6 Eylül 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

6 Eylül 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bahife 6 AEŞAM 6 Eylül 1937 PAZARTESİ KONUŞMALARI: Ali Ekrem Bolayir Onun ölümü bende derin bir acı | uyandırdı, Niçin? Bunu kendime 1$- rârla sordum ve dikkatle inceledim; Ben, onun eserlerinde büyük bir şair- | lik, vatanperverliğinde söz hâlinde | kalmamış fedakâr - bir hareket gör- memiştim. Ne şahsi dostluğum, ne | de kendisine - uzak, yakın - talebeli- Eim vardı. Dil ve edebiyat mevzuun- İ da onun düşüncelerinden çok ayrı fikirlere inanıyordum, Bir, ikiyi geç- miyen görmem ve görüşmemde onü, kendini çok beğenen, lüzumsuz ve yersiz mağrur, eserlerini başkalarına dinletmek hastalığından bile bu gu- Turu kurtaramıyacak Kad: tenkidden mahrum bulm Demök merhum Ali Ekre benim için ne büyük ne büyük vatan- perver, hattâ ne de olduğu cı nereden ge Bu açı, yaptığım inatçı bir ta den sonra anlamış bulunuyorum Ki, anda ölen, onun fanlliğinde ebedili-*| ğinin zerrelerinden bir kaçını daha kaybeden aziz bir varlık içindi; oğulda ölen, baba için... Ali Ekre | min maddesinde ve mânâsında Na- mık Kemajden bize intikal eden kü- çük parça bile, bü büyük vatanper- yeri bilen ve tanıyan her Türk için kutsal bir mevcudiyettir. 908 meş- rutiyetini yapanları, yarattığı bir mefhumun, vatan mefköresinin Işı- ğile bütün Abdülhamid devri : bo- yunca besleyip büyüten Namık Ke- malin : Ölürsem görmeden nillette ümit ettiğim feyzi, Yazılan sengi kabrimde vatan mahzun, ben mehzun! Sözünü; mensup olduğum nesil gi- bi benim de bin bir acı ile idrak ef- tiğim meşrutiyet ve mütareke devir- lerinde tekrarladıkça ona ne kadar acırdım? Onun ilâhi hüznüne, be- nim küçük varlığımın ezalarını ka- rışmış hissederdim. İstiklâl sâvaşile açılan mesud Atatürk devrinde on- dan gölen bu acıları unuttum, Oğ- Imunun ölümü bana babasını, bi sun mahzun ve mahrum ölüşünü tekrar hatırlattı, Ona, hayatında gör- mediği bu güzel günlerin bütün ru- hunda duyduğu yoksulluğunu düşü nerek, bugün de acıyorum, Ali Ekrem merhum, bir noktadan daha kendisine aâcındırsa yeridir. Fransızca çok iyi bilirdi, eski edebi- yatımızı yakından tanımış ve oku- muştu. Edebi kültürü çok kuvvetli idi. Fakat ibtiyarlığında gençliğin- den, gençliğinde ihtiyarlığından da- ha çok eski idi. Onun nazmında ve nesrinde Nefi olmadan haşmet, Na- | mik Kemal olmaksızın ezamet vardı. İfadesi, yıldırımsız bir gök gürültü- süne benzetilebilir; yakmaz, fakat baş ağrıtır. Yanm asırdan fazla (lisanı Osmani) vâhimesile yaşadı. Hattâ ayni vâhime içerisinde öldü di- (AKŞAM) ın edebi romanı yebiliriz. Tanrı, her ikisine de rahmet eylesin, —. (Serveti Fünun) mektebine A. Nâ- dir adile girmiş, tıpkı onun gibi müs- tear bir isim kullanan H. Nâzım'la birlikte Menemenli Tâhir beyi de be- rTaber alarak buradan Baba Tâhirin (Malümat) ına hicret etmişti. Tev- fik Fikret, bu hicreti şöyle anlatır: Ayın Nâdir hskaret gördü gitti, H. Nâzım başka hikmet gördü git, Sezki fazla hürmet gördü gitti, Hele Tahir beyin ahvali malüm O Tühirle Karabet gördü gitti. Ali Ekrem de ayni vakayı Recal zade için verdiği bir konferansta şöyle nakletmişti: «Tevfik Fikretle benim aramızda bir meselet edebiyeden dolayı hususi bir mübahase başladı. Bahis, sahâifi matbuata intikal ediverdi. De'bi di- rin Üüdebadan olduğu veçhile birbi- rimize