'Hilkatle beraber yaşamağa karar verdiğimiz zaman, gerçekten parlak bir vaziyetim vardı. Onu lüks ve kon- for içinde yaşattım. Gezdik, eğlendik. Ona esvaplar aldım, elmas Vaziyetim düzgün gittiği müddetçe aramızdaki aşk ta gayet tatlı ve ahenkli bir surette devam etti Ne oldu bilmem, buhranlar geldi, dünyalar karıştı, Bir gün birdenbire işsiz ve parasız bir halde kalıyerdim. Vakı& beni teselli için Hilkatin kolla- rı hâlâ açıktı. Açıktı ama şimdi Hil katte de bir değişiklik sezmeğe başla- Mştam Hayatımız şeklini değiştirmişti. Et- Tafımızda sanki her şey küçülüyor, daralıyor, bize nefes aldırmıyacak bir hale geliyordu. O eski rahat, zengin ve eğlenceli hayatın gurubunu seyre- der gibi idik. Aman Yarabbi, Hilkat te ne kadar değişmişti. Bakışı, tavrı, sözleri, hall hiç o eski beni seven Hilkat değildi, Göğsüne yaslanıp onun hararetinde kendime bir teselli arasam aşkında değişmiş olduğunu görüyordum. Bu- nu da gördükten sonva kendimin za- vallı bir adam olduğuma Kanast ge- tirdim, 'Hilkatin de 1srur ve tesviki üzerine, kendime bir iş aramağa başladım. Fakat ne yaptımsa nefile! Hilket bu muvaffakıyetsizlik karşısında surat asıyor, bana çıkışıyor, dünyayı gözü- me bütün bütün zindan ediyordu. Nihayet, bir gün, pek parlak bir fi- kir aklıma geldi. — İyi bir iş buldum, dedim. Falan şirkette ayda şu kadar lira ile bir iş. Yarın saat dokuzda çalışmağa başlı- yorum. Derhal Hilkatin yüzü güldü. Sedi- rin üzerinden hemen sıçradı, boynu- ma sarıldı. Beni hararetle öptü: — Ah Asımcığım, seni ne kadar 8€- verim! diye beni göğsüne basıyordu. O akşam Hilkat eskisi kadar tatlı Sabahleyin, bizim bu uydurma işin bülün icaplarını tatbike başladım. Er- kenden kalkmak, tam sekiz buçukta aparlımandan çıkmak, saat yarımda yemeğe gelip ikide tekrar dönmek ve akşam yedi buçukta eve gelmek iâ- zımdı. Fakat içimde bir endişe vardı. Bü- tün bu ahval bir ay, nihayet iki ay devam edebilirdi. Sonra? Hilkatin ak- Siliğinden, sıkıştırmalarından o ka- dar bizardım ki «adam iki ay rahat edeyim de sonra ne olursa olsun? de- dim. Meğer ben ne kolaylıkla, ne mü- kemmel yalan söylermişim! Hilkate her gün işime dair hikâyeler uydu- Turken bir tafaftan da İstanbulu ge- ziyordum. İliraf ederim ki şimdiye kadar İstanbulun hemen hiç bir ta- Tafını böyle doölaşmamıştım. Büyük camilerden başladım. Sonra, çinileri- le meşhur küçük camileri de gezdim. "Topkapı sarayı müzesini ezberlerce- sine öğrendim, Askeri müzeyi, eski islâm eseri müzesini günlerce tetkik ettim ve ondan sonra, İstanbulun es- ki mahallelerini tavafa başladım. Ne Eyüp mezarlığı kaldırı, ne Yedikule zindanı, ne Yerebatan sarıcı, ne Ka- rTacaahmed mezarlığı... Fakat ne de olsa gezilecek yerler bitti. Artık büyük parkı her tarafa tercih etmeğe başladım. Çürkü tabi- at güzelliğini zaten severdim. Büyük park ise gerçekten çok lâtif bir sükün ve huzur köşesi idi. Orada, Saraybur- nuna doğru, yukarı tarafta bir ihli- Mur ağacı vardı ki büyük yoldan uzak- ça olduğu için civarı pek tenha idi. İşte bu ihlâmurun