12 Eylül 1937 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Said Cemil #onra: — Artık hayatımda kimseye hiç bir | Oyun oynamıyacağım, dedi, yeminli- yim... Büyük yemin ettim. Buna s€- bep bizim Ahmeddir. Ahmedi siz ya- kından tanımazsınız. Benim en iyi arkadaşımdır. Bundan dört sene €v- yel içtiğimiz su ayrı gitmezdi. Fakat bu çocuğun fena bir huyu vardı, O zaman ikimiz de bekârız. Ben hangi kadınla biraz alâkadar olsam, biraz arkadaşlığı ileri götürsem Ah- med derhal onu benim elimden alma- ğa kalkardı, Ekseriya alırdı da... Çünkü yakışıklı çocuktu, konuşması- Mı, bir kadının kalbini elde etmesini bilirdi. Neme lâzım, burasını inkâr #demem. Onun için bu çocukla başım belâya atmıştı. Sanki yeryüzünde başka ka- dın yokmuş gibi hep benim sevgilile- rime musallattı. Ben birisine tutul dum mu? Derhal o kadın Abmedin gözünde son derecede kıymetlenir, güzelleşirdi. Benim âşık olduğum, betim ehem- miyet verdiğim kadınlari âdeta dün- ya güzeli gibi görürdü ve başlardı bun- ların arkasından koşmağa... Doğru- su benim için çok tehlikeli bir rakip- ti de... Aliyeyi, Şükranı, Muazzezi, Sa- bahati hep elimden o aldi. Nihayet ben Melühat adında gayet nefis, çıtı pıtı bir dula tutulmuştum. Bunu Ahmed hissedecek diye ödüm patlıyordu. Çünkü bir kere Ahmed bu- nun farkına varsa hapı yuttum gitti. Sevgilimin elimden uçtuğunun resmi idi. Fakat meşhur sözdür. «Âşık her- kesi kör, dört yanını duvar zanneder- miş.» derler. Ben de böyle sanmıştım. Nihayet Ahmed beni yeni sevgilimle beraber bir gün görmez mi? Derhal faaliyete geçti. Paçaları sıvadı. En sinirlme dokunan şey de yüzüme kar- — Aman kardeşim. ben Melâhete bayılıyorum... o... diye sevgi- imi methetmesi idi, Fırsat bulduk Melâhate Ahmedi çekiştiriyor, kötülü- yordum. Fakat bunların hiç biri fayda ef- medi. Ahmed Melâhate o kadar kan- cayı takmıştı ki nihayet onları bir gün Boğaziçinde denize bakan bir otelden çıkarken görmiyeyim mi?.. İkisi de mahçup mahçup hemen bir otomobile atlayıp uzaklaştılar. Artık kararımı vermiştim. Şu Ahmedden fe- na halde bir intikam slacaktım. Ona o derece kızıyordum ki elime verseler çiğ çiğ yiyecektim. Fakat hiddetimi hiç belli etmedim. Ziknim- de mükemmel bir plân hazırlamıştım. Bizim semtte kırk beşlik, çaçaron, aksi bir kadın vardı. Bayan Ayşe adın- da biri... Ayşe çaçaronluğu, aksiliği yüzünden şimdiye kadar evleneme- işti. Bir gün Ahmed beni giyarete gel- di. O daha İçeri girer girmez son dere- ce dalgın, hüzünlü bir hal aldım. Ah- med merakla sordu: — Ne o? Bu halin ne?. Bitkin bir sesle cevap verdim: — Sorma, âşıkım!.. Ahmed av kokusu almış bir tazı gi- bi yerinden doğruldu ve derhal sordu: — Kime?.. Uzun uzun iki «of; çektikten son- ra: — Ayşeye!.. dedim. Evvelâ şaştı: — Sahi mi?.. Şu sizin semtteki Ay- geye mi?., — Evet Ahmedciğim, evet.. o Ayşe- ye... dedim, Onu bir düşüncedir aldı. Derhal anladım. Şimdi o da Ayşeyi düşünü- yor, benim çılgıncasına sevdiğim bu kadının güzelliklerini anlamağa çalı- gıyordu. Ben; — Halbuki, dedim, Ayşe de öyle gü- gel bir kadın değil de... Ahmed itiraz etti — Yooo.. Dehşetli cinsi olan bir kadın... Ben güya Ayşeyi ondan kıskanıyo- Tum da sevgilimi Ahmede karşı kötü- Yemek istiyormuşum gibi bir hal ile: — Sonra o kadar genç te değil... Ahmed bu sefer daha kuvyetle iti- raz etli: — 'Tam kadın, olgun kadın... Bâk madam Simpsona, bak sinema yıldızı cazibesi OYUN bir sigara yaktıktan | Mae Weste... Kadınlar kırkından son- Ta güzelleşirmiş.. Ayşe güzel kadın azizim... Plânımda son derece muvaffak ol- muştum. Ayşeye âşık gibi görünmem bu 45 lik çaçaron kadını derhal Ah- meğin gözünde güzelleşlirmiş, sevile- cek bir hale getirmişti. Ahmedi biraz daha kışkırtmak için kalktım, pencerenin önüne kadar ile- riledim. Son derece ümidsiz bir âşık tavrile hemen uydurduğum bir şiiri okumağa başladım: «Ayşe, Ayşen «Benziyorsun güneşe.» Ahmed: — Azizim.. dedi, benim mühim bir işim var. Hem sen bu sevdadan vaz geç... Ayşe gibi güzel bir kadın sana pek metelik»vermez. Gülmemek için kendimi ne kadar zaplediyordum. Ahmed gittikten son- Ta hemen giyindim, Onun nereye git- tiğini çok iyi biliyordum. Bizim Ah- med evin önündeki kumsalda bir aşa- ğı bir yukarı piyasa etmiyor mu?.. He- men yarına yaklaştım: — Ne o Abmed?.. dedim. O muzaffer bir kumandan tavrile gülümsedi: — Sende gönül var da bende yok mu?, dedi, Ahlamamış gibi davrandım: — O ne demek?. diye sordum. — Güzelden yainız sen mi anlar- | sın?.. Ben Ayşeye vuruldum. Een de ona âşığım.. Ne çabuk yahu?.. Ne de şıpsevdi şey- miş... Fakat onun bu haline dehşetli sevindim. Lâkin hiç beli etmedim, | Yalancıktan: — Yapma Ahmed... dedi, Ayşeyi ba- | na bırak... Fakat kim dinler... Ahmed: — Yooo... azizim deği, kalb işlerin- de böyle şeyler mevzuu bahsolmaz. Hem Ayşe balkondan bana üç kere gülümsedi. Aram son derece iyi... k o günden sonra ben Ahmeğe | karşı Ayşeye son derece âşıkım gibi | rol oynuyordüm. Ahmed de benden fitili aldıkça Ayşenin evinin önüne koşuyordu. Nihayet onunla ahbap ol du. Ayşe şaşırmıştı. Bu kadar senedir hiç bir erkek yüzüne bakmasında Ahmed kendisi için yanıp tutuşsun... Ayşe meşhur yapışkanlığı ile Ahmede sülük gibi yapışmıştı. Çocuğa nefes aldırmıyordu. Ahmed ondan ne za- man ayrılmağa kalksa bu 45 lik naze- | nin rezaletler çıkarıyor: | — Senâ en kıymetli şeyimi, aşkımı verdim.. hani, kalbsiz, vicdansız, beni böyle terkedemezsin.. diye bağırıp çağırıyordu. Nihayet biçare Ahmed | benim yüzümden bu 45 lik lânet ka- dınla evlenmeğe mecbur oldu. Bana gelince... şimdi ben mesudum. İstediğim gibi' çapkınlık yapıyorum. Ahmed sevgililerime yan gözle bile bakamıyor, çünkü Ayşe ona göz aç- tırmıyor.... (Bir yıldız) Istanbul komutanlığı | | ilânları Tophanedeki 2 No.lı Dikim evi bina- sında yaptırılacak tamirat için ihale günü talibi çıkmadığından pazarlık- la ihalesi 17 Eylül 1937 Cuma günü sa- at 15,30 da yapılacaktır. Muhammen keşfi bedeli 1502 lira (55 kuruş tur. Şartnamesi her gün öğleden ev- vel komisyonda görülebilir. İstekli- lerin 113 liralık ilk teminat makbuz veya mektupları ile ihale gününden J Komutanlık inşaat şubesinden alacakları vesikaları ile beraber belli gün ve vakti muayyeninde Fındıklıda Komutanlık salınalma komisyonuna