121 Sekin 1937 Fahirle beraber sokağın köşesini döndük. Karşımıza bir takım kana- Mizasyon çukurları çıktı. Fahir, bun- ları görür görmez: — Aman, dedi, rica ederim, döne- Um... Başka yerden gidelim... Bura- dan geçmiyelim... Arkadaşım &deta sinir içinde idi: — Sebep ne canım? Bu yol en kes- tirmesi... Niçin dönelim? diye sor- dum. Fahir: — Zarar yok.. dedi, daha uzun bir yoldan gidelim.. fakat kanalizasyon olmıyan bir yoldan geçelim... Arkadaşlarımdan Fahirin kanali- zasyon çukurlarından nefret ettiğini, sinirlendiğini işitmiştim. Fakat Fa- birin bu çukurlardan bu derece sinir- lenmesine sebep ne idi?, Başka bir yola saptık.. ben sor- dum: — Kuzum Fahir... Kanalizasyon çukürlarndan bu derece sinirlenme» ne sebep ne?... O beşin: iki tarafa sallıyarak an- latmağa başladı: — Sorma... Bundan sekiz, dokuz sene evvel... Kanalizasyon işl başlı- yalı az olmuş.. bekârım. bir-akşem bir birahaneden çıktım... Bir kaç ke deh atmıştım... Bizim eski evin 0- kağını belki hatırlarsın, bir kere gel- miştin. İşte bu sokağa gelmeden ev- vel kaldırımları bozuk, başka bir yol vardır. Buradan geçiyordum. O de- rece karanlık bir gece ki göz gözü görmüyorum. Birdenbire ayağımın alk tımdaki topraklar yuvarlandı. Şaşır- dım. Ne oluyordu? Bir kibrit çaktım. Bir de baktım. Vay, vay, vay... Sokağa kocaman bir kanalizasyon çukuru açmışlar. Gö- rTünürde bir fener yoktu. Belki fener koymuşlardı amma bunu ya bir sar- hoş devirmiş, ya epi hızla esen Tüz- gâr söndürmüştü. Kanalizasyon çukuruna düşmemek için büyük bir itina ile, duvar diple- rini takip ederek yürümeğe başladım. Yolun tam ortasına gelmiştim. Bir- denbire ince, talı, nefis bir kadın sesi: — İmdad.. imdat.. diye bağırdı. Hemen durdum. Seslendim: — Neredesiniz?. Niçin imdat isti- yorsunuz? Karanlıktaki kadın sesi: — Kanalizasyon çukurundayım di- ye cevap verdi. Bir ikinci kibrit da- ha çaktım. Meçhul kadının çukurun neresinde olduğunu buluncıya ka- dar akla karayı seçtim. Fakat niha- yet onu buldum. Çukurun en derin yerinde idi. Yukarıdan sordum: — Oraya nasıl girdiniz? Aşağıdan o nefis sesile cevap verdi: — Buraya kendi arzumla girme- dim.. düştüm... Fenere ne olmuş bilmem ki.. sokak ta çok karanlık. şimdi bir türlü çıkamıyorum. Bana ediniz. Bir kibrit daha çaktım. Aşağıya seslendim: — Yaklaşın.. elimi tutun... Fakat bir türlü aşağıdaki kadın elime yetişemiyordu. Aşağıdaki 3€8: — Tutamıyorum... dedi, elinize ye- tişemiyorum.. biraz daha eğiliniz. Se- &i o derece güzeldi ki üstümün, başı- mın kirlenmesine ehemmiyet, verme- den yere yattım, Mümkün olduğu kadar çukurun içine uzandım. Fakat öyle bir vaziyet ki ha düştüm, ha düşeceğim. Nihayet elimi tuttu. Ona dedim ki: — Şimdi bütün kuvvetinizle eli- me asılınız ve yukarı çıkmağa gây- ret ediniz. Bütün küvvetile asılır asilmaz na- sıl öldu bilmiyorum. Müvazenemi kaybettim. Bâşaşağı kaydım. Bir iki saniye içinde kanalizasyon çukuru- nun içine yuvarlandım. Başım fe na halde acımıştı. Maamafih renk vermeden