DMS Mahkeme salonlarında . SÖYLİYEMEMEK, YAZAMAMAK Pek saydığım bir profesör, muhte- Uf fakültelerden toplanmış yazılı im- tihan kâğıdları üzerinde yaptığı bir İncelemeden bahsediyordu. Diyordu ki bu kâğıdların çoğunda Made zaafı yar; herhangi bir fikri, mantıklı bir yürüyüşle, okuyanın anlayışına sevk- edememek zaafı. Bunda edebiyat tah- «il eden gençlerin mühim bir kısmı dahi istimma yapmamakta, Bu görüş, her halde doğu idi. Ga- zetelere verilmiş ilânlar, sinemalar- daki tercüme cümlelerden resmi, hu- Süsi yazılara kadar buna bol bol te- sadüf ediyoruz. Bir kaç misali vermekte fayda var- dır sanırım: « .. Halkevinden: « ., günü ... santte evimizin ... deki merkez binasında bir toplantı yapı- Jacaktır. « | — Konferans: ... mevzuunda (sw) tarafından, « 2 — Bu toplantıya herkes gele- bilir.» Rakkamları görünce derhal, bu toplantıda iki şey yapılacağı hatıra gelmez mi? Hayır... Toplantıda birşey yapılacak; konferans verilecektir. Bu- nu söyledikten sonra birinci satırda, yapılacak bir toplantıdan bahsetme Ee ne lüzum vardır? Zannediyorum ki ilân edilmek iş- tenilen hususu, filân gün ve filân sa- atte filân yerde şu mevzu Üzerine bir konferans verileceği ve bu konferan- sa herkesin (gelebileceğidir. Bunu olduğu gibi söylemekte ne mahzur var, bilinemez. Bir de itina ile yazıldığı, okunduğu zaman zihnimizin çektiği sıkıntıdan kolayca anlaşılan bir raporun ilk cümlesini alayım: «Milli endüstrinin bünyesini ifade eden son rakkamlardan görülüyor ki, 1935 yılında ziraat mahsulleri endüs- trisi, endüstri şubeleri içinde henüz To..., tekstil endüstrisi Yo ... gibi bü- yük bir pay almaktadır.» Bu cümleyi okuduktan sonra dü- şündüm; Milli endüstrinin bünyesini ifade eden son rakkamlar ne demek- tir? Rakkam, bir işi, bir bünyenin ça- aşma nisbetlerini gösterir, Fakat bu çalışmaların esasını teşkil eden varlı- ğı nasıl ifade eder, anlıyamadım. «Son dan türkçeden başka bir dil çeşnisi vermiyor mu? Hele «Endüstri şubeleri içinde henüz ..... gibi büyük bir pay almaktadır.» sözünü bütün gayretim- Je çalıştığınt halde bir türlü mânalan- dıramadım. Yine bu raporda bir takım yabancı gelimeler var ki onları burada teşhir etmekten kendimi alamıyacağım: «Sektör, tekstil, endeks, envestis. man, karakteristik, stürktür, anorga- nik, büz, kalifiye, prodüktivite, etüd, kantin, montaj, kaptaj, sentral, rol, Escd Mahmad Karakurd Ne ani karar veren, ne sert karak- terli bir adam bu yarabbil... —8Sizha?... Biran susuyorlar... Kısa bir süküt... Yüzbaşı hayret ve heyecanla Rumen — Fakat yolumuzun büyük bir kıs- mı ordularınızın işgal ettiği saha- — Nerden geçerse geçsin! ... İlk ine- — Fakat!... — Yüzbaşı; söz veriyorum izel... Ben namuslu bir askerim!... Faruk, biran kara gözlerini karşı” da bir noktaya dikerek şöyle bir da- kiks düşünüyor... Sonra başını kaldı- — Peki Mösyö Poliyas; lütfen be- ni burada telefon başında bekleyin!... Şimdi bir