i , vdisi ünü Hi- so- ımud tasi- dan ka- i re Ay. öşa FESEEE dalgın yürümeğe başladı; düşünme- Ee o kadar çok ihtiyacı vardı ki bir tramyaya atlayıp zamanı kısaltmak- tansa tenha bir yoldanyürüye yürü- ye eve gitmeği tercih etti. Hem ka rısına söyliyeceği şeyleri de daha ta- sarlamamıştı... Neresinden başlayıp nasıl söylemeli idi? Evet ona mutlaka bir şeyler söyle- meli, bir şeyler anlatmalı, onu körkü- rüde âldatmamaliydi... Eeşiktaşlan Maçkaya doğru yokuşu ağır ağır Çi- karken söyliyeceği şeyleri zihninde sıralamağa başladı: «Seni bulduğumu, daha doğrusu birbirimizi bulduğu” muz zaman nası) bedbin, ve hasta bir insandım; nişanladmı, hayatta o kö dar sevdiğim kadından ayrılalı pek az olmuştu. Bu ayırılışa sebep te Şu idi: Nişanlanma. esnasında . işlerim altüst olmuş, zengin olan nişanlım da kendisinden ziyâde parasına chemmi- yet veriyorum zarinetmişli. Bu hal beni en fena yerimden "yâ" raladı, bir şey söylemedim, fakat İş- Jerimi eskisinden daha iyi bir şekle sokmadan onunla evlenmemeğe “Xe- rar verdim. İşte bu aralık bir çay 2i- yafelinde onu birisile flört ederken gördüm. Deli gibi olarak yüzüğünü fırlattım, her halde o da bunu bek- Myormuş ki hemen bir iki ay içinde zengin bir adamla evlenerek Avrupa- ya gitti. Yaplığıma pişman mıyım? bilmem? Fakat hiç birşeyden zevk almıyan boş bir adam olmuştum. Böylece bir-sene geçti. “© karanlık günlerimden birinde annemin ve kiz Kardeşimin belki eğlehirim diye behi zorla sürükledikleri bir ahbap evin- de sana rasgeldim. Yüzündeki aydın- hk şefkat ifadesi öyle cazip bir şey- di ki gayri ihtiyari bir dost gibi, bir her şey gibi sâna sökulmak ihtiyacı- nı hissettim, Sende de bana karşı ga- rip bir sempati vardı. Benimle her- keslen başka türlü alâkadar oldun ve nihayet beni ismini bilemediğim bir bağia kendine bağladın, seni tanıdı- ğımdan üç ay sonra idi ki evlendik. Sıhhatim biraz-düzelmişti, biraz çalışabiliyordum, işlerim de yoluna girmişli, güzel bir evimiz oldu, vel- hasıl bir çok kimselerin gıpta edece- Hi gibi yaşıyorduk. Fakat... İtiraf edersin ki sende de, bende de mühim bir eksiklik, dolmıyan bir boşluk var- di... Bendeki boşluk: Beni zehirliyen, kafama - dikkat et gönlüme demiyo- rum - kafama yer eden İlk kadının yarasının yeri, sendeki de benim ruhi rahatsızlıklarım, ve bazı anormal hallerimle ruhunda dolduramadığım yerdi... Seni bir tek gün tam mâna- sile mesud edeme: fakat sen mut- Jaka bir melektin, fevkalbeşer bir mahlüktun, bütün acılarını içten içe kendi kendime çektin bara dalma gü- ler bir yüz, hoşnut bir kelb göster- mek istedin, bu kahredici bir üzün- tü oldu bana... Bütün bu bildiğin şeyleri sana ni- çin tekrarladığımı şimdi anlıyacak- sın, zaten şimdiye kadar anlattıkları- mi anladın, anlamadıklarımı anla- dın, iki kelime ile söyliyeyim, beni anladın... Böylece üç senemiz geçti. Dün sana portakallı çikolata &l- mak için girdiğim pastacıda