12 Temmuz 1937 Her akşam bir hikâye Gayet saf bir ahbabım Fethi Bu çı gittiği yerde çam de- nı yok bir pot kırmazsa Ol- maz. Geçenlerde bir gün Fethi bana tut- turdu: — İlle ağabey - her nedense bans ağabey derdi - beni bir yere götür.. bir misafiri, O kadar ısrar etti ki nihayet onu Pakizelere götürmeğe karar verdim, Fakat yolda sıkı sıkı tembih ettim: Fethi... Rica ederim dikkat, asebetsiz bir harekette bulun- « Anladın mu?.. Fethi bu ihtarıma fdetâ içerledi: » beni artık büsbütün gör- güsüz bir İ zannediyorsun Câ- nım... Be r çiğ miyim?.. Tabii bir uygu; apmam.. sen merak etme... nat verdi, e gittik. Bizden baş- ; misafir daha vardı. Salon alabalıktı. epeyce ka Pakize bize dondurma ikram etli. Don rortaya geldiği zaman genç kadın: — Ortalıkta tifo var, filân diye çes kinmeyin. Çünkü kaysılar haşlanmış, öyle dondurma yapılmıştır. Dondur- maya konulan su da filtreden geçiril- miştir. Gönlünüz rahat Yahat yeyi- niz.. dedi. Dondurmaları yemeğe başladık. Ha- kikaten çok nefisti. Pakizenin evde Yaptırttığı dondurma bir harika ol- muştu. Bütün misafirler Pakizeyi teb- Tik ettiler; ğ — Hakikaten bir şaheser olmuş... Dediler. Dondurmaya hayran olanlardan bi- Fİ de bizim Fethi idi. Bir aralık yanı- ma yaklaştı. Yavaşça sordu: — Sahi bu dondurmayı bayan Pa- kize evde mi yaptırtmış?.. — Öyle ya.. diye cevab yerdim. O hayretle: — Yahu... Nasıl yapmış bu kadar güzel dondurmayı?., İçimden biraz Fethinin saflığile alay etmek geldi: — Bilmiyor musun dedim, Pakize- nin babası meşhur dondurmacı idi... Onlarda dondurmacılık sile sanatidir.. Fethi hayretler içinde kald, Sözleri- me inanmıştı; — Yaaasa... Dedi, demek babası dordurmacı idi ha... Ben gülmemek için gayret ederek: — 'Tabii, dedim. Yalnız babası de- ğil, babasının babası, onun da babasi son derecede dondurmacı idi. Pâkizenin ecdadı dondurmacıdır.... Fethi gözlerini kocaman kocaman açtı: — Ştştım kaldım doğrusu. dedi, te- vekkeli kadıncağız dondurmayı bu ka- dar güzel yapmıyor... öyle her şeye inanması pek hoşuma gitmişti. Alayıma devam et- yanındaki Nermini n? Hani arasıra gözüne tek gölzlüğünü takıp etrafa bakan şık kadın.. onun da babası bozacı idi.. ba- vardır; | şöhret almıştır, O kadar saj- | / İ macılık sanatile iftihar etmelidir. gö- AiLE SANATI Arkadaşım yine Pakizeye bakarak ilâve etti: — Bir dondurmacı yüksek dondur- üs kabartmalıdır.. değil mi? Pakize yine hayrette: — Belki... Diye mirıldandı. Fethi: 'asavvur buyurunuz. sanatkâr bir dondurmacı donduzma kovasının başına, geçmiş, büyük bir meharetle r,, ne ulvi bir manzara değil mi? — Belki... Fakat bunları niçin ba- na söylüyorsunuz?.. Bu sefer şaşırmak sırası bizim Fet- | hiye gelmişti: — Bunları size niçin mi söylüyo- rum?.. Alâkanız dolayısile... Dondur- macılıkla alâkanız dolayısile... Deli olacaktım, Yer yarılsa yerin dibine geçeceğim.. bu eşek herifi bu- raya neye getiri ilmem ki. Pa- kize: — Dondurmacılıkla alâkam mı? Ne münasebet?.. Dedi. Fethi: — Dondurmacılık sizde aile sanati değil mi? Ecdaddan kalma bir iş değil mi?... — Ne münasebet efendim?... Fethi şaşkın: — Peder dondurmacı