otomobile atlıyarak hava kumandanı ile görüşmeğe gidiyorum, On dakika sonra sizi arıyacağım!... — Oluri pozisyon, kombinezon, likidite...» Tek tek gördüğünüz bu kelimeleri, yazıda kullânınca öyle bir dil manza- rası beliriyor ki bunu bazı Türk olmı- yan ursurlarn konuşmalarına ben- zetmemek elden gelmez. Uslüb, Veysi Nergisinin dilinde gördüğümüz katı- şıklığın alafranga bir örmeğinden baş- ka birşey değil. Türk senayiinin ku- ruluşunu, bunda gösterilen büyük ba- şarıları zevk ile, göğsümüz kabararak okurken Türk sanay'inden daha az bir türkçe ile karşılaşmak insana ne kadar hüzün veriyor? Türk dili, Türk sanayiinden, niçin, duha az milli ol- sun?... Mili kültürümüzün temeli, dildir, Onun bu halini görüp acı duymamak imkânsızdır. Çünkü insan oğlu, ke- Yime ile düşünür, Kelimeleri, cümle yapılışı kendinden olınıyan bir dille Konuşup yazarak kendi dilinde dü- şünmek kabil midir? Medeni dillerde küçük bir imlâ yanlışını bile âffetmez- ler, bu yolda en küçük bir aldırma” mazlığa müsaade etmezler. O kadar | ki ifadesi düzgün olmıyan, gramer ve | nahiv hatası bulunan bir yazı, içinde- ki fikirler doğru bile olsa her hangi bir imtihanda muvaffak sıyılmaz. Halbuki bizde yazıya ve dile karşı büy'ük bir lâübalilik var. Öyle de olur, böyle de olur diyip geçiyoruz. Şakalar bile tekrar edile edile ciddileşir. Dün- yanın alayını üstüne çektiği halde Mon chör, aramıza böyle girmemiş midir? Bu yabancı unsurların pasaort- larını vize(!) etmekte çok dikkatli davranmalıyız. Bence, kendi dilimiz- de karşılığı aranmadan bir yabancı kelimeyi alıp kullanmak, zekâ tenbel- Tiğinden gelen bir kayıtsızlıktır. Eğer o kelimenin tam karşılığını bulamı- yorsak onu başka bir tarzda ifade edebilir miyim diye kendimizi zorla- mamız lâzım gelmez mi? Bu emeğe 'katlanmadığımız takdirde bütün İş- lerimizi iltizama veya başkalarının Mmtisasına bırakmış gibi olmaz mıyız? Bana öyle geliyor ki bizde dil düşün- €6 şuurunu uyandıracak, bu sahada Mili duyguyu canlandıracak ilk ve en esaslı yol, mektepten geçer. Türk- çe dersi ve söyleyip yazma bakımın. dan diğer bütün dersler, mili dil şu- urunu vermek için en kullanışlı bir vasıta olmalıdır. Halbuki vaziyet, hiç de insana rahat verici bir halde değildir. Talebe, çok konuşturularak, çok yazdınlarak ana dillerinin zevkine varacak, onu iyi söyleyip iyi yazabile- ceklerdir. Sınıflardaki talebe çokluğu söyletmek imkânım çok kereler hoca» dan almış bulunuyor. Senede iki veya üç defa derse kalkan bir talebe, oku- ma zamanının arta kalan kısmında daimi bir susma halindedir. Yazılı va- zifeye gelince, yine ayni sebeblerle, (Devamı 9 uncu sahifede) Hasan - Âli Yücel ECE!.. Tefrika No. 66 Duvarda asılı büyük bir saat 0 8i- rada ağır ağır altıyı vurmaktadır. Yağmur devam ediyor... ... On beş dakika sonra... Zabitan lo- kantasının telefonu çalıyor, hava ku- mandanlığından Mösyö Polivasi İsti- yorlar... Polivas telefonun