PAZARTESİ KONUŞMALARI: dB...” 23 Ağustos 1937 Türk ordusu Atatürk, yeni bir devlet kurmak için harekete geçtiği zaman herşeyden önce milli bir ordu var etmeğe teşeb- büs etti. O, herkesten iyi biliyordu ki, iradesiz bir insan, nasıl yerinden kı- mıldamağa muktedir olmıyan bir ne- bat haline düşerse ordusuz bir insan kütlesi de beşer camiasının ancak ne- bati hayat geçirenleri derekesine iner. Ruh ve irade üstünlüğünü, tarihin en acı ve karanlık zamanlarında bile ben- liğinden hiç bir zaman silmemiş olan “Türk milleti, insani felâketlerin en ha- gini olan ordusuz kalmak faciasını görmeğe tahammül edemezdi. Çünkü tarihin bugünden çok uzaklarda ka- Jan kaynaklarından beri Türk, irade- sini silâhlarının en keskini olarak mu- hafaza etmiştir. Türk ordusu millet vicdanındaki bu kudret ve iradenin en zeval bulmaz bir senbolüdür. Her milletin ordusu bütün varlığı- nın zübdesidir. Bir milletin iktisatça, servetçe, kültür ve ahlâkça, ilim ve teknikçe derecesini mi öğrenmek isti- yorsunuz, ordusuna bakınzı. İktisadi hayatı sarsıntıda olan bir cemiyet, or- dusunu hangi vasıta ile techiz edebi- lir? Askerini nası! giydirir ve nasıl besler? Dünyadan habersiz ve başı ya- şına nisbetle teşekkül etmemiş acemi efradına, bugünün en ileri tekniğinin yarattığı silâhları teslim edip de bun- ları hatasız kullandırmağa nasıl muk- tedir olur? Seciyesi zayıf, ruhsuz in- sanları sırasında ölüme kadar giden fedakârlıklara nasıl sevkedebilir? Za- bitleri, kumandanları, bugünün bü- tün fenlerini ve tekniğin en yüksek neticelerini kendinde topliyan (muha- rebe etmek) ilmine derece ve rütbe- lerile mütenasip vukuf sahibi olme- dıkça kendilerine tevdi edilmiş olan küçük cüz'ütamlardan en büyükleri- ne kadar bu muazzam kütleleri nasıl idare edebilirler?, "Türk ordusu bütün bu bakımlardan Türk milletinin gözü ve özüdür. Mil- let, kendindeki her türlü kuvvetleri onda tecessüm etmiş görmektedir. O- nun için Türk ordusunun mazhariye- ti kadar mes'uliyeti de büyüktür. Miü- Mi varlığın bütün unsurları onun ko- ruyucu demir eline emanet edilmiştir. Kara, deniz ve havalarımızı korumak kaygusunu; kara, deniz ve havaları- muza el değil. hattâ göz uzatanların dalma karşısına dikilecek olan Türk ordusunu yakıcı ve eritici bir ateş ha- Yine getirmiştir. Milletleri mağlübiyetler terbiye ve zaferler ibda eder, Zaferleri yaratan ordudur, Fakat insan haklarının ferd- çe ve kütlece birincisi olan hayat hak- kına tecavüz edildiği vakit bir millet, başka bir millet veya milletlerle sava- şa giriştiği zaman hakikatte mücadele eden, yalnız ordular sanılmamalıdın. Yumruk döğüşünde yenen ve yenilen; parmakları avuç içlerine bükülmüş el- ler olmayıp kavgacıların bütün vücud- (AKŞAM) ın edebi romanı Mektep arkadaşları Buna mukavemet etmek imkânı yoktu. İptidai insanlarda aşkın ifade- 8i de böyle idi. Fakat medeni cemi- yetlerin itiyadları, medeni hayatın maddi ihtiyaçları tabiatin bu bükmü- ne karşı kadını olduğu kadar erkeği de mücadeleye mecbur ediyordu. Ve bu- Bun için insanlar talih ve kaderden şikâ- yet ediyor, mütemadiyen muhayyel Baadetler, tahakkuk etmiyecek ümid- Jer arkasında koşup yıpranıyorlardı. Bu yaşların uzvi ihtilâçlarını ıztıral içinde atlatabilen genç kızlar bir 7z2- man ruhi bir sükünet içinde yaşasa- Jar da vücudlerinin her zerresinde giz- Jenip kalan o dişilik mikropları hayat- Yarının her adımında, tesadüğlerin her hamlesinde onları hırpalıyor ve niha- yet zayıf bir anlarında başlarındaki bütün süslü hayallerini yıkacak bir sarsıntı İle onları mukadder âkibete sürüklüyordu. Cevvale, bu buhranları hissetmiye- cek