£ zi 3 Hazi ran 1937 Her Akşam Bir ie Galip | bir sigara yaktıktan sonra hikâyesine başladı: — Geçen yıl yazı Büyükadada ge- Çirmeğe karar vermiştik. Güzel bir Köşk tuttuk, Yerleştik. Bizim bayanı tanırsınız. Artık ellisine yaklaştığı halde bana karşı kıskançlık hisleri Azalmak şöyle dursun, bilâkis yaşlan- dıkça seneden seneye artıyor. Zoru derdi de ben bukadr niçin geç kalmi- gim... «A karıcığım ben senden do- kuz yaş küçük değil miyim?, Sen kirk dokuzundasın, ben kırkındayım. Kırk dokuzunda bir kadın hayatının sonba- harına yaklaşmış demektir. Lâkin kır- kında bir erkek, tam erkektir. Üste- Mk sen midene son derece düşkünsün, günden güne şişip duruyorsun. Hal- buki ben yaşımdan küçük gösteriyo- Tum.» Diyeceğim.. Lâkin bende o ce- #aref nerede?.. Bu söz ağzımdan Çi- kınca hapı yuttum demektir. Sabredip oturmaktan başka çare göremiyorum. Bir cumartesi günü öğle vapurla- rından birile Adaya dönüyordum. Güvertede iri iri siyah gözlerinin için- de bin bir ifiras alevi yanan genç bir kadına rastladım. Öyle bir baktı ki gözlerinde: «Nafile uğraşma, ben se- nin hayatına gireceğim...» gibi bir mana vardı. Güvertenin kenarında &urduğu için o rüzgürm kaldırdığı €tekleri arasında harikulâde biçimli bacakları zaman zaman gözlerim için gâyet nefis bir ziyafet yerine geçiyor- du. Bir aralık, tam karşıma oturdu. Dizlerinin üstüne bir roman açtı. Sözüm ona okuyor. Ben de hâlâ ah- bab olmak için bir cesaret cümlesi yok. İşte bazan böyle bir eşekliğim futar,.. Biraz evvel eteklerini havaya kaldıran rüzgür bu sefer de okuduğu Tomandan üç dört sahifeyi kapınca benim kucağıma attı. O küçük bir çığlık kopardı, : Eğer uçan sahifeleri kucağımda yaklama- saydım denize gittiğinin resmi idi, Bereket versin ki atik davrandım. Sahifeleri kendisine verirken tatlı bir gülüşle: — Teşekkür ederim.. dedi, romanı- mın en tatlı yerinde idim. Tam oku- ” duğum sahifeler uçtu. Teşekkürden sonra böyle izahat vermesinin sebebi bir konuşma 7€- mini açmaktı. Hemen başladım. Kı- nalıya geldiğimiz zaman adamakıllı tanıştık. Heybeliye gelince âdetâ ah- bab olmuştuk. Bana hayatını açmıştı. Mısırlı zengin bir duldu. Yazı geçir- mek için Adaya gelmişti. Lâkin bu güzel dekorun içinde yalnızlığını büs- bütün hissediyordu. Büyükadaya yaklaştığımız zaman bana ertesi günü için randevu verdi. Sabahleyin dokuzda buluşacaktık. De mize girecek, eğlenecektik. Cazibeye randevu verdim amma gaşırmış kalmıştım. Yarın evden na- 8 çıkacaktım? İşim gücüm olmadığı için bütün günüm evde geçerdi. Böyle Arasıra İstanbula inerdim. Birdenbire aklıma dahiyane bir fi- kir geldi. Eve gidince karıma karşı bu dahiyane fikrin kapısını yapmağa başladım: — Karıcığım... Yarın sabah ben balığa çıkacağım.. Sana da elimle tut- tuğum taze balıkları getiririm olur mu? Karım balığı son derece sever, fa- kat balık ayından nefret ederdi. Bu- nun için benimle gelmesine imkân yoktu. Karım: — Aman, dedi, şu balık avından ne zevk alırsın bilmem., Sabahtan öğle- ye kadar saatlerce deniz üstünde, gü- meşin altında olta sallamak. Git amma bari çok balık