Bahite 6 AKŞAM Ultra - Violet şuaları bir çok hastalıkların önüne geçiyor Halsizlik, enerjisizlik, yorgunluk hissedenler, tedavi için kendilerini güneşin ışıklarına maruz bırakmalıdırlar Güneş ziyasının yaşamak için çok Jüzumlu olduğunu bütün dünya ka- bul etmiştir. Gece çalışanların, güneş yüzü görmedikleri için daha genç öl- düklerini istatistikler gösteriyor. Fa- kat büyük şehirlerde oturanların da ayni tehlikeye maruz oldukları kim- #enin fikrinden pek geçmez. Niçin mi? Bunu anlatmak için güneş ziyasını terkib eden muhtelif şunları bilmek lâzımdır. Kısaca anlatalım: Evvelâ hararet veren şuaları naza- rı itibare almak lâzımdır. Bunları sa- de güneşten değil, gaz ve kömür ate- şinden, bütün radiatör ve kalorifer- lerden de tedarik edebiliriz. Hasılı hararet veren bütün şeyler, bu hara- ret şualarını neşrederler. Bu şualar, işik vermezler. Bunlara infra-red di- yorlar. Ateşe yaklaşınca elbisenizden nüfuz ederek derhal tesirlerini göste- rirler Bunlardan başka ışık veren şualar vardır. Bunlar da bazi sulb maddeler- den nüfuz ederler. Meselâ ince kâğı- Gın, sığ suyun, veya cam bardağın diğer tarafını görebil Üçüncü nevi şualar ise ultra-Violet yahut Actinik şua n: dır. Bunların nüfuz kudretle; yıftır. Fakat deride güneş yanığ cude getiren bunlardır. Plâjda güneş banyosu yapr min ettiğiniz İstifade bunların vücut ve kanınız üzerinde tesiri neticesi hu- sule gelir. büro işlerinde çalışan bir çoklarında gördüğünüz donuk yüz- Jülük bu şuaların mevcut olmamasın- dan ileri gelmektedir. Ultra - violet şunlarının nüfuz ka- biliyetinin pek zayıf olduğunu söyle- dik. Bundan dolayıdır ki şehirliler bu ziyaların yüksek hayatiyet kudretin- den istifade edemezler. Çünkü şehir- den yükselen toz ve duman tabakası bunların şehre kadar inmesine mâni olur. Hararet ve ziya şuaları indiği halde bunlar inemezler. Bunun ne kadar mühim olduğu bir müşahade neticesi meydana çıkmıştır. Bir İngi- Uz sanayi şehrinde oturan amele pa- zar tatilini plâjda yıkanmak ve gü- neşlenmekle geçirirmiş. Bir gün ame- leler umumi grev ilân etmişler, fabri- kalar da bu yüzden bir hafta işleme- mişler. Pazar günü güneşlenmeye gi den bütün amelenin vücutleri yanmış, derileri soyulmuş. Çünkü fabrikalar işlediği zaman dumandan nüfuz ede- miyen ultra-violet şuaları atmosfer dumansız olunca aşağıya kadar ine- bilmişler ve amelenin çıplak' vücutle- akla te- (AKŞAM) ın edebi romani Ulira-Violet şunile yapılan tedavi NX Ultra-Yiolet şuaile başka bir tedavi şekli likten tedarik edemiyenler Klinikte bir nevi elektrik Jâmbalarının altın- da buluyorlar. Ultra-violet şualarının başka bü- yük bir faydası da yaraları çabuk ka- patmağa yaramasıdır. Bu şuaa ma- ruz bırakılan bir yara çabucak iyileş- mektedir, Hastanesi az olan yerler için bu büyük bir faydadır. Yazın plâjda güneşlenenlerin kışın soğuklama ve nezleye karşı kısmen muafiyet kazandığını her doktor bu- gün az çok kabul ediyor. Tam bir ultra-violet tedavisi görmüş olanın nezleden