Bühife 8 göna yabancılar binince sen uzak otur, katiyen konuşma. Eğer bir şey söyliyecek, bir şey istiyecek, bir şey soracak olurlarsa, kendini ecnebi gibi — Kulağında küpe olsun Ayşe, va- tanıt, sadece: yes! anladın mi kızım, — Anladım anne... — Yes, yes... Her sefer bunu söyler- sin. Annesi kızını birinci mevki vagona bindirdi: İ — Haydi şimdi güle güle, yolun açık olsun... İstanbula gidince bana derhal telgraf çek. 'Tren kalktı, Ayşe bir müddet pen- cereden baktı, sonra çantasından bir | mektup çıkardı, Bu teyzesinin anne- | sine yazdığı mektuptu: «Bana Ayşeyi gönder, burada ço- | cuk biraz hava alır, denize girer. Bu kız içinde iyidir. Benimde onu çok göreceğim geldi...» Bu aralık tren bir istasyonda dur- du, Ayşe mektubu çantasına koydu. Sonra cebinden aynasile pudrasını çıkarıp, burnunun ucunu pudraladı. Ayşe yirmi yaşında, uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü, çok güzel bir kızdı. Vagona biri yaşlı, biri genç iki kişi diye cevab ver. Ayşe yan gözle gence baktı: «Güzel adam: diye düşündü. İki yolcu, motörden, akümülâtör- den, dünyadan konuşmağa başladı- lar. Bu Ayşeye çince gibi geliyor, fa- kat gözlerini gençten ayıramıyordu... Bunun farkına varınca kalktı, yer de- Eiştirdi, vagonun öbür ucuna gitti, pencereye dayandı. Genç adam ihtiyann kulağına eğil di: — Ne güzel kiz. — Evet, çok güzel — Neden uzaklaştı! Ayşeye hitab etti: İzin verirseniz pencereyi biraz açalım? Cevab yok. Genç adam suali tekrar etti: Aayşe hafifçe: — Yes, dedi. — İstanbula-mı gidiyorsunuz? — Yes. 'Bu bir alay yesten sonra kızın tek kelime bilmediğine hükmeden genç, mzlı sesle: — Bir içim sul'dedi. Arkadaşı ilâve etti; - İngilizlör çok güzeldir. — İngilizceyi bilmediğime peşi- manım... Filvaki çatpat biriki ke- Wime bilirim amma... Bir müddet düşündü, sonra mıni- dandı: “İnsan bazan tesadüf sonu evle- niverir... — Amma çabuk coştunuz.. Ayşe beğenildiğini anlayınca Kıza- rıp bozarıyor, suale türkçe cevab ver- mediiğne pişman oluyordu. .. Bir istasyon sonra ihtiyar indi, Va- gonda Ayşe ile genç kaldılar. — Yanınıza oturayım mı Misl — Yes, ... Ayşe İstanbula ayak basar basmaz annesine şu telgrafı çekti: «Vagonda bir gençle tanıştım. Ba- na: Benimle evlenir misiniz? diye sor- du, Ben sizin sözünüzden dışarı çık- mamak için: Yes, dedim. Nikâhımızı burada mı Kıyalım, yoksa oraya ge- lelim mi?... Hürmetler.» Kuvvetli adam yer veriyor — Buyurunuz bayan, oturunuz! Ya beni. Bâyan âteş püskürüyordu; kocası ters bir şey söylemişti. Sen misin söy- diyen?... Nihayet dedi ki: — Eğer bir şeye itiraz edeceksen, hiç değilse yanında başkası varken | sus, yalnızken istediğini söylersin... Bay şaşaladı: — Kimse yok ki.. — Ya ben!... Yoksa beni insan ye- rine koymuyor musun?... İ nuşmuş olurum? Afacan derhal cevap verdi; Hesap — Yere bir iskambil düştü. Almak için eğildim, yerde ne göreyim, mâ- senın altında 7 ayak var; dört kişiye yedi ayak. — Biri tek ayaklı mıydi? — Hayır. — Biri ayağını altına mi alip otur muştu?. —Hayır. — Ya?. — Yanliş saymışım!.. Fil sütü Berlinde bir küçük