ona, €s- ki nişanlıma rasgeldim. Müthiş de- işmiş, kadınlaşmış ve güzelleşmiş. Birden nasıl sarsıldığımı sana anla- tamam, o da beni görünce birağ de- Gişti, gülerek elini uzattı, hiç müna- sebeti yokken bu eli tuttum ve har&- relle öptüm. Ayaküstü biraz konuş- tuk, kocasının bir sene evvel kalb sek- tesinden öldüğünü, kendisinin de Ayaspaşada tek başına oturduğunu söyledi, ne zaman istersem görmeğe gidebileceğimi, bundan çok memnun olacağını ilâve ederek kapıda bekli- yen otomobile atladı, beni sersem bir halde bırakıp gitti, İşte iki gündür deli gibiyim. Bunları sana anlatmak ibtiyacile yanıyorum, eski hastalı- ğım nüksetti, beynimde uyuklıyan yılan bir ifrit gibi uyandı, beni affet, irademe hâkim değilim, belki bu ka- dını görmeğe çalışacağım. Belki bu tertemiz hayatımız sarlısıp “bozula- cak, beni affediyor musun söyle?.» * * Evinin önüne gelmişti, Kalbi göğ- sünü acıtarak hızlı hızlı çarptı. Karı- sı her akşamki gibi orada, küçük balkonda bekliyordu. Göz göze ge- ince elini galladı. Selim Kap'dan gi- | Terken evinin temiz ve şâmimi ha- vasi ciğerlerini doldurdu, Bir saniye sonra dudakları Karısının uzanan eli- ni sonra ainını öptü. Hiç bir şey söy- lemeden yatak odasına doğru yürü- | dü. Bitik bir halde kendini divanın üstüne attı, odanın her tarafına göz gezdirdi, bütün eşyasına ayrı ayrı baktı. Baş ucundaki küçük kitab ra- fı... Her akşam karısının okuyup ken- dinin dinlediği kitablar. Karısının hediyesi olan küçük abajur karyola- ları... Yeşil bir kimono... Hepsine, her şeye İlk defa görüyormuş gibi bak- ta... Önünde açılan yeni yol ve bu yolu. göstermek istiyen eski - yeni kadın belki de onu bu muhitten büs- bütün uzaklaştıracaklı, Sonra birdenbire karyolanın aliın- da çevrilmiş duran küçük kırmızt terlikler... Karısının terlikleri gözü- De ilişti. Onları beğenip satın alıp ge- tirdiği gün nasıl samimi bir çocuk sevincile boynuna atılmıştı. Bunları düşünürken terlikler -müstehzi birer insan gibi kendine bakıyor ve sanki: «Git ona, o kadına git, orada böyle bizim gibi ökçesiz, sessiz, mütevazi şeyler değil, çok şık, çok güzel şeyler göreceksin... Fakat ne yazık ki het şeyde ökçeli bir tekme acısını hisse deceksin; diyorardı. Selim «ilkinerek başını tuttu. Karr sı müşfik sesile: — Nen var Selim? Rahatsız mısın yoksa? Belki on dakikadır yanında duruyorum da”farkında “değilsin; Selimde hazırladığı şeyleri söyleme- ğe cesaret kalmamıştı. Gözleri hâlâ terliklerde: — Yorgunum, dedi. Biraz da başım Ağrıyor. Elektriği söndür şurada biraz dinleneyim geçer... Yarım saat sonra sokak kapısı hızlı hızlı çalındı, hizmetçi Selime dostu Nihadın geldiğini, salonda bek- lediğini haber verdi, Nihad ağzında bir sigara salonda beş aşağı üç yu- karı dolaşıyordu. Bu biraz züppe, biraz sefih, fakat çok iyi kalbli bir ço- cuktu ve Selimle eskidenberi çok se- vişirlerdi. Nihad üç sene sürne ve yarı tahsil, yârı