16 Ağustos 1937 İstanbul üstünde bir uçuş “O mini mini baca mı? O gördüğünü AKŞAM ... .. .. muazzam çimento fabrikasıdır !,, Kuruçeşmede söze başladık, cümle bitince Taksimin üzerine gelmiştik EE - Dün uçan gazeteciler ve tayyareden İstanbulun bir görünüşü Devlet hava yolları İstanbul şubesi matbuata büyük bir nezaket göster- di ve dün gazetecileri tayyare ile İs- tanbul üzerinde uçurdu. Hava yollarının en son model tay- yarelerine altışar altışar binerken arkadaşlardan bazıları nazik istasyon müdüründen hava tutmaması için yapılacak tedbirleri soruyorlardı. Bi- rer birer tayyareye yerleştik. Eleri- mize birer kese kâğıdı tutuşturdular. | — Bu niçin?... diye sorduk?. — Üstünde yazıyor... Cevabını «i- dık. Kese kfğıdının üstünde «Hava tutmasına karşı kullanılır» cümlesi büyük harflerle yazılmıştı. Fakat öy- le şik bir kese kâğıdı ki sormaymız. İçinde bürümcük kâğıdından bir a$- tar, üstünde bir kuş resmi,, kıvrım- larında bile bir başkalık var. insan bu kese kâğıdının içine şeker koyma- ğa bile kıyamaz, değil ki hava tutma- $ı karşısında kullanmak ... Tayyaremiz havalanırken herkeste bir heyecan... Tayyare ile seyahat hakkında başımızda kalmış birkaç söz var. güya tayyare kalkarken, bir de yere inerken insan fena olur- muş. Hepimiz bize gelecek fenalığı dü- şünüyoruz. Ha şimdi fenalaşacağız, ha biraz sonra... Fakat hayreti. Hiç birimizin fenalaştığı filân yok... Tay- yaremiz göklerde... Bir de şöyle yanımdaki pencere- den aşağıya bakayım, hani leblebici- lerin sakız leblebisini sıcak tutmak Için minimini bacası tüten küçük tablacıkları vardır. İşte yerde böyle tüten minimini bacalı bir şekil dik- Katime çarptı.. Bağıra bağıra pilota sordum: — Bu bacalı şey nedir? Küçük şey? — O gördüğünüz muazzam çimeri- to fabrikasıdır. Aşağıya bakıyorum. Tayyaremiz Yükseldikçe İstanbulu daha medeni, daha asri şir şehir halini alıyor. Cad- deler âdeta birbirine muvazi gibi gö rünüyor. Pilotumuz hava yollarının en me- hir pilotlarından biri... Gülerek 80- Tuyor: — Nereyi emredersiniz?. Modaya doğru bir akalım mı?.. a © — Evi, öret çok İyi olur. Diyoruz. Sözümüz bitmeden bir de Anan 0009013 088010101090 88000 0 BAKANA ARA ne göreyim? Moda Koyu altımızda: Oradan Kızkulesi plâjmın üstün- den ve gayet alçaktan uçuyoruz. Ça- nakkalede bir İtalyan vapurunu ba- tırdığı için burnundaki yara ile Kız- kulesi önünde duran İspanyol vapu- runun direkleri üzerinden süzülüyo- ruz. Pilot sesleniyor? — İşte Çamlıca... Fakat ne kadar alçaktan uçuyoruz. O kadar ki bir çamın altında iki sev- giliyi bile uzaktan seçiyoruz. Onlar bizim her biri ikişer yüz beygir kuv- velinde olan Iki motorümüzün sesini bile duymamışlar gibi başlarını ha- vaya kaldırmıyorlar.. o kadar ken- dilerinden geçmişler. İspanyada ih- #ülâl varmış, stanbulda festival ver- mış, Pariste sergi kurulmuş, Çinde muharebe varmış. umurlarında bile değil... Beylerbeyi sarayı altımızda bir oyun- cak ev gibi bir görünüp bir kayboldu. Şimdi karşıya geçiyoruz. Havada küçük bir sarsınılı bile yok... Yalnız karşıya geçmek için yap- tığımız kuvvetli bir dönüşte Yedigün mecmuası sahibi B. Sedad Simavi nabızlarını yokluyor... Bizim kendisi- ne dikkat ettiğimizi görünce gülüm- geyor: — Nabızlarıma baktım.. acaba nor- mal mi diye. normalmiş. Kuruçeş- me üstünde pilotumuz soruyor: — Stadyoma gitmek ister misiniz?. — Fena olmaz. size zahmat ok mazsal... Derken ne görelim Taksim meyda- Halbuki cümlemize Aklıma sürate dair bir mübalâğa hikâyesi geldi. Bir Marstiyalı ile bir İspanyol birbirlerine kendi meimle- kenlerindeki (trenlerin süratlerini methediyorlarmış.. Marsilyalı demiş ki: — Bizim Marsilyada trenler o ka- dar hıslı gider ki sorma. bir gün bir memur fena halde kız- İşte bizim tayyare uçuşumuz da bu Marsilyanın mübalâgasına benze- mişti, Kuruçeşme üzerinde başlaldı- ğımız cümle Taksim meydanında bitmişti. Taksim meydanında bir tur yaptıktan sonra köprüye indik. Köp- rünün üstünden son derece alçakta uçuyoruz. O derece ki köprü üzerindeki bir polis memurunun! bir adamı tuttu- ğunu bile fakettik; Kim bilir adam tramvaydan mı atlâdı? Yoksa yere mi tükürdü? Her halde böyle bir şey ola cak ki elile kolile polis memuruna derd anlatmağa çalışıyordu. Köprü altımızdan bir anda kaçı- verdi. Bir de baktık. Beyazıddayız. Süleymaniye cemiini tepeden seyret- mek de kaderde varmış. oradan dö- nüş yolu başladı. Uzaktan gene Üs- küdarı görüyoruz. Selimiyenin üstünden geçerken ak- ıma Fazıl Ahmedin bu Selimiye bi- nasını dört kulesile devrilmiş bir bi- lârdo masasına benzettiği geldi. 700 metre irtifadan baktım. Hakikaten de öyle... Pilotumuz: — Sizi biraz Florya plâjına gö- ,.. dedi, Sert bir virajla Flor- ya plâjınım önüne geldik. altımızda, deniz kenarmda karınca yuvasını An- dıracak bir insan kalabalığı, Fikir filân biner de sallanma zamanı bitin- ce salıncakçı bir: — Yandınmun!. diye bağırır. 90- cukken insanın kalbine bu «Yandı: kelimesi ne kadar hüzünlü gelir. iş- te tayyaremiz Yeşilköy hava meyda- nına inerken biten gezintimiz için böyle bir hüşün duyuyorduk. Adeta «Yanduml!.> kelimesi Çınlıyordu. Bu küçük heva gezinti- #inin tadı damağımızda kalmıştı. Ve elimize verilen kese kâğıdlarının hep- si de boş olarak tayyareden indik. Havayolları idaresi davetlilerine büfede izaz ve ikram etti. Otomobii- ler şehre dönerken herkes karar ve- riyordu: — Bu hafta Ankaraya gidersem her halde tayyare ile gideceğim.. E.E - İManevra başlarken..