KEFxXT”E 3 Br ru BF KVTEBTTAE vo Bülend yazıhanesinin gözlerini ki- Hâledi, Duvardaki şık aynada kendi- sini şöyle bir süzdü. Mükemmel... Kravgtin düğümünden tutunuz da, yan cebindeki mendile kadar herşeyi âlâ... Bir saat sonra, Naciyenin yanında olacaktı, Bunu düşündükçe içinde tatlı bir heyecan dalgası kabarıyor, « kabarıyordu. Bir saat sonra şık bir Apartımanın perdeleri inik, güzel döşenmiş bir odasında ne tatlı saatler geçirecekti. Yazihaneden erken çıkmasının seb&- bi Naciyeye biraz çiçek, şeker vesaire almaktı 'Tam kapıdan çıkacağı esnada tele» fon çaldı. şimdi bu sabırsız dakika! rında bunun da Sirasi mı idi ya?.. Ne ise, belki Naciye telefon ediyordu. Eyvah.. telefonda kaısının sesi. Necmiyenin sesi... Bülend bir kaba- kat üstünde yakalanmış gibi şaşırdı: — Allo.. Necmiye. bonjur yavrum... — Bonjur... Ne &lemdesin?.. Sa- bahleyin çıkarken biraz başın ağrı- yordu.. Nasıl oldun?, Bülend sabahki baş ağrısını filân unutmuştu. Maamafih renk vermedi; — Geçti... Birşeyim kalmadı iyiyim, Ben ne âlemdesin?.. — Ben terziden telefon ediyorum., «— Elbisen nasıl olmuş?.. — Daha prova hazır değilmiş. Onu Paya Şimdi prova olacağım. Bülend, Necmiyenin terzide olma- Mına bayağı sevindi. Yoksa Necmiye «Pat» diye yazıhaneye gelebilirdi. Necmiyenin sesi telefonda çınlıyor du: — Kuzum bu akşam beni bir yerde bekle de biraz dolaşalım... — Olur yavrum.. Seni Şekibelerden Belir alırım, Oraya uğrıyacaksan, — Evet.. Evet. Oraya gel. Evde ca- pim şıkılıyor.. sen de doğrudan doğ- Fuya eve gelince kapanıyoruz, dişa- Bi çıkamıyoruz. — Peki... m— Alisha ısmarladık. sakın yara- xnazlık edeyim deme ha... Bizim terzi fal meraklısıdır. Kahve falıma baktı, Benin hakkında pek iyi şeyler söyle- Mmeği.. Birşey yapayım deme.. ! — Canım benden öyle şeyler ümid tdilir mi? Haydi güle güle.. Bülend Keletonu kapattı... İçine bir kurd düş- müştü, Necmiye bu kahve falını, çap- kınlığı filân nereden icad etmişti?.. Yoksa bir şeyler mi billyordu?. İçinden «Adam sende.» dedi. Nere- den bilecek?.. Yazıhanesinden çıktı. Evvelâ çiçekçiye uğradı, ondan sonra 'bir kutu Naciyenin sevdiği şekerler- den yaptırdı. Bir otomobile atladı. 'Naciyenin apartımanının kapısını yâ“ vaşca çaldı. Hafif zil sesi sanki apar- tımanın içinde değil de, kendi kalbi- nin içinde çalıyormuş gibi heyecan- landı. Kapıyı ona sırtındaki yeşil pijama- sile Naciye açtı. Bir dakika, heyecan- dan, konuşmuyarak bakıştılar. Naciye: — Evde yapyalnızım.. dedi. Bütün hizmetçileri savdım. İçeri girdiler. Naciye çiçeklere teşek- kür etti. Perdeleri kapalı, dört köşesine ha- fif bir koku sinmiş şık odaya girdiler. Naciye Bülendin yanına oturdu... Bülendin aklına manasız bir sual geldi; — Ya şimdi Nuri gelirse... Nuri Naciyenin kocası idt Naciye birdebire aklına gelmiş gibi: — Dur.. dedi, şimdi ben onu kon- trol ederim. Telefona uzandı. Bir kaç numara çevirdi. Sonra kocasını buldu. — Allo.. Nuri.. nasılsın şekerim?.. Sabghleyin biraz miden ağrıyordu.. geçti mi?.. Biülendin gözleri fal taşı kadar açıl- dı, Bir sant evvel Necmiye de kendisi- De ayni suali sormuştu, Bülend bu garib tesadüfe hayret e- derken Naciye konuşmasında devam diyordu: — Ben mi?..