gezme eğlence vesile- si olan Avrupa seferinden döneli bir kaç ay olmuştu. Selim içeri girince boynuna sarıldı, yanaklarından öptü, O kendine mah- sus konuşma tarzile: — Pardon azizim dedi, vakitsiz gel- dim, fakat duracak değilim, mukad- demesiz mevzua girişeyim: Lütfen bana *lli Yira borç vereceksin, yakın bir zamanda inde ederim. Selim gülerek Nihadın omuzuna vurdu: — Hâlâ eski Nihadsın... Fakat-ha- Bir tek kaşesile Türkiye Ecnebi 400 kuruş 2100 kuruş 7 > > i AYLIK Posta ittihaı ına dahil olmıyan Beneliği ecnebi memleketler 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek Jâzumdır. Cemaziyelevvel 9 — Ruruhızır 74 A İmsak Güneş Öğle İkinii Akşam Yat E 654 95 441 6401209 156 Va. 232 443 1220 1619 I9AN 714 İdarehane: Babatli civarı Acımusluk So. Ko, 13 linde bir değişiklik var, gözlerin de parlıyor. Cherehez la femme dedi.. Ni- hadın gürültülü bir kahkahayla: — Zeki adamsındır vesselâm.. €n- fes bir kadına çattım ve para'canlı- lığından başka kusuru olmıyan bir mahlük, Âdeta tutkun gibiyim, fa kat parasız yaklaşılaçak gibi değil, Selim yüzünü buruşturdu. Nihad: Bu hususlarda hâlâ eskisi gibi düş'u,6tğünü biliyorum amma şu güzelliğini görsen fikrini değiştirir | misin imem? diye cebinden çıkar- dığı fotografı Selime uzattı. Selim sapsarı bir yüz, boş gözlerle resme uzun uzun baktı. Bu, eski nişanlısı- nın rösini idi, “Harlf bir sesle! — Hakkın var Nihadcığım, dedi. Sonra porlföyünden çıkardığı bir elli liralığı Nihada uzattı. Selim Nihadı selâmetleyip yatak odasına döndüğü zaman kapıda Ka- rısile Yarşılaştı Onun elinde bir fin- can kahve: — Başın geçmediyse diye sana bir Hmonlu kahve yaptım... Nihad niçin o kadar yabuk gitti? Ayıp oldu, gö- remedim.. deği. — Selim, memnun bir halde gü- lümsiyerek karısının elinden fincam aldı: — Nihad. Nihad dedi, bizi mesud gelmiş kalkan kaşlarına bakarak) benim her sörümde, her hareketimde mâna arama canım dedi. Sonra karyolanın altından küçük kırmızı terlikleri çıkardı, hâlâ hay- Tetle kendisine bakan karısının ayak- larına elile giydirdi; — Bunları sana o kadar çok yakış- tırıyorum Ki, ne olur ben evde iken hep bunları giy e mi? Sonra yaşlı gözlerle eğildi kâarısi- nın kırmızı terlikli küçük ayaklarını öptü. İkisi de içlerindeki boş kalan yer- lerin dolduğunu duydular. Taroğlu ütün Istırapların Panzehiri Geçiremiyeceği hiçbir ağrı ve sızı yoktur GRİPİN, baş, diş, sinir, adale, roma- tizma ağrılarına karyı en tesirli ilâç- tır, icab edese günde üç kaşe alınabilir, ni GRİPİN, hele bu karışık bahar havalarında nezle, grip ve bronşite karşı sizi bir kale gibi muhafaza ve rahatsızlığınızı izale eder. Gripini tercih ediniz. İ şayor mu?» dedi. Ben de geldim. ka- Yazan: İskender F. Sertelli “Şi - Yamanın, Tergunun ölümünden herkesten evvel haberi vardı ve bundan müteessir de değildir... İkisi birlikte büyümüşler, birbirle- rTİnİ o güne kadar kırmamışlardı. Ter- lan