* Sahife 9 r çi Kapısının açıldığını işitince, yan Hatice hemen tenceresine koş- a Ye çorbayı ısıtmağa başladı — Hele şükür, gelebildin, Ali! Saat Mekizi Geçiyor. Gene o kızla sürttün, Beği mi? Bayan Hatice hem sualler soruyor, de gözlerini çorba tenceresinden iyordu Oğlunun cevap vermen çevirdi. ti ön un bitkin bir halde duva- ye iş yüzü gözü perişan şap- P yana yıkık durduğunu gö- Fünce kalbi çarpmağa başladı. ülke bir macera geçtiğini anla- Yaklaştı, , — Neye oturmuyorsun? - diyerek, e elile delikanlının şapkasını çi- Ve onu masaya doğru yürüttü. iğ tabağını oğlunun önüne koy- zaman kendi kendine: Ceketinin bir düğmesi eksik. Al- vere de dörüşmüş olmasın!» dedi. adam tabağını iterek, boğuk bir sesle homurdandı: ün Karnım tok! Yemek yemiyece- SE Ne demek? Bu kız yüzünden aç ? Yapma yavrum, vaz- #Sİ Bu şırfıntı sebebile bu hallere si Üzeri- — ah m Oğlum ah! Sana varacak m Yorgun? Aldanıyorsun öyleyse al- Yorsun. O namuslu bir erkek ara- Yor, para arıyor. Para! Delikanlı inledi: — Süs, anne! — Köşedeki bakkala göz attı 0... Ona Kancayı taktı. Si Ç adam yerinden fırladı. Anne- SİNİ iterek kapıyı açtı, sokağa çıktı. ya Hatice uzun müddet, afal » Oğlunun arkasından baktı, Yir- Senelik ömründe, ilk defa olarak, Ona bu muameleyi yapıyordu. Ev- Şocukluğundanberi gayet munis dai, . Meklepte hoca, onu miz misal olarak göstermişti. Ame- hayatında ca ustaları onu pek rlerdi. Bü kız nereden karşıla çıkmıştı? Bi tler geçti. Hatice, yorgunluğu- dan yatmadı. Oğlunu bekliyor- Ni İşi İkiye doğru, Alinin ayak sesi- eyi Oğlan sendeliyor! Sokak ka- Mf küfürler savurarak zahmetle eid, ssemleleri devire devire odasına daş Sabah bayan Hatice, çarşi- ki, €©kmek almak için dışarı çıkmıştı komşu Zeynep kadın seslendi: 5 Nine! Haberin var mı? Hani o kız | Mu: Atife!... İşte onu dün gece anda boğmuşlar... .» çok izahata girişti. an Hatice önüne bakıyor ve eni kendine, ie am Aman titremiyeyim! Aman ha- Yim; Böstermiyeyim! Renk vermiye- du, Yoksa şüphelenecekler!» diyor- Soğuk kanlılığını toplıyarak: bük Eve döneyim... Vaktim yok... Ye- İçe ite! - dedi, zi girmez, kendini yalnız Ksedince, sapır sapır titreyi İakemleye > pir titreyerek, bir Mütemadiyen. MEMELİ bana bunu mu yapacak- Lİ mi olacaktı?..» diye söy- be Di dün geceki halini gözönü- mii Perişanlığının mânasinı #imdi anılıyordu. Fakat birdenbire ân- Belik hissi galebeeti. Aliyi kurtar. Mak lâzımdı. Bunun ii m de vesi Yok etineli! İçin de vesikaları İşte o düğme mutlaka o isi ot i Zaman kopmuş olacak... e d dele yavaş Alinin odasına gir- likanlı, ağır bir uykı Yördu. ği ykuyla uyu- ay htiyar kadın evlâdının üstüne iğit. » baktı. Çocuk gibi uyuyor. Hattâ Uykusu arasında gülüyor bile. . ei Hatice, Alinin ellerine de bir gs yalak e yok... Ama, niçin acaktı zaten... Cina; t, boğmak Suretile işlenmiş değil iipiz Sonra Yere atılmış olan ceketi aldı. Birer bi- Ter, bütün düğmeleri Söktü, Sandi- i çıkını açtı, Yerine başka düğ- meler dikti. Şayet polisler li Mâyet yerinde, düğmenin tekini bu- larsa Alinin ceketinde onun eşi ole Madığını görürlerdi. Eski düğmelerin hepsini ateşe atıp 4 & yaktı. Bunları yaparken gözlüğü, güz- lerinden âkan yaşlarla islanıyordu. Bayan Hatice, camları siliyor, gene işine koyuluyordu. Dikişini bitirdikten sonra, cepleri muayene etti. Bir şey bulmadı. Ceke- ti götürüp oğlanın odasına astı, 'Tam o sırada, sokak kapısı hızlı hiz- lı çalındı. Kadın sapsarı kesildi. — Aman Allahım! İşle geldiler. Oğlunun kulağına iğilerek, boğuk