değil mi idi? —Ne münasebet canım?.. — Pederin pederi de dondurmacı değil mi idi? Bunun üzerine Pakize bütün $inir- leri bosanmış gibi kahkahalarla gül- meğe başladı. Gülmekten gözlerinden yaşlar geliyorâv.. gülmesi dakikalarca devam etti. İşin garibi bizim Fethi de onunla berâber biraz güldü. Sonra Nermine döndü: « — Efendim dedi, bozacılık ta sanayii nefiseden bir iştir hani... Neredeyse «çenen tutulsun herif» diye bağıracaktım.. lâkin Fethi hiç oralı olmadan bozacılık hakkında Nermine o kadar uzun bir konferans verdi ki bittim, bittim. Nermin tek gözlüğünü gözüne yaklaştırarak: — Yoksa, dedi, beni de bozacı mı zannettiniz? Fethi: — Yok efendim. siz değil amma pe- der bozacı İdi değil mi?.. — Ne münasebet? — Pederin pederi de mi bozacı de- ğildi?.. — Yoo000... — Onun pederi de bozacı değil mi idi 7. Bu sefer kahkaha savurmak sırası Nermine geldi... Yerinde duramıyacak derecede gülüyordu. Kan ter döktüğüm bu misafirlikten dönerken Fethi — Yahu. şu kadınlar ne garip mah- Tüklar, diyordu, ikisinin de aile sanat- lerini büyük bir nezaketle göklere çi- 'kardım. Sanki bunda gülecek ne var- dı? Değil mi kardeşim? (Bir yıldız) basının babası da bozacı idi, Fethi abdallaşmıştı: — Hayret doğrusu. hiç bilmiyor- dum. dedi. Ben içimden gülerek uzaklaştım. Biraz sonra baktım. Bizim Fethi Pa- kize ile Nerminin arasına oturmuş... Bir münasebetsizlik yapmasın diye ödüm patlıyor. Fakat elimden ne ge- lir ki?.. Fethinin etrafındaki koltuk- Yarın hepsi dolu.. yanına da gidemem. Birdenbire Fethi Pakizeye damdan düşer gibi : — Biliyormusunuz, dondurmacılık güzel asanatlar arasında sayılabilecek bir iştir, Bence bir dondurmacının bir Müsikişinastan, bir Bethofenden, bir Vagnerden, bir Şopenden ketiyen farkı yoktur... Dedi. Yerimde damla damla eriyordum. Kaşımla gözümle Fethiye İşaret edi- yorum. Fakat nerede? O farkında bile değil... Mütemadiyen Pakizeye kom- Pliman olsun diye devam ediyordu: — Güzel bir kaysılı dondurma ince bir beste kadar değerlidir.. değil mi?.. Pakize bu garip dondurma konfe- Tansından şaşırmış: — Belki.. diye cevab verdi. Kendi düşen ağlamaz! « — Eğer beni dinleyib vaktinde «Dermin» çok kısa bir zamanda | yo yaparak «Dermin» sürmeğe de- nasırları izale etmekle şöhret ka- zanmıştır. Ayakları sıcak suda ban- Dermin ayakların dermanıdır ! “Dermin ,, nasır ilâcını kul- lanmağa başlasaydın bu Türk mus telif plâk #ololar, opera ve opere Piyano solo, Varşova (saat 17,00) Orkestra ko Londra (saat 2030) - 298 - Keman snlo, Milino (saat 19,00) - 309 - Şen musiki, Budapeşle (saat 23,05) - 550 - Çigan musikliei, Dans musikisi Poste Parislen (san 2205) - 313 - Beromunster (saat 16.30) - 540 - Belgrad (saat 23/00) — 497 - Varsova (saat 2300) - 1359 - Londra (saat 20,00) - 298 - Mi- Romatizma, sinir, adale, bel ağrılarına Kırıklığı, nezleyi, hale gelmezdin!,, AKŞAM amm 1? Temmuz 917 Pazartesi İstanbal — Öğle neşriyatı: 1 Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Brüksel (saa! - 434 - Keman kon- Bu adamı canından bezdiren şey: GRiPIN i tecrübe edinciye kadar çekmeğe mah- küm olduğu ağrı ve GRiPİN