asabi, heyecanlı bir gençti. Ter- gun da inadına şakacı, ve soğukkanlı idi. Tergunun Terlana çok yârdım- ları vardı. Terlan hassa kumandanı olduktan sonra, düşmanları da nüfu- zu gibi artmıştı. Tergun, Terlana dostunu ve düşmanını haber verir, arkasından söylenen sözleri kendisi- ne söyler ve ikisi birlikle ona göre tedbir alırlardı. Semga bahadır Tergunun başı ucunda daha fazla duramadı: — Kumandanlar şimdi hakanın yanından çıkacaklar. Hakan da hare- me geçip yalacak. Bu işi yarma ka- dar saklıyalım. Terlan: — Yarın kıyamet kopacak.. hakan bu hadiseyi kolay kolay hazmedemez. Diye söyleniyordu. Semga bahadır: — Kimden şüpheleniyorsun? Diye sordu. Terlan: — Hiç kimseden şüphem yok, dedi, çünkü Tergunun, kendisini öldüre- cek kadar kuvvetli bir düşmanı yok- tü. Onu herkes severdi. Semga bahadır, Tergunun odasın- dan çıkarken, önünden süratle geçen bir gölge gördü.. Terlana döndü: — Bu da kim..? Burada bizi mi ta- kip ediyor? Terlan gölgenin arkasından koştu. Biraz sonra bir inilti işitildi. Terlan bir cüceyi ensesinden yaka- Jamıştı. Semga bahadır: — Bizi mi takip ediyordun? Yılan gibi neden süzülüp kaçtın? Diye bağırdı. Terlan cücenin gözlerinden şüphe- lenmişti. | Cüceye bir kaç sopa atınca hakikat meydana çıktı. Cüce korkak bir sesle: — Beni Şi-Yama gönderdi. «Git bak, Tergun sahiden ölmüş mü, ya- pıdan baktım.. sizi gördüm. Konuş- manızdan Tergunun çoktan öldüğü- nü anladım. Gidip kendisine haber verecektim. Terlan: — Şi-Yama çök meyus mudur? Ona kim-haber verdi bu hadiseyi..? Diye sordu. Cüce gülümsedi: — Onuri herkesten önce haberi var- dı. Ve kendisi Tergunun ölümünden hiç meyus değildir. Dedi, Semga bahadırla Terlan şaş- kın şaşkın birbirlerine bakıştılar, Semga: — Bir kaç gün sonra Kocasile bir- Jeşecek olan bir kadın, bu ölüm ha- | disesini nasıl olur da soğukkanlılıkla karşılayabilir?! Nasıl olur da başını yerden yere, duvardan duvara vurup ağlamaz?! Ve Terlana döndü: — Bu işte Şi-Yamanın parmağı ol- | masın sakın..? | 'Terlünü: — Katili senden isterim! demişti. Terlan bütün hassa alayını ve sü- ray halkını sorguya çektiği halde bir ipucu bulamıyordu. 'Tergunun ölü- münden herkes mütecssirdi, Kubilây, gözdesi Şi-Yamayı çağırttı: Ç — Tergunu zehirlemişler, dedi, ba- Şan sağ olsun! Kantona gideceğim si- Tada böyle bir hadise ile karşılaşmak . istemezdim, Fakat, ne yazık ki, talih seni de, beni de güldürmedi, Sakın müteessir olma! Seni, Kantona git- meden - 'Tergundan daha yakışıklı, daha temiz yürekli bir erkekle evlen- direceğim! Şi-Yama teessürle boynunu büklü, cevap vermedi. Şi-Yamanın bu hazin tavrı ve ha- reketsiz duruşu Kubilâyı büsbütün kederlendirmişli, İnce duygulu ha- kan, gözdesini teselli için, onu yanı- na oturttu. saçlarını okşadı. zarif hediyeler vererek avutmağa çalıştı. — Hakkın var, yavrum! dedi, Ter- gun gibi temiz yürekli ve yakışıklı bir erkeği hem de böyle feci bir şe- klide keybetmek, kolay kolay taham- mül edilir iztıraplardan değildir. Onu kim öldürmüşse bugün yarın meyda» na çikanp kafasinı kopartacağım. Sen üzülme sakın! 