getir.. — Sen merak etme. Sevinecimden içim içime sığmıyor- du. Ertesi sabahı Cazibe ile deniz ke- marında ne çılgın saatler geçirmedik ki... Deniz kenarından sonra sözüm- ona dinlenmek maksadile Cazibenin köşküne gittik. Öğleyin köşkten çıktım, Balikçıya Uğradım. Bir kilo balık aldım ve elimde «tuttuğum balıklar!» yorgun Argın eve döndüm. Bereket versin ki tuttuğum balıklar pek taze idi ve makbule geçti. Artık bugünden sorra hemen her sabah balık avına çıkmağa başladım. Doğrusu keyfime hiç diyecek yoktu. Bir gün vapurda arkadaşım Rıfata Testiadım, Derdli derdi; — Sorma, dedi,Aşıkım..; — Giy olsun... haktır, Rıfat: — Daha geçmedi... dedi, amma bi- zim bayanın nekadar kıskanç oldu- unu bilirsin... Bir dakik vakıt bu- Jup sevgilimin yanına koşamıyorum. Evden çikmak için bana bir ak öğ- retsene... Gülümseğim: — Sana öyle bir akıl öğreteceğim ki hayatının sonuna kadar bana dua edeceksin.. dedim. Ona balık tutmak buhanesini öğ- rettim ve ilâve ettim: — Sabahtan öğleye kadar istediği- ni yaptıktan sonra pazara uğrar ba- lığı alır eve dönersin.. dedim. Verdiğim akıldan dolayı Rıfat ba- ei son derece teşekkür etti, ayrıl Mütkiş hasta- ei günü Rıfat pek memnundu: — Mükemmel azizim mükemmel.. diyordu... Sen bir dâhisin... Artık Rıfat ta benim gibi sık sık balık avına çıkıyordu. Gayet me- raklı balık avcısı olmuştuk. Evden ikimize de: — Canım balık avlıyacağız diye bukadar kendinizi yormayınız... di- ye bazan tenbih ederlerdi. Biz de bü- yük bir safiyetle: — Ne yapalım? derdik.. Merak iş- te.. Bir meraktır sardı. Bizdeki bu balık avı merakı iki ay hiç arızasız sürdü. Bir gün Cazibenin yanından çık- tım. Eve dönerken bizim uşak Kad- riye rastladım. Kadri köyden yeni gelmiş gayet saf bir çocuktu. Ya- nımıza almıştık. Nereden aklıma geldi bilmem ki.. Kadriyi çağırdım. — Kadri, dedim, git balık al... Ba- yana götür. «Bizim bayın tuttuğu balıklar» de.. — Sakın bulamamazlık etme.. ne yap yap, yarat.. Balık bul. anladın mı? — Anladım bayım.. Kadri yanımdan uzaklaştı. Ben de şöyle küçük bir tur yapayım dedim. Yolda Rıfata rastladım. Şakaya baş- ladım: — Ne 0? Balık avından mı? O sinirlendi: — Bırak Allah aşkına. Yerin di- bine geçsin balık avı. Hayret ettim: — Neden Rıfat?.. — Başıma gelenleri sorma... İki gün bermutad gene balık avına çık- tım.. Sevgilimin evinden dönerken yolda bizim yeni bahçıvan Bayrama rastladım. — Bayram, dedim, git.şuradan, ba- lıkçıdan balık al. eve götür, bayana <bizim bayın tuttuğu balıklar» de.. Anladın mı? diye tenbih ettim, Bayramı gönderdikten sonra şöyle bir dolaştım. Eve döndüm. Karım be- ni bir fırtına gibi karşıladı. — Maşaallah, dedi, sen balık avını ilerletmişsin.. Nerede iso küçük ol- tanla canavar yakalıyacaksın.. — Neden karıcığım!.. dedim. O beni yakalayınca mutbağı sü- rükledi ve: — İşte. dedi, tuttuğun balıklar. Bir de ne göreyim, bizim eşek Bay- ram Kılıç balığı almamış mı? Hem de 1skaralık için kestirmiş, aralarına da defne dalı koydurup karıma: — Bayın tuttuğu balık.. diye gö- türmüş... Rifat bunları bana anlatınca mi- dem bulandı. Ben de bugün