En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser. ğ R i p N karşı bilhassa müessirdir. ( R 5 j soğukalgınlıklarından mütevellid bütün ağrı, sızı ve sancıları geçirir. vam edilirse nasırların birer birer ve acı vermeden düştüğü görülür, Çin kadınları Şanga, Kubilâyın dizini öptükten sonra: — Yer yüzü çok değişmiş, haka- nım! dedi, yaşıyacak kimseler öl | müş.. ölecek ar da hâlâ ya şıyor. Tarhan Şangü, Şansinin ölümüne çok acımıştı. Bir aralık dayanamadı: — Onun bıraktığı boşluğu güç dolduracaksinız, hakanım! Dedi. Fakat, Kubilây çok neşeliy- di.. o gece ilk defa haremden gelen şerbeti Şi - Yamanın elinden içiyer- du. Büyük merasim salonu hıncâhıne dolmuştu. Bir taraftan tarzenler, tanburlar ve nekkareler çalıyor, di- ğer taraftan köşede muganniyeler ha- karın sevdiği türküleri okuyorlardı. Misafirler yirmi dörder kişilik sof- raların etrafında - yerde « otur- muşlardı. İkram edilen davetlilerin sayısı iki bine yakındı. Hakan haremde de eğlenceler ve ziyafetler tertibini emretmişti. Bütün imparatoriçelerin dairelerinde sofra- lar kuruluyor, çalgılar çalınıyor, sa- yısız meşaleler yanıyordu. Çinliler böyle ziyatetlerde fazla yemiş yedi i için, iki bin misafirin ve ayrıca harem halkının yiyeceği yemişler saraya gece yarısına kadar arabalarla taşınmıştı. Gökçin hatun: — Bütün bunlar o kallağın şerefi- ne yapılıyor. Ben dairemde bu gece ne fazla bir meşale yaktırırım.. ns de cariyelerime yemiş ikram ede- rim.. Diyerek, kızına da ayni şeyleri tek- rarlıyor, «Sakın babanın bu sü- Turuna iştirik elme, yavrum! O, hanedarımızı mahvetmek istiyen bir adının yaptığı fenalıkları görmiye- cek kadar sersemlemiş.. yahut bü- yülenmiş. Zaten bütün Çinliler ko- calarını büyü ile kendilerine bağla- mıyorlar mı? İşte baban da böyle ol du, yavrum!» Diyordu. Gükçin hatunun daire» sinde göze çarpan bu sessizlik herkes- ten önce Semga bahadırın, daha sonra da hassa kumandanı Terlanın gözüne çarptı. İkisi birden, gizlice ha- reme geçerek, Gökçin hatunu bul dular.. — Bu gece hakan emir verdi.. sa- rayın her odasında işık yanacak. Siz bu eğlenceye neden iştirâk etmiyor- sunuz? Dairenizin çatısı altında bir ölü sessizliği var. Hakan bunu duyar- sa, cam sıkılmaz mı? Semga bahadır biraz daha giderek: — Pek âlâ biliyorsunuz ki, hakan TTiyen - Foyu çok seviyor. bugün onunla tekrar evlendi. büyük mabe- de gittiler. Hakan, mabed dönüşün- de bütün saray halkını neşeli gör- mek ister! . Dedi. Terlan susuyordu. Gökçin hatun gözünün ucile haş- sa kumandanına bakarak cevap ver- di: — Hakanın bu muazzam sarayda bir tek dostu olmadığını esefle görü- yorum, Semga! Ona sen bari satıl- maz bir dost olarak kalsaydın! Çün- kii sen, Pekin sarayının temeli ku- rulduğu gündenberi burada, içimiz- de yaşıyorsun! Terlan ateşli bir gençti. nin sözlerinden alındı: —ş Satılmış olarak kimi kasdedi- yorsunuz, imparatoriçem? Gökçin hatun sert bir tavırla ba- şini salladı: — Sen Terlan birdenbire şaşaladı: — Beni mi?! — Evet. Sarayda bütün entrika- lara, bütün fenalıklara âlet olan sen- sin! Seni herkes pâra ile satın alıyor ve sana islediği işi