22 Elti 1937 AEŞAM Musıki yayımı dâvası Jik ve Orta okullarda musikiye ehemmiyet vermeliyiz Bir yandan meydanlarda Halkevleri müzik şenlikleri yaparlarken bir yandanda okullarımızda çocuklarımıza bir ağızdan şarkı söylemeği öğretmemiz lâzımdır Musıki hayat yükünü hafifletir dere ler. Bu söz çok doğrudur, eğer doğru olmasaydi kızgın güneş altında sa” pan süren köylü, tehlikeli bir Iskels üstünde duvar sıvayan rençber, yâr maçlarda taş kıran amele İşlerini şarkı söyliyerek o görmezlerdi. Hayat yükünü hafifletmek içindir ki, Zorâ koşulanlar muttarit bir âhenkle heyâr mola çekerek gücü daha kolaylıkla başarırlar. Musıki hayat yükünü ha- fifletiyor. Çocukları bir araya toplayıp hep bir ağızdan şarkı söyletmek, onlara söz dinletmek, disiplin, vazife mefhu- munu aşılamak demektir. Musikido bu kudrete inanmıyanlar aldanırlar. Bizde olmuyacak bir şey söylendiği zaman dinliyenler: aŞarkıdır o...» der yip omuz sükerler. Şarkının kadrini küçültürler. Şarkı söylemek için bir araya toplanan her hangi bir çocuk kalabalığını inceliyenler ise şarkının kudretine inan getirirler. En yarama- zında bile söz dinlemek, disiplin, var zife hisleri uyanmıştır, gözü şefin işa- retinde, gönlü bestenin iradesindedir. Vazifsinin şarkıyı yanlışsız ve hep bir ağızdan söylemek olduğunu kavra- mıştır. Bundan şaşmaz, şaştığı zaman da söz dinleyip derhal yanlışını dü- zeitir, Sırasında musıki Vatan sevgisini besler, kahramanlık hislerini inki- şaf ettirir. Marşlar, askeri senfoniler bunun delilidir. Sırasında musıki âsân bı teskin eder, taşkınlıkları durultur. 1648 Paris ihtilâli arifelerinde o ZA manki başvekil meşhur Mazarin ope- Ya temsillerini her geceye bindirmiş, kargaşalığı yatıştırmada operanın mühim rolü olmuştur. “ Opera meydan sahnelerinde doğ» du. Pazar yerlerinde kurulan sahne- lere kadın erkek şarkıcılar toplanır, çalıp söylerler, oynarlardı. Pazar yer- lerinden, panayırlardan yayılan beste ve güfteler yavaş yavaş sokaklara, mahallelere, evlere girdi ve böyle böye le salonlara, tiyatrolara yerleşti. Fil- vaki mabedlerin, âyinlerin musikiyi yaymakta büyük tesirleri olmuştur amma, musiki zevkini meydan kon- serleri kökleştirmiştir. * Bizde bir ağızdan tekbir getirmek, bir ağızdan ilâhi okumak ancak dini merasimlere inhisar ettirilmişti. Kö- ro hiç bir zaman cami dışına çıka- madı, nihayet tekkelerde biraz 80- tuk aldı amma, Mir ağızdan şarkı söy- lemek zevkini yayamadı. Cumartesi gecesi Beyoğlu Halkevi- nin Taksim stadyomunda tertib etti- Hi orkestra ve koroyu dinlerken bun- ları düşündük ve Beyoğlu Halkevi- Fransada Yuva talebeleri hep bir ağızdan şarkı! söylüyor nin kuvveden fiile çıkardığı bu mü- zik. şenliğini beğendik, mürettipleri- nl tebrik ederiz. iva sahnesinş 44 kınmızı toplamak dır, Hal- kevi çatısının altına koşan kızları- mızı da ne kadar takdir etsek yeridir. Temenni edelim ki, kısa bir zaman- da, musıki heveskârı daha