altındaki kanepe- Ye oturarak saatlerce vakit geçiriyor- dum. Bir gün bir genç kızın da kanepe- hin öbür ucuna oturduğunu gördüm, Kumral gözlü, lâtif bir kızdı. İptida yabancı yabancı bakıştık. Gün geç- Ülkçe iki tanıdık gibi bakıştık ve niha- yet bir gün: — Siz de benim gibi işsizsiniz gali- ba? dedim. — Evet. Buraya derdimi biraz unut- mak için geliyorum, diye cevap ver- di, Artık ahbap gibi konuşmağa baş- Yadık, Bir aralık sordum: — Buraya geldiğinizi evden bili Yorlar mı? — Evde kimsem yok ki... öldım. | Halbuki benim başımda Hilkat var- dı. Muntazam programı dairesinde, muhtelif saatlerde evde ispatı vücüt etmeli idim. Fakat saatimi de satti- ğım için genç kıza ikide bir saati s0- ruyordum, Eve nasıl muntazam gidiyorsam parktaki ihlamur ağacının altına da muntazaman devam ediyordum, Mev- sim o kadar lâtifti, ihlümur kokuları © kadar ruha nüfuz ediyordu ki bir gün Jalenin saçlarını okşamağa ce- saret edişim hep bu güzelliklerin ka- bahatidir. O gün eve geç kaldım ve Hilkate bir yalan attım. Sonra bu yalanlar sık- Jaştı. Herhalde kendimde bir cesaret bulup ta hakikati Hilkate itiraf ede- miyordum. Fakat birinci ayın sonu geldi, Al- dığım aylığı eve götürmek lâzımdı. Parayı nereden bulmalı? Daha aylık vermediler diye bir kaç gün daha savsaklamak istedim, Hil kat; — Seni aptal buldular, oynatıyor- Jar! Diye bana çıkıştı, Fakat şüphelen- miş galiba ki birgün peşime düş- müş. Bizi parkta ihlümur ağacının altında yakaladı. Bir kızılca kıyamet- tir koptu. Zavallı Jale bir tarafa bü- zülmüş, bizi seyrediyordu. Hilkat epeyce bağırıp çağırdıktan sonra çekildi, gitti. Biz Jale ile yal- nız kaldık. Sanki hiç bir şey olmamış gibi, konuşmamıza devam ediyoruk. Kendimi tutamadım: — Jale, dedim, acaba ben tekrar es- Kisi gibi bir adam olabilecek miyim? — Hay hay. Buna eminim. — Sana bu emniyet nereden geli- yor? — Kalbimden! — Demek beni sahiden seviyorsun. Ben işsiz, parasız, düşkün bir ada- mum. — Bir erkeğe böyle ümidsizlik ya- kışmaz. Arıyan adamın bir iş bula- maması kabil mi? Ben de iş aramağa başlıyacağım. Haydi, cesur ol! “.. Sekiz gün sonra, hakikalen ikimiz de bir tarafta birer iş bulmuştuk. Nikâhımız yapıldığı gün, parka, ıhlamur ağacını ziyarete gittik. Hikâ; İSTANBUL TİCARET ve ZAHİRE BORSASI 22/5/9837 e — a FİATLER CİNSİ Aşağı Yukan Kr. Pa. Kr.Pa, Buğday yumuşak 6 4 —EE Buğday sert 6 5 — Arpa yemlik Mra9 Çavdar “15 —— Kuşyemi 1020 — Tiftik derili 2 Yapak yıkanmış 8— —— Zeytinyağı sabunluk o 48 — — — GELEN ÇA a Buğday 941 Ton Çavdar 30 » Tiftik İİ B. Peynir 294: Pamuk yağı 2 > Pamuk 521» Keten tohümu 3 >» Fasulye M3 Yapak 0 » — ——— ————— —— GİDEN — m Tiftik M1 Ten Yapak LL DIŞ FİATLER Buğday: Liverpel 6,63 K. Buğday: Şikago 5,96 » Buğday: Vinipek 6,20 > 'Aipa: Avara 491 3 Masır: Londra 3,773 Keten T. : Londra 8,08 » Fındık G.: Hamburg 94,16 » Fındık K. : Hamburg 94.16 > Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses - Işık» müessesesinde satı- «Akşam» gazetesine abone olanlara hususi tenzilât yapılır, 23 Mayıs 