başında- dır... Kısa, kesik, askerce bir konuş- mal... — Alo... Mösyö Polivas siz misiniz?, — Derhal hareket ediyoruz. Kuman- Mm — har... AKŞAM 10 lira kazanmak için kadının yüzünü Ceza mahkemesinde kesmiş! görülen dava bitti, kararın tefhimi başka gine bırakıldı Üçüncü ceza mahkemesinde, on Ji- Ta kazanmak için ustura ile bir kadın- cağızın suralını parçalamaktan suçlu Rasim adında bir delikanlının mu- hakemesi yapılıyor. Davacı, Mürşide adında genç bir kadın. Suçlular, Mür- şidenin kocası Mehmed ile onun pe- ra ile kiraladığı Rasim adında bir de- Ukanlı ve Rasimi bulmak için vasıta olan Nusret adında bir adam. Muha- keme günü Mehmedle Nusret mahke- meye gelmemişlerdi. Davacı Mürşide ile suçlu Rasim salonda yerlerine geç- tiler. Tahkikat evrakına nazaran vaka şöyle olmuş: Küçükpazar civarında oturan Meh» med ile karısı Mürşide ötedenberi sık İ sık kavga ediyorlarmış. Bir gün evde gene büyük bir kavga etmişler ve Mür- şide artık bu hayata tahammül ede- miyerek kocasının evini bırakıp akra” balarından birinin yanına gitmiş. Bir müddet sonra Mehmed karısı ile ba rışmak istemiş, araya adamlar koy- muş, nihayet Mürşideyi ikna ederek tekrar eve almış. Fakat bu barışıklık pek uzun sürmemiş. Karı ile koca an- cak on yedi gün bir arada oturabil- mişler. On yedinci gün gene büyük bir kavga olmuş ve Mürşide bu defa bir daha dönmemek üzere tekrar ko- casını birakıp evden çıkmış. Kadının bu ayrılışı Mehmedi fena halde sinir- lendirmiş, aradan birkaç gün geçtik- ten sonra Mürşideyi tekrar eve getir. ! mek için gene araya vasıtalar koya- Tak bir hayli uğraşmışsa da kadın bü- tün teklifleri reddederek eve dönme- miştir. Kadının bu kati kararı ve inadı Meh- medi sön derece hiddetlendirmiş ve karısından intikam alarak hiddetini yenmeğe karar vermiş. Kendi kendi- ne: — Benim yanımdâ durmıyan kadı- nin başkasına da hayri olmasın, Onun suratını parçalıyarak güzelliğini bo- 3arsam artık başka kocaya da vara- maz.. Diye plânını hazırlamış, Fakat bu işi kendisi yaparsa Mürşide tarafın- dan tanınarak yakalanması muhak- kak olduğundan plânının tatbikinde Mürşidenin tanıyamıyacağı bir adam 'bulmağı kararlaştırmış ve ahbapların- dan Nusret adında birine baş vurarak para mukabilinde Mürşideyi yarala- mak için birini bulmasını tenbih et- miş, Nusret tanıdıkları arasında bu işi yapacak şöyle gözü pek bir delikanlı iki ordunun, iki ayrı milletten zabi-. til, Yağmur oluklardan boşanırcasına yağmaktadır... Tepemizde hırçın bir rüzgâr... Saat yedi... — Hazır mısınız yüzbejş1?... — Hazırım!... — Kalkıyorus... — Hay hay!... O sırada hangarlar tarafından ge- len bir motosiklet, rüzgâr gibi uçarak tayyarenin önünde duruyor... Genç bir Alman mülâzimi!... Elinde bir kâ- — Mösyö Polivas; şimal rasad istas- yonu, cenubu şarki istikametinde sisle karışık kuvvetli bir rüzgâr esmekte olduğunu haber veriyor... Şimal yolu- nu takip edeceksiniz!... Tek, lâkayıd