yüzlerce Kadıköy Halkevinin antresi erkek ve kızımız da Halkevleri mü- zik kollarına gelirler, orada çalışıp istidadlarını tekemmül ettirirler, tam manasile Halkevi orkestraları vücude getirirler, bu suretle İstanbul Konser- vatuarı mezunları da ayrıca konser- ler verirler. Müzik şenliğinde çalan orkestra Beyoğlu Halkevinin orkesra- sı değil, pek çoğu İstanbul konserva- turının elemanları olan gençlerden müteşekkil bir orkestra idi. Musıkiyi teşvik bakımından Halkevlerinin gü- dümü konservatuar dışında kal mış istidatları toplamak; musıki. yi yayım bakımından da kadın erkek musikiye hevesli olan herkesin Macar Üniversitelilerinden çalıp söyliyen bir grup | yoktur. İlk ve orta mekteplere bu güdümü Halkevleri müzik kollarında çalışmak olmalıdır. * Açık havada ve meydanda yapı- lan bu müzik şenliği bir tecrübe idi, iyi netice vereceği anlaşılıyor. İstan- bul Konservatuarı da çalışmalarının memleket hesabına çok verimli ola- bileceğini bir kere daha gösterdi. Di- ğer Halkevlerinin de, ayni orkestradan istifade ederek, musiki kollarında çalıştırdıkları kadın ve erkeklerden bir koro ile meydan konserleri ver- melerini istiyoruz. Eminönü, Kadı- köy kendi elemanlarile, Üsküdar, Be- şiktaş, Şehremini elemanlarını bir araya topliyarak, lüzum görürlerse Kadıköyünden, Beyoğlundan eleman alarak, Üniversite meydanında, Fatih parkında, Yeldeğirmeninde, Şemsipa- şada, Beşiktaş parkında müzik şen- Mikleri tertib edebilirler, etmelidirler de. Bütün Halkevlerimizin de bu yo- Yu tutmaları her halde faydalı olacak- tır. Müzik kollarını bu kış bu mak- sadla çalıştırırlarsa gelecek yaz sık sk müzik şenlikleri yapılabilir. * Konservatuar muallimlerinin ve- gecekleri konserler, (Halkevlerinin yapacakları müzik şenlikleri güttü- ğZümüz maksada kâfi midir? Bizce değildir. Bunlar bir yandan yapılır ken bir yandan da ilk ve orta mek- teplerde musikiye daha büyük ehem- miyet vermemiz şarttır. İlk ve orta mekteb talebeleri, sabahları sınıfa girmeden önce, sınıf sınıf ve hep bir ağızdan İstiklâl marşını söylemeli- dirler. İlk ve orta mekteb talebeleri akşam mekteplen çıkarken, sırf snf ve hep bir ağızdan Cumhuriyet mar- | şanı söylemelidirler. Bunu liselerle | Üniversitenin yapmasına da mâni emri vermek zamanı gelmiştir. Sekiz ay, yüz binlerce çocuğumuza bu iki marşı söyletmesini öğretir ve bunu Adet edersek, sekiz ay sonra on bin- lerce çocuğumuza yanlışsız İtiklâl ve Cumhuriyet maşlarını söyletebiliriz. Bu arada Kültür Bakanlığı da seçeceği bir iki hafif şarkıyı ders olarak ilk ve orta tahsil çocuklarına ezberlettirip öğretirse, iki sene içinde bir kaç yüz kişilik bir koro meydana getirmiş olmasak bile hep bir ağız dan şarkı söylemeye alışmış, hep bir ağızdan şarkı söylemek zevkini tat- mış elemanlar yetiştirmiş oluruz. Bugün şehirlerimizi dolaştığımız zaman en 1ssiz mahallelerde: «Rum- bada rumbada rumba - Kalbime vur bir amba...» nağmesile