> Dalgın bir adamın zihni bazan in- Sana pek fena şaknlar (oyapar. İşte şimdi de Hasan Hulüsi, yeis ve endişe içinde, ne yapacağını bilmez bir halde odanın içinde dolaşıyor ve bir sahneyi hayalinde gayet vazih bir Suretie tekrar görüyordu. Otelin yazı salonunda idi. İşte ma- sanın üzerinde yazı lâmbası yanıyor- du. Masanın köşesinde cıgara tablası ve üzerinde yanar sigara. Tam bu si- rada otelin garsanu geliyor ve tele- fonda kendisini istediklerini söylü- yor. O zaman, Hasan Hulüsi kapıcıya vereceği iki mektubu alıyor ve bunla- Ti zarfa korken yanılıyor. Karısı Lâ- Mianın mektubunu Zarifenin zarfı- na, Zarifenin mektubunu da Lâmia- nın zarfına koyuyor. Şimdi iki mek- tup ve iki zarf kati bir berraklık ile gözlerinin önünde. Yaptığı hatâyı çok Yakın bir şahid gibi gözlerile görürce- sine hiç şüphe kalmıyacak surette sihninde canlandırıyor. Şimdi ne yapmalı? Olan oldu. Mek- tupları postadan istemek imkânsız. O mektuplar şimdi Viyanayı İstanbu- Ma bağlıyan demiryolu üzerinde sıç- rıya sıçrıya İstanbula doğru koşuyör- lar! İki gün sonra İstanbulda karısının sevgili Zarife diye başlıyan bir mek- tup alacağını düşündükçe saçlarının dirndik kesildiğini, vücudünde bir ür- perme dolaştığını hissediyordu. Zarifeye mektupta neler yazdığını, mektubun nasıl bittiğini bir türlü ha- tarlıyamıyordu. Duyduğu heyecan ve korku zihnini perişan etmişti. pi i. Şimdi İstanbula dönüyordu. Hudut- tan içeri girince karısile ne yapacağı- ni pek endişe ile düşünmeğe başladı. Yüreği çarpıyor, soğuk terler dökü- yordu. İstanbula 102 kilometre kala, Zarifeye yazmış olduğu kısa mektubu hatırlamağa muvaffak oldu. Bunda pek taşkın bir şey yoktu. Yalnız «sev- Bili Zarife» yi ve mektubun pek sami- Mİ tarzımizah edebilmek lâzımdı. Biraz düsündü: Zarife pek âlâ, kendisinin daktilosu olabilirdi. Kadın- Yar daima daktilo kızları istihfaf eder- er, (92 nci kilometre) Hem zaten daktilolarla patronların. ahbaplığı tabii işlerden, sosyal anane- lerden gibi telâkki edilmeğe başlan- Miş değil miydi (33 üncü kilometre). İşte bu mülâhazalarla Hasan Hu- lüsi Sirkecide trenden oldukça müste- rih bir halde indi, Evde karısını da ga- yet sakin görüyordu. Hattâ pek fazla #akindi. İlk dakikada bu sükünet Ha- san Hulüsiyi hayretlere gürkettikten Sonra, biraz geçince bir hayal sukulu verdi. Öğleden sonra, bu süküneti düşün- dü. Şüphelenmeğe başladı. Daha va- kit geçince, endişesi arttı. İhtimal ki Lâmia bir intikam düşünüyor, gizli bir plân hazırlıyordu. Akşam, yemekte, Hasan Hulüsi lâ- kırdıyı mevzuun etrafında dolaştırıp duruyordu. Lümia güzel, soğuk kan- M, hissiyatından hiç renk vermiyordu. Ertesi günü, Hasan Hulüsinin üzün- tüsü ve merakı daha artmıştı. Daya- mamadı: — Bugün Zarife beni öyle kızdırdı ki... dedi, On dört pulu yanlış yapış- tarmış. — Zarif bir ismi var, dedi. Artık bu kadarı fazla idi. Hasan Hu- lüsi karısının bu itidali demi karşısın- da gülünç bir mevkie düştüğünü his- #ediyordu. Bu vaziyet onu bütün bü- tün sinirlendirdi. Karısının kendisine bir sürpriz hazırladığı Muhakkaktı. Yakat o Lâmiahın sükütuna aldanmı- Yacaktı, Akşam, yemekte dört beş kere Zari- ismini zikretti. Fakat Lâmia hiç bir teesstir eseri göstermiyordu. Ertesi sabah, Hasan Hulüsinin tek- Tar merak ve endişe içinde bir gün ge- tahammülü kalmamış oldu- Bu için, karısile açık görüşmeyi ter- cih etti: — Beni dinle, Lâmia, dedi. Sana Yemin ederim ki Zarife benim dakti- lomdur, Genç kadın kahvaltı ediyordu. Bu lâkırdıyı işitmekten gayet hayrete düşmüş