20 Mayıs 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

20 Mayıs 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

in, — Köy buradan iki saat sürer, da- ha çabuk gitmenin yolu yok mu? — Var, atlayınız!.. Yok mu? Öyle içmişti ki, kendini kaybetti, yere düştü. Doktoru çağırttılar. Dok- tor hemen bir banyo doldurdu... Sar- hoş banyoyu görünce ayılır gibi oldu: — Vay canına, dı lusu su varda, bir yok mu be?.. i Palavracılar Üç doktor oturmuş konuşuyorlar, rı tedaviden bahsediyorlardı. bir banyo do- lerde Bostancıyı ame- — Bu bir şey mi?. Ben Karagözün gözlerini iyi ettim. Üçüncüsü güldü; — Bu sizin yaptıklarınız ehemmi- ben Çanakkale boğazının ba- demeiklerini aldım!.. Bozukluk Balo kalebeliktı, şık bayan otura- Cak bir yer arıyordu. Simokinli bir emle verdi. Bayan olurdu, ür etti, sonra çantasını araş- 1, altı kuruş çıkarıp baya uzattı. Bay iğildi: — Aftedersi balonun sahil Bayan omuz — Kim olursan ol, başka bozüklu- Zum yok!.. iz ben garson değilim, Başka Sofrada doktor, bol bol yumurtalı ispanağı tabağına doldurdu. Karşısmdz oturan bir hastası: — Doktor, dedi, bâna ispanak ye- mememi söylemiştiniz, kendinizde de bende olan hastalık olduğunu ilâve etmiştiniz, halbuki siz ispanak yiyor- Sunuz.. — Ne yapayım, benim doktorum bana yasak etmedi.. Inecek Bay, apartımanın ilk basamağında durdu, soluk aldı, Kapıcı sordu: — Yoruldunuz?.. Yukarı mi çıka- Caktınız? — Evet, bizim hasta arkadaşı yok- yacaktım. — Öyleyse zahmet edip çıkmayı- hiz, neredeyse onu indirecekler!. gezi & d. | (il 7 — Eğer içkiyi bırakırsanız hastalı- geçer. — Ameliyatla geçirmenin imkânı Yok mu doktor?, i kadehçik rakı Doktor bir gece abbaplarından bi- rine davet edildi. Ziyafet vardı. Sof- ya oturdular. Doktorun yanında, © gece takdim ettikleri şişman ve obur bir bây oturuyordu. Sofra başında ah- bap oldular, Yemeğin sonlarına doğ-. ru, doklor yeni ahbabının yüzüne dikkatli dikkatli baktı: — Azizim, dedi, sofradan kalkar kalkmaz doğru evinize gidiniz, bana itimad ediniz, derhal yatınız, kan al dırınız; perhiz ediniz. — Neden?.. Hasta değilim. — Bana itimad ediniz, ben teşhi- simde aldanmam. Hemen evinize gi- diniz, yatınız, kan aldırınız... Yarın sabah ben gelirim. Adamcağız doktorun bu kati tav- siyesi üzerine hemen kalktı, eve git- ti, yattı, kan aldırdı. Ertesi sabah doktor geldi: — Nasılsınız? İç Anadolu köylerinden birinde ge- çen hafta mühim bir hâdise oldu: Köylülerden biri çıldırmıştı. Hemen muhtara haber verdiler, adamı yaka- Jattılar ve komşu şehirden bir dok- tor çağırttılar. Köyün muhtarı doklora biraz son- ra şu mektubu gönderdi: «Köylülerden Ahmed oğlu Ahme- ZE — Her zamanki gibi anahtar deli- Zinden girecektim, anahtarı kilidin üstünde bırakmışlar". ŞA Şakacının biri, gece yarısından çok sonra nöbetçi eczanenin zilini çaldı. Telâşla içeri girdi: — Bana beş kuruşluk vazelin veri- niz! deği, Boş yere uyandırılan eczacı homur- danmağa, söylenmeğe, bir taraftan *Pot Doktorlar arasında — Sen hiç pot kırmadın mı? — Bir.kere kırdım. — Ne yaptın? — Çok zengin bir hastayı iki günde iyi ettim. ... — Sorma başıma geleni, benim gar hire tüccarmda umduğum çıkmadı, — Apandisit yok muymuş? — Hayır, parasi