kulakla- rımızı tıkıyoruz. Yarın bu aynı ma- ballelerde Johan Straunun «Mavi Tu. | na; şarkısını duyup kulaklarımızı aç tığımız zaman musıki dâvamızı hal- lolmağa yüz tutmuş sayabiliriz. Selâmi Sedes Tarihte nam bırakan kadın avcısı | Bahife 7 Kazanovanın mezarını genç bir kadın her gün ziyaret ediyor Meşhur kadın avcısının .. dünyanın dört tarafından gönderilen hediye On sekizinci asrın bâşların- da, Avrupada türeyen Kâzano- va, kadınları avlamaktaki me- haretile cihanşümul bir şöhret kazanmıştı, Kazanovanın aşk maceraları o kadar çok müte- nevvi ve çoktur ki, bu hi- kâyeleri havi bir kaç cild eser yazılmış ve bir zaman- lar çok kapışılmıştı. Kazanova, ölümünden sonra arkasında o kadar büyük bir şöhret bırak- mıştı ki, kadın avle- makta meharet gösteren erkeklere Kazanova lâ- kabını takarlar, Bu meş- hur kadın avcısının me- ce senenin aşındır»- dığı bir taş üzerin- de, şu kitabe göze çarpar: Jacob Casgnova Venedik 1725 Dax 1798 Bu kitabeden anlaşıldığına göre Ve- nedikte doğan meşhur kadın avcısı Kazanova, öldüğü zaman 73 yaşında bulunuyordu. Kazanova öleli 139 se- ne geçtiği halde yüzü gözü allıklı, genç ve fevkalâde şık giyinmiş bir kadın, her sabah Kazanovanın mezarımı Zi- yaret ediyor, önünde diz çöküyor ve Adeta mest ve gaşyoluyor. Arasıra bu genç ve güzel kadının yanında kendi- si gibi genç ve güzel bazı refikaları da | vardır. Bunlar bu ziyaretlerden sonra ortadan sessiz, sadasız sır olup gidi- yorlar. Bu ziyaretlerin en manidar ta» rafı genç kadının, meşhur kadın av- cısının şöhretine perestiş eder yeryü- zündeki kadınlar tarafından gönderi- Jen bir takım hediyeleri de beraberin- de getirip mezara bırakmasıdır. Meza- rın türbesi, dünyanın dört köşesinden “gönderilmiş hediyeler ile dopdoludur. Hattâ hediyeler o kadar çoktur ki, türbesinin içine konulan sıralar Üüze- rine yerleştirilmişlerdir. Bu hediyeler de çok gariptir. Bunları gönderen ka- dınlardan bazıları meşhur kadın avcı sından ölümü temenni ediyorlar, bazi- ları da perestiş ve takdirlerinin küçük birer nişanesi olan bu armağanları kabul etmesini rica ediyorlar, Dax kasabası ahalisinden hiç biri, kadın avcısını her sabah ziyaret eden genç siyahlı kadının ne hüviyetini öğ- Tenmeğe teşebbüs elmiş ve ne de öğ- renmişse fâşetmiştir. Bunun da sebe- bi, müteveffa Kazanovanın kendileri- ni çarpacaklarından ve hiddet ve ga- zaba uğriyacaklarından korkmaları- dır. 1723 senesinde Venedik şehrinde seyyar bir komik ailesinden doğan Kazanova, sekiz yaşına kadar çök z4- yıf kalmış, hattâ aptal bir çocuk ola- rak telâkki edilmiştir, Büyük annesi, torununu sihirle tedavi etmiş ve kü- çük Kazanovada bu'sihirli tedavinin şayanı hayret neticeleri görülmüştür. Zayıf ve nahif Kazanova, canlı, açıkgöz, cerbezeli bir delikanlı olmuş, fransızca ve lâtinceyi mükemniölen öğrenmiştir. Hattâ bir aralık papazlı- Za sülük etmiş, fakat yirmi yaşında, Ateşli istidad ve