22 Eyldi 1937 BİR HİKÂYE Tren durdu. Yolcular akın akın, latformda yürümeğe başladılar. Bu aman içinde bir genç kadın, Endişeli bir halle ilerliyordu. Daha Bazlı gitmek istiyordu, fakat önünde- kiler hail olmakta idiler, Nihayet, yüzünde bir ps a hasıl oldu. Gül göründü: ye haykırdı. ıma çıkan kadında da ayni sıl oldu, Ve iki hemşire biri- in kolları arasına atıldılar. Karşılamağa gelen genç kadın: — Ablacığım! - diye âdeta inildedi. Kucak kucağa gibi yürüdüler, İnsan üzerinde hasıl ettikleri tesir bambaşka olmakla beraber fevkalâde yekdiğerlerine benziyorlardı. Kız kar- deş olmaktan ziyade anne kızı andı- rıyorlardı, Hakikatte ise, aralarında On senelik yaş farkı vardı. Küçük, modanın bütün kaprislerine kendini kaptırmıştı. Büyük ise, böyle şeyl den bihaber, koyuvermişti kendini! Koyu renk ve ciddi biçimli elbisesi, şıklıktan tamamile âriydi, Arabaya bindikleri vakit, küçük, büyüğ: — Geleceğini biliyordum! - dedi — Mektupların beni endişeye düşü- rüyordu. İşlerde bir bozukluk olduğu- hu hissediyordum, Anlat kuzum, Ne var ne yok! Ablanın gözlerinden yaşlar aktı Cevabı bundan ibaret kaldı. Adalet onun ellerini tuttu. Gözlerinin içine baktı. sordu. Kadıncağız başını sevets makamın- da salladı: — Tuhaf şey... Halbuki o sana pe- restiş ediyor gibiydi. — O zamanlar çoklan geçti. Abla, dört sene evvel kurulan bu saadetin yıkıldığını tcessürle öğreni- yordu. Küçük ilâve etti: — Ekseriya akşamlarım yapyalnız geçiyor. Bazan sabahın birine kadar kocamı bekliyorum. Her ayak sesi Bir akşam hattâ biç gelmedi. Ertesi gün mânasız, yu: tulmaz mazeretler serdetti; Onu büs- bütün kaybetmemek korkusile ben de fazla ısrar etmedim, Adalet hemşiresinin bu sözlerinden dolayı ağlıyacak kadar müteessirdi, O âdeta ablalıktdan ziyade, öksüz ka- lan bu çocuğa annelik yapmıştı. Bü- tün hayatını ona vakfetmiş, feda et- mişti, Kadriye evlendikten sonra köye çe- kilmiş, ömrünü hayırperver işlere sar- fetmekle geçiriyordu. Fakat yavrusu- nun, yani küçük kardeşinin üzüntü- sünü duyar duymaz hemen koşmuş- tu. O akşam, Arif her seferkinden da- ha erken geldi. Nazik bir eda ile bal- dızına yaklaşarak, tatlı tatlı: — Safa geldin, Adaletçiğim. Erkeğin hâlinde hiç bir değişiklik görmemek, Adeleti hayrete düşürdü. Fakat karısının hatırmı sorarken kondurd soğuk ve lâkayd buse, ablaya, deminki itirafların ne kadar yerinde olduğunu anlattı. Kederine rağmen — Adalet, ortalığı meşelendirmeğe çabalıyordu. Zeki ve tatlı muhaveresi havadaki soğukluğu biran için siliyordu. Zavallı Kadriye, kısa bir zamana mahsus bile olsa, yu- yasında eski samimiyetin doğduğu- Du görünce, ablasına karşı derin bir minnet hissediyordu. Arif, her ne zaman iki hemşireyi mukayese ederken aralarındaki azim farka hayret ederdi. Bunlardan birisi, » yani karısı - pembe, beyaz, hususi- yeti olmıyan bir bebekti. Yalnız gü- zelliği var, işte o kadar. Öteki, buru- Şuklarına rağmen, saçındaki beyaz tellere rağmen, ne mânalı, ne güzeldi. Ondaki füsun, zamana da, yaşa da meydan okuyordu. Çünkü ruhten ve gekâdan ileri gelmekteydi. Arif, baldızının, üstünü, başını ara- da sırada sürer, onun taşralı halile &lay etse bile, derunünde Adalete karşi hürmetkâr bir samimiyet hisse- derdi, Yemek bitince salona geçtiler. Çap- kın erkek, bileğindeki saate arada mrada göz atıyordu. Herhalde kaçır mak istemediği bir randevusu vardı. Lâkin en basit misafirperverlik kaide- sine uyarak, o akşamlık baldızını der- rif için mi üzülüyorsun? - diye | hal yüzüstü bırakmadı; daha geç git- meğe karar verdi. 