gibi görünüyordu. Ah ne kur- naz, ne komedyacı bir kadın! Fakat Hasan Hulüsi kararını vermişti. — Yetişir artık Lâmin, dedi. O mek- tup Zarifeye gidecekti, Yanlışlıkla se- nin zarfına koydum. Fakat şüphe edersen günahıma girersin. Zarife be- nim daktilomdur. Zavallı, miskin bir kızcağız. Haline acıdım. Talihsiz bir biçare. Çok iyi kalbi de var; çalışkan. Onun için kendisine sevgili Zarife di- ye hitab ediyorum. Gönlünü almak için... Hem hastadır da... İhtiyar bir annesi var, Ona bakıyor, Fatihte otu- ruyor. Eski Deve hanının"altında bir mahallede... Hasan Hulüsi sözüne devam edeme- di. Çünkü oda kapısı açılmıştı. Ne münasebetsiz bir zamanda! Tam bir cephe hücumu yaparak muvaffakıye- ti kazandığı sırada lâikırdısı yarıda ka- hverdi, İçeriye ihtiyar hizmetçi Fatma gir- mişti. Hasan Hulüsinin yol çantasın- dan çıkan esvaplarını şüpürüp temiz- lemiş, onları getiriyordu. Esvabı bir iskemlenin üzerine koyduktan sonra: — Şu iki mektubu cebinizde bul- dum, dedi. Unutmuş olacaksınız. Hasan Hulüsi zarfları görünce, sap- $arı kesildi. Lâmja elini uzatarak mek- tupları kocasından evvel yakaladı. Hasan Hulüsi kopacak fırına kar- şısında bütün kuvvetini toplamağa çalışıyordu. Maamafih içinden de ken- disini teselli ediyordu: — Artık bir ehemmiyeti kalmadı ki, diyordu. Çünkü Lâmiaya işi an- Yattım... Zavallı, çirkin, fıkara bir kiz... İhtiyar bir annesi var, Fatihte, Deve hanı tarafında oturuyor... Halbuki! Lâmia zarfın üzerinde Maç- kada Üçyıldız sokağında lüks bir apar- tımanm birinci katında Zarife hanı- mefendi adresini okuyordu. Hikâyeci Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Tak- sim: Limonciyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Galata: Kara- köyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Nisim Aseo, Emin- önü: Salih Necali, Heybeliada: To- madis, Büyükada: Merker, Fatih: Veznecilerde Üniversite, Karagümrük: AN Kemal, Bakırköy: Merkez, Sar- yer: Nuri Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarındaki eczaneler. Aksa- ray: Cerrahpaşada Şeref, Beşiktaş: Nall, Kadıköy: Söğütlüçeşmede Hu- lüsi Osman, İskele caddesinde Saadet, Üsküdar: İttihad, Yene”: Balstia Hü- #ameddin, Beysmâ: Asadoryan, Kü- çükpazar: Necati, Samatya: Çula, Alemdar: Ali Rıza, Şehremini: Top- kapıda Nâzım, Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» müessesesinde satı- hr. «Akşam gazelesine abone olanlara husus! tenzilât yapılır. İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- Ie Türk musikisi, 1250: Havsdis, 13,05: Muühtehi? plâk neşriyatı, 14: BON. Akşam neşriyatı: 1830: Piâkin dans musikisi, 1930: Konferans: Eminönü Hal- kevi Sosyal Yardım şubesi namına doktor İhsan Şükrü (Sporun terbiye ve karakter Üzerinde tesiri), 20: Nuri Hal'lin iştirâkile Türk musiki heyeti, 2030: Ömer Fura ta- râfından arabca söylev, 2045: Vedia Ri- sa ve arkadaşları tarafından Türk musi- kisi ve halk şarkıları, (Saat ayarı), 21,15: Radyo Fonik Dram (VERTER), 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün Programı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programı Milüno (368) saat 22: La Bohöme ope- Pası, Viyana (507) 2025: Konser, Kolen- ya (456) 2110: Orkestra, Marsilya (400) 2130: Senfonik konser, Osle (1154) 2030: Konser (keman ve piyano), Peşte (549) 2240: Dohnany festiveli Dans musikisi Frankfurt (251) sani 21, Breslav (316) 230 Londra (Kısa dalga) 23.40. 