Sahife 6 AZŞAM Tarih kurultayının ikinci günü (Baş tarafı 1 inci sahifede) Haikevi başkanlarından - gelen teb- rik telgrafları hakkında kongreye malümat verilip bunlara cevablar ya- zılması karar altına alınmış, ruzna- © meye geçilmiştir . İlk olarak, kürsüye, Türkiyede bir- # denbire sempatisini ve şöhretini ge- işleten profesör Pittard alkışlar ara- sında çıkmış ve «Neolitik devrinde Önasya ile Avrupa arasındaki müna- sebetler» isimli tezini, gayet zarif ve selis bir tarzda ve notsuz olarak an- latmıştır, Bu tez de, diğerleri gibi, da- ha evvelden basılmış ve 23 sahifeli bir broşür halinde dağıtilmış bulunu- yordu. Profesör Pittard'ın tezi İsviçreli profesör, Avrupa medeni- yetini Türk ırkının Asyadan getirmiş olduğunu ve Avrupadaki Dolikosefal- lerin © zamana kadar hububat ve ehli hayvan yetiştirip kullanmak ka- biliyetinden mahrum olarak pek ip- tidai bir avcılık usulile yaşadıklarını, bunlarsız İse medeniyet olamıyaca- Zını delillerle anlatmıştır. Öyle zannolunabilir ki bu müstev- Tiler gelmemiş olsalardı Avrupa kıt'ası, | yalnız iklimi ve hayvanatı itibarile tadiline uğrayan ve fakat insan man- zaraları noktasından değişmiyen ayni umumi simayı, paleolitikten (eski taş devrinden) evvelki devirlere ait si- manın aynını muhafaza ederek de vam edecekti. Eğer Seddiçin tarzında yüksek bir duvar Avrupayı dünyanın diğer kısımlarından ayırsaydı biz hat- tâ bugüne kadar, göçebe bir avcı ha- yatı içinde yaşayıp duracaktık. İlk ge- miciler Avustralyayı, Melanezyayı ve Amerikanın bazı topraklarını keşfet- tikleri zaman bizim bu farz ve tasav- vur ettiğimiz manzaraya müşabih bir manzara İle kaj İmdi bu mülâhazaya göre mezolitik devir sonundaki Asyai Avrupa âlemi- ni iki yapraklı bir defter halinde göz önüne getirebiliriz. Bu defterin Av- rupa yaprağı üzerinde göçebeler ve bilhassa avcılar vardır. Bunlar ne hayvan beslemeği bilirler, ne de çitt- Kurultay müzakerelerini takip eden profesörlerden bir grup çilik etmeği... Bu insanlar paleolotik medeniyetleri idrâk etmiş bütün in- sanlar gibi hayvani sisteme tâbi ve ufak gruplar halinde yaşarlar. Avru- panın bu mezolitik halkın kesif bir tarzda bulunmasına İmkân yoktu; iktisadi hayat tarzları buna müânidi; bugünün avcılıkla yaşıyan ve bu se- İİ beble her gün yer değiştirmeğe mec- bur olan insanları da bu prehistorik mevcudiyetin birer aksi gibidir. Defterin Şark yaprağına gelince: Bu, büsbütün başka, bir manzara arzetmektedir. Burada külliyetli ve toplu olarak görülen insanlar toprağı ekiyorlar ,ehli hayvanları mer'alara götürüyorlar. Bunlara göre avcılık çerez kabilinden bir şey, esası tamam» hyan bir kesir, yahut bir müdafaa işidir. Bu insanlar vahşi nebatlar arasından yenilebilecek yemiş veren ve buğday, arpa, darı gibi gözleri önünde ilânihaye üretilmesi müm- kün olanları ayırmışlar; domuzu, öküzü, keçiyi, koyunu ve bilâhare atı disiplin altına almağa ve bunları ken- disine ilelebed bağlı kılmağa muvaf- fak olmuşlar. Bu insanlar bu suretle ehlileştirdikleri hayvanları bir taraf- Tarih Kurultayı müzakerelerine umumi bir bakış Profesör Pittard tezini izah ediyor tan koruyorlar, diğer taraftan da üre- yip çoğalmalarını temin ediyorlar. Neolitik medeniyet dediğimiz 80$- yal inkılâbı getirenler bugün Anado- Tuda sakin olanların cedleridir. Bu hali hazırdaki malümatımız bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bu neticeden istintaç olunduğuna | göre bütün Avrupa, diğer kıt'alar Av- rupa ile mütesanit olduğuna nazaran bütün medeni küre Anadoluyu ve ona mücavir