kabiliyeti ile gayrika- bili telif gördüğü bu mesleği terket- miş, evvelâ asker, sonra da serseri ol- muş, memleket memleket dolaşmış- tır. 1150 senesinde, Cesâne şehrinde do- Yaştığı sırada karşıdan gelen bir çift ile karşılaşmıştır. Gelenlerden biri ihtiyar, - güçlü, kuvvetli bir Ma- car zabiti idi. Yanında bir de kanlı gidiyordu. Fakat ne cazib ve sevimli bir delikanlı,, rengi çok be- yaz ve parlak, gözleri çok tatlı ve sihi Ni idi. Bu delikanlının kadın oldu Da şüphe yoktu, Kazanova, kalbi çar- parak bu çifti adım adım takib etmiş ve bir köy lokantasına girdiklerini görmüştür. Bir saat sonra bu çiftin tarihçe, hayatını öğrenmişti. Macar erle doludur Tarihte nam bırakan kadın avcısı Kazanoy: zabiti, Parme dükünün delegesi idi. E : i ; ; Kazanova, bir fırsatını bularak genç kadına kendisini kurtarmağı teklif et. mişti, Genç kadın bu teklifi memnu- | niyetle kabul etmişti. Bu, Kazanova- İ man ilk aşkı idi, Kazanova, dört ay Cesenede genç kadınla derin bir aşk bal kendisini eyine dönmeğe davet ediyordu. Genç kadın, gilesinin bu da vetine icabet etmiş, Kazanova da Ce- movaya kadar genç kadına refakat et- miş, ağlıyarak ve hıçkırarak orada ilk sevgilisinden ayrılmıştır. Kazanova, oteline döndüğü zaman sevgilisinin yüzüğündeki elmas taşı ile pencerenin camı üzerinde yazmış olduğu şu cümleyi okumuştur: «Han- riyeti de unutacaksın», Kazanova, oümidsizliğe kapılmış, Fakat üç gün sonra macera hayatına atılmış ve Parise gitmiştir. Gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirmiştir. Kazanovanın düşüp kalktığı kadınlar © kadar çoktur ki sayısını ve isimleri» ni kendisi de bilmez. Kazanova daldan dala konduktan ve kucaktan kucağa dolaştıktan sohra Venediğe dörmüş- tü. Artık Kazanova, kendisini tecrübe görmüş bir adam sahuyordu. Fakat Venedikte 13'yaşında bir kıza âşık ol muş v e belâsını bulmuştur. Kazano- va, bu el avuca sığmaz kızım aşkı üze- rine şeref ve haysiyetini kıran en bü- yük zilletlere katlanmış, sevgilisinin peşinde, şehir şehir dolaşmış, ve en nihayet Londra hapishanesini boyla- mış ve bundan sonra hayatı yıkılmış- tır, Kazarfova hapishaneden çıktıktan sonra manen ve maddeten harab ok muş bir halde diyar diyar dolaşmış, saçları ağarmış, ümidleri kırılmış bir vaziyette Viyanaya dönmüş ve İtalya sefirinin hizmetine geçmiştir. Kaza- nova, sofrada hizmet, görürken, genç bir adam, bir dakika bile kendisinden gözlerini ayırmamıştır. Bu, Kont de Waldsteindi. Kont, ka- dın avcısını yanına çağırarak Dax ka- sabasındaki şatosunda kütüphanesi- nin işlerini görmek için hizmetine girmek, isteyip istemediğini sormuş- tur. Kazanova düşünmüş ve Dax kö- yüne gitmeği mezara girmek sayarak teki reddetmiştir. Fakat bir sene sonra İtalya sefiri ölünce ortada kal- nuş, bir arabaya atladığı gibi Boheme yada Dax şatosuna gitmişti. Kazand- va, hayatının son günlerini burada geçirmiş ve hatıratını da yazmıştır. yere aze ğe e