kalktım. Sanki kendi ar- zumla çukura girmiş gibi yanımdaki meçhul kadına: — Çukura girmem daha iyi oldu, dedim, buradan sizi daha kolaylıkla yukarı çıkarabilirim. , O karanlıkta teşekkür etti; — Meisi... Yüzünü göremiyordum. Fakat ne yalan söyliyeyim, sesinin mefisliği içi- me heyecanlar veriyordu. Benim ka- dın sesine karşı dehşetli bir zaafım - — Vardır. Ml son- v 7 Vi dk Bir gece macera | ra kanalizasyan çukurunda bile hiş- sedilecek kadar güzel bir kokusu vardı. Kanalizasyon çukurundaki bu acayip vaziyeti düşündükçe aklıma «İki gönül bir olunca samanlık sey- ren olur.» darbi meseli geliyordu... Karanlıkta ona: — Şimdi, değim, sizi, çıkarmanın yolunu bulayım... Fakat kanalizas- yon çukurunun duyarları yağmur- dan o derece kaypaklanmıştı ki, tu- tunup çıkmanın imkânı yoktu. Ona hir kaç kere omuz verecek oldum. Bi- raz tırmanıyor, fakat sonra gene, tekrar benim sırtıma yuvarlanıyor- du. Bu muvaffakıyetsizliklere hem ki- giyordum, hemi do hoşumuza gidiyor- du. O her düştükçe küçük bir çığlık ve şairlerin dediği gibi billâr bir kah- kaha koparıyordu. Bir aralık ben: — Eyvah ki bu geceyi burada geçi- receğiz galiba. dedim. O güldü: — Ben de demin ondan kerkuyor- dum. Fakat artık korkmam. Yanım- dâ nasıl olsa bir arkadaş var... Ooooh., işimiz iyi gidiyordu. Fakat etrafımızdaki şeyler katiyen bir aşk dekoruna benzemiyordu. Dışarı çıkmak için bir kere daha tecrübeye kalktık. Onu kollarının arasından tutarak bin müşkülütla yukarıya doğru kaldırdım. Bana: — Maşallah.. ne kadar da kuvvetli imişsiniz. sizin kollarnızda kendimi yaramaz bir çocuk zannediyorum. diyerek fıkır fikir gülüyordu. Tam bu esnada yukarıdan kalın bir ses: — Be utanmazlar.. oraya girip ne Yapıyorsunuz, fıkır fıkır gülmeler, Şâ- kalaşmalar... Sesinden tanıdım. Bu bizim mahal- lenin âksi bekçisi idi. O ay aylığını vermediğim için bana da kızgındı. Mahalleyi ayağa kaldırdı, Çukura bir merdiven uzattılar. Bizi dışarı çıkar- dılar. Bekçi bizi alınca karakola gü- türdü. Aydınlıktâ yanımdaki kadına bir de baktım. Eyvehilar olsun. bu kadının mahallede bir ismi: «Şaşka- loz Zehras idi. Kocasız kalmış ihtiyar bir kız Bevlenmek için can atıyordu. Hattâ bir ismi de: «Koca delisiş idi. Mahalle böyle ayağa kalkınca, biz karakola filân gidince Şaşkaloz Zeh- ra komiserin önünde iki gözü iki çeşme ağlamağa başlamaz mı? — Namusum, haysiyetim bir para- hık oldu. bu adam benim namusu- mu temizlemeli. kırdığı haysiyetimi tamir etmeli.. demez mi?.. Kendimi bu belâdan kurtarıncaja kadar neler çektiğimi tasavvur ede- mezsin.. anlıyorsun ya şimdi kanali- zasyon çukurlarından niçin kaçtığı” mi?, ği «Bir yıldız» Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu İs- tiklâl caddesinde Dellâsudü, T€- pebaşında Kinyoli, Galata: Hü- seyin Hüsnü, Kasımpaşa: Vasif, Hasköy: Halıcıoğlunda Barbut, Eminönü: Mehmed Kâzım, Hey- beliada: oTomadis, Büyükada: Merkez, Fatin Veznecilerde Üni- versile, Karagümrük: Mehmed