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 11230 Piâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Konferans: Or- du saylavı Selim Sırı Tarcan (LON- DRA), 20: Müzeyyen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza taralın- dan arabca söylev, 2045: Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları (Saat ayan), 21,15: ORKESTRA: 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün prog- ramı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Kolonya (456) saat 10,00 İsimsiz kahraman - Unger tarafından, Viya- na (506,8) 11,45 La Rosa Parodi - Ca- Jabrini - Mebussy - Bethoven (7. sen- feni) Strasburg (349) 17,30 Charpen- tier - Berlios. Britain - National (1500) 18,15 Purcell - Arenski - Brahms. Frankfurt (251) 20,00 Brahms: Ein deutsehes Regüiene. Londra (342) 21,05 Mozartın eserleri, Dans musikisi Brüksel (484) sast 23,15 - Paris (482) 23,05 - Paris Radio (1648) 23,00 - Strasburg (349) 23,05 - Belgrad (437) 23,15 - Sottens (443) 22, 22,30, 7 Mayıs 937 Pazartesi İstanbul; Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son, Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Sald Salâhaddin Cihanoğlu, Afrika av hatıralar, 20: Sadi ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları, 20,30: Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Safiye ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat âyarı), 21,15: Orkestra, 22,15: Ajans ve borsa haber- i leri ve ertesi günün programı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parça- Tarı, 23: Son. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli; Halâskârgazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tar- labaşında Nihad, Beyoğlu: Kan- zuk, Dairede: Güneş, Galata: Tep- çular caddesinde Sporidis, Kasım- paşa: Müeyyed, Hasköy: Nisim Aseo, Eminönü: Hüsnü Onar, Hey- Deliada: Tomadis, Büyükada;Mer- kez, Fatih: Veznecilerde Üniver. site, Karagümrük: Mehmed Arif, Bakrköy: İstepan, Sarıyer: Asaf, || Tarabya: Yeniköy, Emirgân' Ru- melihisarındaki eczaneler, Ak: ray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Vidi Kadıköy: Pazaryolunda Merkez, Modada Faik İskender, Üsküdar; Ahmediye, Fener: Defterdarde Arif, Beyazıt: Yeni Lâleli, Küçük- pazar: Hikmet Cemil, Samatya: Yedikulede Teofilos, Alemdar; Ali Riza, Şehremini: Ahmed Har- di. Istanbul 22 Mayıs 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât İst, dahif (| 95,—|Jİş. B.Hamiline 9,80 Kuponsux 1933 » Müessis 77,— istikrarı o 95,—İT.C. Merkez Ünitürk 1 19,90,—| Bankası 89,— » NU 19,65,—) Anadoluhis. 23,85 » M 19,60) Telefon 6,25! Mümessil | 44,20) Terkos 10,0! » Ni 40,—)| Çimento 13,60| ». N İttihat değir. 10,75 İş Bankası 980) Şark » 1, Para (Çek flatleri Paris | 176075) Prg o 2264,57 Londra (o 626,—| Berlin 196,42 Nev York 78,94,101 Madrit © 13,73,80 ei a Belgrad. 