bir sesle: — AN! Ali! Sakın itiraf etme! Ben, ben düğmeleri değiştirdim. - dedi. Oğlan ona boş nazarla bakıyor. O kadar boş ki, kadın bir türlü mâna çi- karamadı, Sokak kapısı hızla çalınmakta de- vam ediyordu. Bayan Hatice, bütün cesaretini top- uyarak gitti, açtı. Bir polisle bir sivil kapıda duruyor. — Bayan Hatice siz misiniz? — Evet efendim. — Oğlunuz burada mı? — Evet... Fakat buyrun, uyuyor. İki erkek, davete icabet etmediler. İçeriye doğru baktılar ve sordular: — Ne zaman eve geldi? — Dün akşam benimle beraber ye- mek yemeğe geldi. Sonra.. Sokağa biraz dolaşmağa çıktı. Malüm ya: Cu- martesi akşamı... Genç çocuk... Eğle- necek! — Pek âlâ, pek âlâ... Siz gidin, onu uyandırın. Karakoldan çağırıyorlar. — Neye çağırıyorlar? Ne var? Fab- rikada kaza mı oldu? Polis: — Ne olacak? - dedi. - Köşedeki bak- kal Afifeyi boğmuş. Cinayetini itiraf etti, Oğlunuz kavgalarının başlangı- cına şahitmiş, Haydi, ne oluyorsunuz? Çabuk! Acele işimiz var. İhtiyar kadın bir kaç kere kekeledi; — Köşedeki bakkal... Köşedeki bak- kal... Çok şükür... Aman yarabbi... Ve bayılarak yere yığıldı. Veli Nuri oturun, 8 Ağustos 857 Parar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- la Türk musikisi, 1250: Havadis, 13: Bey- oğlu Halkevi gösterit kolu tarafından bir temsil, 14: SON, Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Ordu saylavı Selim Sırrı Tarcan (Parisde Envalld sa- reyı ve yüksek mühendis mektebi), 20: Müzeyyen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Ömer Riza tarafından arabca söylev, 2045: Mu- zaffer ve arkadaşlari tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15: ORKESTRA: 22,15: Ajans ve borsa ha- berleri ve ertesi günün programı, 2240; Plâkla sololar, opera ve operet Parçaları, 2: SON. Ecnebi istasyonların em müniehap programı Strasburg (saat 11405) - 349 - Mozartın eserlerinden, Prag (Saat 1750) - 470 - Beethüvenin $. senfonisi, Breslav (âaat 18,15) « 316 - Sehumannın piyano müs! si, Saarbraek çismat 10.00 ) 240 - Orieg Piyano Mülversum (saat 2010) - WI - Gelnka - Borodin - Çaykovski, Brüksel (saat 7020) - 484 - Sehuümann 1, senfoni, Bern (suat 20,30) - 443 - Beçt- Bu adamı canından bezdiren şey: GRIPIN i tecrübe edinciye kadar çekmeğe mah- küm olduğu ağrı ve sızılardır. GRİPİN En şiddetli baş ve di ağrılarını pr - GRİPİN Romatizma, sinir, adale, bel ağrılarına karşı bilhassa müessirdir. RIPiN Kınklığı, meyi soğuk algınlıklarından bütün ağrı, sızı ve sancıları geçirir, Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» müessesesinde satı- lr, «Akşam; gâzetesine abone olanlara hususi tenzilât yapılır. hoven $. senfoni, Sirasbufg (seat 2030) - 349 - Mozart - Hayden - Brahms, Var- şova (sanat 2200) - 1339 - Beethoven » Schubert — piyano musikisi, Frankfurt (saat 0,15) - 251 - Bach - Hendel, Dans musikisi Lyon (saat 2300) - 463 ., Paris (saat 1530) - 432 -, Sirasburg (smat 23,05 - 349 -, Toulowse (saat 11.00) - 146 -, agrad (saat 23,10) - 437 -. Posen (saat 2300) - 346 -, Milâne (saat 2355) - 385 -, Koma (saat 23,15) - 421 -. 