PAZARTESİ KONUŞMALARI: ŞE ANE Uyanık bir ruh, sağlam bir vücud Bizde eski bir tabir vardır: Yağ ye | de can besle!... Bu öğüdü, canla başla ve harfi har- fine tutanlar, dış görünüşleri itiba- rile iki şekil arzederler, Birinci tip, ka- dında ve erkekte, kalın ve kızarmış bir | ense, davlumbaz gibi bir karın, iki adım yürüyünce kalaycı Körüğü gibi | goluyan bir göğüs; hele yazın terliye terliye bitap ve harap olan bir vücud. Bu tipte olanlar, büyük bir çokluk- la tembeldirler, Kilolarca yağı, asma- altı bakkallarından alıp ta dinç ve tüvanâ bir hamala verseniz eve geti- rinciye kadar adamcağıza hal olur. Bu yağların hamalı, insanın kendisi | olursa, düşünün o biçrenin çektiğini. Böyleler, elbette ellerini kımıldatmak, | kafalarını işletmek ve yerlerinden her | ne vesile ile olursa olsun, kıpırdamak istemezler. Onların bütün emelleri, böyle sıcaklarda kuzu dolması, su bö- reği, zeytinyağlı imambayıldı, patlı- | can dolması gibi hafif yemekler ye- mektir. Ondan sonra gelsin buzlu )i- monata veya su. Bunlar için hayat düsturu «yemek için yaşamaktır.» Şişman, nikbin ve âlisinden emin bir hastadır. Hasta oluşunun sebebi, vaziyeti ve hali daima hastalığa mü- sald oluşundandır. Fakat iş bu kadar- Ja kalmaz. Kalb - âmiyane tabirile - yağ bağlar, ciğerler iyi işliyemediği, ra- hat hava alamadığı için bozulur ve kanı lâzım geldiği dikkatle temizliye- mez. Karaciğer çok kereler büyüktür. Çeker hastalığı, şişmanın yakasını bi- Takmaz. Elhasıl, şişmanlarken hoş ge- len yağlı güzellikler ve bunlardan memnun oluşlar, bir yaş haddine ge- Yince başa belâ olur, türlü türlü has- talıklar doğurur. İkinci pispoğaz tipi, sıskalardır. Yaş- Jarı otuza, hattâ kırka gelmiştir. Da- ha ilk mektep çocuğu iken aldığı kötü alışkanlıkları devam ettirirler, Ceple- rini yoklasanız, bir gün evvel yediği Şam fıstığı kabuklarının kırıntıları ile bugün aldığı kabak çekirdeklerini bu- Tursunuz. Boyu 1,73 tür; kilosu 47, Ya zayıflıktan kavrulmuş, hazin bir esmerlik yüzünü sarmıştır. Yahut ay- ni sebep, kansızlıktan cildini tülbend gibi duru beyaz bir hale getirmiştir. Bunlarla beraber yemek yediğiniz 2a- man şaşarsınız. Ne doymaz bir halleri vardır. Bu kadar karışık ve bol şeyleri yiyorlar da bu yedikleri şeyler nereye gidiyor diye kendi kendinize sorma- dan geçemezsiniz. Flihakika pisbo- Bazlar, çok yerler. Fakat yediklerini inkâr eden nankör bir uzviyet taşı- maktadırlar. » Bu tipte olanlar'da netice itibarile tembel ve az verimlidir. Çünkü küçük, büyük hastalıklardan kurtulmazlar, Çabuk yorulurlar. Çalışmalarından al dıkları verim, çektiklerfi emekle müte- nasib olmaz. Dayanma kudretleri azalmıştır. Hele yaşlandıkları zaman, ihtiyarlığın doğurduğu hastalıkların Esd Mahmud Karakurd. fazla gıda istememesi dolayısile per- hiz etmeleri lâzım geldiği halde bunu yapamazlar; can boğazdan gelir, diye diye canları boğazlarından çıkar. Diyeceksiniz ki sen doktor değilsin, iğye işin olmıyan şeylefe karışıp mü“ talân dermeyan etmeğe kalkıyorsun? Siz ne derseniz deyiniz , Şişmanlıyan veya zayıflıyan, nihayet hasta vücud benimdir. Onun sıkıntısını, se- fası gibi sürecek olan benim. Ben ken- di vücudum hakkında fikir ve bilgi sa“ hibi olmazsam doktor ve tıb bana ney- lesin? Ben kedimi