SEP » vE ME: 5: W b '“ h a n “ n â ij j ekle; 28 Temmuz 1937 Her akşam bir hikâye Amcamın oğlu Selimle yanyana | öy ve ndi İlân. Lâkin tram- bitişik ruz. Dün| vaya gidecek derecede hali yoktu. öğled tutturdu: | Stadyomun önünden bir otomobile 2 d oyum- | atladık, yolda o derin derin nefesler ş maçı var, Allahaşkına kalk gidelim, et koca koca göbeklerile fudbol oy yücklar... Ne kader güleceğiz, ne ka- dar güleceğiz... ç Ben öyle futbolden filân hoşi bir adam değilimdir. Bunun için: — Vazgeç Selim... dedim. Futbol- den ben anlamam ki... — Rica ederim israr etme... Tasav- vur et bir kere o dağ gibi göbeğile Faik oynıyacak... Şişmanlıktan yü- rüyemiyen Sami sağaçık oynıyacak.. düşün bir kere, ne kadar güleceğiz, ne kadar eğleneceğiz yahu... — Vallahi benim bugün bazı işle- rim var, gelemem Selim.. — Dünyada seni bırakmamı. Bu- gün hayatımızda en ziyade güleceği- miz gün olacak, en ziyade eğlencce- ğimiz gün... Sonra Emin de oynaya” cak, işi düşün bir kere... O işin fan- tezi olduğunu düşünmez de ciddi cid- di oynar ve son derecede kızar, asâ- bileşir... O asabileşip küplere bindik- çe biz kahkahayı basacağız. Selim o derece israr elli ki nihayet dayanamadım. Kalktık maça gittik. İçeride bizim ihtiyar fudbolcüler 80- yunuyorlardı. Fakat takımın kapta- nında müthiş bir telâş vardı, Yanı- mızdan geçerken: — Birader.. deği, şu bizim arka- daşlar da yok mu, Söz verdiler gel mediler. Üç oyuncum eksik ne yapa cağım şimdi?.. Takım kaptanının gözü bizim Se nan — Yahu. Selim, dedi, Sen de biraz oynardın., haydi soyün da gelmiyen- lerden birinin yerine seni takıma ko- yayım. Selim: — Amma da yaptın ha... dedi, k yumuşak bir tarz- m kaptanı biraz Bu yaş- aydi, haydi nazlanma canım... Öteki oyuncular da senden genç de- . Kalk takımımızın yüzünü Selim tereddüd içinde: — Nasıl olur bilmem ki... dedi. Etraftan bizim arkadaşlı — Haydi haydi Selim... kalktı: — İlâhi çocuklar, dedi. Şu yaptık- larınıza bakın bir kere... Bir müd- det sonra Selim o davul gibi kamile futbolcü kıyafeti içinde, alkışlar ara- #ında sahaya (çıkıyordu. İri göbeği neredeyse dar futbolcü pantalonunu patlaraktı. Onu uzaktan gören kah- kaha atıyor: — Selime bak, Selime bak yahu. olur şey değil vallahi... diye gösteri- yordu. Maç başladı. Selim sağaçık oyn yordu. İki kale arasında koştukça göbeği sağdan sola, soldan sağa oy- Dayıp duruyordu. Stadyom kahkaha- dan çınlıyor, herkesin eğlencesi, her- kesin güldüğü Selim... Mütemadiyen ona bağırıyorli — Yaşa Selim! — Yaşa göbekli!... — Şüt Selim! — Pas Selim! Hele onun şütle topa vurayım derken iska geçerek yere yuvarlan- mâsı üstüne kahkahalar ayuka çıktı. — Bravo Selim... Fakat Selim yerden kalkmış ve fena halde kızmıştı, O maçı katiyen şakaya almıyor, gözü kızgın bir bo- Ğn gibi sağa sola saldırıyor. Fakat hiç bir şey de yapamıyordu. Bir şey yapamadıkça da kızgınlık- Deyince tan küplere biniyordu. O küplere | bindikçe de halk kırılıyordu. Bir kere topa kafa vurmak istedi. Hakemle