14 Haziran 1937 Her Akşam Bir Hikâye Hayatımda çok alemi dak çam deviren insan gördüm. Fakat şü arka- daşım Şakir kadar palavalsızını, Şa- kir derecesinde bol çam devirenini görmedim. Hazret patavatsızık ve çam devirme şampiyonudur. Geçen gün Şakirle' beni dostları- mızdan bay Şeref çağırdı. Kâlktık gittik. Şerefin karısı Kadriye yaşınm epice ilerlemesine rağmen gençliğe, genç görünmeğe son derece merak- hdır. Şakakları çoktan beyazlaşan gaçlarını büyük bir tina ile boyama» ğı hiç bir zaman ihmal etmez. Yüzü epice buruşmasına rağmen dehşetli boyanır. Sofraya oturduk. Ödüm kopuyor Şa- kir bir halt edecek diye, Biraz sonra korktuğum başıma geldi. Şakir; — Şu yaşı ilerlemiş kadınların bo- yanmasına öyle bir içerlerim ki.. yaşı ilerlemiş bir kadının boyanması eski- miş, piltim pillim bir kunduranın va- kitsiz gıcırdamasına benzer... Diye bir vecize savurdu. Kadriye- nin yüzüne baktım. Sapsarı.. lâfı de- ğiştirmek istedim: Araya söz karıştır- dım. Lâkin benlim eşek arkadaşım: — Dur yahu.. dedi, lAfı ağzımda bi- Takma. efendim ne diyordum., yaşlar mış kadınların süslenmesinden bahse- diyordum değil mi? Bu hasbaları €li- me verseler bir kaşık suda boğarım.. hele bazıları buruşuklarının ârasına bir takım pudralar boyalar sürerler.. hm ee beyaz saçları boyar- m Kadriye oldukça belli bir sinirlilikle çatalını elinden bıraktı. Ben sofranın altından arkadaşım Şa- kirin ayağına hafifçe vurdum. Mak- sadım bu küçük tekme ile onu kaz et” mekti, Lâkin bizimki hiç tınmadı. — Hele dedi, böyle yaşını başını âl- mış, fakat gözü gençlik çöplüğünde olan kartaloz tavukların kendilerin- den küçük genç âşıklara tutulmaları yok mu?. Demez mi? Eyvahlar olsun bü- tün tanıdıkları bilirlerdi ki, Kadri- de Kadriyeden en aşağı 15 yaş küçük- «Güzü gençlik çöplüğünde kalan kartaloz tavukların kendilerinden genç âşıklara tutulmaları.» sözü Üze- rine Kadriye mosmor kesildi, Ben sofranın altından bu sefer Şa- Kirin ayağına adamakıllı hızlı bir tek- me yerleştirdim. Fakat ne gezer? Şa kir buna da aldırış etmedi... Sıkıntıdan, vaziyetin müşküllüğün- den leblebi kadar terler döküyordum. Arksdaşım olack herif daha ilk nefes- te iki kocaman çam devirmişti. Şakir bir nefes aldı: — Bir de neye sinirlenirim bilir mi- siniz?. Diye başladı.. heyecanla yüzüne ba- kıyordum, Ne söyliyecekti acaba? Ge- ne ne halt karıştıracaktı? Ne yumurt. ıyacaktı?.. O tekrarladı: — Bir de neye sinirlenitim bilir mi- siniz?, Kdıbık kocalara... Hele bazı budalalar karılarından gündelik alır- Jarmış.. Derdemez bittim. Çünkü ev sahibi bay Şerefin kılıbıklığı, karısından gün- delik aldığı pek meşhurdu. Bu söz ü- erine Şeref de, karısı da bembeyaz kesildiler. Ben sofranın altından Şa- kirin ayağına müthiş bir tekme daha yerleştirdim, Kendine gelsin diye.. Fakat tekmeyi vurur vurmaz Şakir: — Ah.. ah.. diye haykırdı ğım!... Sonra bana döndü: — Delirdin mi yahu.. deği. ikide bir ayağıma ne vuruyorsun öyle... manın sebebi ne?, Eyvahlar olsun, düşünün benim ora» daki vaziyetimi.. Şakir olacak herif bana niçin ikide bir