34,34,50 Cenevre | 345.10 m a Brükul 46,15) Tene 9775 Ameterdam 1,4355) Bükreş — 107,50/75 Solya (| 63,59,75İ Moskova 24,73,50 Yazan: İskender F. Sertelli No. 58 Meşhur moğol generalı çadırında uyurken, bir yılan, liyonun ağzına panzehir akıtmıştı. Generalın gözleri birdenbire açıldı ve Kubilây ile görüşmeğe başladı... — Oğlumu aramağa gittiler, de- di, şimdi bozgunun verdiği üzüntü- den başka bir derdim yok, Sizi bir- leşik ve toplu bir halde gördükçe göğsüm kabarıyor. Kubilâyin önünde and içen zabit- ler: — Moğol ordusu hezimet görme- miştir. bunu tanımaz. Bu bozgunun acısını unutmıyacağız ve Japonlar- dan öç almak için fırsat kollıyaca- Moğol ordusu Pekine dönmeğe ka- rar vermişti. Kubilây orduyu intizama sokmak ve askerin maneviyatını kuvvetlen- dirmek için, Tiho kalesi önünde İlk karargâh kurduğu yere gitmeğe ka- rTax vermişti, Bütün -Kumandanlar da hakanın bu fikrini makul bul muşlardı. Moğol ordusu Tiho kıyılarında ve kale önünde bir ay kadar kalacak, eksiklerini tamamlıyacak, ondan son- ra Pekine dönecekti. Ordunun böyle kısa bir müddet bu- ralarda kalması da asayiş bakımın- dan pek faydasız olmıyacaktı, O ci- vardaki Moğol valileri de Kubilâyı zi- yarete gelecekler, kendisinden tali- mat alacaklardı. Kubilây bu müddet içinde Tiho şehrindeki a'tın ve bakır madenleri hakkında da tetkikat yapacaktı. Yılan şekline girdiği gündenberi ortadan kaybolan büyücü (sahib) in dediği gibi, bütün Japonyayı doyu- ran Tiho madenleri Kubilâyı düşün- dürmeğe başlamıştı. Japon imparatorunun bu kaleyi bu derece sağlam ve yüksek surlarla tahkim etmesinin elbette bir çok se- bepleri vardı. Sınırda en kuvvetli bir sed olarak Tiho kalesini yaptıran Ja- ponlar, yıllardanberi bu kale içindeki altın kuyularını da kazmaktan geri durmamışlardı. ... Sihirbazlar bir araya toplandılar ve Kubilâya: — Oğlunuz hayattadır. Merak et- meyin! Dediler. Sihirbazların tesellisi Ku- bilâya ferahlık vermiş, arayıcılar dört ! koldan dört çevreye yayılmıştı. Bütün nehir boyunca Cin-Kini arı- yorlardı. Bir akşam Kukilâyın çadırı önün- de bir adam boyunda bir yılan gö- ründü.. (Sahib) i tanıyanlar, belki odur diye yılanı öldürmediler. 'Kubilây, insandari kaçmıyan ve gözünü güzüne dikerek dikkatle ba- kan bu yılana sokuldu: (1) "— Değerli generalin Liyoyu zehir- Yiyen sen misin? Diye sordu. Yılan başını kaldırdı. (1) O tarihte Japonyada büyücülük ve sihizbazlık' çok ileri gitmiş, her sen- gin aile bir tabib tutar gibi, sile sihirba- 7) tutmağa başlamıştı. Bu sihirbazlar Ja- pon'inholojhile görd sümen zama 56- tedikleri hayvan şekline girerek, kâh havada uçarlar, kâh suda yüzerlerdi. Yı- lan şekline girdikleri zaman ekseriya bu kılıkla hasımlarını tehdid ve tedhiş ederlerdi. Sihirbazların bu yüzden çok defa telef oldukları da görülürdü. Me- selâ bir sihirbaz, hasmının karşisme yı- lan şeklinde çıkarsk kendisini tehdide kalkışirken, hasmı korkar, biçağin çe- kip yılanı öldürür.. ve birdenbire yerde karlar içinde yatan sihirbazı nırdı. Bu suretle bir çok sihirbazlar sık sık ölüm tehlikesile karşılaşırlardı. Bü- tün sihizbazlar Mikadodan cesaret alır- lardı, Saraya mensup (sibirbazların en büyük devlet adamlar kadar nüfuz ve kuvvetleri vardı. Mabutlarla