toslaştı. Kafası hakemin kafasına fena halde vurdu. Ve daz- lak başının üstü küçük bir yumru hâlinde ânide şişti. Artık stadyom halkı kahkahadan bayılacak derecelere geldi. En sonun- da bir gol atmak hülyasile sıkı bir Şüt çekeyim derken cart diye panta- Tonu patladı. Etraf alkıştan, kahkahadan çınlar» > o giyinme yerine doğru kaçıyor- m budum tutmıyor... Efendim karşı tarafın oyuncularına da fena halde sinirlendim... diyordu. Ben gülüyorum: — Amma dediğin çıktı Selim... Çok eğlendik. Çok güldük doğrusu... O hiddetle; — Bırak allahaşkına... diyordu. Böyle meç mı olur; fena halde kız- dım. Eve geldik. Selimin stadyomda futbol oynadığını duyan karısı da aynca bayrakları açtı; sın... Öyle dakikalarca topun arka- sından koşacak, yorulup - terliyecek ne vardı sanki, şu haline bak. toza toprağa bulanmışsın... Ya hasta olur- san... Bir de senin hastalığınla mı uğraşacağım canım Bu senin yap- tağın rezalet doğrusu... Futbol kim? Sen kim ayol?... Bir de evde yorgun- Tuktan, vücudü dermansızlığın- dan şikâyet eder durursun. Amma stadyormda futbol oynamağa gelince 18 yaşındaki çocuk gibi soyunup dö- künüp ortaya atilırsın... Selimin hali hakikaten fecidi. Ko- lunu, bacağını kaldıracak dermanı Salyada bulunan Lüab dişlerin en bi- rinci düşmanıdır; diş lere yapışarak yosun peyda eder. Mineleri aşındırır, yavaş yavaş dişleri ve kökleri çü- rütür, diş etlerinde iltihaplar peyda olur. Dişlere yapışan ye mek artıkları ve ec- nebi maddeler de te mizlenmezse birer mik- rob yuvası haline gelir. Eğer dişler muntaza- man ve günde en az 3 kere «Radyolin» le fır- çalanmadığı takdirde çok çabuk mahvolma- ğa mahkümdur En Müthişidir GRİPİN bütün ağrı, sızı ve sancıları keser Baş ağrısına, nezle, grip ve romatizmaya karşı Bilhassa müessirdir. icabında günde 3 kaşe — Kuzum sen ne düşüncesiz adam- | AKŞAM Sahife 9 Bu akşam Nöbetçi eczaneler Maçka, Taksim: Kemal Rebul, Yenikapıda Sarım, Kadıköy: İskele caddesinde Sotirya- Üçler, Üsküdar: , Fener: Balatta Merkez, Be- Cemil, Küçükpaza: Samsi Yedikulede dar: Divanyolunda Esad, Ahmed Hamdi, “yazıd yoktu zavallının... O kadar bitkin bir halde idi ki karısı bile hiddetini unutup ona. kahkahalarla gülüyordu.. Biraz sonrd yanımızdaki komşular geldi. Meğer bizim ihtiyarların maçı- nı radyo da vermiş... Futbol maçla- rını radyoda anlatan traşçı Salâhad- din, Selimle o kadar alay etmiş ki her- kes gülmekten kırılmış... Komşular Selimin yüzüne baktıkça gıdıklanıyor- larmış gibi gülüyorlardı. Ertesi gün bütün gazetelerde Seli- min koca göbeğile topa kafa vurayım derken hakemle toslaştığını gösteren bir resimle çıktı: Selim «Ne kadar güleceğiz» diye maça gitmişti, Şimdi bir haftadan- beri ona biz gülüyoruz. (Bir yıldız) Dişleri her yemekten sonra günde 3 defa niçin fırçalamak lâzımdır ? Çünkü bir defa dişler hariçten alınan mikroblara karşı müdafaasızdır, saniyen ağızdaki «Salya» denilen mayide milyonlarca mikrob doludur. RADYOLIN Bu muhtemel âkıbetleri vaktinde