tarizler, tahkirler yağdırdı. Ben Serveti Fünundan ayrıldım.» O zaman sarayın müdahalesile bi- ten bu çetin münakaşalar gibi, bu- gün, merhumun kendisi kadar eser- leri de susmuştur. Ne Ruhu Kemal, ne Zilâli İlhan, ne Lisanı Osmani; ne de Ordunun Defterinden yarına in- tikal #decek bir sahife vardır sanırım. Yalnız Ali-Ekremden bir şiirin kedisi değil, fakat hatırası edebiyat tarihi- mizde şerefli bir yer alacaktır: Va- ret. Serveti Fünun «nüshal müm- taze» sinde çıkan bu manzume, bi- zim ve bizden önceki neslin hâfızala- nmızda 1897 Yunan muharebesinin Şehnamesi olarak yaşamıştır. İçin- deki: Siyahı gazanfer - Veş âvâzı top Riyahi heyakil - Berendâzı top Gibi çetrefil ve türkçe olmıyan mısralar bulunmasına rağmen mev- zuundaki samimilik ve bilhassa köylü mektubunu aynen alan parça- lardaki mili ruh bu manzumeyi uzun seneler yaşatmış ve merhumun ilk şöhretini yapmıstır. Ölümünden sonra Ali Ekremi anmak için, kendi- sini en iyi halırlalacak olan bu şiir- den bir kaç mısra okuyalım: Ağaçlı bir tepenin kuytu bir kenarında Buluştular iki hemşehri Çemişkezekli Memişle Gel arkadaş bakalım deme: ninem. Çarık takındığımız gün ağırca hasta idi, Memiş, eğer ben ölürsem sakın acınma dedi, Baban selâm ediyor, Daltaban selâm ediyor; ır, Pehlivanı selâm ediyor; Ninen selâm ediyor, emmi Kızların hakeza, Çoban selâm ediyor — Bak bele, diyindi bana olmuş, bizim kadın Emine? Yeminlidir, bana korkma Bekir selâm edi: Bizim kadın O dağ kadar topa karşı göğüs geren asker Yıkıldı bir haberin sadmel nihâni ile Emin imiş gibi Allahına vusulünden Hazin vasiyyesini başlamıştı takrire: var ne yoksa satıp sarmalı, bahâsiyle ye yakışır bir teş almadır emeli; (Devamı 9 uncu sahifede) Hasan - Âli Yücel Mektep arkadaşları | Üç gün sonraydı. Bir akşam eve geç | dönen Cevvale Süheylânın gönderdiği | şu mektubu masasının üstünde buldu: | «Kardeşim, Dündenberi garip bir sancı beni kıv- trandırıyor. Apandisiften korkuyorum. Bizim idarenin doktoru da bundan | şüphelendi. Kendimi iyi hissetmiyo- | rum. Bir kere de senin fikrini almak #htiyacındayım. Beni gelip görür mü- sün? Süneylâ » Bu mektup Cevvaleyi o kadar gül- dürdü Kİ teyzesi aşağıdan seslendi: — Ne var, Cevvale, kimle konuşu- yorsun, — Bir şey değti teyze. Kendi kendi- me gülüyorum. İki gün evveline kadar hiçbir şeyi olmıyan Süheylanın doktor Naci mese- lesinden ve Cevvalenin bir hastalık bahane ederek fakülteye gelmesi tek- Mifinden sonra apandisit sancıları çek- meye başlaması gülünmiyecek şey değildi. Fakat bu mektubu yazarak ve onu da inandırmağa çalışarak ortaya at- masında ne mâna vardı, Bu satırlar arasında önce konuştuklarını hatırla- Bürhan Cahid | İ tacak bir lâtife olsaydı şüphesiz bu | apandisit muamması hoşa gidecek- ti. Fakat Süheylâ öğrendiğni sıcağı sı- | cağına arkadaşına kullanıyordu. Yemekten sonra hastayı yoklamaya giden Cevvale onu bir macera romanı okurken buldu. — Geçmiş olsun Süheylâ, nasıl ol- dun, sancı devam ediyor mu? Cevvale pek ciddi soruyordu. Genç kız belki de okuduğu romanın heyecanlı bir yerinde idi. Gözleri dal- Em, yüzü biraz soluktu. Kendini top- lamağa çalışarak cevab verdi: — Ara sıra gelip geçiyor, amma gel- diği vakit... Cevvale gülümsedi? — İsabet, isabet... Süheylâ şaşırdı, Cevvale saçmalıyor- muydu? Genç kız parmaklarının ucu ile önü çenesinden tutup başını kaldırdı. Göz- lerinin