4 Nezaket.olsun diye, Adalete sordu: * — Sesinizi çok rhethediyoklar. Hal- buki ben, şarkı söylediğinizi hiç işit- medim. Azizim, bi. görüyoruz ki... * Kadriye hemen lâfa atıldı: — Tevazuundan dolayı sesini kim- seye dinletemiyorsun. Miaamafih, şim- | di seni yaksladık. Bırakmayız. Haydi | alahaşkına, güzel bir şey söyle de Arif hükmünü versin . Adalet piyanoya oturdu. Erkek, için için, bu muhavereyi açtığına kızıyor- du. Zira gitmesi büsbütün gecikecek- ti. 1 öyle seyrek Abi, sordu: — Ne söyliyeyim?. Şu şazkıda karar verildi: Yine zevrakı derunun Kırılık kenâra düşlü Dayanır mı şişedir bu Rehi sengsara düştü Daha ahengin ilk faslında, dinle. yenler yüreklerinin derinliğinden sar- Sıldılar, Arif, gelişi güzel medhedilen mânasız seslerden birini işiteceğini sanmıştı. Halbuki bu sıcak, bu hara- retli, bu içinden kopma ses, onu gaş- yetti. o Şarkı söyliyenin manevi kuv- veti alle çerçevesini kırmış, dışarı çık- mnıştı. Bu, ıztırabını dünyaya bağıran çılgın bir âşığın feryadıydı. Sonra, bir billürun kırılması gibi, o ses, yavaş! yavaş öldü. Süküt avdet edince, Arif, söliye- cek söz bulamadı, O kadar coşmuştu ki, kompliman için, Kelimeleri topl yamıyordu. Olan randevüsüne oldu. Ertesi gün, gene evine vaktile geldi ve dışarı çıkmadı, Günler, bu şekilde tevaliye başladı. Adalet, artık evine dönmek istediği zaman, Arif karısile beraber, alıkoy- mak için, fevkalâde israr ett. Abla bu kadar yalvarmağa karşı gelemiye- rek, birkaç gün daha kalmağa karar verdi, Kadriye, ablası rak: — Bak, görüyor musun? Sen gele- 1, evimin saadeti de geldi. Allahaşkı- na, kal!.. Senin sayende günlerimiz ne mesud geçiyor. Ve abla, bu sözleri işittikçe gitmesi- ni mütemadiyen uzatıyordu. Bir gün öğleden sonra, Kadriye ey- de yokken, Adalet, açık pencerenin önüne oturmuş, elişi yapıyordu. Kapi açıldı, Arif içeriye girdi. Bu saatlerde eve gelmesi âdet olmadığı için, kadın şaşırmıştı. Onu rahafsız etmemek üzere kalkıp odasına çekilmek istedi. Fakat Arif, baldızını kolundan tuta- rak, helecanlı ve boğuk bir sesle: ının boynuna sarılar m GRiPIN: En şiddetli baş ve diş ağrılarını, romatizma sancı ve sızılarını keser Çaresi varken ıstırab çekmek.. ne acınacak sal! Gripe, nezleye ve emsali hastalıklara karşı bilhssa müessirdir. GRIPi Kaşelerini alınız. icabında günde'3 kaşe alınabilir. öm 22 Eyi 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- Is Türk musikisi, 1250: Havadis, 1905: | Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: İkinci Türk tarih kurultayın neşri (Kurultayın müteakip toplantı gün ve saalleri her toplantı 80- nunda bildirilecektir), 1830: Plâkla dans musiklli, 1930: Konferans: Beyoğlu Hal- kevi namına, 20: Bimen Şen ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 200; Ömer Rıza tarafından arabca söyler, 20445: Nezihe ve arka ları tarafından Türk musikisi ve halk şar“ kıları (Saat ayarı), 2115: ORKESTRA, 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün proj 1, 2230: 'Türkçe şan: İnci tarafından, piyano refakatile, 23: BON. 23 Eylül 997 Perşembe , İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,5: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: İkinci Türk tarihi kurultayın neşri (Kurultay müteakip toplantı gün ve saatleri her toplantı s0- nunda bildirilecektir) 1530: Piâkla dans musikisi, 1030: Spor müsahabeleri: Eş- reş Şefik tarafından. 