gördüm, AKŞAM Emin mi? Bay Ahmed denize girdi, yı- kandı, çıktı, kum- lara uzandı, sonra kabinesi- ne gitti, etrafa | bakındı, plâj gar- sonuna seslendi — Oğlum pantalonum yok. Garson biraz düşündü: — Buraya panlalonla geldiğinize emin misiniz?. Bir romandan «.. Gözleri iki parlak yıldız, du- dakları bir çift kiraz tanesi idi; Kugu boynu üstünde Bilir misiniz? | Hani bir adam varmış, . €vlenece- ği kızı evvelâ çırçıplak. görmek İs- temiş, birini göstermişler: — Beğenmedim, gözleri şehlâ! de- miş.. , Biliyorsunuz değil mi?.. Öyleyse yazmıyayım. K Teklif Salamon mukaveleyi imza edeceği sırcda ortağına dedi ki: — Bir madde daha koyalım. İflâs edecek olursak kârı yarı yarıya tak- sim edeceğiz!... Oh. Amerika fıkrası: Bir konferanscı alkol aleyhinde bir konferans veriyordu. Sesi kısık olduğundan bir bardak .su yerine bir bardak süt istedi. Garson İyi olsun diye, sütün içine bir kadeh konyak karıştırdı, Konferanscı, söz arasında bir yu- dum eldı, dudaklarını yaladı: — Yahşi inekmiş!.. dedi. Londra kalesi $ Haziran 1937 Yazan: Selim Sırri Tarcan; Londra kalesinin uzaktan görünüşü Bu son Londra seyahatimi yapma- dan Pariste bir Türk dostum bana sordu: — Löndraya ilk gidişiniz mi ? — Hayır üçüncü!. —-Tabif öyleyse Londra kalesini görmüşsünüzdür? — Yo... Görmedim, — Aman nasıl olur! İnsan Londra- ya gider de bu şaheseri görmez mi? Çok rica ederim bu sefer ihmal etme- yin gidip görünüz de sonra bana te- şekkür edersiniz. Londraya geldiğimin üçncü günü idi bir sabah otelde şehrin haritası- nı açtım, aradım taradım kaleyi bu- lamadım. Nihayet otelin holündeki memurlardan birine sordum evet de- âi (Tour de Londre) fakat öyle arar- sanız bulamazsınız. Haritada (Lon- don Tower) yazar, Fiihakika tekrar haritayı açtık ve bana Taymis sahi- linde kalenin yerini gösterdi. Artık kimseye sormadan yola doğruldum. Strend Strid caddesi yarım saatte bitti, Vaterlo köprüsüne geldim. Ora- dan (Ficet Strit) caddesi başladı. O da sonuria erdi, Biraz daha yürü- düm. Meşhur St. Paul kilisesine gel dim. Canon caddesi başladı. Aman.ne de uzakmış ayaklarıma kara su indi. Bu Kadar uzak olduğu- nu bilseydim bir otomobile binerdim. Neyse hele şükür Tower Strit görün- dü. On dakika sonra da kale karşi ma çıktı. Yol kenarındaki kanape- lerden birine oturup biraz nefes al- dım. Ve hariçten İngilterenin bu ta- rihi kalesinin yüksek surlarını, bürç- larını ve etrafını çeviren takriben elli metre genişliğinde büyük hendekleri. ni seyrettim. Tarihin verdiği malümata göre bu- Tusı Romalılar zamanında müstah- kem bir mevkimiş. Kale surlarının içinde tam ortasındaki (White To- wer) beyaz kule Fatih (Guillaume) devrinde inşa ettirilmiş ve ikinci Şarl zamanına kadar kralların ikametgü- hı olmuş, daha sonra devlet hapis- hanesi olmuş. Bugün ise bir esleha müzesi halini almıştır. Ondan başka kralların taçlar mücevherleri zikiy- met eşyası da burada muhafaza edi- Tiyor, Kalenin dışında bir gişeden yarım şilin verip biletimi aldım. (Lions Gate) aslanlar methali denilen deh- lizden kaleye girdim, Sağlı sollu mu- hafızlar