bilmeğe, ölünceye kadar taşıyacağım uzviyeti öğrenme- ğe çalışmazsam, benim doktordan ve | tababetten edeceğim istifade neye ya- Tar? Sağlam bir vücuda sahib olmak, iradesini göstermiyen ferd ve millet, başkaları tarafından yenmeğe ve ye- | nilmeğe mahküm demektir. Halbuki hayat, başlı başına bir savaş. tır. Bundan yenilmeksizin çıkmağa mecburuz. İşte bunun içindir ki ken- di vücudumu tanımalıyım; onu ne Şiş- manlayıp çekilmez bir yük haline ge- tirmek, ne de sıskalaşıp biraz sert esen rüzgârda uçacak bir hafifliğe indir- mek tehlikesinden koruyup kurtar- malıyım. Sağlamlık şuuru, ferdde medeni- liğin ilk şartı ve ilk alâmetidir. Geç- miş yıllarda büyük hastalık salgınları olduğu vakitte, meselâ vebada «Li hamseti utfi biha» , bilmem ne salgı- nında «Salâten tüncina» duası oku- makla o belâya tutulunmıyacağı zan- nedilirdi. Mikropların üfürükle, dua ile ölmiyeceğini bilmek, bir memleke- tin kültürce yükselmesine bağlıdır. Son aylarda tifo salgını olunca, İstan- bulda aşıya, tiforal ve tifobil gibi Ko- rTuyucu ilâçlara vaki olan hücum; yurdumuzda böyle bir uyanmanın ve tifodan daha feci bir hastalık olan sıh- hat şuursuzluğundan kurtulmanın beşaretidir. Memleketimiz, şimdiye kadar bu ti- fo salgınından daha şiddetlilerini, da- ha öldürücülerini görmemiş değildir. Fakat o zamanlar, sıhhat ve hayat şu- uru bugünkü kadar uyanıklığa ve bugünkü düzeyde yüksekliğe ereme- miş demektir. Öyle ailelere tesadüf et- tim ki evin on iki yaşındaki çocuğu, anasını zorla aşılanmağa götürüyor; kuyudan çekilen su ile yiyecek yıka- maktan evdeki insanları menediyor. Yalnız bu kadar mı? Denize girmek Üzere anasından, babasından müsaa- de almak için ağlamağa, sızlamağa, hattâ isyan etmeğe mecbur olan çö- cuklar var. Vücudunda hiçbir ârıza olmıyan; olduğundan daha kuvvetli, daha dinç olmak istiyen gence en- gel olan ana babadan, bu çocuklar, medeni görüş ve anlayışça daha ileri bir nesil halinde yetişmektedirler. Bunlar, hep yarına emniyetle bakabi- leceğimizi gösteren uyanmalardır, 'P. Valöry'ye sormuşlar: SON GECEL!.. Zabit biran susuyor... Derin derin €nefes alıyor... — Belki madam Mihalesku; bu s0- nuncusunu artık hiç affetmek istemi- yeceksiniz!... Fakat inanın bize; buda elimizde değildi!... Gözlerinizi yuma- rak biran kendinizi otuz sene evvelki maziye gölürün!.. Siz de bir zaman “ gençtiniz, siz de bir zaman gençliğin, insan ihtiraslarının ferman dinlemi- yen, derd anlamıyan kasırgalarını da- marlarınızda hissettiniz!.. Eğer irade- mize hâkim olsaydık, eğer şuurumuz bizi sevkedebilmek imkânını bulsaydı, muhakkak ki ne ben onu severdim, ne de o beni!.. İkimiz de biribirimizi sev- meğe hakkımız olmadığını biliyorduk... Fakat neye yarar madam; bilmek!. Faide vermiyor kir.. Seviştik işte niha- yet!.. Hem nasıl seviştik!., Kadın, birdenbire Faruğun sözünü kesiyor... Üstü bıçakla açılmış gibi de- rin çizgilerle yol yol oyulan yüzünü, Ona çeviriyor... İhtiyar gözlerini, onun kara gözlerine dikiyor... Tok ve dik bir sesle konuşuyor... — Efendi; sevmeği, sevişmeği bir kal- Tefrika No. 94 kan yaparak genç bir kızın maddi ve manevi bütün varlıklarını elinden al- dıktan sonra onu bir köşede bırakıp giden adama bizim memlekette alçak derler!.. Bilmiyorum, sizin