“Terziden telefon edi- yorum. Bülend deli olacaktı.. &ynen karısı- nin cümlesi... Naciye bir elini Bülendin omuzuna dayıyarak telefonda konuşuyordu: — Daha prova hazır değil. Birez > sonra prova olacağım.. Bülend ha sağığı; ba üğ0lelE, hayatında bu kadar şaşırdığını, ab- dallaştığını bilmiyordu. Birdenbire Naciyenin telefondaki sesi kıskanç kıskanç çınlamağa baş- Jadı: — Bana bak Nuri... Sabahleyin sa- na söylemeği unuttum, Gece müdhiş bir rüya gördüm, Sen bugün çapkın- luk yapıyormuşsun... Telefonun içinde gümbür gümbür bir ses öttü. İhtimai Nuri teminat ve- riyordu. Naciye gülerek: — Bilmem artık işte.. dedi. Sakın bugün bir yaramazlık etme karışmam ha.. hem bu akşam biryerde bul lum da biraz gezelim. Naciye, Nuri ie bir müddet daha konuştu. Sonra telefonu kapattı, Bü- lende döndü. — Gördün mü?, Onu adam akıllı kontrol ettim. Artık gelmesine imkân yoktur. Bir likör ister misin Bülend.. Fakat Bülend kalkmış, şaşkın şaş- : — Müsaadeni rica edeci ye.. Müstacel bir işim çıktı Naciye hayretler içinde: — Canım.. ben telefonla konuşma» dan evvel birşeyin yoktu.. bu müsta- cel işi de nereden çıkardın. bugün iş düşünülür mi Fakat Bülendin kalmasına imkân yoktu: — Gitmeliyim.. gitmeliyim. her halde gitmeliyim!.. diyordu. Nihayet Naciye kızdı: — Peki.. dedi. Nasıl istersen. amma çok garib hareket ediyorsun.. Per tamer fırladı. Port manto- dan şapkasını kapınca kendisini dı- şarı attı. İlk karşısına çıkan taksiye atladı. Doğru evinin yolunu tuttu. Necmiye henüz terziden gelmişti. Bülend şaşkın şaşkın sordu: — Hakikaten terziden mi geliyor- sun... — Öyle ya sana telefonda söyleme- dim mi?, — Ben de sana bir sürpriz yapayım, >> bir dolaşalım diye hemen gel- (Bir yıldız) eğim Naci- Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstiklâl caddesinde Ke- mal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Mat- koviç, Yüksekkaldırımda Veniko- pulo, Galata: Topçular caddesin- de Merkez, Kasımpaşa: Vasıf, Has- köy: Halıcıoğlunda Borbud, Emin- önü: Beşir Kemal Mahmud Ce- vad, Heybeliada: Tomadis, Büyük- ada: Merkez, Fatih: Hamdi, Kara- » Gündoğdu Ali: Kemal, Bakırköy: Hilâl, Sarıyer: Osman, Tarabya, Yeniköy, Emirgön, Ru- melihsarındaki eczaneler, Aksa- ray: Cerrahpaşada Şeref, Beşik- taş: Süleyman Recep, : Kadıköy: Söğüdlüçeşmede Hulüsi Osman, İskele caddesinde Saadet, Üskü- dar: İmrahor, Fener: Balatta, Hü- sameddin, Beyamd, Asadoryan, Küçükpazar: Necati, Samaiya: Kocamustafapaşada Ridvan, : 4- lemdar: Divanyolu Esad, Şehremi- ni: Topkapıda Nazım. SENELİK 1400 kuruş 2700 kuruş SAYLIK 750 > 1450 » SAYLIK (o 400 » 800 » » ecnebi memleketler: Seneliği 3600, aütı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Rebiulevvel 18 — Ruru Hızır 19 & İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Ten K. 658 908 442 Bi 1340 186 Ve 225 4,35 1310 16,09 SAT 812 İdarehane: Babiâli civan Acmusluk So, 24 Mayıs 937 Pazartesi İstanbul: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla | dans musikisi, 19,30: Konferans; | Seld Salâhaddin Cihanoğlu, Afrika av hatıralar, 20: ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları, 20,30: Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Safiye ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat Ayarı), 21,15: Orkestra, 22,15: Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 22,30: Plâkla sololsr, opera ve operet parçâ- Yarı, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Hamburg (Saat 19,00 Prunk - Geb- hard - Vehrenol, İrlanda (Saat 19,50) Giinka - Mozart - Straus Leipzig (Saat 21,10) Vagner konseri, Kopenhagen “(Saat 20,10) Bach - Haydn, Varşova (Saat 22,00) Mozart - Faurâ - Debussy, Viyana (Saat 22,20) İngiliz musikisi, Dans musikisi Brüksel (Saat 22,10) - 484 - Toulous (Saat 23,00) - 386 - National - Britain (Saat 23,30) - 1500 - Roma (Saat 23, 15) - 421 - Zagreb (Saat 