Arif, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Nuri, Tarabya, Yeniköy, Emir- gön, Rumelihisarındaki eczan&- ler, Aksaray: Ziya Nuri, Beşik- taş: Nail, Kadıköy: Pazaryolun- da Merkez, Modada Faik İsken- satılık apartıman Kurtuluş tramvay caddesi üze- rinde ve durak yerinde altışar odalı üç ve üçer odalı üç yani ai- tı daireyi ve altında bir dükkânı muhtevi güneşli, havadar iyi bir apartıman on beş bin liraya satı- taktır. e AKŞ M İDİ (2 Haziran 937 Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 son. Akşam neşriyatı: Saat 18,30 Plâkla danş musikisi. 19,30 Konferans: Dok- tor Selim Ahmed tarafından (Sıtma), 20 Fasıl Saz heyeti. 20,30 Ömer Rıza tarafından arabca söylev. 20,45 Fasıl Baz heyeti, (Saat ayarı), 21,15 Or- kestra. 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün proğramı, 22,30 Plâk- la sololar, operet ve opera parçaları. 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Roma (421) sant 22 «Kovancina»; Opera. Kolonya (456) 20 Konser: Muh- telif serenatlar. Hamburg (332) 21,10 Konser. Nis (253) 21,30 Senfonik kon- ser. Oslo (1154) 21,65 Konser. Berlin (356) 20,20 Keman, piyano ve viyo- lonsel. Lüksemburg (1293) 22,30 Pi- yano ve şarkı. Varşova (1339) 23 Çay- kovski: «Dört mevsim» op. 57 Peşte (649) 0.15 Trigan musikisi, Dans müsikisi Monako (405) saat 2210, Peşte (549) 23,10, Prag (470) 23,35, Marsil- ya (400) 24, Berlin (356) 0,30, Lon- dra (kısa dalga) 18,30 - 23,50 - 0,40. 13 Haziran 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 18: Beyoğlu Halkevi gösterit Kolu tarafından bir temsil, 14: Son. İBORSA)| İstanbal 11 Haziran 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât İst. dahili ,—|iş. B. Hamiline 9,8) Kuponsuz iii » Müessis 77,— istikrazı 95, |T.C. Merkez Ünitürk 1 18,62;50) Bankası 88,—| » U 18,20,—| Anadolu his. 24,30 » MI 17,97,50) Telefon 6,30! Mümessil | 44,20) Terkos 10,— » N 40,25| Çimento 13,30| » İttihat değir. 10,— İş Bankası © 5,80) Şark O» . :0,80 Para (Çek fiatleri) Paris oo 17,71,50| Prağ 2,62,30 Londra o 626,—| Berlin 1,96,84 Nev York 78,70,—| Madrid. 13,89,75 Milâno 14.97.50) peerad 34,50,50 öne SE Zleti 4,16,25 Cenevre o 3,44,54 > Brüksel — 4,67,—| Pengo Oo 398,50 Amsterdam 1,43,32| Bükreş | 107,18,85 Solya oo 63,89,75| Moskova 23,99,50 İSTANBUL TİCARET ve ZAHİRE BORSASI 11/6/937 FİATLER CINSİ Aşağı Yukan Kr. Pa. Kr.Pa Buğday yumuşak 69630 » ser Gr 4 pa 3 32 4— Çavdar 4 )244 13 Misir sarı 427 4 30 Yulaf 4 —— Susam 15 30 —— Tiftik Kastamonu o 122 — —— Güz yünü 0 — —— Peynir beyaz 25 — 2730 kaşar 43 50 — GELEN Buğday 795 Ton Çavdar 30 » Arpa 23 » Un g0 » Misir 2 » Razmol 56 , Nohut 37 > Peynir 15 > Kaşar 17 » Tiftik MU > GİDEN Tiftik 341 Ton Razmol 367 » Un 24 » Kepek 9 » fındız DUL DIŞ FİATLER Buğday: Liverpul 5,88 K. » : Şikago 5.12 > » 3 Vinipek 5.58 » Arpa : Anvers 491 > Masır : Londra 3,68 » ,Keten T.x > , 8— 3 Fındık G. : Hamburg 9441 >» 94,41 » Le» KUBİLÂY HAN | Yazan: İskender F. Sertelli No. 78 Kubilâyın kâtibi, kendisini