ayağına vurdu- umu soruyordu. Niçin tekmeleri attı- ğımı nasıl söylerim?. O israr ediyor du: — Söyle. söyle niçin ayağıma vu- rTuyorsun?.. Herhalde bunun bir sebe- bi olmalı.. söylesene. Bayılmamak için kendimi zor zapte- diyordum. Nihayet bulduğum yalanı kekeliyerek söyledim: — Dalmışım.. ayağımı sallıyordum. Farkında olmadan sana vurmuşum... Şakir kafasını iki tarafa salladı, ba- na: — Çocuksun vallahi, dedi, hiç sof- ra altında ayak sallanır mı?, Ben hiddetimden, farkında olmak- sızın ağzımla üç defa: 2 Çık, çık. çık. Yapmışım.. bu sefer Şakir ona tu- tuldu: — Niçin ağzınla «çık, çık, çık» yar pıyorsun yahu.. söylesene.. Boynumu büktüm: — Hiç. dedim. öyle ağzımdan çık- tı. Şakir: — Allah Allah.. dedi, bu akşam se- nin üstünde bir budalalık var.. ayağı- ma vurdun da bir hikâye aklıma gel- di. O böyle başlar başlamaz kart tepe- | me çıktı. Gene kaç çam devirecekti acaba? Şakir devam etti: — Efendim gayet patavatsız, çam deviren bir adam varmış.. Bu patavat- sız adam bizim gibi bir arkadaşile be- raber bir ziyafete gitmiş.. bu ziyafette patavatsız mütemadiyen pot kırar du- rurmuş.. arkadaşı da tıpkı bunun ba- na yaptığı gibi masa altından adamı dürtermiş.. patavalsız çamları devir- miş devirmiş sonra da arkadaşına dön- müş: — Beni ikide bir ne dürtüyorsun ya- hu!,. diye arkadaşına terslenmiş.. fa- kat siz patavaisız adamın eşekliği- ne bakın ki, o kadar dürtmelerden birşey anlıyamamış.. Şimdi, sanki ben de ikide bir çam deviriyormuşum gibi bu masanın al- ından beni tekmeliyor... Kartaloz ka- dınların saçlarını boyamasından bah- sederim.. tekme atar. sanki bayan Kadriyenin saçları boyalı imiş gibi... Kartaloz kadınların genç âşığı oldu- ğundan bahsederim. Gene tekmeyi yerleştirir.. sanki bayan Kadriyenin kendisinden küçük âşığı varmış gi- bi.. ben karılarından gündelik alan budala kıhbıklardan bahsederim. Tek- meyi vurur; sanki Şeref karısından gündelik alıyormuş gibi.. Ben de, Şeref de, Kadriye de bay- gınlıklar geçiriyorduk. Nihayet Şaki- rin bacağına masanm altından bir çimdik yerleştirdim.” Bu sefer; — Of. diye sıçradı. yahu şimdi de çimdiğe mi başladın?.. Evvelâ katırlı- ğın tuttu. Her lâfın başında bir tekme attın... Şimdi de bu çimdik cilvesi baş- ladı.. amma adammışsın be.. seninle bir yere gitmek caiz değil vallahi.. (Bir yıldız) Kadıköy İkinci Sulh Hukuk Hâkimliğinden : 934/41 1 — Ölen ve terekesine Hâkimliğimizce el konulup ediyen tasfiyesine karar verilen Kadıköyünde Söğütlü çeşme caddesinde Ekrem Muhtar Odun Deposu namile maruf mahalde ticaret eden Doktor Ekrem Muhtarın terekesi mevcuduna yetişmediğinden kanunu medeninin 576 ıncı maddesi mucibince iflâs kaidelerine tevfikan Hâkimliğimizce tasfiyesine karar verilmiş ve 11/6/ 937 tarihinde iflâs açılmıştır. Bu karar hakkında iddiası olanların kanun yol- larma müracaatları, 2 — Şimdiye kadar deftere geçirilen ve geçirilmeyen alacaklılar ve istih- kak iddiasında bulunanların alacaklarını ve bu istihkaklarmı târihi ilândan itibaren bir ay içinde Hâkimliğimize gelerek yeniden kâydettirmeleri ve des illerini tevdi eylemeleri, 3 — Hilâfına hareket cezayı mes'uli yeti müstelzim olmak üzere ölünün borçlularının &yni müddet içinde kendilerini ve borçlarını bildirmeleri. 