20,25) «437 - Bükreş (Saat 21,45) - 365 - 25 Mayıs 1937 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı; 1230 | Pikla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,80 Plâkla dans musikisi, 19,30 Konferans: Eminönü Halkevi neşriyat kolu namına, Nusret Sefa, 20 Belma ve arkadaşları tara- fından 'Türk musikisi ve halk şarki- ları, 20,30 Ömer Rıza tarafından arab- ca söylev, 20,45 Cemal Kâmil ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve hal kşarkıları (Saat ayarı), 21,15 Rad- yofonik dram £ (Madam Butterfiy), 29,15 Ajans ve borsa haberleri ve erte- si günün programı, 22,30 Plâkla solo- lar, Opera ve operet parçaları. 23,00 Son. — Rüyada görmüş olmalısınız, ge- neral! — Hayır.. gözlerimi açarken, göğ- sümdeki ağırlığı hissediyordum. Nöbetçi uzağı görür, düşünceli bir askerdi. — Sakın «Sahib; gelmiş olmasın.. Diyerek ayağa kalktı. dışarıya fir- ladı Kapıda dolaşan nöbetçiye seslen- di: — Kimse gördün mü buralarda?.. — Hayır.. — Uyumuyorsun, değil mi? — Dolaşırken uyumağa alışmadım.. — Acaba çadıra «Sahib» gelmiş olmasın diye merak ediyoruz. Nöbetçinin büyücü «Sahibz ile ara- si iyi değildi: — Adem sen de, bırak şu bunak herifi, Diye mırıldanırken, karanlıkta ayaklarına soğuk bir şey dolandı. Nöbetçi elindeki kargısını kullana- cak yerde, korkarak çadırın kapısına fırlattı: — Ayağımın arasında bir yılan do- laşıyor... Diye bağırmağa başlamıştı. Nöbetçiye besbelli bir ders vermek istiyen ihtiyar büyücü o sırada yılan şekline girmiş ve çarçabuk ortadan kaybolmuştu. General Liyo gürültüyü işitince: — Eyvah, dedi, yılan içeriye kadar girmiş. ağzıma zehir bırakıp gitmiş. ben hâlâ iyilik umuyorum. Nöbetçiler (o zabitlere seslendiler.. biraz sonra generalin çadırı zabitle dolmuştu. Çadıra, general uyurken - kimseye görünmeden - Sahibin geldiği anlaşıl- Bütün zabitler general Liyonun ölü- münü bekliyordu. Herkeste şu inanış vardı: «— Sahip, Liyoyu bu gece öldürme- ğe gelmiş. artık generalden hayır yokl> Halbuki general Liyo, saatler geç- tikçe iyileşiyor, canlanıyor ve ölüme değil, hayata dönüyordu. Gece yarısından sonra bütün zabit- lerin inanışı değişmişti. Eğer verilen nasihatleri dinleyipde — Demek ki, diyorlardı, «Sahip» Liyoyu affetti. uyurken geldi. ağır na panzehir akıttı. Ve ertesi sabah general Liyo tama- mile iyileşerek ayağ kalkmıştı. Kubilây han, general Liyonun çe- dırına geldiği zaman bu değerli ku- mandanı ayakta görünce yarı sevinç, yarı hayret ifade eden bir tavırla gene- ralin yüzüne bakarak: — Haniya, seni bana ölüm halinde yatıyor diyorlardı?!, Halbuki sen... Liyo, hakanın sözünü şu cümle ile NEVROZIN kaşelerini tecrübe etseydi bu ıstırablar çoktan dinmiş olacaktı. NEVROZIN En şiddetli baş ve diş ağrılarile üşüt- mekten mülevellid bütün ıstırabları keser, Nezleye, Kırıklığa, Romatizma- ya çok faidellğir. ai e ER 4 A a MEPA EEE PEDİ Akba müesseseleri “Ankarada ber dilden kitap, ga- zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu. labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilin kabul, abone kaydedilir. Undervedd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada sab yeridir. Telefon: 3377. tamamladı: — Halbuki ben ayaktayım... «Se- hip» beni bu gece iyileştirmiş. Ben uyurken ağzıma panzehir akıtmıs.. Kubilây çadıra girdi. Generalin yerde serili düran yata" ının kenarına oturdu. Tâyo: — Ayağınız uğurlu geldi, hakanım! Çadırıma hayat getirdiniz!. Diyerek başından geçenleri anlat- t&. — Bu «Sahip; denilen ve istediği zaman yılan şekline