kurtarmak için bir başkasını yakmağa karar vermişti: Kabahati Şi - Yamaya yükliyecekti İdam edilen kadının babası evini, semtini değiştirmişti. Şanslı — Acaba neden buna lüzum gör- dü? Diyerek, büsbütün merak ve endi- gesi artıyor, ona Taslamak ümidile Pi gün Pekin çarşılarında dolaşıyor- u. Şansinin kafasında kıvrılıp kalan bir istimam vardı: — Tiyen-Fo'nun müslüman kadını rolünü oynarken, ihtiyar adamin kızı- nın masumiyetinden bahsetmesi mâ- nasız bir söz deği. Tiyen-Fo bunu duymnş demek! şu halde bu adamın günün birinde bu sırrı meydana çr- karmasından korkulmaz mı? İşte Şansiyi düşündüren ve uykusu- çıkmama- si için, ölen kadının babasını da or- tadan kaldırmaya karar vermişti. Fakat bunu nasıl yapacaktı? Şansi ihtiyarın izini bulmak için dost bir sihirbaza bu adamdan bah- sederek: — Eğer onu bulursan, sana bir avuç zeberced vereceğim! demişti. Pekinli sihirbazlar zeberced taşın- dan büyü yaptıkları için, bu taşa çok kıymet verirlerdi. Sihirbaz yıldızlardan ihtiyarın izi- Nİ soradusrun... Şansi o gün, Cin- Kinin Pekine geldiğini duyarak: — Eyvah.. işte şimdi her şey mey“ dana çıkacak, Kubilây Tiyen - Fonun yaşadığını öğrenecek.. Diye telâşa düşmüş ve saraydaki | dedikodulara kulak vermeğe başla- ! mıştı. Semga bahadır tahtırevanla şehir dışına prens Cin - Kini Karşılama ğa gitmişti. Cin - Kin şüphe yok ki, derhal ih- tiyar vezire babasının imzesile aldığı buyruktan bahsedecekti. Şansi böyle bir hadise karşısında her şeyi inkâr etmeğe karar vermişti, Kubilây sevinç içinde, Koradan bir kazaya uğramadan gelen oğlunu bekliyordu. Pekinde o gece büyük şenlikler yar pılacaktı. Şansi kendi kendine: — Buyruk meselesi meydana çıkın- ca Kubilây ilk önce bu işi benden soracak, diyordu, eğer mesele tehli- keli safhaya girerse, hadisenin bütün mesuliyetini Şi - Yamaya yüklemek- ten başka çare yoktur. Hakana: (Şi- Yama imzanızı taklit etmiş. çünkü o, Kora prensinin muzaffer olmasını istiyenlerden biridir!) derim. Cin - Kini karşılamağa giden alay, halkın tezahüratı arasında Pekin 80- kaklarından geçiyordu. Cin - Kin ihtiyar veziri görür gör- mez İlk sözü Semgaya şunu sormak olmuştu: — Tam iş göreceğim bir sırada ba- bam beni Koradan neden ayırdı? Semga bahadır hayretle prensin yüzüne baktı: — Hakan sizin oradaki muvaffakı- yetinizden emindi.. Pekine gelmeniz- den çok memnun olmıyacak Sanıyo- Tum! Diye cevap verdi. Cin - Kin kendisine gelen hakan buyruğundan Semgahnın haberi olma- dığını anlayınca, kendi kendine: — Belki babam bunu vezirinden saklamıştır, Diyerek, Semga ile bu mevzu et rafında başka bir şey konuşmadı. Alay saraya gelince, Cin - Kin doğ- ruca babasının yanına gitti. Cin - Kin babasının önünde diz çö- kerek: — İradenizi alır almaz yola çıktım, dedi. Bir aydanberi merak içinde- yim.. beni bü kadar acele olarak Ko- rTadan çağırışınızın sebebi nedir? Kubilây han bu sözlerden bir şey anlıyamadı: — Seni ben Pekine davet etmedim, payslnana de katiyen razı değildim. gps Mi yi Tay