beş yüz sene evvel kralların “maiyet askerlerinin giydiği kıyafeti muhafaza ediyorlar. Bu memurlar İngiliz ordusundan tekaüd edilmiş ihtiyarlardır. Hemen hepsinin de saç- Yarı beyaz bıyıkları tıraştı. Kalenin dış surleri ile iç surları arasındaki Çimenler arasındaki tertemiz yoldan ilerledim. Karşımda büyük beyaz ku- le çepeçevre etrafta kuleler var. Bu kulelerin hepsi de büyük taş binalar. Saydım tam on iki tane, Beyaz küle- ye doğru 'yürüdüm. İki büyük tunç top daha, mermer kaide üzerine otur- tulmuş. Merakla koşup baktım. A... Bunlar da Türk topu. Fatihin İstanbulu işgali sırasında kullandığı toplardan! Kocaman bir çınar göv- desi gibi yere uzanmşış olan topun evvelâ ağız tarafmın muhitini karış- ladım; On dört karış! Sonra dip ta- rafını karışladım 15 karış! Ağzının kutrunu da ölçtüm. Üç-buçuk karış, üzerinde şu yazı hâkkedilmiş: gülle hakkı 240 kıyye, barut hakkı 17 kıyye. Topların dört köşesinde dört büyük yuvarlak mermer gülle duruyor. Topun altındaki . kaidesinde İngi- Mzçe tunçtan şöyle bir lâvha var: «Fatih Sultan Mehmedin topla- rmdan Sultan Abdülâziz tarafından kraliçe Viktoryaya hediye edilmiştir.» Ahmed salis devrine ald olan diğer top ise harikülâde bir eseri sanat. Üzerindeki nakışlar ve yazılar çok ne- fis. Ahmed salise ald uzun bir kaside var, Bu topun ortasında: Ameli İbrahim serihtegânı dergâhı âli tarihi hicri 1112 bunuda birinci Abdülmecidin 1857-de kraliçe Viktor- yaya hediye etmiş olduğu altındaki tunç lâvhada yazılı. Bu iki kıymetli Türk eserini de eği- şma gösterdi ve bir şeyler söyledi. Ben oradan ayrıldım. Ve önce sağ taraftaki Wakefield kulesinin kemer li kapısından girdim. Burada salta- nata sid mücevherler etrafı demir kafeslerle çevrilmiş camekânlarda saklı, Bu mücevherlere üç milyon İngiliz lirası kadar bir kıymet biçiyorlar. İş- te ta ikinci Şarl zamanımndanberi kralların tahta cüluslarında giydik- leri teçi Bunu meşhur krâliçe Vik- torya, yedinci Edvard ve nihayet be- şinci Jorj da giymişti. Şimdi de al- tancı Jorj giydi. Üzerinde irili ufaklı 2,818 pırlanta varmış! Bu tacın de- geri 2,797,500 frank imiş. Onun ya- nında prens de Galın altından bir ta- cı var, onun üstünde hiç bir elmas yok, daha ötede kraliçelerin tacı onun üstünde kıymetli taşlar var. Ondan sonra şltından, fil dişinden asmalı, broşlar, tuğlar, Hindistanda 1849 da Pencab zeterinden sonra Lâhur raçasından alınan 162 kıratlık büyük elmas, kabzaları elmas kak- malı kral kılıçları, elmaslı yakutlu, zümrütlü bilezikler, camekânlerdan birinde de İngiliz devletine aid mu- rassa nişanlar var, Buradan sonra kalenin tam orta- sındaki beyaz kuleyi ziyaret ettim. Kule deyince hatınnıza Galata kulesi, Kızkulesi gelmesin, Her ka- tında müteaddid selonlir bulunan taştan yapılmış 28 metre irtifanda üç katlı bir saray, dört köşesinde bi- Ter kule var duvarlarının kalınlığı bazı yerlerde üç bazi yerlerde dört gmetre, z Bu eski bina birçok tarihi sahne- lere şahid olmuş 1399 da kral ikinci Rişar, 1405 de birinci Jak oraya hap-) sedilmiş. Selim Sırrı Tarcan (Devamı 11 nci sahifede )