memleke- tinizde bunun ismi nedir?.. Zabit, hiç soğukkanlılığını bozmu- yor... Derhal cevap veriyor... — Bizim memlekette de bunun ismi aynidir madam!. Biz de böyle bir ada- ma alçak derizi.. Kadın biran şaşırıyor... — O halde?. — Madam; ben Maryorayı bırakıp gi- decek kadar sefil ruhlu bir insan deği- Jim!.. Zaten bunu istesem bile yapa- mam artık!.. Ben onu kendimden çok seviyorum şimdi!.. Onsuz biran yaşa- mağa tahammül edecek kudrete $a- hip değilim!.. Kız, bir köşede boynunu bükmüş, gözlerinden yaşlar boşanarak ağlıyor... Tek bir kelime bile söylemiyor... Yalniz Faruğu dinliyor... Kendini bir başkası- na karşı müdafaa eden bu eşsiz, kuv- vetli sahibini, bir denizin dağlara çı- kan sesini dinler gibi dinliyor... İçi gu- Geçen hafta Paris 17 nci hukuk | mahkemesinde çök garip bir dava görülmüştür. Paris gazetelerinin yaz- | dığına göre davacı, Leonir adında | bir fabrika sahibidir. Dava ettikleri kanısı, yani madam Lenlor ile dost- larından Lebonddur. Davanın mev- | zuu da şudur: İ © Tenior'bir ay evvel bir işi için Brük- İ sele gidecekmiş. Sabahleyin evinden Ayrılmış, gündüz bürosunda çalışmış. İ Akşam trehe bineceği sırada Brüksöl- | den telefone etmişler, seyahatine Tüzum kalmadığını bildirmişlerdir. Bunun üzerine fabrikatör otomo- biline binerek evine gitmiş, kapıyı açıp yükarıya çıkmış. Yatak odasının önüne gelince karısının içeride bir er- kekle hraretli harsretli konuştuğunu duymuş, Kâr bağına” sıçramış. He men koşup İki tanıdığını yanına almış ve bir türmümeşhud yapmak üzere hep beraber tekrar eve gelmişler. Lenöir haber vermeğe lüzum gör- meden kapıyı açıp iki şahidle birlikte içeriye girmiş, Odada gördükleri man- zara şudur: Madam Lenoir ince bir Kombinezonla yatağında yalmakta- dır. Leband ceketsiz, kravatsız, göm- leğinin 'yakâsı açık plarak yatağının yanında ayakla duğmaktadır. Fabri- katör bunu görü Lebondu . bir- likte karakola gelmeğe davet etmiştir. Lebond da bunu) kabul etmiştir. Karakolda bir zabıtiyapıldıktan son- Ta fabrikatör karsi aleyhine bir al- datma davası açmıştır. Evrak okunduktan sonra reis ka- dını sorguya çekmiştir: — Madam Leonir ayağa kalkar mi- $ıniz... Sizi kocanıza sadakatsizlikle itham ediyorlar, ne dersiniz? — (Tatlı bir tebessümle) yalan bay reis, yalan... — Fakat sizi odada çok hafif bir Kıyafetle yatakta görmüşler. B. Le- bond ceketsiz ve gömleğinin yakası | açık olarak yanımızda duruyormuş. — (Aynı tatlı sesle ve mütebessim bir tavırla) ogün çok yorulduğum- dan yatağa girmiştim. Bana arkadaş- lik etmek lütfunda bulunan B.Le- bond ile görüşüyorduk. Hava çok sı- cak olduğundan B. Lebond ceketini çıkarmıştı. mama — Hayatınızın gayesi nedir? — Kendimi uyanık bulundurmak!.. Demiş, Unutmamalıdır ki kendini uyanık bulundurmak istiyenlerin ilk işi, vü- cudlarının kadrini bilmek ve onu ölünceye kadar sağlam, dinç ve ve- rimli tutabilmektir, Onun için bizim hayat düsturumuz budur: Uyanık bir ruh, sağlam bir vücud... Hasan - Âli Yücel rur ve heyecanı hisleri ile doludur... — İşte böyle madam: Biz biribirimi- zin malıyız artık!.. Bizi biribirimizden kimse ayıramaz!.. Zabitin kara gözleri, hâlâ ihtiyarın gözlerinde... Sert bir sesle konuşuyor... Madam; Mariya, bugünden iti- Yatakta gecelik elbise ile