28 Temmuz 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havndis, 19.05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Beyoğlu Hal- kevi nazuna Nizameddin Nazif (Sulhün mübeşşiri Türkiye), 20: Nezihe ve arka- dağları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Örer Rıza tarafından arabes söylev, 2049: Rimen Şen ve arka- tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat ayarı), 21,15: ORKESTRA: 22,16: Alans ve borsa haberleri ve ertesi günün Programı, 2230: Piökla sololar, opera VE mperet parçaları, 23: SON. 26 "Temmuz 1937 (AEŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) FSHAM ve TAHYİLÂT İstikramı dahili o #4; Türkiye Cam- (o $9 1433 istikrarı oo 95) huriyet Merkez Ünitürk I Oo 1525) Bankam » HM 1480) Anadolu Mis. 2420 » ME 1455İ Telefon 7— Mümessil 1 3850, Terkos 70 » TE 4060) Çimento 3 Kp İ İttihad değir- 1049 İş Bankası 90 menleri » o hamlline 990 gerk değir- © 080 » Müesis (Ti menleri Para (Çek fiatleri) Başı ağrıdan çatlıyacak gibi NEVROZİN Paris 2120) Bolya 634020 Londra 60) Prag 226581 1 M 0 Nev Yark © 788750) Meğng ez erir 150080) meyra 343850 Atina 0671460 | Zioti 4,1798 Cenevre 344) Pengo 40080 Brüksel 4895) Bükreş |— 1065075! Amsterdam 143,10! Moskova 2040 En şiddetli baş ve diş ağrılarını dindirir NEVROZİN Bütün ağrı, sızı ve sancıları keser NEVROZİN Nezle, grip ve ro- matizmaya karşı çok müessirdir KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 123 Tiyen -Fonun Terlandan sadakat yemini istemesinin elbette bir sebebi vardı. Terlan gözlerini açınca imparatoriçenin cücesile karşılaştı. — Ah, dedi, sakın benim buraya geldiğimi kimse görmesin. Size gizli bir mektup getirdim. Terlan yerinden fırladı... Cariyenin yanına koştu... Ve kapıyı sıkıca kapadı: — Nereden geliyorsun.. kimi arı- yorsun? 5 Cariye elini koynuna götürdü: — İmparatoriğenin dairesinden... Sizi görmeğe geldim. Terlan, cariyenin Gökçin hatun tarafından geldiğini sanmıştı. — Gülçin hakkında sevindirici bir haber mi getirdin? , Diye sordu. İmparatoriçenin cariyesi koynun- dan bir mektup çıkardı: — Tiyen-Fo bunu size gönderdi... Cevap istiyor. Dedi. Terlan, Tiyen-Fonun adımı duyun- CR titremeğe başladı. Mektubu aldı. — Cevap acele mi? — Evet, Hemen okuyun ve cevap verin! 'Terlan tereddüdle mektubu okudu: «Imparaloriçe Tiyen » Foya ebediyen sadık kalmağa ye- min ederim.» Terlan bu satırları birkâç kere okudu. — Bir şey anlıyamadım. Diye mırıldandı. Cariye gülümsedi: > — Mektubun cevbı da içindedir... Ayrıca bir şey yazmağa lüzum yok. Bu mektubu imzalarsanız, Gülçin idamdan kurtulacak... — Demek imparatoriçenin bana teklif ettiği af şartı bu imiş?... — Evet. Çok kısa, çok kolay... He- men altıma bir imza koyunuz... İş- te o kadar. Prenses derhal idamdan kurtulacak, Terlan hayretler içinde, ne yapa- cağımı şaşırmıştı. — İmparatoriçenin benim sadaka- timden şüphesi mi var? Diye söylendi. Cariyenin yüzündeki tebessümden k pişman olacaksınız! Bir daha bu Da satı ele geçiremezsiniz! Bir imzaya mukabil, sevgiliniz idamdan kurtula- cak... Siz de bunu istemiyor mıydı- mz? Terlan fazla tereddüde lüzum gör- medi. Mektupta fazla düşündürücü © bir taahhüd yoktu. — Ben zaten imparatoriçelere ve imparatora karşı, hassa kumandanı olduğum gün «sadakat yemini; ver- dim. Bunu bir daha tekrarlamış ol- maktarı ne çıkar?! Diyerek mektubun altına imzasmı koydu. İmparutoriçenin cariyesi mektubu tekrar aldı, koynuna koydu ve başka bir şey konuşmadan kapıyı açtı, di- şarıya çıktı. Terlan cariyeye bir şeyler söyle mek İstemişti. Nedense ağzını aça- madı, Başında birdenbire büyülen- miş bir insan