ve soğuk bir cevapl... — Pekâlâl.,. Diyor ve hemen başını geri çevire» rek sesleniyor. , — Kalkıyoruz yüzbaşı!... — Kalkalım!... Boğuk bir ses... 4 — Kontakt!... i Kulaklarımız birdenbire, bir top patlayışı gibi bir takım karışık, sert uğultularia doluyor... Gözümüzü açıp kapamağa vakit yok... Tayyare, yağ» murun altında, kanadlarından sular sızan genç bir kartal yavrusu gibi bir ararken Rasim adında biri çıkmış ve: — On lira verirseniz ben bu işi ya- parım,, Diye Mürşideyi yaralamağa talip olmuş. Nusret hemen Rasimi alıp Meh- medin yanına götürmüş, yapacakları işi uzun uzadıya konuşarak kararlaş- tırdıktan sonra Rasim bir ustura alıp cebine yerleştirmiş ve vazifesini bitir- dikten şonra ücretini almak üzere ayrılmış. Kocasından ayrıldıktan sonra ken» dini geçindirmek için çalışmağa mec- bur kalan Mürşide her sabah işe gidis yor ve akşamları akrabasının evine dönüyormuş. Bunun için kadını 60- Kakta yakalamak mümkün. Fakat Ras sim bu kadını tanımadığı için araya birinin daha girmesi lâzım geliyor. Mehmed bu ciheti de halletmiş. Ken di mahallelerinde oturan ve Mürşide- Yi iyice tanıyan küçük bir kıptı ço- cuğunun eline birkaç para vererek: — Sokakta Mürşide ablanı görünce bu adama göster ve sen birak git. diye tenbih edip Resimin yanmâ kat- miş. Kararlaştırılan gün akşam üzeri Rasimle küçük çocuk sokakta Mürşi- denin geçeceği yolda beklemeğe baş- Jamışlar, bir müddet sonra evine gel- mekte olan Mürşide karşıdan görü- nünce çocuk hemen Rasime göster- miş ve savuşmuş, Bundan sonrasını Mürşideden dinliyelim: — Bay refs.. diyor. Kocamın ben- den intikam almak istediğini işitiyor- dum, Bunun için korka korka soka- Ea çıkıyordum. Vaka günü de eve gi- diyordum. -Rasimi göstererek- soka- ğın köşesinde bu adam önüme çıktı ve birdenbir eüzerime alılarak ustura ile suratımı parçaladı ve kaçtı. Yara- Jarımdan kan fışkırıyor, suratım ateş gibi yanıyordu. Can acısile haykıra- Tak polise koştum, vakayı anlattım ve bu işin koram Mehmed tarafından yaptlırıldığından emin olduğumu söy- Myerek beni yaralıyanın da eşkâlini tarif ettim. Polisler beni hastaneye kaldırdılar. Sonra bunları yakalamış- lar. Rasimi bana gösterdikleri zaman derhal tanıdım, Ben on beş gün has- tanede tedavi edildikten sonra çıktım. Fakat yüzümde yaranın yeri kaldı. Mürşidenin kocası Mehmedle suç ortağı Nusret geçen celsede bu iddia- ları tamamile İnkâr etmişlerdi. Bu de- fa da vakanın kahramanı Rasim: — Yalandır bay reis. Benim böyle şeylerden haberim yoktur, Bu kadın yalpa vurarak yükseliyor. Bakıyoruz... Karanlık bir bulut kü- mesinin içine girdi. İşte, ufukların ar- kasında yavaş yavaş kaybolup gidi- yor. ... İbrail Sabah oluyor ,..Bütün şehir derin bir uykuda... Yağmurun şırıltısından başka tek bir ses yok... İşte gene Gra- dinapublika meydanı ve Mihsileskula- rın evil... Kaldırımların üzerinde yı- kılır gibi flerliyen bir gölge Mihailes- kuların evinin kapısına doğru yürü- yor... Köşedeki sokak fenerinin ziyası altında, gecenin bu meçhul yolcusu- nu derhal tanıyoruz... Yüzbaşı Fa- ruk!... 