kadar mağrur, iradesine hâkim görünüyordu. Süheylâ onunla tanışın» cıya kadar ciddi bir mukavemet tec- | rübesi geçirmiş değildi. Muhtelif vesi- delerle tanıştığı erkek arkadaşlarile lerindeki hücum ve müdafaa kudret- leri olduğu gibi, bugünün muharebe- lerinde de göğüs göğüse gelen, bütün milli varlıklardır. Onun için hakiki millet sevgisi, ordu sevgisile başlar. Tâ uzaklardan muzika sesi duyan halkımızın ve çocuklarımızın, büyük ve mukaddes bir varlığın cazibesine tutulmuş gibi askeri kıtalara can atış- ları ve onun yanından ve arkasından kendilerini unutarak içten bir vecdile ona katılıp yürümeleri bu sevginin te- zahürlerinden biri değil midir? En can- dan sevdiğimiz insanları asker elbise- si içerisinde gördüğümüz zaman on- lara karşı mutad olarak beslediğimiz muhabbetin arttığını duymaz mıyız? Bu fazlalıkta orduya olan bağımızın hissesi ne kadar büyüktür. Ordunun fen ve teknik bakımından yüksekliği, milletin ordusuna sevgi ve bağlılığı, bu büyük uzviyetin muvaf- fakıyetle hareketi ve üstün neticeler alması için kâfi değildir. Askerlerin, muhtelif rütbedeki zabit ve kuman- danların tam birahenk içerisinde <tapkı canlı bir vücud gibi- işliyebilme- si ve iş görebilmesi için büyük bir di- mağa, ufukları çok geniş bir dehâye ihtiyaç vardır. Bu yüksek dimağ ve kavrayıcı, hareket ettirici zekâ (Baş- kumandan) dır. Başkumandan, harp bilgisinin fen ve teknik cephesindeki kudretinden başka tarihin seyri, vaka ve hâdiselerin cereyanı, milletinin ve bütün dünyanın içinde bulunduğu şartlar karşısında yaratıcı bir kudret- le milletini ve ordusunu iradesile yü- rüten, durduran, çeken, ilerileten, on- daki yaşama kudretlerini kullanan bir dehâdir. Burada ilim, yetmez olur ve sanat başlar. Onun için hakiki bir Baş- kumandan, en büyük içtimai ve milli bir sanatkârdır. Sakarya ve Dumlupı- nar zaferlerinde bu harikulâde yaratı- cı kudreti, bizim gibi bütün dünyada gördü ve tasdik etti. Atatürkün şahsındaki bu kavrayıcı ve yaratıcı dehâ, milli mücadelenin kaynağı olmuştur. Milletin bütün kud- retlerini kendisinde toplıyan ve o kud- retleri zati dehâsile mezceden bu Bü- yük ruh, bugün için olduğu gibi ye- rın ve daha çok uzak yarınlar için sön. miyen bir hayat membaıdır. Trakya- daki büyük askeri hareketler, bu kay- naktan hız alan değerli Türk kuman- danlarının, bilgili ve 'melekeli “Türk zabitlerinin, kafalı ve yürekli Türk Askerinin bu Büyük insana verdikle- Ti yüksek bir imtihandır. Atatürk. mil- letinin mücessem iradesi olarak tanı- dığı Türk ordusuna nasıl ve ne kadar inanıyorsa Türk milleti de onun bir ideal kadar mukaddes olan varlığına ayni bağla ve ayni kudretle inanmak- tadır. Bu iman, emniyetli bir sulhün koruyucusu ve muhtemel tehlikelerin kovucusudur, Hasan - Âli Yücel Tefrika No, 24 | Bürhan Cahid olan dostluğu pek masum kalmıştı. Fakat bunu tesadüflerin himayekâr- lığına borçlu idi. Bir defa âkibeti meç- hul bir maceraya düşmek üzere idi, bü- rTosunda çalışan yakışıklı bir gençle aralarında hissi bir yakınlaşma baş- lamıştı. İyi bir ailenin çocuğu idi. Yük- sek tahsilini yapmağa sıhhati müsald olmadığı için hafif bir vazife ile oraya alınmıştı, İnce ruhlu bir gençti. Sü- heylâya karşı arkadaşlık nezaketlerin- den daha ileri bir sempati duyduğunu her halile anlatıyordu. Bu hissi anlaş- ma yavaş yavaş genişledi. Hattâ bir hafta tatilinde beraber Bebek bahçe- sine gitmişlerdi, Süheylânın sermek ihtiyacında olan kalbi şiddetli buhran- lar geçiriyordu. Büyük bir hastalik başlangıcındaki nöbetler gibi hümma- hı anlar geçiriyordu. O gün bütün tec- rübesiz sevgüiler gibi içleri