balığı Kadriye ısmarlamıştım. Tam bizim bakkalın önüne geldik. Bakkal beni görünce dükkânm kapısına geldi: — Bayım, dedi, sizin Kadri biraz evvel telâş içinde geldi. Balıkçıda ba- ık bulamamış. Halbuki siz «ne ya- parsan yap.. balık bul.» demişsiniz. O da üç kutu sardalya aldı, eve gitti. Amma limon almağı unuttu. Bunu işitince beynim döndü zan- netim. Bizim apdal Kadrinin «bayın tuttuğu balıklar.» diye kutu kutu sardalyayı karıma götürmesi gözü- mün önüne geldi. Düşüp bayılmışim!.. «Bir yıldız» Kullanılmış bir şömine aranıyor Eski konaklardan çıkmış veya orada mevcut sağlam ve iyi bir şö- mine öranıyor. (Akşam) Hân me- murluğuna müracaat. Tel, 24240 3 Haziran 937 Perşembe İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla 'Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif"plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı — 18,30 Amatör- ler dans orkestrası. 19 Plâkla dans musikisi. 19,30 Spor müsahabeleri: Eşref Şefik, 20 Sadi ve arkadaşları ta- rafından Türk musiiksi ve halk şarkı- ları, 20,30 Ömer Riza tarafından arap- ça söylev, 20,40 Safiye ve arkadaşları tarafından Türk müsikisi ve Halk şarkıları (Saat âyarı) 21,15 Orkes- tra: 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Roma (421) saat 23,25 salon mu- sikisi konseri, Prag (470) 21,30, Ver- di: «Maskeli bir balo> opera, Nis (253) 2245 «Ses Petites Michu» ope- ret, Strasburg (348) 21,30 konser, Sottens (443) Mozart festivali, Lük- semburg (1293) 22,30 senfonik konser, Viyana (507) 23,20 senfonik konser, Berlin (356) 21,10, Y. Strauss: «Me- Todiler», Hamburg (332) muhtelif danslar musikisi, Dans musikisi Peşte (549) saat 24, Marsilya (400) 24, Londra (kısa dalga) 18,55 - > 4 Haziran Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla 'Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: Muhtelif pl&k neşriyatı, 14: Son. Akşam neşriyatı — 18,30 Plâkla di (Bir Avuç Ateş) 20 Türk musiki heyeti. 20,30 Ömer Rıza tarafından Arabea söyler. 20,45 Vedia Riza ve ârkadaşları tarafından Türk musi- kisi ve Halk şarkıları (Saat âyarı) 21,15 Orkestra: 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı. 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları. 23 Son. © Perşembe müsahabeleri (Baş tarafı $ inci sahifede) Kapıdan girdim sağdaki taş mer- divenden yukarı birinci kata çıktım. Çepeçevre on iki kalın mermer direk- li büyük bir salon! Burada dokuz yüz yılın muhtelif devirlerine aid askeri üniformaları ve devir, devir tasnif edilmiş yanındaki salonda da aynı euretle sıralanmış silâhlar, ikin- ci katla küçük bir kilise. Burada da salonlerda sıralanmış silâhlar, du- varlar bütün eski silâhlardan arma- larla süslü. İçtima salonu adını taşı- yan geniş bir holde bizim Yeniçeriler gibi baştan aşağı zırhlı elbiseler giy- miş ellerinde mızrak, kılıç kalkan piyade ve suvari askerleri ver. Bura- da 1272 de birinci Edvar devrinden 1688 e kadar yani ikinci Jak zamanı- na kadar dört yüz senelik bir kıyafet, tarihi sırası ile tedkik edilebilir. Diğer bir salonda Asyadan, Ame- rikadan, Afrikadan (Avustralyadan, Vehşilerden, Bedevilerden alınmış si- Yahların enval var. Bir salonda da vaktile cinayet iş leyonlere veya yaptıkları işler cina- yet sayılanlara karşı kullanılan iş- kence âletleri var. Cellâdların kafa kesmek için kullandıkları baltalar vesaire... Gene bir taş merdivenden üçüncü kata çıkılıyor. Buradaki salonların birinde eski Yunan ve Romalıların kullandıkları silâhlar ver. Bir salo- nu ise on dokuzuncu ve yirminci asıra eld silâh koleksiyonları ile süs- lü, Gene bu katta süngüler, kasatu- ralar, kamalar, hençerler, oklar, mi- ıraklar, baltaların beş yüz yıllık kol- Veksiyonları var. İki buçuk saatte dolaşabildim. Saat bire gelmişti. Hem kafam, hem bacak- larım yorulmuştu. Büyük bir zinda- nı hatırlatan bu loş ziyalı Kaldden kendimi dışarı attım. Abdülmecidin ve Abdülğzizin kraliçe Viktoryaya he- | diye ettikleri iki kıymetli Türk sa- natkârının kıymetli eserlerinin üstü- ne birer buse daha kondurduktan sonra Taymis sahiline çıktım, Sükü- netle akan nehrin durgun görünen sularına bir müddet baktıktan son- ra yoluma devam ettim ve'bende acele, acele yürüyen bu insan seline karistıyı, Selim Sirt Tarcan ! ! sun? dans musikisi. 19 Radyo fonik kome- | | KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Semga Bahadır, çadırda, Hakana Tiyen - No. 69 Fonun idam edildiği haberini vermeğe cesaret edemiyordu. İhtiyar vezirin dizleri titremeğe başlamıştı .. Şansi elini çekti. Önüne baksrak cevap verdi: -— Bütün bu sözlerden, sizin de onu hâlâ sevdiğinizi anladım, imparatori- çem! O halde burada talihinizi bek- leyiniz! Yerinden kalktı: — Ben gidiyorum. Artık sizi ziyaret etmek fırsatını bulacağımı da sanmı- yorum. 'Tiyen-Fo delikanlının arkasından koştu: — Şansi.. Şansi.. bütün teşebbüsle- Timizi, in hazırlıklarımızı unutup nereye gidiyorsun? Ben haftada bir kere olsun seni görmeden burada otu- rabilir miyim? Sen benim gözüm ve kulağımsın! Ben bu küçük köyde hiç kimse ile görüşmüyorum. Sen gelince dünyadan haberdar oluyorum.. seni görünce dünyayı görmüş gibi sevini- yorum. Beni bu sessiz köyde körler ve sağırlar gibi terkedip nereye gidiyor- Şansi atına bindi.. Cevap vermeden ayrıldı. Kubilây Pekin surları önünde.. Şehrin doğu kapısından sarayın önüne kadar bütün yollara halılar serilmişti. Sokaklar insan kalabalığından ge- çilmiyordu. Surların önünde hazırlaran tahtı- revan, hakanın çok sevdiği dört fil tarafından çekilecekti. Şehrin dışında büyük bir otağ ku- Tulmuştu. Semga Bahadır ile diğer vezirler ve büyük memurlar burada karşılama hazırlığı yapıyorlardı. Kubilây han o gün Japonya sefe- rinden dönüyordu: Gerçi hakan: «Ben dönerken hiç bir hazırlık yapmayın!» diye haber göndermişti amma. -çünkü hakan ancak seferden muzaffer döndüğü zaman bu şekilde karşılanırdı- impa- ratoriçe Gökçin gene eski zafer dö- nüşleri gibi, karşılama şenliklerinin yapılmasında israr edince, buna hiç kimse karşı gelememişti. Hakan seferden dönünce, şehir di- şında kurulan otağda şerbet içecek ve bir müddet istirahat ettikten son- ra, tahtıreyana binip sarayına vi cekti. Ordu uzaktan