memleketleri medeniyeti ha-| zıramızın bütün elemanlarını ve başlıca ırklarımızdan birini kendisin- den aldığımız bir mukaddes toprak gibi telâkki için, Ön Asya bugünkü | Avrupanın anası gibidir. Profesör Pittard Türklerin arasına, bir medeniyet kâbesine gelir gibi geldiğini söylemiştir. İbrahim Necmi Dilmenin tezi İbrahim Necmi Dilmen, »Türk ta- rih tezinde Güneş - Dil teorisinin yeri ve değeri> etrafında izahat ver- miştir. Türklerin . medeniyete ced oluşlarını « tarih yolile anlatanlara muvazi olarak - o da dil yolile an- latmıştır. sArls ırkın, «Kelts lerin, | «Ankara» nın kelime olarak ta bizim medeniyetimizle bağlılığını izah et- miştir. i kâmülcülük veya devri daim nazar Profesör Landslergerin tebliği Profesör Landslerger «Önasya ka- dim tarihinin esas meseleleri» mevzu- lu bir tebliğ yapmıştır. Profesör tarih felsefesi ve metodoloji hakkında uzun- ca. bir girişten sonra tarih cereyanının girift olduğunu, tek taraflı olan te- ye lerile tarihin seyrini izah etmenin kânsız bulunduğunu söyledikten s0 Ya, tarih ilminin yardımcı vasıtaları olan Arkeoloji, Antropoloji ilimlerinin temin ettiği maddi kültür eşyasının eski zamanlar tarihini tedkik için kıy- metli birer unsur teşkil ettiklerini kay- detmekle beraber, dil unsuru tedkik edilmedikçe dil ve tarih âlimleri el bir- liğile çalışmadıkça, tarihi tamamen Aydınlatmanın kabil olamıyacağını işaret etmiştir. Profesör bundan sonra iddiasının tatbikatına geçerek Gutium, yahut Kut kavminin bir Türk kavmi olduğu- nu, bu kavmin dilinden elimize geçen Kral adlarından dört tanesinin açıkça Türk isimleri olduğunu kayıt ve Türk Sümer medeniyetinin, muahhar de virlerde daimi ve kuvvetli bir suret- te müessir olduğunu vazıh bir surette ifade etmiş ve alkışlanmıştar. Dr. Andrae'nin tezi Berlin Müze direktörlerinden Dr. Andrae, Sümerlerin monümanatal sa- nalleri hakkında bir tez irad etmiştir. Sümer sanatinin ve bilhassa mabedle- rinin tekâmülünü teknik izahat ve taf- silâtla gösteren bu tezde, Sümer kül- türünün umumiyetle yüksekliği bir mukaddeme olarak söylendikten sonra Sümer din mimarisinin, Sümer düşü- nüş ve duyuşile münasebeti araştırıl- miş ve Sümer mabdelerinin tekâmül safhaları gösterilmiştir. Hâmid Koşayın tebliği Sabahki içtimada Dr. Hâmid Koşay Alacahöyük hafriyatını anlatmış Tarih Kurumu adına yapılan Alaca- höyük hafriyatı hakkında mükemmel bir fikir veren bu tebliğinde Hâmid Ko- şay, Kurumun burada nasıl hafriyat | yaptığını, ne kadar derinliklere inildi- ğini anlatmış ve meydana çıkarılan dört kültür devresile bunlara dahil on dört mimariğ katı ve bulunan öşya hakkında izahat vermiş ve bu hafzi- yattan elde edilen neticeleri saymış- tır. Şevket Aziz Kansu'nun tebliği Profesör Şevket Aziz Kansu'nun «Ankara ve civarının prehistuarında yeni buluşlar» mevzulu tezi seksiyon- da görüşülmüştür. Profesör 1937 yı- lında Ankara civarında Etiyokuşunda Türk Tarih Kurumu adına yapılan hafriyatın umumi kir raporu mahiye- tinde olan bu tebliğinde Anadolu pre- histuarına aid bir tarihçeden sonra ilk önce Gâvurkalede bulunan bazı âlet- lerden bahsetmiş ve daha sonra da Eti- yokuşu, Bakır Çağı istasyonunda el- 22 Eyldl 1937 Tunusta (Baş tarafı 1 inci sahifede) mek istiyen ve elinde bir tabanca bu- lunan sekreteri kurşunla yere devir- mişlerdir. Mütecavizler dağılmışlardır. Yalnız bir tayfa yere düşmüş ve ağır surette yaralanmış, diğer biri de ciğer- lerine bir tabanea kurşunu yemiştir. Bu hadiseler üzerine Halk Cephesi mensupları hadisesiz cereyan eden nüs mayişler tertib