sihirbazlar- dan başka hiç kimse temas edemez iti- kadı kökleşmişti. Bu inanış Japonyadan Çinlilere de sirayet etmişti. Çinde ilkön- ce bir sihirbazın başını vurduran Cengiz ban olmuştu. Ondan Oktay han iki sihirbazı idam ettirdi. Kubilây han Pekin sarayındaki sihirbazların elinden bütün salâhiyetleri almış ve bir çoklânnı saraydan uzaklaştırmıştı. LES Ağzını açtı. İnce uzün dilini sarkıtarak: Diye cevap verdi. ; Sihirbazlardan biri bu sırada haf kanın yanında duruyordu. — Yılan evet diye cevap verdi, has, kanım! Dedi. Kübilây bu yılandan şüphe-' Jenmişti. Gerçek o güne kadar görülen yılan Jara benzemiyordu bü yılan. Zabitlerin elleri palalarının kabza- ları üstünde duruyordu. Yılan haka»| na saldırâcak olursa hepsi “birden yi- lana hücum edip parçalıyacaklardı. Kubilây; olduğu yerde duran bu ga» Tİb yılana tekrar sordu: — Oğlum Cin-Kinin nerede oldu- gunu biliyor musun? Yılan birdenbire yere yattı.. ve ba- şinı Tiho nehrinin batı tarafına uzat- tı.. bir müddet böylece hareketsiz durdu. sonra tekrar şahlanarak: — © — Tısssğ.., Diye dilini çıkardı. Sihirbaz sevinçle ilâve etti: bi — Bu yılan, (Sahib) den başka bi- ri değildir. Cin-Kinin nehirden batı- ya doğru gittiğini başile anlattı. Bir kere de o cihette araştırma yapmanız gerek! Zabitler, ve, kumandanlar (Sahib) hakkında münakaşaya İuluşmuşlar- dı. Bu sırada yılan birdenbire orta dan kayboldu. i Acaba bu yılan, general Liyoyu ze“ hirliyen yılan mıydı? Herkes birden telâşa düşmüştü., Sağı solu araştırdılar. Yılan meydanda yoktu.. sanki yer yarılmış ta birdenbire yerin dibine geçmişti. Zabitler: : — Bu, hiç şüphe yok ki (Sahib) dir...) Bize Cin-Kinin nerede olduğu- nu söylemeğe gelmiş. Haydi gidelim nehrin batısına doğru. Diyerek koşuşmağa başladılar. ... Kubilâyın oğlu aranırken, general Liyo diriliyor mu? Kubilây? — Bir yılanın başını batıya çevir- — Eğer onu filler parçalasaydı, 08 sedini bulmak kabildi, Halbuki, harp meydanına ertesi gün gönderdiğimiz gözcüler bütün cesetleri gözden geçir« mişler.. Cin-Kini bulamamışlar. Diye cevap veriyorlardı. Bu sefer, tihonun batı kıyılarında Cin-Kini aramağa gidenlerin me de Moğol zabitleriydi. Zabitler Cin-Kini a 'Kubilây Tiho kâlesi önünde konak- layınca, İlk işi general Liyoyu görmek olmuştu. Garibdir ki, general Liyo bir gün önce birdenbire iyileşerek ayağa kalk- maştı, Liyoya bakanlar: «Sahib sizi affet- ti! Başka türlü iyileşmenize imkân yoktu! diyorlardı. Gerçek, o akşam Liyo yatarken bir- denbire göğsünde bir ağırlık duyarak gözlerini 'açmış, fakat bir şey göre“ memişti. O anda göğsündeki ağırlıla ta kaybolmuştu. Tiyo uyandığı zaman ağzında bir ekşilik duydu.. tükürüğünü güçlükle yutarak yerinden fırladı. başı ucun“ da uyuklıyan nöbetçiye: — Burâya kimse girdi mi? 'Diye sordu. Nöbetçi şaşırd. — Hayır, dedi, hiç kimse girmedi. — Belki görmemişsindir! — Kabil değil. Ben duymasam: bile, Çadırın kapısında dolaşan bir başka nöbetçi daha var.. onun görmemesi. ne inikân var 7m? — Ağan içi gittikçe aciyor. bir ilç içmiş gibiyim, Çekle, yağ