ida Yola çıktığını duyunca merak ettim. Belki mühimi bir sebep vardır, bekli- yelim gelsin, dedim. Şimdi hakikati açıkça söyle bana: Niçin ayrıldın Ko- radan? Cin - Kin büsbütün şaşaladı: — Beni Pekine çağıran siz değil mi- tiniz? Orduyu Tanguta teslim edip gelmemi siz emretmediniz mi?, Kubilây gözlerini açarak: o ' — Hayıf“benim böyle bir veyden. haberim yok.. Diye bağırdı. Cin - Kin koynundan «hakan söy Tuğus nu çıkararak: — İşlerinizin çokluğundan unut- muş olmalısınız! Dedi. buyruğu babasına uzattı. Hakan, Cin-Kine gönderilen buy- ruğu hayretle tedkik ederek yerinden fırladı: l — Ben bu tarihte Japonya seferin- den henüz dönmemiştim. Buna Pes kinde benim imzamı atmışlar, Kubilây birdenbire boşuna hiddet- lenmişti.. Semga bahadır: — Telâş etmeyin, hakanım! Belki Gökçin hatun imzalamıştır. Deyince, Kubilây bu ihtimali dü- şünerek karısını çağırdı. M Gökçin. telâşla hakanın yanma geldi.. Cin-Kinin gelişinden mennun ok du.. Fakat, hakan çok hiddetliydi. Gökçin'odadan içeri girer girmez, hakan tarafından kendisine uzatılan buyruğa dikkatle baktı. Kubilây: — Bunu sen mi imzaladın, Gökçin? Ditye sordu. Gökçin iradeye va bir göz attı. — Böyle bir günde Cin - Kini Ko. radan ayırmak için çıldırmış olma- yım, hakanım! Ben bu iradeyi yeni görüyorum. Diye cevap verdi, Kubilây Moğol tahtına oturduğu gündenberi böyle bir hadise ile kar- şılaşmamıştı. Hakanın izmasını bu Yadar mühim bir buyruğun altına kim koyabilirdi? Gökçinden sonra hatıra gelen ih- timallerden biri de hakanın &ir kâti- bi id. Kubilây Şansiyi çağırttı.. buy- rTuğu kendisine uzatarak; — Bu imza benim değil. Gökçin ha tun da böyle bir buyruk imzalama- mış. Kim attı bu imzayı buraya..? Diye sordu ve sert bir tavırla kâti- binin gözünün içine baktı. Şansi korktuğu şeyin başına geldiği- ni görünce titredi. fakat telâş et- medi.. buyruğu şöyle bir gözden ge- çirerek: — Haberim yok, hakanım' dedi, kulunuz, siz burada yokken ve böy- Je bir şey emretmemişken, nasıl olur da imzanızı koyabilirim? Kubilây hiddetinden yerinde otüra- muıyordü. 4 Semga* bahadırla Gökçin hatun hayretlerinden söyliyecek söz bulamı yorlardı. “İ Hakan buyruğuna Kubilâyın imza- sını koymak cesaretini kim gösterebi-. dirdi? j Kubilây Kora hakkında oğlundan malümat almak istedi: — Kora prensi hâlâ vergi gönder- memekte ve âskerime karşi er ısrar ediyor mu? Cin - Kin: — Evet, dedi, hattâ yalnız bu ka- darla da kalmıyor. tahtımza da göz dikmiş. Pekinde kendisine sadakat gösteren kimselerin yardımlle çok ya- kında Moğol tahtına da oturacakmış. Kubilâyin kulakları, kendisini teh- dit eden böyle korkunç bir a .3 ilk defa duyüyordü. Kora prensinin Moğol tahtına göni ülkmesi hiç te şaşılacak bir iş değil- di. O mevkide bulunan kimselerin her gün biraz daha yükselmek isteme- sinden daha tabii bir dilek olamazdı. Fakat, Kubilâyin tahtına göz dike- <ek adamım ondan daha kuvvetli ve halk tarafından ondan daha çok sevil. oğul! Böyle bir zamanda Koradan | miş KE j > var)