hertaraf eder. Sabah, öğle ve akşam günde 3 defa dişlerinizi fırçalayınız.. Baş ve Diş Ağrısı Istırabların didi En şiddetli diş ağrılarını dindirir Terlan sarayda bi 'Tiyen-Fo o sabah çok güzel giyin- miş, başına zümrüdlü tarağını, beli- ne sarı püsküllü ipmaratoriçelik ku- şağını takmıştı. DBileklerinde, par- maklarında ve kulaklarında çok de- ğerli mücevherler vardı. Tiyen-Fo o sabah neden bu kadar çok süslenmişti? Besbelli biraz sonra hakanı görme- ğe gidecekti. TiyenFo Kubilâyın yanına dalma böyle süslenip te gi- derdi. Terlan birdenbire Tiyen-Fonun di- zini öperek: — İmparatoriçem, duydunuz mu? dedi, mahkeme çok insafsızca bir karar vermiş... Gülçini ilama mah- küm etmiş. Tiyen - Fo omuzlarını kaldırarak güldü: ” — Ben onun idam edileceğini sana bu karardan önce söylemiştim. Son görüştüğümüz zaman benim yüzüme dikkatli bakmış ve gözlerimin içinde gizlenen arzularımı okumuş olsaydın, Gülçin şimdi kurtulmuş olacaktı. Ben sana: «Onu bir şartla kurtarabili- rim!> dememiş miydim? Neden o gün bu şartımı anlamak istemedin? Niçin arkanı dönüp te sözlerimi dik- katle dinlemedin? Terlan birdenbire ne söyliyeceğini şişırmıştı. Başını kaldırdı. Ağacın dibinde oturan Tiyen- Fo- nun yüzüne dikkatle baktı: İçi ateş dolu bir çif göz gördü. Bir şey söylemeğe cesaret edemiyor- du. O, hakanın karısına ve kızlarma kötü gözle bakmanın ne ağır cezası olduğunu biliyordu. 'Tiyen-Fo 'Terlana — Yanıma otur! Diyerek sağ elini bu temiz yürekli gence uzattı. Terlan: — Beni mazur görünüz, imparato- Tiçem! Beni sizin yanınınzda görürler- se, hakana haber verirler. Cellâdlar etimi doğrarlar sonra... Dedi ve ayakta titremeğe başladı. 'Tiyeh-Fonun maksadı anlaşılmıştı. — Buradan şeytanlar bile geçmez.. haydi, yanıma otur, Terlan! Dedi... Kolundan çekti. Hassa ku- mandanını zorla yanına oturttu. — Seni seviyorum, Terlan! Seni çoktanberi, beni köylünün kulübesin- den saraya getirdiğin gündenberi seviyorum. Haydi, beni kucakla! Terlan o güne kadar, etrafında do- laşan cariyeleri bile bir kere olsun kucaklamak cesaretini ogöstereme- mişken, şimdi, Kubilâyın karısına na- | sıl el uzatacak, onu nasıl kucaklıya- caktı?. Tiyen-Fo acaba Terlanı tecrübe mi ediyordu? Bu şeytan kadının Terlan için yeni bir tuzak hazırlamadığını kim temin edebilirdi? 'Tiyen-Fo gözlerini süzdü. Terlanm sol elini avucunun içine aldı: — Haydi... Ne duruyorsun? Neden düşünüyorsun? Ben böyle istiyorum ve sana müsaade ediyorum, Terlan! Beni kucakla... Kolların . boynuma dolansın!... Seni seviyorum. Anladın m? — Sizi kucaklarsam, Gülçini bana bağışlıyacak mısınız? Diye sordu. Tiyen-Fo: , — Onu idamdan kurtaracağım, dedi, fakat senin onunla birleşmene ebediyen mâni olacağım! Onun yü- zünü bir daha ne sana, ne de babası- na göstermiyeceğim! — Ne yapacaksınız onu? resine gönderteceğim. Ömrünü ora- da geçirecek. Zaten sende onun ölümden kurtulmasını istemiyor mu- sun? bu şekilde ölümden kurtulmasını iş. Yazan: İskender F. Sertelli — Buda