içine baktı. Yarı şaka, yan is- tihza ile: — Sancılar yarına kadar devam et- meli, dedi, İyi tesadüf, Yarın tam po- liklinik günü, Artık ısrar edemiyen Süheylânın Tetrika No. 37 | Almanya mektupları Berlinde büyük bir süt sergisi açıldı Bu münasebetle 53 milletin murahhaslarının Berlin (Hususi muhabirimizden) — İki üç aydanberi Almanyanın muh- telif şehirlerinde birbirini takiben sergiler açılmakladır. Bunları yüz- binlerce insanı ziyaret ediyor, hepsi çok rağbet görüyor. Fakat bu muh- telif sergiler arasında en ziyade alâ- ka uyandıran hiç şüphesiz «Beynel- milel süt ekonomik sergisi; olacaktır, Sergi birkaç güne kadar açılacak- tir. Fakat şimdiden gâzetecilere hu- susi surette gösterilmiştir. Sergi mü- nasebetile 53 milletin murahhasla- rından mürekkeb olarak on birinci dünya süt kongresi toplanmıştır. Sergiye, Danimârka, Estonya, Fin- lândiya, Fransa, İngiltere, Romanya, İsveç, İsviçre, cenubt Afrika ittihadı, Çekoslovakya, ve Macaristan iştirak etmiştir. Yapılan istatistiğe nazaran, 120 milyon <SÜt veren inek» insanlara gözleri çakmaklandı, Son bir müka- yemet hamlesi yapmak ister gibi: — Ne diyorsun Allah aşkına... Ge- ne şeytanlığın üstünde!. Cevvale artık dayanamadı: — Böyle konuşmadık mı canım, dedi, Yarın doktor Naciye gideceğiz işte! Kıpkırmızı olan Süheylâ kekeler gibi: — Ay, sen ondan mı bahsediyor- dun, dedi. Ben onu unutmuştum bi- le 1. — Ben unutur muyum canım. Bi- lirsin ki verdiğim sözde dururum. Ne ise, yarın istersen beraber gidelim. Ben doğru hastaneye gideceğim. Sevincini belli etmemek için muz- tarip görünmeğe çalışan Süheylâ mı rıldandı; — Sen bilirsin. Bari ben de idareye telefon ettireyim. O kadar samimi arkadaş olmaları- na ve bu vaziyeti beraber hazırlama» larına rağmen Süheylânm hakiki bir hasta rolü yapması Cevvaleyi kızdır- mıştı, Eğer bu anlaşmada bir izzeti nefis meselesi aranacaksa, Süheylâ- nın daha önceden karşılaması lâzım- dı. Daha sonra bu anlaşmayı daha o zaman ciddi telâkki ettiyse o suretle devam etmesi, mektubu o şekilde yaz- ması ve nihayet kendisi gelincede kahkaha ile karşılaması lâzımdı. Yukarda sergiden bir köşe. aşağıda süt çülükte kullanılan muhtelif makineler | apandisitten şüphemiz var. Biriki süt yetiştirmektedir.. Bütün . dünya- da, senede iki yüz milyar litre süt, 8 ilâ 10 milyar kilo tereyağ, 6 ilâ 9/50 milyar kilo peynir istihsal ediliyor. Tereyağ, peynir ve bunun gibi süt- le yapılan istihsalâtın umumi ticaret- teki kıymeti, iaşe hususundaki umu- mi ticaretin yüzde onunu teşkil edi- yor. Cihan süt İstihsalâtının değeri, bütün dünyada mevcud otomobil fabrikaları istihsalâtının üç mislini aşar. On milyon inek sahibi olan Alman- ya, şimali Amerika birleşik hülkümet- lerinden sonra en ziyâde süt istihsal eden bir millet olmakla beraber, yağ ve peynir hususunda, İngiltereden sonra, dünya piyasasından en ziyade mübayaatta bulunan bir memleket- tir, Sergi cidden görülmeğe, tedkik edilmeğe - lâyıktır. Yeni sergi binası Köprü üstündeki geçit yerleri ar KADIN KÖŞESİ Kadife şapka Siyah kadifeden iki yanı sivri şap” ka, İki yandan geçen renkli muslin âşarp boyundan dolanarak önde Eminönü ve Karaköy meydanların” da geçit yerleri ayrılarak buralara çi- yiler konacağını yazmıştık. Bu iş yar kında yapılacaktır. Bu iki meydana çiviler konduktan sonra Köprüdeki geçit yerlerinin mevkileri