dolu, fakat | bunları ifadeye kudret vermiyen bir süküt içinde akşama kadar biribirleri- nin havasında kaldılar. İkisi de bu sü- kütu bozmaktan korkar gibi susuyor- Mudanya tamamen ———— mektupları Mudanya beş on yıl içinde değişecek Bir mütareke meydanı açılıyor. Bunun Mudanyada Mütareke Mudanya (Bursa muhabirimiz- den) — Mudanyada sokak başların- da ve mahalle aralarındaki (umumi çeşme) ler şakır şakır akıyor. danyanın iki yerinde yapılmış. Mu- (umumi helâ) Yalnız şu iki varlık bile, Mudanya- da çalışkan bir Belediyenin mevcu- diyetini isbat edebilir, Fakat ben Mu- danya belediyesini yaptıklarile değil, yapacağı lediye reisi B. Galip Atılgan, belki de en genç Belediye relslerinden biri... Kendisine en üygun soy adını seçmiş: Atılıyor ve galip geliyor. lerle meşgul buldum. Be- Bana anlattıklarına göre Mudan- ya, nihayet beş on yıl içinde, taşıdı- ğı (tarihi) vasfına lâyık bir hale ge- lecektir. Kasabanın haritası yaptırıl- mış, plânı ise deniz şehirlerinin plün- larını yapmakla meşhur Hollandalı bir mütehassısa verilmiştir. Wanderberg ismini taşıyan bu zat, Mudanya plânı için mühim kolaylık- lar ve fedakârlık denebilecek uysal- lıklar göstererek üzerine aldığı bu işi, altı ayda (bitirecektir. 'Mudanyayı deniz şehirleri bir nümune şehri yapmak istiyormuş, Mütehassıs, arasında Yapılacak büyük işler için, bu plâ- nın bitmesi bekleniyor. Bir taraftan da hazırlıklar yapılıyor. Meselâ Mu- danya mütarekesinin imza edildiği bi- nanın etrafı temizlenip açlırılıyor. Bi- na daha şimdiden beyaz bir billür gi- bi orlaya çıkmış. Burada bir Mütareke meydanı açı- lacak ve ortasina Mudanya mütare- kesinin iade ettiği mânaları canlan- dıran temsili bir anıt konacak.. Mü- taveke anıtını, şimdi Sıvasta, meş- ilk defa marazi bir fırtına geçiriyordu. Daha çocukluğunda okuduğu hayali maceralar onu romantik ruhlu yap- mıştı. Bunlar arasında birkaç kere okuduğu (Paul et Virginie) bilhassa ona çok tesir etmişti. Hayata böyle hazırlanınış, ruhan 7a- yıf bir gencin duyacağı ilk sevgi mu- hakkak ki pek hümmalı olacaktı, Ve tesadüf onun karşısına İlk aşkının kahramanı olarak Süheylâyı çıkar- mişti. O gün Bebek bahçesinde az konuş- tular. Aralarında geçen mükâleme da- ha ziyade etraftakilere, gelip geçenle- re, yenilip içilenlere dairdi, Hattâ Süheylâ daha fazla konuş- muştu. Bu öyle bir baş başa idi ki anlaşmak için dilin yardımına ihtiyaç bırakmı- yordu. İkisi de yeşil gölegeler içinde 81- | zan bir ırmağın şırtltısını dinler gibi susuyorlardı. Arasıra biribirlerinin gözlerini arayıp bulmanın verdiği 2eV- ki daha çok tatmak ve içlerine sindir- mek için göz kapaklarını İndiriyorlar» dı. Belki de ürperişleri ayni lezzetle hissediyorlardı. Tarihin müptezel ol- duğu kadar daima taptaze kalan ha- disesi, efsanevi aşk başlıyordu. Süheylâ 0 gün bir sarhoş gibi eve lardı, Biribirlerinin yanında olmayi döndü. kâfi bir-saadet saydılar. Faruk ruhan Gönül dolusu bir zevkin henüz kan- Sakin bir gençti, Muhakkaki ki kalbi Gırmıyan ham, vahşi ve mayhoş le226- etrafında devlet mahallesi kurulacak . Galip Atılgan ei hur tarih? kongreyi temsilen yapıla» cak âbide için tedkikatta bulunan J0- zet Torak namında bir Alman sanat kârı yapacaktır. Mütareke meydanının etrafı Dev- let mahallesi olacak, hükümet bina» sile Parti, Halkevi ve hayır cemiyet- leri gibi teşekküller bu mahallede bu- Tunacaktır. Meydanın açılması için şimdiye kadar yirmi bin liralık istim- Jâk yapılmıştır. Bunlardan başka Cumhuriyet mey- danı düzeltilecek, mezbaha, iskele gi- bi yeni inşaata başlanacaktır. Bursa belediye ve hususi muhasebesinin iş- tirakile