misafir Kabul edilir mi? Paris 17 nci hukuk mahkemesin- de çok garip bir dava görüldü baren benim karımdır!. Evlenmeğe karar verdik onunla. İhtiyar kadın şaşırıyor.. Alık alık za- bitin yüzüne bakmaktadır... — Ne dediniz?.. Mariya karınız mi- dır, evlenmeğe mi karar verdiniz ©- nunla?.. — Evet, evlenmeğe karar verdik ma- dam!.. İşte bunu da şimdi size resmi Yor... Hiçkıre hıçkıra ağlıyan Mariya- yı kollarının arasına alıyor... Sonra tek- rar ihtiyara dönerek: — Madam Mihailesku diyor, benim küçük, eşsiz karımı işte size emanet ederek gidiyorum şimdi!.. Ona ben ge- Jene kadar bir anne şefkat ve muhab- betile bakacağınızdan, onun derdii kalbini teselli edeceğinizden eminim!.. Hayatta en çok sevdiği ağabeysi ve siz- siniz!,, İçi şefkat dolu kanadlarınızı üzerine açtığınız zaman, o kendini bel- ki sıcak bir anne kucağında hissederek unutmağa çalışacaktır!. Madam Mi- halesku; çok çekti! Bundan daha faz- — Pekâlâ... B. Lebond siz, B. Lenoirin açtığı aldatma davası hak- kında ne dersiniz? — Böyle bir şey varid değildir. Ben bu silenin eski bir dostuyum, hava 8k caktı. Ceketimi çıkartmaklığımdan daha tabii ne olabilir?.. — Şimdi şahidleri dinliyeceğiz. .... Kunduralarını da çıkarmiş! İlk şahid B. Lenoir ile birlikte eve giren yaşlı bir zattır. Bu adam demiş- tir ki: # — Odaya girdiğim zaman madâm Tenoiri hafif bir elbise ile yatakta uzanmış gördüm. B. Lebond yanında 4di. Biz içeriye girince ikisi de şaşır dılar. Madam Lenoir — Tabii şaşırdık. Ben kocamı Brükselde — biliyordum. Birdenbire iki yabancı İle karşımda göreceğimi beklemiyordum (Tebes- sümler). Şahid — B. Lebond hiç müşkülâğ çıkarmadan bizimle birlikte polis mer- kezine geldi ve aldatmayı kabul etti, 'B. Lebond — Hayır hayır, aldatma» yı kabul etmedim, ortadaki vakayı kabul ettim. (Tebessümler. Reis — Bu fark mühimdir. B. Le bond ne kıyafette idi? Şahid — Ceketsizdi, gömleğinin ya- kası açıktı, ayakkabılarını da çıkar- muşta. Reis — Ayakkabılarını da çıkarmış mı idi? Buna emin misiniz? Şahid — Tamamile eminim. Diğer şahid de ayni Şeyleri tekrar etti. B. Lebondun kunduralarını çı- 'karmış bir halde olduğunu söyledi. Müdafaa şahidleri Bunlardan sonra iki müdafaa şa- hidi dinlendi. Bunlar evin hizmetçi- leri idiler, Hizmetçiler şu sözleri söy- lediler: — Perşembe günleri dalma evimi- ze misafir gelir. Bahçede tenis oyna- nır, sonra misafirler dağılırlar, Maa- mafih pek samimi - dostlar kalırlar. Madam bunları yatak odasında ka bul eder. Bu vakada bir perşembe akşımı oldu. Hadise esnasında biz bahçede idik. Reis — Madam misafirlerini yatak odasında kabul eder, dediniz. Acaba odaya giren misafirler syakkabıları- ni çıkarırlar mı idi? — Hayır, çıkarmazlardı, Bundan sonra müdafaa vekilleri müdefaada bulundular. Ayakkabı çikarmanın mühim bir şey olmadığı- nı, saatlerce tenis neticesinde yoru- lan ayakları dinlendirmek için bunun yapılabileceğini söylediler. Mahkeme neticede madam Leoniri ve B. Lebondu yüzer frank para ce- zasına ve birer frank zarar ve ziyan vermeğe mahküm etmiştir. Jasını istemek zülüm olur... Siz iyi bir insansınız, zülüm yapmıyacağınızdan eminim. Eğer bizi bir günah işlemiş telâkki ediyorsanız, işlediğimiz günah- tan daha çok azabını çektik, yeter ar- tık). Faruk, gözleri