4 — Ölünün mallarını her ne suretle ve ne sıfatla olursa olsun ellerinde bulunduranların o mallar üzerindeki hakları mahfuz kalmak şartile bunları aynı müddet içinde Hâkimliğimiz emrine tevdi eylemeleri ve eylemezlerse makbul mazeretleri bulunmadıkça cezayı mes'uliyete uğrıyacaklardır. 5 — Alacaklıların ilk alacakhlar toplantı günü olan 15 Termmuzz 937 Per- pembe günü saat 14 de Hâkimliğimizde bulunmaları ilân olunur, (8346) Vay aya- Vur- AKŞAM Pazartesi konuşmaları (Baş tarafı 6 ncı sahifede) bunlar pek az veriliyor ve verildiğin- den daha as düzeltilebiliyor. Türkçe dersinde - bütün sene, üç beş vazife yazdırılan bir çocuk, derste not tutmak gibi iyi kullanıldığı takdirde çok faydalı olacak bir yazma imkâ- nından da mahrum edilirse iyi yazı yazmıya hangi vasıta ile alışlırılabilir, bilemem. İnzibatlı bir zekâ ve düşünüş temri- ni, daimi surette mürfail kalan ve öy- le bırakılan dimağlar için ne büyük ve ne lüzumlu bir ihtiyaçtır. Herhangi bir dimağın içine girip orada geçen düşünme işini görmeğe imkân yok- tur. Bunu ancak sözle ve yazile anli- yabiliriz. Bir insan, dilsiz ve elleri kötürüm olmadıkça, iyi düşünüyorsa İle ve ille güzel konuşur ve güzel ya- zar, Güzel konuşamıyan, güzel yaza- mıyan bir adam, hâtasızca hükmede- bilirsiniz ki, iyi muhakeme edemiyor ve iyi düşünemiyor. İyi söylemek, edalı söylemek değil; iyi yazmak, süslü yazmak değildir. Berrak ve açık düşünmek ile işe baş- amalıdır. Bunun için ilk yapılacak gey, kelimelerin manalarını hududları belli bir şekilde bilmektir, İki kelime arasındaki küçük mana farklarına kadar ilerlememiş bir zihin, kelimele- rin mimarisi demek olan düşünme ku- ruluşunu yapmıya hiç bir zaman mu- vaffak olamaz, Açık düşünmek, açık Söylemek ve açık yazmak; işte geli- şen ve İşliyen bir dimağın ana vasıf- Jarı!... 14 Haziran 937 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 son. Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Afrika av hatıra- ları: S, Selâhaddin Cihanoğlu tarafın- dan, 20: Rifat ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Safiye ve arkadaşları ta- rafından 'Türk musikisi ve halk şarkı- ları, (Saat âyarı), 21,15: Orkestra, 22,15:"Ajans ve borsa haberleri ve er- tesi günün prigramı, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Hilversum (Saat 20,10) - 301 - Hay- | dnin eserleri, Londra (Sant 20,15) - 342 - Mozurt - Bach - Debussy, Vi- yana (Saat 21,25) - 506,8 - Yeni Sen- fonik eserler, Blechbaser tarfından, | Varşova (Saat 22,00) - 1839 - Cimaro- | sa - Larson - Faurö - Liszt, Budapeşte (Saat 22,30) - 550 - Norveçli Şantöz Nanci Nas tarafından şarkı konseri, Frankfurt (Saat 24,00) - 251 - d'İndy Liszt - Respigli. Dans müsikisi Toulouse (Saat 23,00) - 320 - Poste Parisien (Sast 22,10) - 313 - British - National (Sant 20,20 - Saat 23,15) - 1500 - Roma (Saat 23,15) - 369 - Milâ- no (Sant 23,50) - 421 - Budapeşle (Sa- at 23,05) - 550 - Varşova (Sant 23,10) - 1339- Bu akşamı Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstiklâl caddesinde Ke- mal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Mat- koviç, Yüksekkaldırımda Veniko- pulo, Galata: Topçular cüddesin- de Merkez, Kasımpaşa: Vasıf, Has- köy: Halcıoğlunda Barbut, Emin- önü: Yemişte Bensason, Heybeli- gi Halk, Büyükada: Halk, Fa- tih: Saraçhanede İbrahim Halil, Karagümrük: Mehmed Fuad, Ba- kırköy: Hülâl, Sarıyer: Osman, Ta- tabya, Yeniköy, Emirgân, Rume- lihisarındaki eczaneler, Aksaray: caddesinde Sottryadis, Yeldeğirme- ninde Üçler, Üsküdar; Ömer Ke- nan, Fener: Balatta Merkez, Be- Hasan - Âli Yücel KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 80 Cin - Kinin alacağı kızın Pekinde eşi yoktu. Kubilâyın oğlu, müstakbel zevcesini ilk defa görecekti Kubilây birdenbire ihtiyar vezire döndü: — Tiyen-Foyu nereden hatırlatın bana şimdi, Semga? Onun saraydan kaybolduğu gündenberi uğursuzluk- lar biribirini kovalarcasına etrafımı- zi sardı. Her gün bir can sıkıcı hâdi- se, her saat bir münasebetsiz haberle karşılaşıyoruz... Dün gece gene Ti- yen-Foyu rüyamda gördüm. Ayakla- rıma kapanarak benden af dileği. Kendisinin suçsuz-olarak öldürüldü- ünü söyledi. Acaba hakikaten suçu yok mıydı onun? — Tiyen-Fo hakkında Kora pren- sinin gönderdiği mektup mahkeme evrakı arasında saklıdır, hakanım! Kora prensi Pekine yürümek için 'Tiyen-Fodan talimat beklediğini ya- Ziyordu. Mahkeme uzun boylu tahki- kattan sonra idamına karar verdi. — Gükçin de çarçabuk bu kararı tasdik etti.. benim Japon Seferinden dönmemi bile beklemedi. — Bekliyemezdi hakaonım! Çünkü bütün hâdiseler Tiyen-Fonun mah- kümiyetini icab ettirmişti. Ve ortalık çok galeyanda idi. — Böyle olmakla beraber, şimdi sen de onun idamla cezalandırılacak kadar büyük bir suç işlemediğini ile- ri sürüyorsun! Bugün Tiyen-Fo yaşa- mış olsaydı, Kora isyanının içyüzünü ondan öğrenmek mümkün olacaktı. — Tekinboğa da bu düşünce ile Ti- “ yen-Fonun idam kararına iştirak et- memişti. — Çok doğru yapmış. Bence ilerisi- ni düşünen ve gören bir hâkim.. Semga Bahadır, Kubilâyın biraz sükünet bulduğunu görünce: - — Hakanım! dedi.. Şi-Yama işinin tahkikini Tekinboğaya havale buyur- sanız, fena olmaz sanırım. — Tekinboğaya senin de itimadın var, değil mi?, — Kendimden fazla. — Pekâlâ, Kendisine söyle. bu iş hakkında kimseye birşey sezdirmeden tahkikata başlasın. Semga Bahadır, Tekinboğayı gör- mek üzere hakanın yanından çıktı. “.. Pekinde bir aşk gecesi. Kubilây, oğlu Cin-Kin'i tekrar Ko- raya göndermek niyetinde idi, Fakat: — Hazır gelmişken Cin-Kin'i bir kız- Ja nişanlamak islerim. Demişti, Kubilây oğlunun münasebetsiz bir kadına gönlünü kaptırmasından endi- şe ediyordu. Kubilây bu sırada a güzel kızını hatırlamıştı. Şanga zindana atıldığı zaman kızı (Ti-ma-şing) çok küçük bir çocuktu. Aradan yıllar geçince Ti-ma büyü- müş, güzelleşmiş ve evlenme çağına gelmişti. Çinlilerde garip bir âdet vardı: Hapse girip çıkan bir adamın