tamamile kurtulacağı söyle- nemezse de soğuk almıya şuasız yâ- şıyanlardan daha az mürtaid olduğu- nu kabul etmek icab eder. Bundan başka bir hastalıktan sonra hissedi- ri üzerinde tesirlerini göstermişlerdir. Doktorlar bu aktinik şuaların ek- #ikliği bir çok hastalıklara sebebiyet verdiğini çoktan keşfetmişlerdir. Hat- tâ şimdi verem için en modem tedâ- vi bunlarla yapılmaktadır. Çalışanla- rın ve fabrika amelesinin hissettikleri daimi yorgunluk, enerjisizliğin, hal- sizliğin bu şuaların mevcut bulun- maması neticesi olduğu isbat edil- miştir, Yorgunluk ve enerjisizlikten senelerdenberi kurtulmuş olmıyanlar Ultra-Violet şualarınn tesirine ma- ruz kalınca ve bu tedari bir kaç gün tevali edince kendilerini bambaşka ve dipdiri hissedivermektedirler. Ultra-violet şuaları elektrik lâmba» Jarı vasıtasile suni olarah neşredil- mektedir. Hastaları bu şuan maruz tutuyorlar, Bu suretle vücudün ihti- yacı olan enerji kaynağını güneşsiz- len dermansızlık ultra-violet tedavisi sayesinde çabuk bertaraf edilmekte ve eski normal enerji tekrar iktisab edilerek insan kısa bir zaman içinde arzu ile çalışmağa başlıyabilmektedir. Uitra-violet şualarının tatbikattaki mühim rolünü şu statistik her Şey- den daha iyi ifade eder. Ultra-violet şualarından istifade kolayca kabil ol duğu bir sanayi müessesesinde sene- de hastalık yüzünden her bir işçinin kaybettiği gün vasati olarak 4,70 gün olarak hesaplanmıştır. Halbuki bu “cihaza malik olmıyan diğer bir mü- essesede her &melenin kaybettiği va- sali gün adedi 9,85 olarak bulunmuş- tur Ki iki mislinden fazladır. 8 Ağustos 1W$/ a KADIN KADIN KÖŞESİ Süslü eldivenler Eidivenlerin üst kısmını süslemek modası başlamıştır. Resimde görülenle- rin birisi krem podösüettir ve lâcivert ile içerisi kaplıdır. El üzerinde ince Mcivert bir biye vardır. Diğeri beyazdır, Beyaz ve bej kurdelâdan plise yapıla” rak etrafı çevrilmiş, elin üzerine Kadar çıkmıştır. Bayraklı infilâkında bir amelenin daha yanmasından korkuluyor Gülistan, kocası Yürük Ibrahimi arıyor, B. Ali Meftunun ölümü teessür yi Yanan B. Ali Meftunla cenaze merasiminden bir görünüş İrmir (Akşam) — İzmirin Bay- raklı köyü civârında Anadolu Türk Petrol Limited şirketine ait depoda çıkan yangın esnasında vücudünün dörtte üçü benzin ve petrol alevleri arasında yanarak yaralanan şirket me- sul müdürü B. Ali Meftün Aksunerin de diğer yaralılar gibi öldüğünü bil- dirmiştim. Muhitte kendisini çok sevdiren B. 'Ali Mefbün Aksunerin ölümü, her ta- Tafta umumi tecssürle karşılanmış- tır. Hattâ depo içinde çocukları ya- nan ana ve babalar bile, bu çok şef- katli zat için sıcak göz yaşı dökmüş- lerdir. Bornova nahiyesinin Naldöken kö- | yünde oturan Gülistan isminde bir yürük karısı, müddelumumiliğe ve zalıtaya müracaat ederek kocası İb- rahimin, beş on para kazanmak için yanan depoya işçi olarak girdiğini, Tefrika No, 9 Mehtep arkadaşları Mektebe giderken daha rahattık, | Hiç olmazsa her şeyimizi hazırlıyan olurdu. Akşamları erken erken eve dönerdik. Sırtımıza geçirdiğimiz bir siyah gömlek her eksiğimizi örterdi. Şimdi öyle mi ya. Sabahleyin gözü- müzü açar açmaz yüzümüzün pudra- sını, dudağımızın boyasını, elbisemi- gin ütüsünü düşünüyoruz. Yakamız- daki buruşuk, yüzümüzdeki solukluk hemen göze batıyor. Ayda beş altı li- ra boya ve lâvanta parası veriyoruz. Tramvay, öğle yemeği masrafını dâ kattın mı ay sonunda elimize sekiz on lira ya kalır ya kalmaz. Güzin eldivenlerini giyerken arka- daşının lâkırdısını kesti: — Benim öğle yemeği sudan ucuz. Üç arkadaş mahallebiciye gidiyoruz. Yirmi kuruşla mesele halloluyor. Ama sizin bankanın lokantası var değil mi? — Var ama küçük memurların isti- fade ettikleri yok. Daha doğrusu ayın on beşine, nihayet yirmisine kadar Jokante tıklım tıklımdır. Ayın yirmi- si oldu mu yavaş yavaş dökülürler, Nihayet ay sonunda lokantada yalnız gube müdürleri görünür; Bürhan Cahid Güzin, el aynasına bakarak dudak- larının boyasını kuvvetli bir alışkan- lıkla tazelemişti. — Erkekleri öyle kıskanıyorum ki İ tıraş olmaktan başka zahmetleri yok. Bizim tramvayda yolculara, sokakta gelip geçenlere, büroda şeflere çirkin, biçimsiz görünmememiz için günde | elli kere tuvalet tazelememiz lâzım, Süheylâ dedi ki: — Aman kardeş hepsinin derdi baş- ka. Kışın da sabah karda, ayazda er- ken kalkmak, herkes sıcacık yatağın- da esner, gerinirken yüzünü yıkama- ğa, bir yudum scak çay içmeğe vakit bulmadan tramvaya yetişmek.. Ak- şam, karanlıklarda çamura, kara ba- ta, çıka eve dönmek, biktim, usandım billâhi.. O kış günleri daha uyukuma doymadan, adamakıllı bir kahvaltı bile etmeden dudağımın boyasını, yü- zümün pudrasıni yarım yamalak sü- rüp sokağa fırladığım zaman çok de- fa sıcacık apartımanlara, sicak ban- yo dairelerine gitmek için hizmetçisi- nin yardımı bekliyen, kahvaltısını bile yatağına getiren, öğleye kadar pijama ile dolaşıp yemek vakti giyin- mek zahmetine kelisnan; o zamana kadar telefonla doksan sekiz ahbabi- le çene çalan, yemekten sonra da çok iş yapmış ta yorgun düşmüş gibi tek- rar yatak odasına giren kadınları dü- şünürüm,. Onlar daha rüyalarının altın dev- rinde mışıl mışıl nefes alırken biz ça- murlu kaldırımlarda üç lira verip al- dığımız ipek çorabımıza su, zifoz sıç- ramasın diye taştan taşa sekerek cad- deye çıkarız. Biz işçi, talebe ve esnaf tramvaylarında yer bulmak için bek- leme yerlerinde titreşirken onlar kuş- tüyü yastıklarda rahatsiz olan baş- Jarıma yer değiştirirler, Ve nihayet on- Jar şakır şakır sıcak sular akan limon çiçeği kokulu banyolarında yıkanır- ken biz yazı makinesinin başında ya karışık bir faiz hesabını yahut üzerin- den bir kaç şefin tashihi geçmiş, kar- gacık, burgacık bir müsveddeyi elden geçirmeğe çalışırız. Daha sonraları. saymakla bitir mi? Onlar akaşama doğru aynalarının önünde rahat Ya- hat boyanıp süslenerek ya bir çaya, ya bir sinemaya gitmek için kapıları- nın önünde bekliyen otomobillerine inerken biz paydos saati haricinde önümüzde biriken