yokmuş! TEŞHİS ağrıyor ama iyiyim, — Âlâ... Ancak biraz daha kan al- dırınız. — Neden doktor?.. Bari korkunu- zun sebebini söyleyiniz. — Merak etmeyin, kan aldırın, ak- şama ben gene gelirim. Akşam doktor geldi, odaya girince kaşlarını çattı: — Biraz daha kan aldırmanız lâ- zam, — Yok, artık imkân yok aldırmam, Neden kan aldırmamı istiyorsunuz, bunu söyleyin. Doktor bir ayna aldı, hastasının yüzüne tuttu: — Bakınız! dedi. — Ne var? — Daha ne olacak, ağzınız çarpıl- muş, bu felç başlangıcıdır. — Bunun için mi beni yatırdınız... İlâhi doktor, evvelâ söyleseydiniz ya, — Kan aldırdığım için biraz başım İ ben anadan doğma çarpık ağızlıyım!. RAPOR din deli olduğunu haber verdiler. Kendisini yakalattım, köy konağına getirttim, Adını, anasının, babasının adını, kaç yaşında olduğunu sor- dum. Hepsine cevap verdi, sonra ağız dolusu külür elti. Hepimizin sersem, budala, enayi olduğumuzu söyledi. Bunun üzerine aklı başında olduğu- nu anladık. Gelmenize hacet kalma- dı» Hastanede Doktor 1 numaralı yatağın önünde hayretle durdu. Hastanın karnı küp gibi şişmişti: — Buna ne oldu?.. Dün bir şeysi yoktu, neden şişti bu adamın karnı acaba?.. Öbür yataktaki hasta dedi ki: — 2 numaralı hastaya lavman yapsınlar dedinizdi ya.. — Evet ama, bunun ne münasebe- ti var? Kaynana Bayan doktor hastanın gelinine: — Kardeşim dedi, sana haber ve- reyim, kaynananın hastalığı ağırdır... — Kuzum kardeşim, kendi kay- nananmış gibi tedavi eti. KA da kavanozdan vazelin koymağa baş- Jadı. Bizim şakacı; — Yooo, dedi. Mademki bu kadar homurdanıyorsun, vazelinin senin olsun, gidip başka bir eczaneden alı- rım! Ve çıkıp gitti Ingiliz karakteri İngilizler için serin kanlı derler. Bundan kastedilen mâna bu millet efradının heyeöan verici vakalar kar- şısında itidelini kaybetmeyişidir. Ne memnuniyetleri ne de kederleri yüz- lerinden belli değildir. Bir İngiliz acı- ya katlanmasını bilir, yani acıyı haz- meder. İngiliz sabırlıdır, başladığı işi mutlak bitirmek ister. Azim ve s& bat sahibidir. Bir İngiliz çocuğu da- ha pek küçük yaşta kendi işini ken- di görmeğe alışır. (Self gouvernement) İngilizlerin bariz karakteridir. İngilizlere dair pek çok şey oku- dum, pek çok şey dinledim, Londrs- da bulunduğum sırada pek çok şey- lere de şahid oldum. Bunlardan bazı- larını karlicrime anlalırsam İngiliz karakteri hakkında kendilerine daha esaslı malümat vermiş olurum sânı- rım: 1901 yılında kraliçe Viktoryadan sonra kral (Edvard) tahta çıkarken usulen vermesi lâzimgelen mutku tertibe memur olan nazır O sırada başvekil olan (Lord Salisburi) ye; #Kralın nutkuna ne gibi şeyleri kay- dedeyim?» demiş. (Satisburi) de şu cevabı vermiş: «Ondan kolay ne var. Annesinin 1837 de tahta çıkarken söylediği mut- kun kopyesini çıkarınız.» olur biter derni; : biraz mütehayyır; «fakat efendim ahval ve vaziyet şimdi değiş- miştir, belki bazı cümleleri çıkarmak yerine başkalarını ilâve etmek lâ zımgelecek?