'Kubilây Şi-Yamayı avutarak dai- Tesine gönderdikten sonra, vezirini çağırttı: — Semga! dedi, bu hadiseden çok büyük acı duydum. Yeğenin Tergu- nu ne Kadar sevdiğimi sen de bilir- sin? Fâkât, ne de olsa belki, be- nim Şi - Yamayı Tergundan esirge- diğimi - zayıf bir ihtimal ile de olsa - aklından geçirmiş olabilirsin! Harp oyununda bahsi kaybetmekle bera- ber, hâlâ sözümde durduğumu sana anlatmak için, Şi-Yamayı Terlana vermeğe karar verdim, Kantona git- meden evvel onu evlendireceğim... Şi-Yamanın iztırabını başka türlü dindirmek imkânı yoktur. Semga bahadır, hakanın bu yeni kararından hiç te memnun olmamış- tı. Fakat, Kubilâya bir şey söyleme- di. Hattâ Şi-Yama hakkındaki şüp- belerinden bile bahsetmedi, Hakana: — Tergunu Şi - Yama zehirlemiş olamaz mı? Diyecekti.. bu sözler dilinin ucuna geldiği halde cesaret edip söyliyemedi, Semganın şüphesini tahrik eden İ sebep ne idi? İhtiyar vezir, Şi-Yamadan neden şüphelenmişti? Kubilây, sevgili gözdesini Terlana vermek arzsunu göstermekle hislerin- de ve düşünüşlerinde'çok samimi ol. duğunu anlatmak istiyordu. Fakat, Terlan Şi-Yamayı alacak mıydı? Gülçin ne olacaktı? Ve Kubilâydan bu hadiseyi yani 'Terlanla Gülçinin seviştiklerini ne zamana kadar suklıyalaklardı? “ e ez b Bir ağacın dalında sallanan Diye başını salladı kadın! Semga bahadırın kafasından bir Kubilây, Şi * Yamaya Tergunu şimşek süralile geçen bu şüphe üze- | unutturmak için: rinde fazla duramadılar. Fakat, orta- | (o— Seni Terlanla evlendireceğim! da acı bir hakikat vardı: Tergun 2€- | demişti. hirlenerek ölmüştü. Terlan bu eli bulmağa mecburdu, O gece Semga bahadırla sabaha kadar boşuna dolaştılar... boşuna uy- 'kusuz kaldılar.. ve boşuna uğraştılar. Sarayda Tergunun ölümüne dair €n ufak bir Ipucu bile elde etmek ka- bil olamadı. . “ Şi-Yama üzerinde toplanan şüpheler... Gece yarısı Semga bahadırla Terlanın düşündükleri kıyamet kop- muştu.. ertesi sabah Kubilây dairesin- de çalışmağa geldiği zaman, kendisi- ne Tergunun zehirlenerek öldüğünü Terlan birdenbire şaşırdı. amiral Şütsonun Kızından sonra, şimdi de Şi-Yama imi çıkmıştı? 'Kubilây, Terlanın evlenmesinde ne den bü kadar ısrar ediyordu? İşte bir muamma ki. sarayda ay- lardanberi herkesin zihnini kurcalıs yordu. Tergunun ölümünden çok mütees- sir olan Kubilây, sevgili Şi-Yamasını mahzun bırakıp nereye gidebilirdi. Şi - Yama.. | — Bu kadın Kubilâyın hayatında mü- him roller oynamış ve kendisini ha“ kana Tiyen-Fo Kadar sevdirmeğe mus vaffak olmuştu. söylemişlerdi. Kubilây bu hadiseden | £ Kubilây bir ân için şöyle düşündü: çok müteessir olmuştu. Hiddetinden | — Şi'Yamayı harp oyunu bahsine ne yaptığını ve ne yapacağını bilmi- | de kaybettim. Terguna verecektim, yordu. (Arkası var) ilani