giren sihirbazdan çok korkuyorum, hakanım! Sakın 0- na kötü gözle bakmayın!, — Onun yüzünü görmedim ki.. — Bu civarda karşınıza bir yılan çi- karsa, onu da sakın öldürmeye kalk- mayın!, Kubilây düşündü: — Dün çadırımın önünde bir yılan görünmüştüm. Nöbetçiler palalarına davranirken ortadan kayboldu.. aca- ba o mıydı?, Lyo çocuk gibi çırpındı: —'Ta kendisi. ta kendisi. demek benden önce size gelmiş. İyi ki; onu KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 59 “Moğol generalı, büyücüleri işkence ile öldürmekten zevk duyarmış!,, Ben de kendisinden sakınarak derhal yılan kılığına girdim. dediler. girmesi kabil midir? Bir türlü inana- mıyorum'buna ben.. — İnanınız, hakanım! Bu adamın yeryüzünde eşi yoktur. O, benim gü- zümün önünde iki defa yılan oldu. tekrar insanlığa döndü. Buna ilk öne ce ben de sizin gibi şaşıyordum. Fakat «Sahibsin eiddi yılan olduğunu öğ- Tendikten sönra, inandım.. zaten gö- rülen köy, Kılağuz istemez, derler, Ben bu mucizeyi gözümle gördüm. Ve geniş bir nefes aldıktan sonra ilâve etti; — O bana Atsu vadisinde ordumu- zun büyük bir bozguna uğrıyacağını da söylemişti. Dediği çıktı.. Japonlar fillerle büyük Moğol ordusunu dağıttı lar. «Sahib» bunları vukuundan ön- ce bana anlatmıştı, 'Kubilây han merak içinde Liyoyu dinliyordu. — Bu adamı nasıl görebilirim, Liyo? Onu görmek için bende de bir merak uyandı. Buralara kadar gelmişken, böyle bir adamı görmeden dönmek nasıl olur? Ben onunla görüşmek isti- yorum. Liyo cevap verdi: — <Sahib;i görmek için, ilk önce 'Tiho şehrinde, onun affedildiğini bir «Hakan buyruğu» ile ilân etmek ge- rek. Bu onun kulağına giderse, belki o zaman emniyetle meydana çıkar, — «Sahibsin bir korkusu mu var? — Şüphesiz. Sizden korktuğu mu- hakkak. beni onun odasında baygın bir halde bulmuşlar. bütün çerse boynunu koparacağız!) diyorlar- dı. Bu vâziyet karşısında «Sahibsin meydana çıkabilmesi için budala ol- ması lâzım. Halbuki «Sahip» çok akıl- hı ve uzağı görür bir adamdır. — Peki.. o halde onu cidden affe- ve «Sahib>le görüşmek istediğimi her- kese söylesinler. Hakan, Liyonun ie çıktı, Büyük karârgâha geldi. Tihoda münadiler «Sahibsin affe- dildiğini ilân ediyorlardı. Kubilâyın merakı gittikçe artiyor- du... — «Sahib» meğer ne yaman adam- mış.. ordumuzun bozguna uğrıyacağı- nı bile önceden bilmişi. O halde Cin- Kinin nerede olduğunu da bilecek. Diye söyleniyor ve bu meşhur sihir- bazı sabırsızlıkla bekliyordu. ... Bir gölge.. ve bir hakikat sOğullarımadın hiç birini, Japonların bir şehrine de- öl, bütün Japonyaya de Üişmem..1> Kobilây hani Hakanın otağı önünde bir gölge do- Nöbetçiler biribirlerine bakışarak: — Bu, bir insen olsa *rek. Diye söyleniyorlardı. Ortalık yeni kararmıştı.. Nöbetçilere görünen bu garip göl- ge, biraz sonra bir hakikat oldu.. Zayıf, kısa boylu.. çocuk kadar kü- çülmüş vücudünü sıska dizlerinin üs- tünde güçlükle taşıyan dağınık saçlı bir ihtiyar, çadırın kapısı önünde di- kilmiş duruyordu. Hassa zabitleri bu kılıksız adamın buraya kadar nasıl gelebildiğine şaği- yorlardı. Biraz önce görünen gölge, şimdi bir hakikat olmuştu. zabitler şüphe ve tereddüdle ihtiyarın yanına sokuldu- lar: — Kimi arıyorsun?. — Hakanı... — Ne yapacaksın? Bir dileğin Yare sa söyle bize?. — Hayır. Benim bir dileğim yok. Belki hakanın benden bir isteği var- dır.. bir kere haber verin kendisine, Zabitler gülümsediler: — «Sahib; gelmiş kei Öyle mi? «Bahib» gözlerini süzerek beşi (Arkası var) salladı: e p y 4 EŞ i | ş i iz zanlimin izl ikiliği > i ii pe