eylemişlerdir. Püris 21 — Matin Tunusta İt babriyelilerinin çıkardığı hâdiseden bahsederken diyor ki: «Ceman sekiz tevkit yapılmıştır. Derhal adli takibağ başlamıştır. Bu işte maksad ve taam- mud bulundüğu tesbit edilmiştir. Bu sulkasddan dolayı şehirdeki heyecan pek derindir.» Paris 21 (A.A:) — Tunusda İtalyan bahriyelileri tarafından vukua gelen hâdise münasebetile Matin gazetesi diyor ki; Sekiz kişi tevkif edilmiştir, bunla- rın ârasında iki bahriye zabit namze- di vardır, Hemen adil tatikikata baş- larılmıştır. İşte tasmim ve tasavvur olduğu daha şimdiden beyan edilebi- lir. Sulkasd dolayısile şehirde vukua gelen galeyan pek Yazladır. Mektep gemileri zabitleri şerefine tertib edil- miş olan kabul resmi geri bırakılmış- tr. Safraköy cinayeti İRemzi, cinayeti namusunu müdafaa için yaptığını iddia ediyor Bakırköy civarında Safraköyünde oturan Necip ve Remzi adlarında iki genç odun toplamak üzere tarlaya çık“ mışlar ve orada kavga etmişlerdir. Kavgada Necip taşla Remziyi başın- dan yaralamış, bundan fena halde hid- detlenen Remzi de eline geçirdiği eşek bağlamağa mahsus bir kazıkla Necibi muhtelif yerlerinden tehlikeli suret- te yaralamıştır. Yaran Necip hasta- neye kaldırılmış ve biraz sonra ölmüş- tür. Vakayı müteakip yakalanan Remzi İstanbula getirilerek adliyeye veril- miş ve dün Sultanahmed birinci sulh ceza mahkemesinde sorguya çekilmiş. tir, Remzi mahkemede verdiği ifadede: — Necip kırda benim mamusuma tecavüz etmek isetdi. Üzerime hücum etti, beni başımdan yaraladı. Ben de kendimi müdafaa için kazıkla onu vurdum... demiştir. Hâkim, tahkikatın mevkufen deva- mına karar vererek Remziyi tevkif etmiştir. de edilen kültür eşyasile ve bu is nun istinad ettiği kumluklarda bulu- nan paleolitik çakmaktaşı âletlerinin tevsikini yapmıştır. Bu projeksiyonlu tebliğ takdir edilmiştir. Bugünkü toplati Kurultay bugün 14 te Dolmabâhçe- de toplanacaktır. (AKŞAM) ın edebi romani Mektep arkadaşları Adam zaten celâl. Göz göz de gil, Belinden bıçak, dilinden küfür eksik olmaz. Günün yirmi dört saa- tinde sarhoş. Öyle adamın üstüne va- rihr mı? Aksilik olacak, zaten fenala- rın yardımcısı şeytan. iyilerin yar- dımcısı Allahtır. O gün marangoz İb- rahim de bizim kaç zamandır bozuk duran teldolabın kapısını takmağa gelmişti. Fırsat bu fırsattır diye sen | yeme, içme herife yetiştir. Ben zaval- | Mh olandan bitenden haberim yok. Adamcağız işini çabuk bitirsin diye ona yardım ediyorum, Aklımızda fe- nalık olsa bari, Bunca yılık komşu- yuz. Ne ise eden bulur elbet. Allah elbet onun da ayağına dolaştırır. İb- rahimcik zavallı başına geleceğini ne bilsin, dolabı yaptı, bitirdi. Ben de yoruldu, bari bir kahve pişireyim, dedim, cezveyi fazla dol- durmuşum, iki fincan oldu. Kalanı atacak değilim ya. Bir fincan da ken- dime doldurdum. Tam köşe minder ne oturmuş, bir yudüm almıştım. Kapı birdenbire açıldı. Bizimki göz leri kan çanağına dönmüş, elinde o Tefrika Bürhan Cahid her zaman belinde taşıdığı kara saplı bıçak, yıldırım gibi girmesin mi? — Aman Allah! demeğe kalmadı. Biçak gözlerimin önünde şimşek gibi bir çaktı. Ondan ötesini bilmiyorum artık. Gözümü hastanede açtım. Me- ğer olanlar olmuş. Tam yedi yerim- den bıçaklanmışım. Ne de ölmez ca- nım varmış Yarabbi. Herhalde gü- nahsız oluşumun mükâfatı.. yoksa o bıçak altında her can sağ kalmaz. Yaralarım kapandı, ille ve lâkin o korkü ile çocuğumu da düşürmüşüm, Üstünüzden irak sel gibi kan zayi et- tim, Üstelik sol bacağım da tutuldu. Doktorlar mikrop almışsın, diyorlar, Yedi yara aldım, yaralar