firmasını o göreme- diğimiz bir büyük yelkenli ikide bir- de bu taraflarda görünüp arka sa- hili basıyor. köylüleri taciz ediyor ve köyleri soyup gidiyor. — Limandaki gemiler neden kibe çıkmıyorlar? — Gemilerin kalafat mevsimi gel di. tamir edilecek, boyanacak. bu yüzden leventler şehirde yan gelip yatıyorlar. — Biz on iki gemiyi burada çürü- sün diye mi bıraktık?! Bir düşman gemisi buralarda bize meydan oku- yor da siz onun hakkından gelemi— yor musunuz? — Yeventler ve yelkenciler alti aydır aylıklarını alamadıkları için, vaziyet gergindir, devletlim! Levent- lere söz söylemeğe dilimiz varmıyor. Zaten adada kıtlık başgösterdi. 'Ti- taret yok. para yok. erzak yok. gönderdiğiniz peksitemlerin hiç birl gelmedi buraya! Kılıç Ali paşa bu vaziyetten çok müteessir olmuştu. İlk işi, Rodos- taki leventlerin aylıklarını dağıtmak oldu. Bundan sonra donanmadan e Şe ta bir mikdar erzak çıkararak, orada Perez şikâyet eden denizcilere da- tt. Ve hemen © akşam beş gemi ile Hüsrev reisi ve Küçük Sinanı, adı etrafında dolaştığı bildirilen düşman korsanlarının takibine memur etti, Hüsrev reis kumandasında hare- ket eden beş yelkenli, denize esmer gölgeler düşer düşmez Rodos lima- nından ayrıldı. Donanma Rodos önünde demirle- mişti, Gemiciler O gece istirahate çekil diler, ” Hüsrev ve Sinan reisler düşman korsanını arıya dursunlar... Ertesi sabah paşa gemisine gelen Rodos be- yi, Kılıç Ali paşaya çok mühim bir haber getirmişti. i Kılıç Ali paşa güvertede oturuyor- a Mustafa bey, kaptan paşanın önün- de durdu: — Devletlim, dedi, geçenlerde ka- le muhafızlarından iki kişi, kale için- de bir sabah bir taş görmüşler, Bu taştan şüphe ederek yerinden oy- natmışlar. küçük bir merdiven gö- rüp içeriye girmişler. Bir mahzen içinde sandıklar dolusu para ve mü- cevher görmüşler. Kılıç Ali paşa kendini tutamadı: — Rüyada mı görmüşler bun- ları..? Diye gülümsedi. Mustafa bey de oldukça şakacı bir adamdı. Fakat, Rodos beyi bu me- seleyi o kadar ciddi bir tavırla an- latıyordu ki... Kaptan paşaya: — Rüya değil, paşam! dedi, bu bir hakikattir. Mücevher sandıklarını ben de gözümle gördüm. — O halde neden parasızlıktan şi- kâyet ediyorsun? Leventlerin birik- miş aylıklarını me diye vermedin de onları ayaklandırdın? Mustafa bey sözüne devam etti : — Sandıkların başında şöyle bir lâvha gördük: «Bu altınlara ve bu mücevherle- re el sürenler, sar'aya tutulup yer- lerde sürünerek can vereceklerdir!» diyordu. Bunu görünce hiç kimse bu meşum sandıklara el uzatamadı. Kılıç Ali paşa düşünceye daldı: — Nereden kalmış bu hazine..? — Eski Rodos beyleri, Rodosun türkler tarafından fethedildiği za- man, bunları kaçıramamışlar. Belki günün birinde gene Rodosu türk- lerden alırız hülyasile kalenin içine gömmüşler. Kaptan paşa yavaş yavaş başını salladı: — Olabilir... Faket, bunlara el uzatanların Sar'aya tutulmaları gü- lünç bir şeydir. Bunu şövalyeler, cahil halka bir siper olarak kul lanmış olmalıdır. Hele bir kere ufak bir deneme yapaydın! — Yaptım, devletilm! iki kişi bu yüzden zehirlenip öldüler. Bu hadi- seden sonra herkes o mahzene (me- şum hazine) diye yaklaşmıyor. — Ne diyorsun.. öldüler mi? — Öldüler, Fakat sar'aya tutuk madan. — Nasıl zehirlendiler? — Para ile iki kişi tutmuştum... Bunlardan -birisi altın, diğeri de mü- cevher sadiğina elini uzattı. — Sen görüyor muydun? — Evet.. ben de arkalarında dü- Tuyordum, Altın sandığına elini uzü- tan adamın avuçları bir anda sap- sarı oldu. titriyerek birden geri çe kidi. Ötekinin kolu dâ bileğine kar dar kapkara oldu... — Sonra..? — Aradan on beş dakika bile geç- memişti. İkisi birlikte omorardılar.. dilleri dışanya sarktı. mahzenin merdivenlerinde düşüp kaldılar, Kıhç Ali paşa bu hikâyeyi hay. retle dinliyerek: — Garip şey! Diye sakalını sıvazladı. (Arkası var)