değiştirile- Cektir. Yeni geçit yerleri daha geniş olacaktır. Kadıköy rıhtımında gezerken düşüp öldü Ankarada Kutlu apartımanında Oturan askeri mütekaidlerden kay- makam Ali; bundan bir müddet evvel tedavi edilmek üzere şehrimize ger miş ve Kadıköyde İzmir oteline misar fir olmuştur. Bay Ali; Haydarpaşa hastanesine yatmış ve burada bir ay kadar tedavi edilerek çıkmıştır. Mütekaid kayma” kam, dün biraz hava almak üzere Ka» diköy rıhtımına çıkmış, buarda dolaş“ makta iken bir aralık üzerine fenalık gelmiş ve düşmüş ölmüştür. Polis ce- sedi muhafaza altına almıştır. Tahki- kat yapılmaktadır. dahilinde bulunması ona başka bir kiymet verdiği gibi, tertibatta göze- #len mükemmeliyet, mevcud maki» nelerin pırıl piri parlayışları sergiye ayrı bir hususiyet veriyor. Sergide teşhir edilen eşya arasında en ziyade nazarı dikkati çeken şey, süt, tereyağ, peynir makineleri, $iŞ9 yıkama ve şişe doldurma makineleri dir. Başta Almanya, olmak üzere Hol Janda vesair meleketlerde bu yolda makineler teşhir etmişlerdir. Bugün Almanyaya «Sergiler diya» Ti3'demek tam yerinde bir tabir olur, Çünkü, yukarıda da söylediğim gibi, gün olmuyor ki, burada, memleketin bir köşesinde, yeni bir sergi açılma” sın. Bundan dolayı, sırf bü gibi muh- telif şubeler üzerine açılmakta olan sergileri hakkile tedkik etmek gaye sile, hükümetimizin, burada bir me mur bulundurmasını memleket nar ve hesabına faydalı görürüm. — Z, B. Halbuki Süheylâ öğrendiği plânı, öğretene karşı kullanmakta ısrar et- mişti, Bütün bunlara rağmen Cevvale onu mazur gördü, Bütün öteki arkadaşla | rı gibi onun da zayıf bir tarafı vardı. | Her ihtimale karşı onu temin etmek için: — Bu mesele aramızda kalacak Süheyl, dedi. Netice ne olursa olsun, benim bu kombinezonu unutacağıma emin olabilirsin! Süheylâ o kadar mütehassis olmuş- tu ki dayanamadı. Yerinden fırladı ve arkadaşını alnından öptü, İki arkadaş erken kalkmağa mec- bur olmalarına rağmen geç vakte ka dar konuştular. Süheylâ bu gece arka- daşını her zamankinden fazla kendi. ne yakın buldu, ... O gün hastaneye bir baloya hazıt- lanır gibi itina ile giyinerek giden Süheylâyı doktor Naciye tanıtan Cev- yale pek ciddi bir tavırla izahat verdi: — Çok iyi arkadaşım, doktor bey.. doktor muayene etmiş, kati bir şey söy- lememişler. Doktor Naci hastayı dikkatle süzdü. | Sonra Cevvaley | — Peki efendim, dedi, Hastayı ha- | arlayınız. Küçük muayene odasının hasta ma- sasına yatan Süheylâ Cevvale ile gös göze gelmekten korkar gibi önüne ba kıyor. Sinirlenmiş, sıkılmış gibi hare ketler, kıvranışlar içinde doktorun baş” lıyan suallerine cevab veriyordu: — Sancıyı hangi nahiyede hissedi- yorsunuz? — Ne zamandanberi hissediyorsu” nuz? — Bulantı hissediyor musunuz? — Bu sancılar muayyen zamanlar daki sancılarınıza benziyor mu? Doktor Nadinin suallerinden çoğu" na: 5 — Bayır! Cevabi veren genç kiz sıkılmağâ başlamıştı, İmtihanın bu kadar şid” detli olacağına ihtimal vermemişti, Nihayet muayene başladı. Genç kızın taze bir muz gibi diri ve pembe görünen apandisit nahiyesi üzerinde doktor Nacinin parmaklar! dolaşıyordu: y — Burada ağrı hissediyor musunusü — Hayır — Burada? — Hayır. — Peki şimdi? — Biraz, Doktorun parmakları bu dipdiri genç kız vücudüne gömülmüş Küf barsağı bulmuş, tazyik ediyordu: — Şimdi, (Arkası var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: