e 3 Eylül 1937 Kuzu gibi sakin, sessiz, kendi ha- inde bir ahbabım vardır: Şakir... Çalıştığı şirkette arkadaşları bu ç0- neler yapmazlar, neler... Şir“ Ketteki arkadaşisrının en büyük eğ- lenceleri bizim Şakire muziplik yap- | Mak, onu çileden çıkarmaktır. Biça- Ye Şakir de bunların hepsine taham- mâl eder, Geçen gün bizim Şakire Köprü üs- rasgeldim. Sevinç içinde idi. Neşesinden etekleri zil çalıyordu. Onu hiç bir zaman bu derece neşeli gör- Mediğim için sordum: — Ne o Şakir?... Bevinçli sevinçli gülerek: — Sorma, dedi, bizim arkadaşlara Öyle bir oyun oynadım ki bütün inti- aldım. Şimdiye kadar bana Yaptıkları bütün muzipliklerin acı Mını çıkardım. Mahvettim onler... Bir daha bana dokunamazlar. — Aman anlat, yahu! Köye ayni vapurla dönecektik. Gü- yerleşip sigaralarımızı yak- tıktan sonra Şakir arnlatmağa başladı: , — Bizimkilerin bana hergün Oy- hadıkları oyunları bilirsin... Birader, bir sabır, iki sabır, üç sabır... Artık a geldi, tahammülüm tüken- Gİ... İşte tam bu eşnalsrda geçen gün bir hafta geceli gündüzlü çalışıp yaz- raporumu saklamâzlar mi? Ararım ararım yok... Kime sorsam: — Ben ne bileyim... Senin raporu- Mun bekçisi değilim ya... diye gülüm- Bemezler mi? Baktım olacak gibi değil, kan tepe- Me çıktı. Şunlarn hepsine birden bir muziplik yapmağa karar im, Onlara öyle bir oyun oyna- Yacaktım ki bir daha bana muziplik a yemin edeceklerdi. m yavaş yavaş kaçınıvermişim Bİbİ gayri tabii bir hal aldım: — Rapor!... Rapor!... Neredesin?. T, rapor!... Neredesin?... Diye odanın içinde fır dönmeğe ım. Onlar hayretler içinde ba- NA bakıyorlardı. Gözleri korku İle Açılmıştı. Ben onların korkmağa baş- mı görünce işi büsbütün azıttım ve: — Ey rapor, semajarın kaçıncı ka- uçtun?... Diyerek masamın üstünde bir tak- attım. Arkadaşla telâş içinde köşelerine büzüldüler, Biri Kapıdan sıvışmak is- iu, Hemen anladım. Koşup ka- Piyı kilitledim. Anahtarını cebime Atarak, bir vecize savürdum; — Kimse dışarı çıkamaz... Kapın e İspanyalı asi general Franko Belmiş... Yanında da piyes muharriri Şekispir var... Kimse dısarı çıkamaz! Arkadaşlarım artık büyük bir te- ri. Biri yanıma yak- — Şakirciğim, Şakirciğim... Sakin OLkardeşim... Bak raporun burada... Diye raporumu bana uzattı. Ben nı raporu kaptım: — Ben bu raporu yemeğe, yulmağa Mecburum... Rapor yemek insanın MEX appelini artırırmış... Ben mecbü- Tüm bu Taporu yutmağa... Diyerek, raporu sanki yutacakmı- pm gibi bir hal aldım. Bizim çocuk- , benim saklanan rapor yüzünden adamakıllı çıldırdığıma kani olmuş- . Şimdi aralarında birbirlerine Satıyorlardı; — Ben sana demedim mi Yyaporu #aklama diye... İşte çocuk çıldırdı... — Kabahat bende mi yahu?... Ra- Poru hepimiz sakladık. Onun delir- : hepimiz mesulüz, Ben bunları işitince o yalancıktan Müthiş bir hiddet gösterdim: — Ne? Ne?... Ben çıldırdım mu? <a Yutacağım, ben bunu... sıkıntı içinde, alınlarında leblebi büyüklüğünde ter taneleri, Zaptetmeğe çalışıyorlardı: <—— Vazgeç... Vi el n azgeç Şakir... Mideni z büyük bir itina ile katla- | Brüksel Ip ce yerleştirdikten sonra: | an — Eve gidince bunu sofrada yuta- cağım... dedim, Şimdi sıra çocuklardan intikam al- mağa gelmişti Bana çok musallat, olan bir Necib vardır. Bu çocuğun kılıbıklığı pek meşhurdur. Kılıbık ğine bakmaz da kalkar bana muzip- lik yapar... Ben de evvelâ işe ondan başladım. Ve: — Büraya gel Necib!... dedim. Korka korka yanıma geldi. Ben sert sert bağırdım: — Çıkar ayakkabıların&. Hayretle yüzüme baktı ve mini- dandı: — Aman Şakirciğim, kardeşim!... — Sana çıkar diyorum! Diyerek sanki üstüne yürüyormu- şüm gibi bir hal yaptım. — Peki çıkarıyorum... Diyerek ayakkabıların — çıkardı. Pencereyi açtım; — Şimdi at şu ayakkabıları soka- ğa ...Sana bu ayakkıbılar yakışmaz. Necib sahiden çıldıracaktı: — Aman Şekirciğim, vazgeç... Ayakkabılarımı sokağa atarsam, baş- kası da alırsa eve ne cevab veririm. Sonra eve nasıl giderim... Bir başka pabuç bulup gelirinceye kadar çok vakıt geçer, bizim bayana ne derim? Benim de maksedim zaten o idi. Necibi geç bırakmak, evden ona müt hiş bir zılgıt yedirmek niyetinde idim. — At şu ayakkabıları soğa... Diye kükreğdim. O karşımda yalvarıyordu: — Kuzum Şakirciğim... Eve çok geç kalacağım... Yapma, etme, ey- leme... Necib hiç bir zaman kılıbıklığını itiraf etmezdi. Onu söyletmek için: — Yoksa sen kılıbık mısın?... diye dordum: — Kılıbığım... Vallahi kılıbığım!... diye ellerime sarıldı. — At şu ayakkabıları, kafamı kız- Diyerek atıldım, Arkadaşlarım Ne- cibe: — Canim onu büsbütün kızdırma... Şu ayakkabıları at... Diye ısrar edince, Necib başka ça- re bulamadı. Yeni ayakkabıların pencereden atlı, Aşağıya baktık... Gıcır gıcır ayakkabıları bir dilenci âlmış gidiyordu, Necib uzaklaşan di- lencinin arkasından bakarak: — Şimdi ben eve nasil gideceğim? Diyordu. Hakikaten başka bir ayak- kabı nesil bulacaktı? Kundurscıya kadar nasıl gidecekti? Kendisine baş- ka bir iskarpin alıp getirise bile epey zaman geçedek, €ve EW kalacaktı, Halbuki Necibin bütün saatleri, Nat- tâ dakikaları hesablı idi. Sonra kay- bolan ayakkabı için karısına ne cevab verecekti? Karısı onun hiç bir sözüne inanmazdı. Necibden sonra, sıra şıklığile meş- hur Celüla geldi. Onun da kendi elile makasla şık kıravatını lime lime kes- tirttim. Ferhadwı yüzüne sabit mü. rekple bıyık sakal çektirdim. Saçla- rınd son derece meraklı olan Kâmü- anın yanına yaklaştım, “Makasia bütün saçlarını koyun kırpar gibi kırptım, Sonra hepsine birden bir da- ha muziplik yapmayacaklarına dair yemin ettirdim. Ondan sonra bir kahkaha kopardım ve onlara haki- katı söyledim... Nasıl?... Mükemmel intikam değil mi? (Bir yıldız) 2/9:887 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TAHVİLÂT İstikrazı dahili 95,25! Türkiye Cum- 890,25 1633 İstik- (o 9525) hürlyet Merkez razı Bankası Ünlüürk X — MAS) anadolu Es. 230 nu 1 male İİ Zerka Ta ri 41 | Çimento 905 : —| ittmad Değir- 11 Bankam (dsg) menleri a hamiline 090) Şar değir- 00 » Müessis O75) menleri Enrn (Çek flatleri) Paris 210550 | Sofya Sn 1) Prag 226225 Kev Kork 1500 Berlin 149,92 Milâno 140540 zin) Ee ge> yo Zloti 4,1790 25 Pengo 398,10 gep 1004075 Şa ua yeri iii AKŞAM 3 Eylül 837 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,03: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1820: Pitkis dans musikisi, 19,30: Radyo fonik komedi: Palar ra, 20: Mustafa ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,80: Bay Ömer Rıza tarafından arabça söylev, 20,45: Nedime ve arkadaşları tarsfından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat aya- m, 2118: ORKESTRA, 22 15: Ajans Ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 220: Plâkla sololar, opera ve operet Parçaları, 23- SON. 4 Eylül 937 Cumartesi İstanbul — Öğle eşriystı: 1240: Plâk- Ie Türk musikisi, 1250: Havadis, 18,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14: BON. Akşam neşriyatı: Baal 1830 Plâkin dani musikisi, 1930 Konferans: Doktor AN Şükrü (Vitaminler), 20 Faruk ve arkadaş- ln Türk musikisi ve halk şar- kıları. 2030 Bay Ömer Riza tarafından Arabca söyler, 2045 Semahat ve arkadaş” Jarı tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları. (Saat eyarı), 21,15 Orkestra. 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün proğramı. 2230 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 33 SON. ,1845 te Taksim stadımdan naklen şeh- rimize gelen İngiliz filosu futbol takımile muhtelit takımımız maçı. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Tuksim, Kürçüyan, Pi- ruzağada Ertuğrul, Kalyoncukullukta Zafiropulos, Beyoğlu; İstiklâl cadde- sinde Galatasaray, Tünelde Malkovig, Galata: Okçumusa caddesinde Yeni- yol, Fındıklıda Müstafa Nal, Kasım- paş: Müeyyed. Hasköy: Aso, Emin- önü: Beşir Kemal, Heybeliada: Halk, Büyüksda: Halk, Fatih: İsrail Hak- kı, Karasümrük: Ahmed Suad, Bakır- köy: HUĞL, Sarıyer: Osman, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarındaki eczaneler. Aksaray: Etem Pertev, Be- şiktaş: Süleyman Receb, Pener: Fmi- Yiyadi, Beya?it: Kumkamda Belkis, Kadıköy: Pâtaryolunda Rifat Müm- taz, Modada Alâsdein, Üsküdar: İm- rahor, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Samatya: Kocamustafapaşıda Rid- van, Alemdar: Çenberlitaşta Sısr Rasim, Şebremini: Topkapıda Nazim. Çektiği ıstırabla- rın mes'ulü . kendisidir NEVROZİN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannit baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZİN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağnlarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılara karşi bilhassa müessirdir. NEVROZİN Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz — Gerçi, iki salda tutarı dört yüz kişiden ibaret olan muhariplerle mü- him bir iş görmek imkânsızdır. Fa- kat, Moğol askerlerinin sallarla ada- ya yaklaştığını görürlerse, eminim ki bundan çök ürkeceklerdir. Onlar ge- milerin hücumundan ziyade, göğüs göğüse gelecek askerden korkarlar. Ve Moğol askerinin savrduğu palanın boşa gitmiyeceğini bilirler. Halbu- ki, Şütsonun donanmasında Moğol askeri yok gibidir. Muhariplerin bir çoğu yerli askerlerdir. Şütso bu yüz- den adalara asker oçıkaramamıştır. Denizden yapılan ok yağmuru ise, onların sığındığı kayalıklara çarpıp erimektedir. Asileri ancak, karaya çıkacak askerler yıldırabilir. Diyordu. General Liyonun iddia sı ve mütalâaları boş değildi. O Mo- ğol askörini de, (Yay) adaları sekin- lerini de çok iyi tanıyan bir kuman- dandı. General Liyo kendi hesabina, bu iki zabitin kurada kazanışma çok 88 vinmişti. Özkan'la Küçük Timur o sabah ha- zırlanan sallara bindiler, Yelkenler gerildi. Moğol muharibler!: «— Ya ölüm, ya zafer!...» Diye bağırışıyorlardı. Her iki salın da ortasında yüksek birer direk vardı. Yelkenler kat kat bu direklere gerilmişti. Sala dümen vazifesini gören büyük bir kalas uzatmışlardı. Kalas arka İ tarafta bağlı idi. Dümenidört kişi İ idare ediyordu. Direklerin dibinde za- bitlere oturma yerleri ayrılmıştı. Sallara denizden ve rüzgârdan an- | lıyan birer kaptan da seçilmişiti, Direklerin tepesinde Moğol donan- malarına ald iki bayrak sallanıyordu. şesi diğer iki köşesinden üç misli uzundu. Geniş tarafında bir kargı ve bir kartal resmi vardı. Bayan bahâdirle, general Liyo ve bir çok zabitler bu iki heybetli Moğol sefinesini sahilden uğurladılar. Salların etrafına yelken bezleri ge- yerek dört çevresini sıkıca sarmış Jardı, Moğol denizcileri neşe ve sevinç içinde bağırışıyorlardı: — Çok yakında asileri tepeleyip döneceğiz... Sallar uzaklaşırken: — Yaşasın ordu... — Yaşasın Ulu Hakan... Sadaları Kanton sahillerinde akis- ler yapıyordu. Kanton sahilleri yerlilerle dol muştu. Sallarla asker göndermek kimsenin hatırına gelmemişti. Bu «gârip sefineler» i icad eden Kubilây hanın zekâsima yalnız Kan- tonlular değil, oradaki! Japonlar da hayran olmuşlardı. Japunların gaye ve maksadları bel- liydi: Yay adalarına giden Moğol do- nanmasını uzaklarda mesgul ederek, asilere biraz daha kuvvetlenmek fır- satını vermek, * Bu zaman zarfında Kubilây daba MR Ae me AA fazla beklemeğe lüzum görmeden RR np geceki askerlik işleri Fatih askerlik Ş. Başkanlığından: 1 — Fatih ilçesi mıntakasından olan 333 doğumlu efratla 936 askerlik meclisinde ertesi seneye bırakılan efradın son yokla- malarına 7 eylül #87 gününde başlanacak ve'ayın tek günlerinde sabah saat dokuz- dan öğleye kadar devam edecektir. 2 — Eyiip ilçesi mıntakasından olan ef- Yatın son yoklamalarına 1 1. Teşrin 937 gününde başlanacak ve 14 1. Teşrin 937 de bitmek üzere tek günlerde yapılacaktır. 3 — Halen tahsilde olup ta tecile tabi tutulacak erlerin mektep vaziyetleri açık yazılmış yesikalarile ayın çift günlerinde öğleden sonra Şubeye gelmeleri, YENİ NEŞRİYAT ma YARIM AY (62) sayılı nüshası çıkmaşlır. Gayet zarif renkli bir kapla intişar eden bu sayıda mütenevvü yazı ve resimler vax- zi Meşhur Japon sihirbazının boynu vurulduktan sonra, Japonların burmü kırılmamış değildi. Artık onlarda yerliler gibi, kendi mahallelerinden bir Moğol zabiti geçerken yerlere ya- tıp selâmlayorlardı. Kubilây, Bayan bahadirin devamlı ısrarlarına rağmen, Japon mahalle- sini atşlemeğe lüzum görmiyordu. Hakanın fikri şu idi: — Onları imhs etmek bir Iki saat- ik bir iştir. Mahallenin iki ağzını askerle kuşatıp ateşe veririz. Hepsi telef olur. Fakat, maksad onları telef etmek değil, onların bizim aleyhimiz- de neler yapmak istediklerini anla- mak, ona göre tedbir almaktır. Kubilây her hadise karşısında çok yi ğı n sonra tatbik edilecek | KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Fırtına artınca, Mogollardan bir kısmı saldan atladılar ve kudurmuş dalga- ların koynunda bocalamağa başladılar Yay adası uzaktan görünüyordu Bu bayraklar üç köşeli olup, bir kö- .| No. 160 tedbirlerden biri idi. Kubilây Han: — Bir ferdi veya bir zümreyi imha etmekle, efikif» leri öldürmek imkân- Gizdır. Derdi ve: «Japonlarda, Moğol sak tanatını yıkmak fikri yaşıyorsa, her şeyden önce onların kafalarından bu düşünceyi silip atmalıyız!» fikrini ileri sürerdi; ve «Özkan» la «Küçük Timür> deniz ortasında.. O gün, akşama kadar, dalgaların üstünde bocalıyarak ilerlediler, Deniz gittikçe coşuyor, dalgalar birbirinin üstüne devrilerek, kabar- dıkça kabarıyordu. Özkanın salında barınmak kabil değildi. Birbirine bağlanan odunların bir kısmı çözülmüş ve üstündeki ağır- lık fazla geldiğinden batmak tehlike- si yüz göstermişti. ğ Bir aralık tehlike o kadar büyü- müştü ki. Özkan askerlere: — İçinizden beş on kişiyi (Küçük 'Timür) un saline vereceğim. Demeğe metbur olmuştu. Boru ile hadiseyi Timura bildirdi- ler. 'Timür şu cevabı verdi: «— Dizlerimize kadar su içindeyiz. Dalgaların üstünde durmak imkânı yoktur. İçinizde yüzmek bilenler su- ya stılsınlar ve salın etrafındaki odunlara sarılsınlar. Size başka tür- Tü vardım edemeyiz.» Örkanın salımdaki iki yüz muharib arasında otuz dört kişi yüzme biliyor. du. Bunlar derhal Özkana: — Merak etme! dediler. Biz denize atılıyoruz. Yüzerek 'Timürün salına gideriz. Fedakâr Moğol denizcileri bunu söyler söylemez birer birer denize at- lamağn başlamışlardı. Bereket versin ki hava sıcaktı. Su- lar kaynamış gibi idi. Denize atlıyan muharipler üşümüyorlardı. Şimdi, coşkun dalgaların koynun- da fırtınalarla boğuşan kahraman Moğol askerleri canlarını kurtarmak için dalgaları kulaçlıyarak Timurun salına doğru yüzüyorlardı. Özkanın salı tehlikeyi atlatmıştı. Otuz dört kişinin birden eksilmesi, salın müvazenesini azçok temin et- miş bulunuyordu. Batmak ihtimali kalmamıştı. Zaten odunların batma- sına imkân-da yoktu. Fakat, salın dağılma tehlikesi her zaman mev- cuttu. Özkan, yukarı kalkan kısmın odunlarını tekrar birbirine bağlattı. Deniz içinde yüzer gibi gidiyorlardı. Rüzgür o kadar şiddetli esiyordu ki, yelkenlerden bir kısmı patlamış ve de- inmişti. 5 Sallar, buna rağmen, yıldırım $sü- ratile dalgaları aşarak İlerliyorlardı. «Küçük Timur» havadan çok ans Jardı: — Korkmayın çocuklar! - diye bas gırıyordu. - Güneş batar batmaz fir- tına dinecek, Ve (Yay) adalarının arkasına ortalık kararmadan varaca- ğız. Oraya varınca dinleniriz. Oraya kadar dişimizi sıkıp dayanalım. Deniz üstünde çırpman otuz dört Moğol askerinden oyirmi kadarı «Timür> ün salına yaklaşmışlardı. Timur bunlârn hepsine birer ip uzattı ve iplerin ucunu sala bağladı: — Sizi salın üstüne alamayız. Biz de tehlike içindeyiz. Kenarlara tutu- nup bizi takib ediniz. İplere sarilan askerler bu suretle canlarını kurtarmışlardı. Seviniyorlardı. Fakat geride kalan on dört asker, dalgaların arasında korkunç bir akis bete uğramaktan kurtulamadılar, 'Boğuldular. Özkan deniz üstüride dalgadan dal gaya çarparak enginlere doğru giden cestdleri gördükçe, teessüründen ağ- yordu. İki yüz kişinin ölümden kurtulması için on dört kurban vermişti. e) ği