dosyaları bitirme- ge çalışırız ve biz karanlık, ıslak s0- kaklarda tramvay parasını tasarruf etmek için keslirme yoltar ararken onlar çiçekler, kokular içinde #cak bir salonda ya poker partisi yapar, yahut akşam çayları veren büyük bir otelin salonunda sevdiklerile boston, vals, oynarlar. Dedim ya bizimki ha» yat değil bir işkence amma ne çare. Süheylâ arkadaşının acı şikâeyet- lerine âşina olduğunu anlatır hare- ketlerle onu tasdik ederken Cevvale- nin ince kaşları çatılıyor, hendesi şe- | killer çiziyor, göz bebekleri büyüyor- du. O anda kafasında kaynıyan fikir lerin, zaptedilemediği takdirde bir fır. | tına koparacak kadar ağır olduğu | hissediliyordu. | Bereket vakit gelmişti, "Teyzesi: — Haydi çocuklar, geç kalacaksı- izl Diye onları harekete getirdi, Yolda iki arkadaş tazelenen derd- leri üzerinde bir çok konuştular. Cev- vale, kendisi için o kadar geniş bir münakaşa mevzuu olan bu bahse ka- rışmadı. Düşünüyordu. Bu kızlar ne yavan düşünüyor ve ne yalınkat çalı- şıyorlardı. Muhakkak ki kendilerine el uzatacak ilk erkeğe bugünkü hür- riyetlerini feda edeceklerdi. Bayağı bir gönül macerasından baş- | ka bir şey olmıyan meşhur filmi sey- rederken iki arkadaşının kendilerini kaybedecek kadar heyecana düştük- lerini gören Cevvale fena halde sıkı orada çalışmağa başladığını, fakat yangından sonra kendisinden hiç bi? haber alamadığını söylemiş; — Yaralı ve ölüler arasında onu buldunuz mu? diye sormuştur. Fa- kat İbrahimin ne olduğu meçhuldür. Depoda çalıştığı tesbit edilmişse de yangın esnasında kaçarak kurtulup kurtulmadığı anlaşılamamıştır. Adliyece facianın mesullerini tes- bit için tahkikata devam cdlimekte- dir, Yanan depoda, yangına karşı hiç bir cihaz bulunmadığı söyleniyor. Bunun tesbiti yakında mümkün ola- caktır. Karamürselde sıcaklar Karamürsel (Akşam) — Karamür- selde müthiş sıcaklar hüküm sürmek» tedir. Bir kaç gün hararet gölgede 36-37 ye kadar çıkmıştır. Bütün halk denize hücum ediyor, dı. Şöhretleri çöl içlerine lan, resimleri hizmetçi kızların ve e yas hut bekâr talebelerin yatak odalarıs na kadar asılan artistler bir takım cambazlık hünerleri ve salon marifet» leri yaptıktan sonra filim sinema sâ- lonuna yalnız olarak gelmeyenlerin dudaklarında ölevler ve tek başına seyredenlerin gönüllerinde kıvılcım- lar yaratarak bitti. Nişantaşına dönmek için son tram- vaya yetişmeğe çalışan üç genç kız kendilerine otomobille bir tur teklif eden sirmnaşık kaldırım çapkınlarının takibinden kurtulmak için tesadüf ete tikleri ilk tramvaya atladılar, Güzin filimdeki macerayı yaşar gi- bi: — Ne güzel, ne güzel! diyordu, Biribirine bitişik olan evlerine ge linciye kadar Cevvale yalnız dinledi, . Bu geceden sonra Cevvalenin komşu arkadaşları hakkındaki fire değişti, Zaten başka komşuların dedikodu- ları bilhassa Güzin hakkındaki kar naatini altüst etmişti. Onun stajiye? bir mülâzimle münasebetinden bah» sediliyordu. Annesi kızını zengin bi? adama vermek fikrinde İdi. i (Arkası var),