gördürüyormuş..! Şi - Yamayı affeltiren, Tiyen - Foyu bulan sen değil misin? Terlanın gözleri dönmüştü: —Siz beni hiç tanımıyorsunuz, ileri kraliçe- imparatoriçem! Ben para düşkünü bir adam değilim, Va ekmek vediğim kapıya ya etmem. Gözüm tok- 54 ia ve No. 108 Gökçin hatun kızına anlatıyordu: “Bütün kocalarını büyü ile kendilerine bağlarlar. Baban da Tiyen - Foya böyle bağlandı, yavrum !,, tur.. hakana göslerdiğim fedakârlık- ları Semga bahadır gözile görmüş ol- masaydı; belki sizi inandırmak güç olurdu. Semga bahadır da Gökçin hatu- nun bu Mmuamelesinden çok mütess- sir olmuşlu: Terlan bu tekdirlere, bu iftiralara lâyık bir adam değildi. Terlan bütün canile, bütün vav ığile hakana bağlı bir gençti. * İhtiyar vezir, Gökçin hatuna: — Sizi aldatmışlar, imparatoriçem! Terlan çok temiz ve her zaman ilti- fat ve himayenize lâyık bir erkektir. Dedi. Fakat, Gökçin hatuna Ter- Jan aleyhinde o kadar ağır sözler söylemişlerdi ki.. Terlan o gece im- paratoriçenin yanından alnının akile çıkmağa muvaffak olamadı, Semga bahadır da sözü uzatmak- tan çekinmişti.. Harem lie aynıldılar. Tarhan Şanga, hakania konış yordu. Hakan sordu: — Bu gece yarısından sonra, belki sabaha karşı, çok uzaktan bir misa- fir gelecek. Bunun kim olduğunu tah- min edebilir misin? Şanga düşündü: — Olsa olsa ancak prens Timur ge- Ur. Diye cevap verdi. Kubilây: — Bilemedin, Şanga! Kantondan amiral Sülşo gelecek. bu gece onu bekliyorum. ç — Ne dediniz, hakanım.. amiral Sütşoyu Pekine mi davet ettiniz? — Evet.. hem de hayırlı bir Iş için.. Şanga güldü: — Japonlara karşı bir deniz harbi mi yapmak niyetindesiniz? — Hayır.. böyle bir fikrim yok. Om bir izdivaç meselesi için çağır- Eğ susmuşlu. Amiral Süişonun bir izdivaç mese- Jesi için Kantondan Pekine gelmesi Şanganın havsalasına sığmıyordu. Şanga kendi kendine: — Amiral Sütşo Kantondan ayri- lırsa, Moğol donanması tehlikeye dü- şer... Diyordu. Şanga Kantondaki vaziyeti çok iyi biliyordu. O, amiral Sütşonun Kan- tondan ayrılamıyacağına kanidi. 'Kubilây, Şangayı uzun müddet te- reddüt ve şüphe içinde bocalamaktan kunNardı: — Terlana Sütşonun kızını alaca- #ım, dedi, Onu Pekine böyle hayırlı bir mesele için davet ettim. — Geleceğinden emin misiniz, ha- kanım? — Şüphesiz. Gelecek. yola çık- bu gece Pekine varacak.. Şanga, Kanton civarında yeni kaf- gaşalıklar çıktığını el altında duy- muştu. Bundan hakanın haberi ol. madığını anlıyarak sustu. Kubilây huzur ve neşe içinde şâ- rap içiyor ve güzel sesli muganniye- leri dinliyerek: — Şanga! diyordu, güzel ses tıpkı şarap gibi insanı sarhoş ediyor. MİNE md: Yoksa şarabı mı..? dünü dinlendiriyor. * .. Kendi kendine: bize mi çökecek.. Kimseden fenalık den a we Sahife 9 (6 > KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli — Sen güzel sesi mi serer Şanga düşünmeden cevap verdi: * — İkisini de severim, hakanıml Biri insanın ruhunu, öteki de vücu- O gece prenses Gülçin odasma kâs pandı.. pencereden gök yüzüne emek — Gökte yıldız yok. Birbiri ardi ca kara bulutlar dolaşıyor. Bu uğursuzluk acaba onlara mi, yoksa Diye mırıldandı. Biraz önce annes