mabedine münzevlier hüc- Terlan birden silkinip ayağa kalktı: — Hayır, imparatoriçem! Ben onun temem, Artık yardımınıza da ihtiya- cım yok! Gülçin, varsın namus ve şe- refile ölsün. Ben onun mezarını göz alınabilir. KUBİLÂY HAN No. 124 r cariyeye bile göz atmamışken, şimdi imparatoriçe Tiyen -Foya nası el atacak, onu nasıl kucaklıyacaktı?! yaşlarımla ıslatmağa ve bu acıya kat- lanmağa razıyım... — Demek benim sevgime ihtiyacın yok, öyle mi? Terlan ağlıyarak: Hayır, dedi, sevgilim idama mahküm olurken, ben kollarımı baş- ka bir kadının boynuna dolayıp ona ihanet edemem. Tiyen-Fo; — Pişman olacaksın, Terlan! Ya- rın, yalnız Gülçini kaybetmekle kal- mıyacaksın! Senin kellen de tehlike- ye düşecek... Deyince, Terlan isyan etti; — İstediğinizi yapabilirsiniz! Gül çin gibi masum bir kızı idam ettiren kadından ne beklenmez... Neler umuk maz?! Tiyen - Fo ayağa kalktı, Gözleri- ni, hainsne bir bakışla Terlanın göz- lerine dikti: — Seni de cellâda teslim ederim. Ölümle “yüz yüze gelirsen, her şeyi kabul edeceksin! Fakat, o zaman iş işten geçecek... — Ben ölümden yılmam. Gülçin gözümün önünde öldürüldükten son- ra, hayat benim için tahammül edil- mez bir yük olur. İstediğinizi yapabi- lirsiniz! — Demek gidiyorsun şimdi?.. — Evet. — Bir kere beni kucaklasaydın, Terlan. Ömrümün yarısını sana ve- rirdim. Neden benden kaçıyorsun? — Hakana fenalık yapamam, Terlan yürüdü. — Gitme, Terlan, pişman olursun! Terlan cevap vermedi. w İmparatoriçeyi seliâmlamadan ters yüzüne döndü. Bahçeden saraya girdi. O gün sarayda herkes birbirinden korkuyordu. «— Hakanın kızı idam eğilecek!» sözünü duyup ta titremiyen kimse yoktu. Ölüm saati şi 'Tekinboğa, hakanın imzaladığı İdam hükmünü Gülçine okumak üzere sarayın bodrum katına iniyor- du. Gülçinin affı için Moğol ve Çin asilzadelerinin yaptığı tavasdutlar müsbet bir tesir yapmamıştı, Kubilây: — Ben «anayasa» yi ayak altına alamam. Diyordu. Kubilâyın garip bir inanışı vardı: «— Evlâdlarımdan birinin cezasını affedersem, yurdun hiç bir köşesin- de nizam ve intizamı temin edemem. Her gün bir ihtilâl çıkar ve başkal- dıran halka bir şey söylemeğe yüzüm kalmaz.» Kubiliy han çok yüksek düşünü- yordu. Fakat, ne olursa olsun, bu yüksek düşüncenin, kızım cellâda teslim et- tirecek kadar derinleşmesine sebep olan Tiyen-Fodan başka * bir kuvvet yoktu. Kubilây idam hükmünün hemen h o gün icrasını emretmişti. Sabah... Cellâd palasını bilemekle meşgul. Gökçin hatunun ağlamaktan göz- eri şişmiş... 'Münadiler şehre idam cezasın! ve bu cezanın sebeplerini davullarla. semt semt, sokak sokak dolaşarak Hân edyorlar. Pekin halkı sabahleyin evlerinden çıkarken, bu korkunç haberle karşi Yaşıyor. Biç kimsede dükkânını açmak, işi- ne başlamak heves ve arzusu yok... Herkes meyus. «— Adaletin bu derecesine adalete sizlik derler!» Çinlilerin bu meşhur atalar sözü dillerde dolaşıyor... Saray halkına gelince, titremiyen, korkmıyan, düşünmiyen bir ferd yok. çevrilemez. (Arkası var)