sersemliği vardı. Kalbi koparcasına çarpıyor, dizlerinin üs- tünde duramıyordu. Terlan yatağın kenarına uzandı. — Bu ne garip kadın! Benim sada- katime neden lüzum görmüş. Ben kendisini iki gün önce çiçek bahçesin- de bir hayli üzdüğüm halde, bugün benden böyle bir mektup istemesi, kim bilir nasıl bir tuzağın haberei- sidir. Tiyen-Fo elbette bu mektubu benden boşuna almadı. Acaba benim kendisine sadakatimi temin ederek, bu suretle Gülçini idamdan kurtar- mak mı istiyor? Ter halde bu işte bir hile olsa gerek. Bakalım yarın neler olacak!... ” Ertesi sabah... Harem cücelerin- den biri koşarak Terlanın odasına geldi. Terlan yeni uyanmuştı. Cüceyi gö- rünce yatağından fırladı; — Güneş mi tutuldu, cücem? Gökten yıldırım mı düştü? Böyle gün doğmadan ne baberler getirdin? Cücenin yüzü gülüyordu.. — Bir kara haber getirdiğimi sa» niyorsun amma... Hiç te öyle değil, Hele bir gözlerimin içine bak! Terlan hayret ve heyecanımı gizli- yemedi: 7 'oksa prenses Gülçini babası af mı etti? Diye sordu. Cüce: — Hayır, dedi, benim Gülçinden haberim yok. Hem ben bir idam mah- kümu hakkında size ne söyliyebili- rim? Terlan bağırdı: ; — Gülçin idama mahküm oldu mu? — Evet. Mahkeme bu akşam son kararını verdi. z — Ya babası?... O ne diyor? — Hiç... Ne diyecek?! Hükmü im- za edecekmiş. Fakat, ben sana bun- dah bahsetmeğe gelmedim. Terlan hiddetle cücenin göğsün den itti. d — Haydi, defol karşımdan. Artık başka bir şey dinliyemem.. Gülçinin idamına mahkeme karar verdi de- mek? Cüce tekrar gülmeğe başladı: — Bu sabah imparatoriçe Tiyen - Fo çiçek bahçesine çıkacak, orada sizinle görüşmek istiyor, Cüce başka bir şey söylemedi. Ve kapıdan çıkarken ilâve etti; d — Bir saat sonra... Anladın mı? Sakın unutup ta imparatoriçeyi bek- letmeyin! Kendisine verdiğiniz sa- Ğakat yemini sizi cin gibi çarpar da, neye uğradığınızı bilemezsiniz! ri «Seni seviyorum, Terlan! Haydi beni kucakla!..» O akşam mahkeme Gülçinin ida- mına karar yermiş ve bu kararını hakana arzetmişti, Bir baba, kızını - ne kadar sevme- 8e de - kendi elile idam hükmünü na- sıl imzalayabilirdi? : Bütün saray erkânı bu endişeyi birbirine soruyordu: «— Hakan, kızını muhakkak affe- cektir.> «— Kubilây bu hükmü geri çevi- rirse, bundan sonra başkalarının idam hükümlerini de geri çevirebilir. Hal- buki o şimdiye kadar hiç kimseyi af- Yetmedi.> Saray halkı heyecan içinde buca- Jayıp dururken, Tiyen - Fo, hakanı kışkırtmaktan da geri kalmıyordu: — Hakanım, bir hükümdar, kızi- nın idam hükmünü kolay kolay im- zalıyamaz - diyordu - fakat, bukız, o babasının hayatına kasdeder ve te- şebbüsü mahkemece sabit olursa, © zaman böyle bir kız eibette affedile- mez. Mahkeme, Gülçini Şi-Yamanın ka- tili olarak tesbit etmekle beraber, #y- rca babasına suikasd tertibi gibi ida” mı icap ettiren birikinci suçlada itham etmiş ve iki cürmün cezası da idam olduğundan, Gülçinin affına imkân kalmamıştı. 'Terlan sabahı güç buldu. ğ Gülçinin idam kararı haberi sara o“ ya yayılınca, Terlan beyninden yi- dırımla vurulmuş gibi sersemlemişti. Sabahleyin çiçek bahçesine koştu. o Acaba Tiyen - Fo Terlana ne söyli- yecekti? Terlan bahçede dolaştı. Havuzları, tarhları, şimşirli yolları, ağaç altları- nı birer birer aradı, Tiyen-Fo meydanda yoktu. Hassa kumandanı çök muztaripti, — İmparatoriçe gelmezse... Gülçin Ida edilirse... € Gibi ihtimalleri düşünerek kendi kendine söylenirken, bir Çin salkımı nm altından yürüyen Tiyen - Foyu gördü. ii — İmparatoriçem!., S Diye seslendi. B (Arkası var)