'Tâ iliklerinin içine kadar 18- lanmıştır. Titriyor... Sapsarı bir yüz, Kapının önüne geliyor... Tam vu- racağı sırada kapı birdenbire açılıyor ve Maryora çılgın gihi haykırarak ken- dini onun kolları arasına atıyor... — Nerede kaldınız Faruk bey, ne- rede kaldıniz?... 'Hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağ- — Heyecandan, iztıraptan öldüm, Faruk, onu siyahi saçlarından okçu. yarak, parmaklarından öperek içeri giriyor... A ..... H Haziran 1937. KADIN KÖŞESİ Dantel bluz Bu sene dantel elbise ve bluzlar çok giyiliyor. Resmimizde zarif bir dantel bluz görünüyor. Büyücülük yapan bir kadın yakalandı Eyüple Feride adında bir kadının büyücülük yaparak bir takım saf in- anların parasını çektiğini polis haber almıştır. Dün polis memurları ansızın bu eva girmişler, Ferideyi genç bir kadına büyü yaparken suç üstünde yakalar mışlardır. aa herhalde beni başkasına benzetiyor.. Diye suçunu inkâr etti. Dinlenen şahidlerin ifadeleri ve zabıtanın tah- kikat evrakı üç suçlunun da aleyhin- de idi. Müddelumumi muavini B. Fe- ridun iddianamesini okuyarak Mürşi- deyi taammüden ustura ile 15 gün has talığını mucip olacak ve sabit iz bıra kacak şekilde Rasimin yaraladığı ve kendisini bu suçu işlemeğe Mehme- din azmettirdiği, Nusretin de Rasimi tedarike vasıta olmak suretile suçun husulüne yardım ettiği kanuni delil- lerle sabit olduğundan bunlardan Ra- simin ceza kanununun 457 maddesi delâletile 456 cı maddenin ikinci fık- Tası, Mehmed ve Nusretin de kanunun 64 ve 65 inci maddeleri delâletile 456 ve 457 nci maddelerin ikinci fıkrasına göre ve suçun ikal tarzı ve cürmün mahiyeti itibarile şiddetlendirici 5€ bepler göz önünde tutularak cezalar” dırılmalarını istedi. Mahkeme, karar rını bildirmek üzere muhakemeyi baş” ka güne bıraktı, — Anlatacağım sana hepsini m rum, sabreti... Ağır ağır merdivenlerden çıkıyol- lar... Yüzbaşı bitkin bir halde.:. Tie riyor... Üşüyüorum Mariya, donuyo- ürü — Yürüyün, yürüyün, çabuk Y yün!... Faruğun çeneleri birbirine vuru" yor... — Kemliklerimin içine kadar ısla” dım. Üstüme bütün gece durmadan yağmur yağdı. Nihayel odadan içeri giriyorlar.» Kız, hemen zabilin kaputunu, caketi- ni çıkarıyor, Sonra büyük bir koltu- Zu sobanın yanına doğru sürüklüyor, Faruk koltuğun üzerine yıkılıyor. Hâlâ zangır zangır çeneleri tiremek- tedir, Sapsarı bir yüz... Kız hemen dizlerini bükerek tahtaların üzerine çöküyor... İçin için ağlamaktadır..- — Uzatın bana ayaklarınızı Faruk beyi... — Bırak Mariya ben çıkarırım!... — Ayaklarınızı uzatın diyorum # zel... Sırsıklam çizmeleriniz, hastâr Janacaksınız!... — Mariya, utanıyorum yapma!..- Kız dinlemiyor... Onu birdenbire göğsünden iterek bu ıslak, çamurlu çizmelerin. “topuklarına © yapışıyor, bütün hızile çekip çıkarıyor onları. |