kapandı. Fakat bu bacağım bir türlü geçmiyor işle. Ama çok takatsiz düştüm. Onun İ için şimdi hep ikiden yiyorum. Allah devlete millete zaval rusu iyi besleniyorum. Kadının macerası hakikaten pek korkunç. bana da merak oldu. Sordum: — Peki İbrahim ne oldu? — Kurtuldu, Herif beni bıçaklar. rmesin. Doğ- ken fırlamış, kaçmış. O zavallının 2a- ten ne suçu vardı kil Ama gene İyİ yürekli insanmış. Kaç kere geldi, yokladı. Her gelişinde, şekerdir, çiko- | Jatadır, eli boş gelmedi. — Peki ya kocan! — Yüzünü şeytan görsün. Hapis- hanede şimdi, en aşağı yedi buçuk sene yiyecek diyorlar. Dinlediğim sefalet ve ıztırap hikâ- yeleri büsbütün uykumu kaçırmıştı. Bu kovuşta hangi hastaya yaklaşsa- nız size dinletecek bin bir hazin ma- cera buluyor. Kadınlığın bu düşkün mahlüklarına acımamak kabil değil Fakat ben onları dinlerken gösterdik- leri tevekküle, kanaate kızıyorum. | Güururlarını, insanlıklarını erkekleri- nin ayakları, bıçakları altına atan bu kadınlar boyun eğdikleri hayatın baş- lı tatlı uyudukları şu saatte yalnız gunu hissetmiyorlar. . Erkeği ekmek getiren, besliyen ve buna mukabil yalnız seven tüeğil, söven ve döven, hattâ öldüren bir üstün ve hâkim bir insan gibi görmekle kendi insanlık- larını verdiklerini farketmiyorlar. Bu iğrenç ve sefil mahlükları da- ha fazla dinlemekten çekinerek ko- vuştan çıktım, Yedi sekiz nöbetçi doktorunun tat- | lı tatlı uyudukları sokağında yalniz | İ başıma bütün kovuşları dolaşmağa devam ettim. Asabiye paviyonu allıridaki verem- hastanenin en sakin köşesidir. Ne İ gündüz, ne gece bu paviyonda kesik | öksürüklerden ve hırıltılardan başka | ses işitilmez. Kapıdan başımı sokup baktım. Bir türbe gibi! Bazısı örtülerin altında kaybolmuş gibi., bir kısmı ciğerlerinin ıztırabin- dan arkaüzeri yatamadıkları içi? ar- kalarına doldurulan yastıklara yas- lanmışlar, Kiminin başı önünde kimi- nin sağına düşmüş. Yaşadıklarını an- lamak için nefeslerini değil, kalbleri- | ni dinlemek lâzım. Bütün tedavilere, pnömotoraks otatbiklerine rağmen ker gün biraz daha ölüme yaklaşan bu zavallı insanlar daha şimdiden dünya ile alâkalarını kesmeğe hazır- lanır gibi büyük uykunun derinliği- ne dalmışlar. Bomboş koridorlardan dolaşıp ikin- İ “Biraz şezlonga uzandım. | Bugün mühim bir kaç ameliyat iler kovuşunda çıt yak: Zaten burasi | var. Fakat o kadar yorgunum ki bek- liyemiyeceğim. o Ayaklarım vücudü- mü taşımaktan âciz kalmış gibi tit- riyor. Güz ka- paklarım düşüyor. Fakat içimde öyle bir yeis var ki beni uyutmuyor, Nihayet saat sekiz, Artık nöbetim tamam oldu. Küçük el çantamı hazırladım. Arkadaşlarım işe başlamak üzere gömleklerini gi- yerlerken ben sokak kıyafetimle aşa- ğıya iniyorum. Merdivenlerde operatör Hayri bey- tam” Yüzümdeki bitkinliği gördü. Elimi Sıkarken: — Hasta mısınız? diye sordu. Bir kaç kelime ile geçirdiğim gece» nin Hatırasını anlattım, Güldü: — Alışırsın! dedi. Şimdi derhal bir banyo yap ve yat uyu! le ci hariciyeye geldiğim zaman gün ağarıyordu. Biraz sonra hastanenin günlük ha- yatı başlıyacak. bu geniş çatı altın- da şifa arıyan yüzlerce derdli bu ko- ridorları (o dolduracaklar. o Sabaha | muayenelerini -bekliyen (hastalar, geceyi » uykusuz. geçiren yaralılar, derdliler sabırsızlanıyorlar, Bu hayat işte her gün böyle geçiyor ye böyle geçecektir. Ümidsizlikle dudak büktüm: — Çalışacağım. Fakat zannetmiyo- Tum. İ Başını salladı: — Hayır. Şimdiden alışı çe m, Sis nir zâafı ba: | buk kırılır, Dediğini yap. Öğleye kar İ dar uyu, Gülümsedim: — Peki efendim. (Arkası van bi “nasa ip ie