görünmüştü. Önden hücum alaylarile gözcüler.. ondan sonra Liyonun ordusu, onun arkasından da beyaz atı üstünde Ku- yordu. «Hakan otağı» önünde Kubi- Jâyı ilk önce ihtiyar vezir karşıla Kubilâ vezirini görünce: — Sana haber göndermiştim, Sem- ga! Bu karşılama şenliklerini neden yaptırdın? Demişti. Semga bahadır hakikati anlatarak: — Gökçin hatun emretti, (Hakan vaktile zafer tacını giymiştir. Onu her zaman büyük şenliklerle karşıla- mak borcumuzdur.) dedi. Hazırlık yapmağa mecbur olduk, Hakanım! Diye cevab verdi. Kubilâym yüzü güldü. Gökçinin bu sözlerini Kubilây uzun zaman unutmamış ve her hatırına geldikçe kendisini çök değerli hediyelerle tal- tif etmisti. Kubilây «Hakan otağı; nın atlas ve sırmalı kapısından içeriye girdiği 24- man, bu çetin seferden muzaffer dön- müş gibi, mağrur ve neşeli görünü- | yordu. General Liyo Hakanın yanında ayakta duruyor; diğer kumandanlar da çadırın önünde dolaşıyorlardı. Kubilây han Pekinden ayrıldığı gündenberi yurdda olup bitenleri Semga Bahadırdan öğreniyordu. İhtiyar vezir mühim hadiseleri bi- rer birer anlattıktan sonra, Tiyen- Fonun idam edildiğini de söylemek fırsatını aradı, 'Tiyen - Fo'ne de olsa, yakın vakte kadar Hakanın en çok sevdiği Zev- celerinden biri idi. Her ne kadar gö- zünden düşmüş ve kendisini red ve tatlik etmişse de, eski hatıralarını unutmasına imkân yoktu. Semga Bahâdır Kora isyanından | bahsederek: ' — Çin - Kinin bir ordu ile oraya gönderilmesinde büyük isabet vardır, Hakanım! dedi. Çünkü Kors prensi büyük emeller , peşinde koşmağa a lamıştır. Kubilây hanın en çok çekindiği £damlardari biri de Kora prensi idi, — Gene ralat durmadı, değil mi? Diyerek Başirı -salladı.. Ve hiddetinden elindeki şerbet bar« dağını bir yudumda boşalttı. Semga . Baliader Tiyen - Fonun idamını bir türlü söylemek cesaretini gösteremiyördü. Bunun için Kora is- lüb ederek Pekin üzerine yürüyecek- miş, Hakanım! Prense içimizden de yardım edenler, hattâ Moğol tahtını Kora prensine lâyık görenler de var- MIŞ. Kubilâiy bu Bözleri işitince ateş Semga titrek bir sesle Mâve etti: — En başta Tiyen - Fo bulunuyor- du, Hakanım! Kubilây hiddetle yerinden kalktı; — Ne diyorsun, Semga? Tiyen - Fo ihanetini, bana kıyacak kadar ileri götürdü demek. 2! — Kora prensile muhaberesini yâr — Mahkemenin hakkı var. Cengiz Hanın kurduğu *Mogol tahtını yık- mak isteyenlerin idam edileceği «Ara- Semga Bahadır önüne bakarak sö- zünü tamamladı: © ; — Gökçin hatun da idam karar- nı derhal tasdik ve İmza etli, Haka- nım! — Tiyen - Fo idam mı edildi? Semganın ağzından korkak bir ses- le bir tek kelime çıktı; — Evet... Semga bu sözü söylerken nerdeyse yere düşüp bayılacaktı.. Hakanın ba- kışlarındani o derece korkmuştu ki... Dizlerinin üstünde güçlükle duratiz. diyordu. Kubilây han; — Onu cellâda mı verdiniz? Diye mırıldandı. Semga bir daha: — Evet... Demeğe mecbur olmuştu. Hakanın yanında ayakta duran general Liyo söze karışt: — Hakan belki onu günün birinde affederdi? Niçin Hakanı beklemedi- niz? i Hakan bu hâberden çok müteessir Yolda bir gün Tiyen - Fonun lâfı