20: Sadi ve arka- daşları tarafından “Türk musikisi ve balk şarkıları, 2030: Ömer Rıza tarafından arabca söyler, 2045: Fasıl san heyeti, 21,15: ORKESTRA, 32,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2280; Piâkla sololar, opöra gre operet parçaları, 23: SON. 'Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Maçka, Taksim İstiklâl cad- desinda Kemal Rebul, Kurtuluş cad- desinde A. Galapolu, Beyoğlu: Gala- tasaray, Posta sokağında Garih, Ga- Inta: Topçular caddesinde Hidayet, < Vasıf, Hasköy: Halıcıoğ- Rarbut, Eminönü: Mehmed Hybeliada? Halk, Büyükada: hanede İbrahim Tunda Kâzim, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Nuri, Ta- Tabya, Yeniköy, Emirgin, Rumelihi- #armdaki eczaneler, Aksaray: Yeni- kapıda Sarım, Beşiktaş: Najl, Fener: Bulatta Merkez, Beyamd: Cemli, Ka- dıköy: İskele caddesinde Sotiryadis, Yeldeğirmeninde Üçler, Üsküdar: Se- imiye, Küçükpazar: Yorgi, Samat- ya: Çuln, Alemdar: Cağaloğlumda Abdülkadir, Şehremini: Ahmed Hamdi, - dedi. - Sizin lâzım... — Durun, gitmeyin... için geldim. Şunu bilmeniz Anlamadınız mı ki, ben sizi... Adalet, birden yerinden fırladı. Mü- | teazzım bir nazar atmakla dudaklar- dan çıkmak üzere olan mücrimane iti- rafatı söyletmedi. Erkek, kan ter içindeydi, Gözlerini yere indirdi. Anlamıştı ki, eğer kaza- Td o kelime ağzından çıkmış olsaydı, bir daha o hassas, o çok sevdiği yüzü görmek kendisine nasip olmıyacaktı. İhtimal şarkılardaki âşıkane ihti- zazlarda, gayri meşru bir sevginin ne- ticeseydi. Bu da bir muamma halinde kalacaktı. İkisinin ayni evde yaşamaları için hislerini kendi kendilerine bile itiraf etmemlerinden başka çare yoktu. m GRİPİN: Üşütmekten mütevellid bütün ıstırabları, adale, bel, sinir ağrılarını dindirir Tarihi Kalyopi, Kılıç Ali KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli ik Tefrika No. 5 “kap paşanın köşküne girmeğe çalışıyordu. Demir Receb dizginleri sevgilisinin eline vermiş görünüyordu. Kaptan paşa, Yalı köşkünden donanmayı göstererek: — Gemiler hazırlandı. artık yola Ertesi akşam Receble başbaşa... . — Dün gece sabaha kadar Tersa- nede çalıştık, Kalyopi; Kılıç Ali pa- şa da gece yarısına kadar Tersane- de kaldı, Kaptan paşa bu yaşta ka- ranlıklara kadar iş başında kalırsa, 'Tersaneden ayrılmak çok güç Olu- yor. Galiba yarın gtce de Orada sa- bahhyacağız. — Bu hazırlıklar ne için?... culuk ne tarafa..? — Çanakkale dışa çıkacağız. Veneğiklilerle aramız . açılıyor gene, Bir yelkenlimizi batırmışlar.. — Batıranların Venedikli olduğu- nu nereden anladılar? — Yelkenliden kurtulup gelenler söyledi... — Demek iş azışıyor! paşa da gidecek mi sizinle? — Elbette. Böyle bir günde do- nanmanın başına geçmeden içi rahat edebilir mi onun? — Kaptan paşanın pedişakla