> — Hayır, hayır! Hiç değiştirmeden olduğu gibi alabilirsiniz, çünkü ya- pılması icab eden her şey vaktile dü- şünülmüş ve ne lâzımsa söylenmiştir. Ecdadın yaptıklarını aynen kopye etmek kâfidi-. demiş. Meşhur Fransız edibi (Andrös Ma- urois) İngilizler hakkında verdiği bir konferansta şu vakayı nakleder: «Bir gün (British Museum) un kütüpha- nesinde çalışıyordum. Salonun orta- sındaki rotondda duran kütüphane memurlarından birinin yanına bir ih- tiyar kadın yaklaşarak: — Affedersiniz sizden bir şey Sor- mak istiyorum. Ben şimdiye kadar kütüphaneden okumak üzere evime sldığım kitaplar için imzaladığım fişlere kendi imzamı atiyordum. Bir haftadanberi her gece rüyada amiral (Nelson) u görüyorum ve evvelisi ak- şam rüyada amiral bana evlenmeyi teklif etti. Berde muvafakat ettim. Şimden sonra alacağım kitaplar için imgalıyacağım makbuza kendi adı- mı'raı yazayım? Yoksa (Ledy Nelson) diye mi imza atayım? Memur hiç istifini bozmadan: — Madam! Mademki bu izdivaç sirf manevi bir şeydir, gene kendi adınızı yazmakta devam o edebilirsi- DİZ, (Maurols) bu vakayı anlattıktan solira sözüne şöyle devam ediyor: Şimdi böyle bir hâdise Fransada olsaydı. O kadın ya bir alay mevzuu teşkil eder, veya kütüphane memuru polise burada bir deli var diye telefon ederdi. Herhalde kadını yaptığı gibi kemali ciddiyetle dinle- mezdi, İngilizler bir adamın kasten yalan söyliyeceğine ihtimal vermezler. Onun içindir ki bir yabancı İngiltere topra- ğına ayak basınca gümrük memurla” rı kendisine gümrük resmine tâbi üzerinizde bir şey var mı? diye sorar- lar. Yok! derseniz valizinizi açmıya lüzum görmezler. Şimal memleketle- rinin hemen hepsinde bu böyledir. Yolcunun sözüne inanırlar ve namMus- Ju bir adamın yalan söylemesine ihti- birinin bürosuna bir ticaret gemisi nin sahibi nefes nefese perişan bir halde gelir. Direktörün odasına girer ve yana yakıla: — Bundan bir hafta evvel yepyeni bir gemi satın aldım, dün sabah pa- Taşını bankaya teslim ettim, ertesi gün pazar olduğundan gemimi gelip sigorta ettiremedim. Dün sefere çi- kan gemi bir kazaya uğrayıp battı, Ben de mahvoldum, der, Yazan; Selim Sırrı Tarcan Direktör biraz düşünür sonra tüo- cara sorar; . — Eğer pazar olmasaydı geminizi sigorta ettirmeğe karar verdiğinize namusunuz üzerine yemin eder misi- niz? Tüccar tereddüt etmeden yemin eder. Bunun üzerine direktör; — Pek âlâ öyle ise ziyanınızın yarısını kumpanya tazmin etmeği Üzerine alır, der. İngilizlerin bariz karakteri verdiği Sözü tutmaktır. Bir kitapta şöyle bir şey okudum: Londranın (George Graham) adın- da meşhur bir saatçisi varmış. Bir gün bir müşteri kendisinden bir saat #âtın alırken, doğru İsliyeceğine geri kalmıyacağına inanabilir miyim? de- miş. Graham da: «Yedi sene kullanı- nız, bu müddet zarfında beş dakika geri kahrsa bana getirin ve paranızı geri alınız!» demiş. Müşteri saati alıp Hindistana git- miş ve yedi yıl sonunda Londraya dönmüş, Grahamı bulmuş ve kendisi- ne: — Yedi yıl evvel sizden bu saati al- dım ve şayet bu müddet zarfında beş dakika geri kalırsa geri alırım dedi- niz. Halbuki saatiniz altı dakika geri kaldı. demiş. Graham: «Evet böyle bir söz verdi- gimi hatırlıyorum. Bırakınız saat bende bir kaç gün kalsın» demiş. Müş- teri tekrar geldiği zaman: — Evet hskkınız var, İşte paranızı geri veriyorum, diyince müşteri: «Ben Graham da «pek âlâ! İşte paranız! Benim için de sözünde durmek bir namus borcudur.» demiş ve saati geri

Bu sayıdan diğer sayfalar: