Doktar Cevdet odasının kapısını kilitleyip yazı masasının önüne otur- du. solmuştu. Titriyen el- leri arasındaki mektubu okuyordu. Satırları gözden geçirdikten sonra eli arasmda başını alarak uzun Uzun düşündü. Beş senedenberi evliydi. Kırk se- Yaşına bastığı zaman, şimdi evli umduğu bu kadmı çılgın bir aşk- İ sevmişti. Bütün hayatı sakin ge- SİP de kırkından sonra sevdalanan €tkeklerin nelere uğradığı malüm- Sur. İşte doktor profesör Cevdet de, € bir hissi maceraya kapılmış, ile evlenmişti. senedenberi harikülâde zevkli Bir rüya yaşamıştı. Fakat şimdi âdi hadise, bütün zevkini kırdı; için- Şüphe uyandı. Kiskançlık kelimesi, ruhunda alev- erle damgalanmıştı. kendisine nisbetle pek genç- ti. Doktor, aldatıldığını haber alınca, Miç bir sey belli etmeden, gizliden e tedkikatta bulundu. Şimdi ar- tik her şeyi iyice biliyordu. Kansının ettiğine tamamen emindi, Cevdet, uzun uzun düşün- GÜ. Koltuğundan kalkıp dabir ze bir tedkiki için lâboratuarına geçtiği Saman hissiyatına son derece hâ- '".. Leylâ, yatağından kalktı ve ban- Yoya koştu. Birkaç saniye sonra &fı ACI bağırmağa başladı. Yakın bir oda- ÂN bulunan doktor, karısının $esini fırladı. Genç kadın, sağ elini sallıyordu. Pevkalâde ıztırap çektiği belliydi. — Nen var, Leylâ?... ”— Elime iğne battı. Süngerin için- eş Kik bir iğne varmış. Avcuma alın — Göster bakayım. Leylâ elini uzattı. Bir küçük kan damlası avcunda Parlıyordu, Doktor, muâyeneden Sonra; «77 Epi derin batmış! - dedi. “Genç kadın hayretle; kin Bu iğnenin süngerimin içinde M6? Eğer famdöşambrım izinli W ondan şüphelenirdim. Fakat İşi kim yaptı? — Ne bileyim, şekerim? On altıncı yaşasaydık «Hayatın tehlike- Sedir! derdim. O devirlerde zehir ası salgın halindeydi. İnsanı, mn türlü terkiplerle ölüme aşılar- — Şimdi bunun ne münasebeti var? | Nereden akma geldi? > Anlatayım: Eski zamanın meş- İtalyan zehiri olan, kokusüz, ve iz bırakmıyan acgua - tof- İlna'yı dün yeniden keşlettim. — Şiddetli bir zehir midir? > Müthiş! Bir damlası... Ne diyo- ? Hayır, hattâ bir damlanın ek- "ği, meselâ bir iğnenin o zehire bu- olması kati bir ölümü intaç ettirir, ip Sen bu zehiri mi tekrar keşfet- ii O zehirin mahiyeti asırlardan- kaybolmuştu. Binlerce kimyager golünü ar&yıp duruyordu. Ben iş- Yeniden buldum. —— Peki amma bu zehir bu asırda ME İşe yarar? — 1500 senesinde ne işe yarıyorsa öyle,.. Farzet ki sen, kocanı al bir kadınsın... — Cevdet! Ne diyorsun? babe, imi Farzet... Ben de bu işi bej * aliyorum... Bütün Ssaadetimin, tün imanımın yıkılması! Aşkım, oluyor. Artık şimdi bende bir Yaşıyor: O da intikam almak... İm 2 ettiğimi mahvetmek... Öy- © Ben, zehir mütehassısıym... ilâkım bur, İşte, formolünü bul aCgua - tolflana imdadıma ke Bir iğneyi kırıyorum. Onu Suyuna batırıyorum ve usul tuvalet süngerinin içine soku- > um... Bir saat sonra zehirli iğne Tolünü oynıyor. — Cevdet! Merhamet-et... 5 diyorsun?... Merhamet mi?... — Çünkü kabahatliyim. Onu bili- Yorsun ve müthi dın. Ş$ surette intikam Genç kadın, banyodan çıkmış, ko- Paris 2111) Sofya 85115 kn ni edi. ela Nev York 78.54 Madrli 1300 | Milâno 10580) pelerad 344880 JAlina 0678) zioti 41895 | Cenevre 34204 1Y8 88 Brüksel 44850 | Bükreş 1037090 Amsterdam O14371İ Moskova 239,25) casının ayaklarına kapanmış, yalva- | yordu: — Cevdet! Affet! Affet! — Demek itiraf ediyorsun? — Evet... Ben alçak bir insanım... Senin iyiliklerine, muhabbetine lâyık değilim, Fakat sana yalvarırım, Cev- det. Beni kurtar, Yolunu sen yapa” bilirsin. Affet beni! Âlimin dudaklarında bir istihfaf ifadesi belirdi. Bu tapındığı kadın, bü- tün aşkını, servetini, hayatını ver- diği bu kadın onu alçakca aldatmıştı. Köpeğin efendisine karşı olan min- nettarlık hissinin zerresi bile onda yoktu. Şimdi ayaklarında sürünüp yalvarıyordu. Belki de ömründe ilk defa olan bu âlimin ilmi kudretine itimad ediyor, kıymet veriyordu. — Cevdet! Merhamat! Gencim! Beni kurtar! Hissediyorum. Zehir vücudümü yavaş yavaş kaplıyor. Öleceğim. - — sÖleceğim; mi diyorsun? İn- şaallah uzun yaşadıktan sonra pek Ahtiyar olursun... Böylelikle bana yaptıklarının acısını çekersin, — Bunlar ne anlaşılmaz sözler! Ya zehir? — Ne sanıyorsun? Beni âdi bir ka- til mi zannediyorsun? Dünya yüzün- de © kadar çok alçaklık, hodbinlik, hainlik var ki, niçin bu cinayetlere bir de ben yenisini ilâve etmiş ola- yım? Haydi kalk! Giyin, seni kovu- yorum, Senin yüzünden günlerce iz- trap çektim, Sen de bir iki dakika korko içinde kıvrandın. Bu kadar in- tikam bana yeter. — Ya o zehiili iğnenin batması? — Kimse iğne batışından ölmez. Meşhur acgua - toffana'nın formo- lünü de bulmadım. Belki de kimse bulamıyacaktır. Veli Nuri . ri (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESBAM ve TAHYİLAT İstikrazı dahili 95,75! Türkiye Cum- gı 1989 İstik- $5) buriyet Merkez ran Bankası Ünitürk I 1480) Anadolu His. 2440 e 7 » AE > MAMİ eşiği 720 Mümessil 1 3860) Çimento 10001 » E. M0) Şitihmd Değir 1180 4 - go | Benleri Bankası 9. » hamiline ©90! Şar değir- 080 » Müesmis o 75. genleri Para (Çek fiatleri) TİCARET ve ZANİNRE BORSASI 1/9/1937 FİATLAR CİNSİ Buğday yumuşak » ser Nohut kaba Afyon Fındık kabuklu Yapak Anadal Tiftik Anamal GELEN TBuğday Şikago Vinipek Arpa: Anvers Misir; Londra 351 Keten 'T. : Londra 8,06 Fındık G. : Hamburg BE Fındık 1. : Hamburg Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» mülessesesinde satı- Ur, «Akşam; gazetesine abone olanlara busus! tenzilât yapılır. Dük dö Vindsor biraz şişmanlamış Dük ve Düşes çok sade bir hayat geçiriyorlar İngiltereyi terk edeli dokuz ay ol- duğu halde Dük dö Vindsor her gün Londraya telefon etmiye devam et- mektedir. Her seferinde yirmi da- kika kadar görüşüyor. € Dük ve Düşes telefon ettikleri vakit ekseriya şatoda yalnızdırlar, İkisi de basit bir hayat yaşamaktadırlar. Sabahları etrafı çiçekle süslü yüzme havuzunun üstünde bir taraçada kahvaltı ederler. Buradan Avustur- ya, İtalya ve Yugoslavyanın dağları görünür. Kahvaltıdan sonra İngiliz gazetelerini, iki Amerikan, bazı Avusturya gazetelerini ve bir çok mecmualar okurlar, Artık normal hacmine avdet et- miş olan mektuplarmı okuduktan sonra Dük hafif bir öğle yemeği yer ve öğleden sönrasım spora verir. Tenis oynar, bazan balık avlar, ba- zan da, golfa çıkar. Fakat tercih ettiği spor dağa tırmanmaktır. Köylüler Dükün iyi bir tırmanıcı olduğunu söylüyorlar, Son zamanlarda şatonun arksam- daki Dobraş dağında 2500 metreye yükselmiştir. Dük biraz şişmanlamıştır ve iyice kararmıştır. Düşes şato erazisini yaya olarak pek nadir terk eder, Dışarı çıktığı zaman otomobille Dükün veya dost- larından birinin Tefakati fle çıkmak- tadır. Misafiri olmadığı zaman Düşes ya- zı yazmakin Meşgul oluyor. Söylen- diğine göre bir kitap yazmaktadır. Düşes geyet bâsit giyinmektedir. Ekseriya elbisesi mavi veya beyazdır. eo ge) 8 Eylül 987 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plik- Ja Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Muhtelif piâk neşriyatı, 14: SON, Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Beyoğlu Hal- kevi namına (Müzik), halk şarkıları, 2030: Bay Ömer Rıza ta- rafından arbaca söylev, 2045: Nezihe ve arkudaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15 Otkös- tra, 22.15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: P'âkla so- lolar, opera ve operet parçaları, 23. Son Ecnebi istasyonların en müntehap programı Rama (421) sast 72: Senfonik konser, Strasburg (6349) 214 Fakir talebes eperet, Viyana (807) 20,28: Senfonik kon- | ser, Bükreş (304) 2245: Radyo orkes'rasi tarafından Konser, Setlens (443) 21: Flüt Konseri, Bükreş (364) 215: Keman kon- seri, Varşova (1339) 22: Piyano konseri, Peşte (549) 0,30: Tzlgan orkestrası. Dans musikisi Paris P. P. (313) saat 23, Breslav (96 2320, Londra (Kısa dalga) 18,35 - 24. 9 Eylül 957 Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: Son, Anşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 19,30: Spor müsuhabeleri: Eşref Şetik tarafından, 20: Sadi ve arkadaşları tarafından "Türk musikisi ve halk sarkıla- rı, 2030: Bay Ömer Rıza tarafından crab- cn söyler, 2045: Bayan Emel ve meka- daşları tarafından Türk musikisi ve hlk #arkıları, (Saat ayan), 2115: Orkestra, 22.15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plükia sololar, “pera ve operet parçaları, 23: Son. A İmsak Güneş Öğle İkimii Akşam Yatsı #, 9Jsili 539 9171200 134 Va. 3,50 934 1212 1548 1832 207 Yazan: İskender F. Sertelli General Hun-Kanı derin bir kuyuya atmışlar ve kuyunun ağızını büyük bir kaya ile örtüp çekilmişlerdi Fakat, bu merhametin ve bu iyiliğin beni zilletten zillete, felâketten felâ- kete düşürdü. Mikado yüzüme tü- kürdü: «Moğollara yardım etme seydin, seni kılıçtan