gelmeleri. (5706) * 'Tophanedeki 2 Nolı Dikim evi bina- sında yaptırılacak tadilât ve tamiratı için ihale günü talibi çıkmadığından pazarlıkla ihalesi 17 Eylül 937 Cuma günü saat 16 da yapılacaktır. Muham- men keşif bedeli 1907 lira 47 kuruştur. Şartnamesi her gün öğleden evvel Ko- misyonda görülebilir, İsteklilerin 143 Yiralık ilk teminat makbuz veya mek- tuplarile Komutanlık inşaat şubesin- den ihale gününden evvel alacakları vesikaları ile beraber belli gün ve vakti muayyeninde Komutanlık Satınalma komisyonuna gelmeleri. (5707), AKŞAM 12 Eylül $37 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1220: Plâkia Türk musikisi, 1250: Havadis, 13: Beyoğ- iu Halkevi gösterit kolu tarsfından bir | temsil, 14: SON. j Akşam neşriyatı: 16: Tuksim stadında | naklen: Eminönü Halkevinin tertip etti- Zi Türkiye serbes güreş şampiyonluğu, 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Kon- ferans: Selim Sırrı Tarcan (Polanyada imilli musiki nasıl doğdu. 30: Eikmet ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve baik şarkıları, 2030: Örer Riya larafın- dan arabca söyler, 2045: Bayan Muraf- fer ve arkadaşları tarafından "Türk musi- kisi ve halk şarkıları (Saat ayar), 2115: ORKESTRA, 22,15: Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 22,30: Plük- a #ololer, opera ve operet parçaları, 23: SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programı Viyana (saat 1145) - 506 - Mozart - Berlinden, Bermünster (saat 2,00) - 540 - Morsrt - Haydn, British - Natlonal (saat 2145) - 1500 - 3 Kodalt kendi parçala- rını çalarak idare cdecek, Paris (sani 1450) - 412 - Migvette et sa möre, Siras- burg (saat 17,00) - 349 - Şen orkestra konseri, Londra (saat 17,30) - 206 -Sextett Hartley, Şimali İrlanda (saat 1730) - 301 - Guinteti, Budapeşte (saat 1730) - 530 - Saksofan konseri, Sottens (sani 18,00) - 443 - Salon musikisi, Lüksemburg (saat 10,45) - 1293 - Bisseti tarafından Valslar, Dans musikisi Parix (saat 25,00) - 452 -, Strasbarg (saat 23,00) - 349 -, Toulouse (saat 2245) - 325 -, Londra (saat 19,16) - 342 -, Roma (saat 2240) - 422, Prag (saat 2235) - 470. Günde 3 defa RADYOLİN' ile Sahah, öğle ve akşam her yemek- ten sonra mutlaka dişlerinizi fırçalayınız. dişler ve diş etleri eğer mütema- diyen temizlenmezse bozulmağa ve çürümeğe mahkümdur. Çürük dişler, mide ve barsak İhtilâtla- rından zatürreeye kadar her nevi hastalığa yol açabilir. RADYOLIN ile muhakkak sabah, akşam ve her yemekten sonra, yahud hiç değilse Günde üç defa fırçalamak şartile İstanbul Levazım âmirli ği ilânları. İdareleri İstanbul Levazım âmirliği. ne bağlı müessesat için seksen allı bin kilo yoğurt 15/9/4937 Çarsamba günü #aat on beş otuzda İstanbulda Topha- nede Levazım âmirliği Satınalma ko- misyonunda kapalı zarfla eksiltmesi yapılacaktır. Tahmin bedeli on altı bin üç yüz kırk liradır. İlk teminatı bin iki yüz yirmi beş buçuk liradır. Şart- namesi komisyonda görülebilir, İstek- Yilerin kanuni vesikalarile beraber tek- if mektuplarını ihale saatinden bir saat evvel Komisyona vermeleri. (95) (5672) * Trakya ve İstanbulda bulunan