ıslanan ihtiyar kadı- na doğru bir adım yaklaşıyor... — Ağabeysi geldiği zaman lütfen o na da söyleyin madam Mihailesku; Mariya benim karım olmuştur. İlk va- sıta ile gelip onu büradan alacağım! Kadın, heyecandan titriyor... Kir- Piklerinden iri göz yaşları damlamak- tadır... Bir tek kelime söyliyemiyor... Soluk dudaklarının için için yandığı- nı duyuyor... Ağlıyor şimdi zavallı ka- dın!.. Niçin ağlıyor?. Kimbilir, kimbilir belki de bu ihtiyar gözlerinden dökü- len yaşlar, sevinç yaşlarıdır!.. Belki se- yincinden ağlıyor... Faruk, tekrar elini ihtiyar kadına —Madam Mihalesku; beni affettiği- nizi söyleyin de içim rahat gideyim bu- radan!,. Kadının titriyen elleri, yavaş yavaş Faruğa doğru geliyor... Dudaklarında ancak işitilebilecek kadar ince bir ses... — Allah yardımcınız olsun, güle gü- e gidin! Faruk, dudaklarını bu ihtiyar titri- yen ellerin kansız parmakları üstüne koyarak öpüyor... Sonra birdenbire 12 Temmuz 1937 KADIN ADIN KÖSESİ Zarif bir elbise Lâcivert plise etekle, lâcivert be- yaz emprime bluz. Üzerine beyaz trüa- kar giyilir. emk su derdi kalmadı Karaman (Akşam) — Karamanın Zengen köyü civarında yapılan arte- xiyenin kati kabul muamelesi ikmal edilmiştir. Şimdi Zengende dakikada 'T14 Titre tazyikli su veren valflı bir bo- ru vardır. Bu su Karaman için bir ser- vet membaıdır ve su sıkıntısı tamamen zail olmuştur. Konya valisi Cemal Bardakçının de- varlı alâkasile vücuda gelen bu eser su işinde alınan ilk müsbet neticedir. Suyun içmeğe de elverişli olduğu kim- yevi tahlillerle sabit olmuştur. Bir bakkal müşterisini yaraladı Nail isminde bir bakkal dükkâna müşleri sıfatile gelen Osmana kızmış” tır. Nail eline geçirdiği bir çekici müş» terisinin alnına indirerek müşteriyi yaralamıştır. Nail yakalanmıştır, Bir çocuk arkadaşını yaraladi Süleymaniyede oturan Hüseyin is- minde 13 yaşında bir çocuk arakdaşı başka bir Hüseyini bıçakla sol omu- zundan yaralamıştır. Suçlu çocuk bıçağile beraber yaka- lanmıştır. Yaralı hastaneye kaldını- mıştır. geri dönüyor ve kapıya doğru yürü- — Allaha ısmarladık madam!.. Ma- riya size emanet!.. Onu üzmeyin!.. Kâpıdan çıkıyor... Mariya ile berü- ber tam sofayı geçip bavulları almak üzere yandaki odaya girecekleri sıra- da, birdenbire sokak tarafından bü- yük bir gürültüdür kopuyor... Boğuk, karışık bir tâkım sesler yükselmekte- dir... Kapıyı yıkacak gibi vuruyorlar... Maryora ile yüzbaşı, biran oldukları yerde donup kalmışlardır... İkisi de tek bir kelime söylemeden biribirinin yü- züne bakıyorlar... Oda, bir ölüm hava- sıiçinde sessiz bir dakika yaşıyor... Gürültüler çoğalmaktadır... Kapıyı tekmelemeğe başlıyorlar şimdi!. Pen- cerelerden rumence konuşan bir takım meçhul adamların, ağız dolusu küfür- leri yükselmektedir... Ne oluyoruz, n€ istiyorlar, kimdir bunlar?, Düşünme- ğe vakit yok... Sokak kapısı büyük bir gürültü ile arka üstü yıkılıyor... Faruk, o anda kendini toplamıştır... Yerinden fırlıyarak pencerenin önüne koşuyor ve koşması ile beraber boğa" zından boğuk ve çatlak bir sesin fırlar ması bir oluyor... — 0000000 Rumen âskerleri!,, Dakika kaybetmeğe gelmez!., He men geri dönüyor... Şaşkınlıktan ne yâ pacağıni bilemiyerek olduğu yerde sendeleyip duran kızın yanma koşü- yor... (Arkası var)