geçirirlerdi. Af- fetmezlerdi. Sen yurduna fcnalık yaptın! diyerek beni şehirden ve ailemin yanından uzaklara sürdüler, Asi Japonun gözleri sulandı: — O zamandanberi yurdumdan, ailemden, çocuklarımdan uzak ya- şiyorum. Ve onları ebediyen görme- meğe mahkümum. Bütün bunlara sen sebep oldun! Beni o zaman esir alıp götürseydin, yahut kılıçtan ge- çirip öbür dünyaya gönderseydin, ruhum göklerde dolaşacak ve mabud- lar yanına ak yüzle varacaklım. General Hun - Kan bu sözleri hay- retle dinliyor ve yaptığı iyiliğin ken- disini günün birinde bu kadar ağır işkence ve Iztıraplarla karşılayabile- ceğini düşündükçe insanlığından nef- ret ediyordu. * Bir aralık karşısında Azrail gibi dikilmiş duran Japonun yüzüne dik- katle baktı; — Seni ailene ve çocuklarına ka- vuşturmamı istemez misin? — Ne demek istiyorsun? — Şunu demek istiyorum ki, aile- ni ve çocuklarını Tokyodan Pekine gelirtirim, Sana ev, para, servet ve- ririm! Seni şaadet ve refaha kavuş- turabilirim! — Bunları yapmağa muktedir ol duğunu biliyorum. Fakat, ne yazık ki, artık iş işten geçti. Ben Jüpon- yâdan, canımı kurtarmak için bura- ya kaçtım. Bir daha nasıl oraya dön- meme imkân yöksa, ailemi ve ço- cuklarımı görmem de İmkânsızdır. Hiç bir Japon kadını Mikado tarafın- dan telin edilen bir adama - o adam kocası ve babası da olsa - dönemez ve onunla temas edemez. Ben, öl- müş, mahvolmuş bir insanım. Beni öldüren, mahveden sensin! Şu deni- zin bütün sakırgalarını vücudüne döksem, dünyanın bütün akreplerini etine yapıştırsam, gene hıncımı ala- mam senden! " b Gece... Meydanın ortasında talih- siz Moğol genersli ile başında duran iki möbetçiden başka Kiraseler yoktu. Hun - Kam her gece iki nöbetçi beklerdi Sabahleyin güneş doğar doğmaz asiler meydanda toplanmağa başlar ve her günkü işkenceler, biraz daha arttırılmak suretile tekrarlanırdı. Hur - Kan son günlerini yordu. O gece Moğol generalı çok muzla- ripti, Sakırgalar yüzünü, gözünü oyma- ğa başlamışlardı. Nöbetçilerden biri generalin yanı- na sokuldu: — Relsimize neden yalvarmıyor- sun? — Beni affedeceğini mi sun? Öyle umuyorum: Belki affeder. He- le bir dene bakalım! — Ben ölmek istiyorum artık. Düş- manlarım çok... Halbuki ben vakli- le yaptığımı iyiliğin cezasını çekiyo- rum, — Yerinde yaplmıyan iyiliklerin ne değeri olur? Sen Moğollara esir düşen bir Japonu affetmiş ve ona hayatını bağışlamışsın! Halbuki o, © gün ölseydi, bugün toprak üstünde sürünmiyecekti. — Jüponların böyle bir inanışla- rı ölduğunu bilseydim, kellesini uçur- makta tereddüt etmezdim. — Şimdi seni kaçırırsam buradan, nereye gidersin? Hun - Kan adalının gözlerinin için- ne baktı? — Nereye mi giderim?... Doğruca ölümün kucağına... — Hangi ölümün kucağına?... — Kendimi denize atar, bir an ev- Yel kurtulurdum bu iztıraplan. — Hakkın var! Seni kaçırsam da, yaşı- saniyor- kaçırmasam da nasıl olsa öleceksin! Adadan, kuş olsan, mazsın! Bu sırada