kızı- nı almazlar, ve oğluna kız vermez- lerdi. Şanga zindandan çıktığı günden- beri güzel kızına uygun bir koca bu- — icab kin an ne Gü Kin nasıl evlenebilir? Koskoca Pekin şehrinde prense kız mı yok, haka- nım?, Dedi. Kubilây kararını bozmak is- temiyordu: — Şanga çok namuslu bir adam- dır. Zindana hırsızlık, adam öldür- mek gibi suçlarından girmiş değildir. Bana gelince, Moğolların Çin Adetle- rini kabul ettiğinden haberdar deği- im. Cin-Kin, Cengizin torunudur, İs- tediği yerde istediği adamın kızını ala- bilir, Ti-ma çok güzel ve oğluma çok İyi eş olacak bir kıza benziyor. Semga Bahadir, hakanın kararını bozmağa muvaffak olamayınca sus- muştu. Şanga siyasi bir cürümden mah- küm olmuştu. l Zindandan çıktıktan sonra yerliler onu eskisinden daha çok sevmeğe ve: «Bizim için başını yaktın! diyerek kendisini ve ailesini teselli etmişlerdi. Şangu zindanda ailesile beraber yate mıştı. İşte Şanganın kızına bu nokta dan itimad etmiyorlardı. «Böyle bir kız nasıl bir yuva kura- . biir?» $ Endişesi, Çin delikanhlarını onun- Ja evlenmekten menediyordu. Kubilây han bu fikrini oğluna aça rak: — Seni Şanganın kızile evlendire- ceğim! dedi, mış, adamları vasıtasile Şanganın şe- hirdeki aile hayatını di tahkik ettir. miş ve müsbet netice almıştı. Bu işi soruşturan memurlar, hâka- ne; 4 — Şanga ve ailesi çok namuslu in- sanlardır. Onlara herkesin saygısı var- dır. Ti-manın yüzünde hiç bir erkeğin güz izi yoktur. Dediler. Kubilây bu neticeden çok mem- nundu. Oğlu Koraya dönmeden dü- gününü yapmak maksâdile bir gün Şangayı saraya davet etti.. — Kızını oğluma almak niyetinde- yim, Şangal Diyerek kendisine iltifat etti. Şanga imparatorun bu teklifi karşı- sında sevincinden söyliyecek söz bu- Jamadı. Yerlere eğilerek: — Kızım sizindir, hakanım! diye cevap vermişti. iz Cin-Kin o akşam ilk defa -alacağı ki- zn yüzünü görmek üzere- Şânganın evine uğramıştı, Cin-Kin o gün avdan dönüyordu.. Yanında iki genç maliyet zabiti var- d. Cin-Kin arkadaşlarını savdıktan sonra, Şanganın kapısı önünde dur- du. Şanga, Cin-Kinin maiyet zabitle- rile birlikte avdan döndüğünü uzak- tan görüştü. Şanga kapıya koştu.. Prensi karşıladı. Uşaklâr Cin-Kin'in atını tuttular.. Cin-Kin atından atladı. bahçeye girdi. Ve Şangaya: 5 — Yolda su bulamadık, dedi, hara- 'retten içim yandı. Bana bir bardak su verir misiniz?, Şanganın bahçesi çok güzeldi. Cin-Kin bahçede bir kameryenin altında oturdu. Şanga içeriye koştu. — 'Ti-ma.. nerdesin? Evimize müs- takbel damadım uğurlar getirdi. Diyerek kızma Cin-Kinin geldiği ni müjdeledi. “Ti-ma prensi birkaç kere uzaktan ve bilhassa Koradan dönerken gör- Biraz sonra, Şanganın güzel Ye elinde bir gümüş tepsi içinde çarça- buk hazırlanmış bir bardak şerbet tus tarak kameryenin altına geldi. " Cin-Kin'in o dakikaya kadar kafa- sında yerleşen bir şüphe vardı: — Acaba Ti-ma, babamın söylediği kadar güzel bir kız mıdır?. Güzel Ti-ma bâhar çiçeği kadar in- ce ve zârifti.. prensi başı ve gülen göz lerile selâmlıyarak gümüş, tepsiyi u- (Arkası var), salik yl lizsaği