9 Ağustos 957 Pazartesi İstanbul — Öğle nesriyati: 1230: In “Türk musikisi, 12550: Havadis, Muhtelif pik neşriyatı, 14: SON, Akşam neşriyatı; 1830: Piâkla dans musikisi, 1930: Afrika av hatıraları: 8. Balâhaddin o Cihanoğlu tarafından, 20: Rıfat ve arkâdaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları, 2030: Ömer Riza tarafından arabca söylev, 2045: Safiye ve arkadaşları tarafından 'Türk musisiki ve halk şarkıları (Saat ayarı), 2115: OR- KESTRA, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla #ololar, opera ve operet parçaları, 73: SON. Pik“ 1505: Niçin her yemekten sonra Radyolin ? Çünkü mütemadiyen ve muntazaman temiz- lenmiyen dişler çürümeğe mahkümdur Dişler mikropların ve hastalıkların vücude ilk hücum halıdır. Bizzat ağzın ifrazatı ve yemek artıkları da dişleri aşındırır, çürütü Çürük dişlerin, diş etlerindeki il tihapların çıkardığı irinlerle ve mü- teaffin havaların ise, mide kanserinin de dahil olduğu birçok hastalıklara yol açtığı sabit olmuştur. Bu sebeple medeni cemiyet için- de yaşıyan herkes çocukluğundan itibaren dişlerine âzami itina göster- meğe ve her gün en az 3 defa diş ma- cunile fırçalamağa mecburdur. RADYOLİN Sıhhatinizi garanti eden en müessir, en saf ve en ucuz diş macunudur. KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 135 Rahip, vezirin kulağına eğildi: “Tiyen-Fo, Terlanı seviyor. edilmiyecek. Bana Panta tekrar gözlerini kapadı. Kendi âlemine daldı. Kubilây çok hiddetliydi. Karanlık hücreden çıktı. Mabede geçti. Rahipler hakanın etrafını sar- dılar. Herkes merakten çatlıyordu. — Hakan acaba ihtiyar rahiple ne konuştu? Kubilây mabede girince âyin baş- lamıştı. Semga bahadır, Buda heykelinin önünde hakanı bekliyordu. Kubilây han, Semga bahadırın ya- nına gitti. Heykelin önünde durdu. Pantanın sözleri hâlâ kulaklarında çınlıyordu; «— Tiyen - Fonun yıldızı sönecek... Terlana itimadınız artacak...» Kubilây bu sözleri bir kaç kere tek- rarladı. Ellerini açarak Budaya yalvardı: — Gözlerim beni sidetiyorsa, bana bu gözleri niçin verdin, ey mabud' Terlan Karımın boynuna sarılmıştı. | Bu rezaleti gözlerimle gördüm ve ku- laklarımla: (Seni seviyorum!) dedi- gini işittim. OAtımın dizginlerini Ti- yen - Fodan ahp Torlana vermenle, ona nasıl itimad edebilirim? Karıma göz diken bir adamı idama karar ver- dim. Bu suretle adaletin yerini bu- lacağına kaniim, Eecdadımın yasası da senin kanunların kadar bence mu- kaddestir. Sen beni effet, Ulu ma- bud! Eğer onu idam etmezsem, şere- fim yere düşer. Onun başını yere dü- şürmekle şerefimi kurtaracağım. Semga, hakanın dileklerini duyun- Ca titremeğe başlamıştı. Kubilâyın kararından dönmediği görülüyordu. Büyüler, rüyalar, entrikalar... Sar- sılmaz bir imanla yaşıyan bu demir iradeli hüküdarın seciyesini boza- mamıştı. Kubilâyın gözile gördüğü ve kula- gile işittiği şeyler <hakikats in en büyüğü idi. Bu hakikatin iç yüzü ne olursa olsun, o, hadiseler karşısında gözünden we kulağından daha kuv- vetli şahidler aramağa lüzum gör- mezdi, Semge bir rahibin yanına sokuldü! — Hakan, Pantailene görüştü. duydun mu? — Bayır, duymadım. Ben de me rak ediyorum. — Pantanın çilesi ne zaman bite- cek? — Bu akşam... — O halde onu hücresinden çıkar çıkmaz sâraya geliriniz! Rahip merakımı yenemeğdi: — Hakan, Budarnın önünde bir idam kararından bahsediyor... Gene kimin başında kara bulutlar dolaşı- acaba?... — Sen de bir şey duymamışsın gi- bi konuşuyorsun! Terlan atıldı. Haberin yok mu? — Ne diyorsunuz... Tiyen - Foyü meydana çıkaran, onu tekrar salta- nata kavuşturan bir adam idam edi- lir mi hiç? — Suçu büyük... Hakan gözlle gör- müş, affettirmek kabil değil. — Buna inanamıyorum, Semga! 'Terlan idam edilemez. Çünkü... — Biz de öyle umuyorduk. Fakat, hakan kararında ısrar ediyor. Ter- lân idam edilecek. z —-Kabil değil, Semga! Çünkü... Söylemeğe dilim varmıyor. Şeytanlar duyar diye korkuyorum. — Mabedde şeytanın işi yoktur. Ne biliyorsan söyle bana! Terlan hak- kında yeni bir duyduğun mu var? — Sadece duyduğum değil, gör- düklerim de var. Rahip titremeğe başladı. İhtiyar vezir, rahibin yakasına ya- pışmıştı. — Benden nfi korkuyorsun? Bilir- sin ki ben seni elli yıldır sever ve ta- narım. — 'Tiyen-Fo, Terlanı çıldırasıya $€- viyor; mabud huzurunda bunları kö- nuşmak günahtır amma sizi başka bir fırsatla görmeme imkân yoktur. Buda bizi affelsin... Tiyen - Fo, Ter- SA; zindana Terlan idam inanınız, Semgal!,, Janı ölümle tehdid ediyor, Semga! O, Terlandan ayrılamaz. Onun dunlar m geçen gün, burada, ulu önünde kulağımla dinledim. Semgâ. bahadır şaşırdı. Ihtiyar vezir, eğer itidal sahibi bir adam vi. masaydı, birdenbire: — Ne diyorsun? diye bağıracaktı? Rahip, vezire neler anlatıyordu? «<Tiyen » Fo, Terlanı seviyor!...* “O, Terlanı ölümle tehdid ediyor!...$ «Tiyen » Fo, Terlandan ayrıla- mazi...» Semga bu sözleri düşündükçe ak- bni oynatacakti. Vezir, rahibe başını uzattı. — O halde bu meselede bana yar- dım et... Terlanı birlikte kurtaralım! Rahip önüne bakârak gülümsedi: — Terlanın yardıma ihtiyarı yok. O vaziyetini bilse, zindanda horul horul uyurdu. — Fakat haken cellâdlara emir verdi, palalarını bilediler, Belki bu- gün, belki yarın sabah güneş doğ- madan bu iş bitecek, Lâma! — Merak etme dedim ya! Çinde emniyet altında bulunan bir adam varsa, o ön Terlandır. Hakan duasını bitirdi, Geri döndü, Kubilây, mabedden hiç kimse âr $ari çıkmadan, tahtırevanına bindi, Saraya döndü. Semga bahadır, hakanın yanından ayrılmıyordu. Zaten Kubilây han, daha bir hafta önce: Semga bugünlerde beni yalnız bırakma! Demişti. Semga evinin semtine uğ- ramıyor, gece gündüz sarayda bulu- nuyor ve hakan yatıncaya kadar ya- nından aynlmıyordu. ud 'Kubilâyın mabedden dönüşü.. Sarayın taraçasında... Semga ayakla duruyor. Kubilây bir sedire uzanmış, teri- ni siliyor. Hava sıcak, Konuşuyorlar: — Panta bu akşam hücresinden çi- kacakmış... Mabedden ayrılır ayri maz büraya gelmesini teyibih ettim rahiplere. Panta gelince Terlana göndereceğim. Son defa bir arzusu ve diyeceği olup olmadığını sorsun. İs- tersen sen de Pantanın yanında bu- Jun! ” — Başüstüne hakanım! Panlâ ge lir gelmez zindana ineriz. Bugün mabedde Budanın «Bin bir elli heykel» i önünde aklıma bir şey geldi, Semga! Bu heykele neden bu kadar çok el yapmışlar?... a — Mabudun bin bir eli olmasa, in- sanların işlerine nasıl yetişebilir, ha- kanım! Buda, dünyadan başka bir Aleme çekilirken, müridlerine böyle emretmiş... Mabudun her memieket- te bir büyük heykeli vardır, Onun eli her yere uzanır. Her müşkülü çar- “çabuk halleder. En büyük yangın- Iâri bir parmağının wcile söndürür. Ve isterse, gene bir parmağının ucile bir memleketi baştanbaşa ateşe sa lar. Dünyayı altüst etmeğe bir eli yeter. — O halde ben istiyorum ki, her hafta önünde eğildiğim mabud, şu Kanton isyanmı bir pörmağının uci- Je bastıriyeröin, düşman donanması İ yansın. Hasımlarımız denizin coşkun dalgaları arasında boğulsun. Biz de bu gaileden kurtulalım. Sehga bahadır müşkül vaziyette kalmıştı. Kubilâya cevap verirken o ihtiyatı elden bırakmamakla beraber, olduk- ça da asabileşmişti. İhtiyar vezirin dini inanışlarında kendisini hiç bir suretle fedakârlığa sevk etmiyen ta- assupları vardı. | o — Hakanım! dedi. İnsan iradesi, bütün bu söylediklerinizi yapabilecek kadar kuvvetlidir. Kenton isyanını mabudun parmağından önce, sizin bileğiniz bastırabilir! Düşman donan- masını bir emxinizle yanıp tutuştu- (Arkası var)