bir- tikler için 1400 ton kadar buğday kır- ması 14/9/937 Salı günü saat 15,30 da Tophanede İst. Levazım âmirliği sa- tınalma komisyonunca kapalı zarfla eksiltmesi yapılacaktır. Tahmin beds- li 9609 lira 18 kuruştur. İlk teminatı 720 Ilra 70 kuruştur. Şartnamesi ko- misyonda görülebilir, Trakya için ay- rı, İstanbul için ayrı fiat verilecektir. İsteklilerin 2490 sayılı kanunun 2 ve 3 üncü maddelesinde yazılı belgelerle beraber teklif mektuplarını ihale sa- atinden bir saat evvel komisyona ver- l meleri, (4709) KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Sahife 9 No. 169 Amiral Şütso, Japon sihirbazına! “ sen güneşin Oğlu değil, sefil ve bayağı bir mahluksun! dedi, seninde öteki mabudlar gibi kafanı koparacağım.... Amiral Şütsonun böyle tehditlere hiç tahammülü yoktu. Bahusus ki, bu tehdidin ucu bizzat kendisine do- konuyordu. — Benim kızımı İslemişsin! dedi. Fakat, ben sana evlâtlığımı bile ve- remem. Her gün akşama kadar (Ulu Tanrı) ile başbaşa kalan bir adamın kız peşinde koşması, ve kalbinde bir kadın aşkını yaşatması ne demektir.? Herkes sana burada (Güneşin oğlu) diye tapıyor! Eğer sen hakikaten (Güneşin oğlu) isen, gök yüzündeki yıldızlardan birile evlenmelisin! Yer- de yaşıyan insanlardan birini sev- mek sana yaraşır mı? Şütso çok makul sözler söylemişti. Sihirbaz amirala cevap veremedi, sus tu. Gözlerini yere devirdi. Amirala Özkan da hak vermişti. Öyle ya, el- leri sabahtan akşama kadar gökten yere inmiyen bir adamın amiral Şütsonun kızına göz koyması ve bun- da ısrar göstermesi kadar gülünç ne olabilirdi? Şütso sihirbazın yakasını birakmak istemiyordu. Özkan yalvarır gibi bir vaziyet aldı. Şütso Özkana sert bir sesle mu- kabele etti: — Bir Moğol zabitinin bir'sihir- baz karşısında boyun eğdiğini ilk de. fa görüyorum. Haydi çekil... Ayağa kalk ve başını yukarı kadır. Göğsünü şişir ve ona korkmadan de ki: Eğer (kurtarıcı ilâc) 1 hemen şimdi ver- miyecek olursan, senin Kantonda bir kız sevdiğini adadaki bütün Japon- lara ilân edeceğiz! Çünkü sen, Gü- neşin oğlu değil, bayağı ve sefil bir mahlüksun! Yerlileri yıllardanberi aldattığın gibi, bizi de kandırmak ve korkutmak mı istiyorsun?. Biz, bü- yük Moğol imparatorluğu sınırları içinde senin gibi çok mabud taslağı gördük ve hepsinin kellesini kılıçları- mızla yere devirdik. Şi - Yan - Vong bu sözleri dinler- ken titremeğe başlamıştı. Şütso, Öz- kan gibi yumuşak yüzlü bir adam değildi. O, sert bakışlarile insana deh- şet veren ve kararından dönmiyen çok heybetli bir kumandandı. İhtiyar oluğüna rağmen çok dinç görünüyordu. İhtiyarlığı da aynca muhatabına hem korku, hem itimad telkin edi. yordu. Şütso (Güneşin oğlu) nun da - usağı gibi - başını yere düşürmeğe karar vermişti. — Haydi, dedi, beklemeğe vaktim yok. Eğer biraz daha düşünecek ve tereddüt gösterecek olursan, senin de boynunu vuracağım. İlâcı çabuk çi- kar, ver.. yoksa öbür dünyayı boylı- yacaksın! Şi - Yan- Vong bir takım garip ta- vırlar ve işaretlerle - güya Gök Tanrı ile konuşuyormuş gibi - vakit gecik- #irmek ve etrafındakileri oyalamak istemişse de, Şütso bunlara