enginlerde birbiri ardın- ca belirmeğe başlıyan bir çok gölge- ler göründü. Nöbetçi kendi kendine mırıldandı: — Şütsonun gemileri geçiyor uzak- Hun - Kan vücudünde bir ürper- me duydu, titredi. Alnından soğuk soğuk ter damlaları akmağa başladı: — Ne dedin? Şütsonun gemileri mi geliyor? — — Evet. Fakat, gemiler uzaktan ge- çiyorlar. Buraya uğrıyacaklarını san- miyorum. Biraz sonra deniz üstündeki karak tılar çoğalmağa başladı. Adalılar üçer beşer kalkarak etrafa yayıldılar. Davul sesleri ve çığlıklar gittikçe çoğalıyordu. Vi Generâlin nöbetçisi: — Şütso adaya yaklaşıyor. i Diye mırıldanıyordu. , Birdenbire boğuk bir ses yükseldi: — Hun « Kanı kuyuya atalım. Şütso gelirse, onu sağ bulmasın. Hun - Kan sevinç içinde titriyordu. «— Şütso geliyor!» Sesleri çoğaldıkça, generalde de kurtulmak ümitleri artıyordu. Fa- kat, adalılar zulüm ve işkenceyi O derece ileri gölürmüşlerdi ki... Hun - Kanın asilerin elinden kurtulması imkânsız denecek kadar müşküldü. Generali derhal ağaçtan çözdüler. Sü- rükliyerek bir kuyunun ağına gö türdüler, Gece yarısına doğru Moğol gemile- ri adanın önünde demirlemişlerdi. On beş gün önce ikinci Yay ada sından kaçarcasına uzaklaşan ve © gündenberi görünmiyen Moğol gemi- lerinin birdenbire adaya dönüşü, asi- leri düşündürmeğe başlamıştı. — Hele bir kere şu generalin işini bitirelim. Şütso belki onu kurtarma» ga gelmiştir. Diyerek, Hun - Kam derin bir ku- yuya atmışlardı. Zavallı Moğol ge- nereli o gece dünyaya ebediyen göz- lerini kapıyordu. Çünkü elli adam boyundan daha derin olan bu ku- yuya düşen bir kimsenin sağ kalma- sma imkân yoktu. Adahlar bundan sonra kuyunun ağzını büyük bir kaya parçasile ör. terek çekilmişlerdi. Herkes sabahı bekliyordu. Amiral Şütso ertesi sabah ne ya- pacaktı? Bunu bilen yoktu. Adalılar sabaha kadar pusular ku- rarak, yaylarını gererek güneşin doğ- masını beklediler. bir yere uça- Ertesi sabah... 1 Yerliler gene eskisi gibi kayalıklar arasından ve tepeciklerden denize ok yağmuru yağdırmağa başlamışlardı, Bu adanın tabii teşekkülü adalılar ra uzun müddet müdafaa imkânını veriyordu. Sahilden adaya sokulmak kabil olmuyordu. Amiral Şütso bu adada çok telefat verdiği halde bir türlü adayı işgale muvaffak olamamıştı. Şütso Japon sahillerinde işini bi- tirmiş, tekrar Yay adalarına dön- müştü. Gerçi Kubilây hanın sahte mektubunda donatmanın tekrar ada- lara dönmemesi bildiriliyorsa da, Şütso, genersi Hun - Kanın adada uzun müddet esir kalmasına taham- mtl edemiyordu. Japon sularında beş on gün dolaştıktan sonra tekrar Yay adalarına dönmeğe mecbur ol mustu, Şütso kendi kendine; — — Kublây han buralardaki vazi- yeti bilmiyor. Japon sularında bizim için hiç bir tehlike yoktur. Donan- manın oralarda dolaşması pek mâna“ sız ve mevsimsizdir. Yay adalarında görülecek işlerimiz var. Evvelâ bu 1 lerimizi bitirmeliyiz. Diyerek adalara dönmeyi tercih et- mişti, , ! (Arkası var)