arası açıkmış diyorlar. doğru mu? — Yalan. Padişahın herkesten çok ona itimadı var, — Sen gidersen, ben buralarda yalnız kalmaktan korkuyorum, Re- cepciğim! — Ne yapalım? Harbe kadın gö- türmek Âdet olsaydı, annemden ön- ce seni alır, birlikte götürürdüm! — Aklıma bir çare geli.. beni, sen giderken Kılıç Ali paşanın konağına bıraksan. onun harem dairesinde kalamazmıyım? Recep kaşlarını oynatarak düşün- meğe başladı. — Mümkün. fakat, bunu pasaya açamam. Kethüdaya söyliyebilirm ancak. — Kime söylersen söyle. Ben ora- dan daha emin bir yer görmüyo- rum. Hattâ beni şimdiden oraya gö- türsen ne iyi olacak! Bak, her gece gelemiyorsun.. ben evde yalnız kal maktan korkuyorum. bugünlerde yeniçeriler de “hıristiyan -sokakların- da sıkça dolaşmağa başladılar. — Buralara da geliyorlar mı? — Geliyorlar ya. Bir kaç Ven dikli tacirin evini bastılar. Padişahın gözdesi kaçmış diyorlar. Bilmem ki doğru mu? Recep geceyi Tersanede geçirdi- ğinden, bir gün içinde dışarıda olup bitenlerden haberi yoktu. — Kimi kaçırmışlar.. duydun mu? Diye sordu. Yok Kihç Al Kalyopi: — Bir Venedik şövalyesinin kızı imiş... Dedi Recep birdenbire gülerek bağırdı: — Vay canına bel (Hoşeda) yı kaçırmışlardır. — Nereden bildin bunu? çıkabilirz., diye bağırıyordu. Recep önüne bakarak mırıldandı: — Ben, şeytanın yattığı yeri bile bilirim... Bu-işi Küçük Sinandan baş- ka kimse yapamaz. — Ne cesur adammış ol Saraydan kız kaçırmak... — Hem de padişahın gözdesini... — Şaşılacak şey doğrusu. — Ben hiç şaşmadım. Çünkü (Kü- çük Sinan) ın çoktanberi saraylı bir kadına âşık olduğunu, sık sık saraya gidip geldiğini biliyordum. — Sen ne dersen de! Çok cesur bir adammış 0. — Dayandığı yer varbe. Sinan, vezirlâzamın — akrabasındandır. Do- nanmada ondan genç rels yok. Kıkç Ali paşa da Sinanı kendi evlâdı gi- bi sever. (Hoşeda) yı muhakkak o kaçırmıştır. Bu işi ondan başka kim- se yapamaz dedim yal, Demir Recep, bu gevezeliğinden kendi de memmun olmamış olacak ki. Kajyopiye dönerek: — Bana bak, dedi, - sakın ağzın- dan bir şey kaçırmıyasın! Ben (Hoş- eda) nın kimin tarafınden kaçınl- dığını gözümle görmüş değilim. Bun- ları tahminen söylüyorum. . Hiç yok» tan çocuğun başının yandığını İste- mem. Sinan çok merâ ve temiz yü- rekli bir delikanlıdır. Hattâ ben, se- fere çıkınca onun Bemisinde çalışa cağım. Bütün tamir ve kalafat te kımlarım şimdiden onun - gemisine yükledim... Epice içmişlerdi. Kalyopi, Recebin boynuna sarıldı: — Seni ne kadar sevdiğimi bilir sin, Recep! Sen gidersen, ben bu 15- sız ve tehlikeli sokakta kalamam. Be- ni Kılıç Ali paşanm konağına götü- receksin, değil mi? —Merak etme. hele bir kere pa- git- üzülme sanın kethüdasile görüşeyim. bu işi; meden hallederiz seni Padişahın gözdesi «Hoşeda»- yı kim kaçırmıs? Kadirgada Marmaraya bakan kü- çük bir evin bahçesinde başbaşa vermişlerdi. Gökte on beş günlük ay vardı. Ortalık gündüz gibi aydınlıktı, Küçük Sinan sevgilisinin saçlarım okşıyarak, çekingen ve titrek bir sesle sordu: — Bugünü nasıl geçirdin, Hoşeda? — Çok iyi. Yemek pişirdim. Or İ tahığı süpürdüm. sana içki sofrası hazırladım. Ve gözlerim yollarda. hep seni bekledim! — Saraydan ayrıldığın için müte essir değilsin değil mi? (Arkası var)