ehemmi- yet vermiyerek, Moğol askerlerine: — Haydi, kim vuracak bu sihirba- zın başını?... Diye bağırmıştı. Muharipler hep birden: —Hazınız. Diyerek palalarına sarıldılar, Bir anda kınlarından sıyrılan kılıç şakırtıları (Güneşin oğlu) nu korku ve heyecan içinde titretmişti. Şi - Yan - Vong amiral Şütsonun elinden kurtulamıyacağını anlayınca elini koynuna götürdü. Bir küçük boynuz çıkardı. Ve amirala uzatarak: — Al! dedi. Sen benden kuvvetli- sin! Bunu belki günün birinde ken- dimi kurtarınm diye saklamıştım. Ben, bundan sonra zaten öldüm de- mektir. Çünkü size mağlüp oldum. Şütso ilâcı aldı: — Bununla hastamızı nasıl kur. taracağız? — Bir tas içine damlatıp içiriniz ve bir saat sonra kollarını çözünüz! hastanız çarçabuk iyileşecek, aklı başına gelecek. Şütso sevindi. Boynuzu cebine koydu. Aldatılmak ihtimalini düşünmek- ten bir türlü kendini alamıyordu. Bahçede elli kadar asker bırakarak sahile döndü. Timur bahadır kazıkta bağliydi. Gözleri o kadar dönmüş, rengi o derece uçmuştu ki, onun yüzüne ba- kıp ta acımamak elden gelmezdi. Özkan, arkadaşı Timuru bu halde görünce ağlamağa başlamıştı. Şütso; — Ağlama, dedi, şimdi ilâcı veriri- riz. İyileşir. Ve ümitsiz bir tavırla gülümsedi: — Sihirbazın bize bu iyiliği yapa- cağını aklım almıyor. — Aldatacağını sanmıyorum. As- kerlerimizin bir kısmı orada bekliyor. — O, aşkerlerimizin gözü önünde kaybolmasını dâ bilen kurmaz bir si- hirbazdır. Eğer bizi aldattiyse, onun yüzünü bir daha göremeyiz. * Timur bahadır ölüyor mu?! Moyanın ekurtarıcı ilâcs m bir tas suyun içine koydular. Ve Timür bâhadıra içirdiler. Bir saat kadar beklediler. Yerde ellerile sürünerek yürüyen Timur, bacağındaki ipl çeke çeke ka» zığın yanına kadar gitti. Başımı ye- re koydu, bir müddet titredi. Kolla- Donanmanın kaptanları ve zabitle- ri Timura hayret ve merhametle ba- kıyorlar; — Bu meşum adaya ayak basmak bile doğru değildir. Timuru kurtarıp hemen uzaklaşalım buradan... Diye söyleniyorlardı. Özkan arkadaşının yanıma sokuldu: — 'Timur, Timur... Nasılsın? Timur cevap vermiyordu. Moğol askerlerinden biri Timurun bacaklarını ve kollarını uğuşturu- yordu. Timur birdenbire fenalaştı, Ağzın- dan yeşil köpükler geldi. Kolları ye- re düştü. Gözlerini kapadı. Amira! Şütso şaşırdı ve! 'Timur...'Timur... Diye bağırdı. Özkan, Timurun kollarına sarıldı: — Ölmüş... Diyerek alnından üç kere öptü. Kucakladı., ipini kesti, Çadırın kapısına kadar kucağın- da getirdi . Moğol askerleri: —Timur öldü. Diye ağlaşıyorlardı. Amiral Şütsonun çeneleri kilitlen- miş gibiydi. : Ağzını açamıyor, bir şey söyliyemiyordu. Özkan boğuk bir sesle, askerlere bas şını çevirerek: — Ne duruyorsunuz? diye haykır- dı. Timürü öldüren sihirbazı gidip parçalayınız! Şütso birdenbire silkindi. Ve yumruklarını sıkarak askere emir verdi: — Haydi, Şi - Yan - Vong'un kafa- sını koparıp buraya getiriniz! Askerler palalarını çekerek tepeye koştular. Moyanın evine vardılar, Orada kalan ve amiralden emir bekliyen denizciler telâş içinde bah» çede dolaşıyörlardı, Denizcilerin telâşı anlaşıldı: — Moya kaçmış... ii uçmuş... Moya göğe rel Mama en 5