Mudanya-Burgaz arasındaki kumsal kısımda bir plâj vücude geti- rilecektir. Bu suretle Mudanya pek kısa bir zamanda yepyeni bir çehre ile yüzü- müze gülecektir. ” Mudnya mütarekenamesinin için- de imzalandığı binayı, geçen sene mü- ze yapmışlardı. Günün pazar olma- sına rağmen gezdim. İhtiyar bir mu- hafızı var, her tarafı âdetâ zorla gez- diriyor, yazıları okutuyor: — İşte bunlar da (düvellerin imzaları!) diye izahat veriyor. Müzakerelerin ve imza hadisesinin cereyan ettiği salonda bir lâvha güs- terdiler; krep döşen üzerine işlenmiş çiçeklerin arasında eski harflerle bir beyt yazılı... İsmet İnönü, imzayı müteakip bu beyti yüksek sesle okü- muş: «Hak tecelli eğleyince her Işi âsan eder, İsteyince bir muradı lühzada ihsan eder.» R.R. tini bütün gece aradı ve buldu İ Ertesi günü büroya giderken beye- İ can içinde idi, erken gitmişti, Arkadaşları birer birer geliyordu. Jumal vakti geçtiği halde Faruk görünmedi. Çalışmağa başlamışlardı. Süheylâ makinesinin başında masasına bira- kaçıyordu. Ne olmuştu. Faruk neden gelme- mişti, Bunu sormağa da cesaret edemi- yordu. Hattâ onun böyle kapı ve sa- atle alâkalı görünüşünü hissetmele- rinden çekiniyordu, Fakat saatler ile- riledikçe endişesi artıyordu. sası hâlâ boştu. Nihayet bir kâğıt im- zalatmak için direktörün yanına gi birine şu haberi verdi; — Faruk hastalanmış. Evinden te- bakıverin Şevket bey: Süheylâ kıpkırmızı oldu. Dünkü ge- zintiden arkadaşlarının haberleri vat- mış gibi.ürktü. Dün bir şeyi olmadı- gına göre her halde ehemmiyetli bir hastalık olmıyacaktı. Belki de hasta değildi. Dünkü baş başa âlemin heye- canını hâlâ geçirememişti, Çünkü ay» kılan kâğıtları tape ederken gözleri sık sık kapıya ve kapının üstündeki saate | Saat on bire geldiği halde onun ma- den büro şefi dönüşte arkadaşlarından lefon etmişler, Onun dosyalarına siz | KADIN KÖŞESİ By” Zarif bir elbise Beyaz muslin üzerine siyah dantel konmuş zarit bir elbise, İnebolu Halkevinin köy gezileri İnebolu (Akşam) — Halkevi köy- cülük kolu her pazar tatilinden isti'a- de ederek köylere tedkik gezintisi yap- makta, köylülerle yakından alâkadar olmaktadır. Evrenye ve Orza köyleri- ne yapılan seyahatte köylülerin her birile ayrı ayrı görüşülerek en müb- rem ihtiyaçları tesbit edilmiş, temini için de lâzım gelen makamlarla tema- sa geçilmiştir. Köylüler bu seyahat- ten çok memnundurlar. Seyahatlere her hafta muntazaman devam edile- cektir. İneboluda 30 ağustos hazırlıkları İnebolu (Akşam) — 30 Ağustos Za- fer ve Tayyare bayramı hazırlıkları- na şimdiden başlanılmıştır. Spor klüp- leri tarafından Kir balosu tertib edile- cek, Halkevi temsil kolu tarafından da İstiklâl piyesi temsil edilecektir. Bu temsile bütün köy muhtarları davet edilecektir. iken bile onun bu zevk ve saadetin sarhoşluğu ile yandığını, ince yü: | Mir terledi, sonra üşüttü mü ne oldu? İ Havalar çok sakat gidiyor. Malüm ya pazartesi günleri her dairede birkaç kişi eksik olur. Süheylâ, yüzünün değişen rengini göstermemek için bunları işitmiyor- muş gibi makinesini başına siper ede- rek çalışmakta devam etti. Fakat o kadar dalgındı ki makine- den geçirdiği kâğıtları şefe götürdüğü zaman üç tanesinde büyük yanlışlar yaptığı meydana çıktı, Şeti: — Bugün size ne oldu kuzum, dedi, yanlış yazmanız vaki değilken?! * Faruk o günden sonra büroya dön- | medi. Hastalığı devam ediyordu. İşlerini arkadaşları taksim etmiş- derdi, Şefleri orun bir ay izin aldığını, Heye beliâdaya gideceğini lâkırdı arasında söylemişti, Fakat onunla semt arkadaşlığı da olan Şevket bir sabah asıl mühim has beri verdi: (Arkası var)