e e KA in ii “ m a e —— 3 —— 20 Mayıs 1937 AKŞAM Sahife 11 Her mahallenin bir eğlencesi vardır. Bizim mahallenin de en büyük eğlen- cesi Fethi ile karısı Şekibenin yaşayış- ları idi. Hele ben tam karşılarında 0- turduğum ve onların da bütün günü. | odamın önündeki bahçede geçtiği için | hiç canım sıkılmıyordu. Fethi ile Şe- | kibeyi sinema gibi, tiyatro gibi, dram gibi, komedi gibi seyredip oduruyor- dum. Geçenlerde bir sabah, Fethi traş olmuş, giyinmiş, işe gidecek. karı ko- ca, odamın önündeki bahçeye iskem- leleri atmışlar, kahve içiyorlar,.. Şekibe — Kocacığım, dedi, akşama gelir- ken kiraz al e mi?. Fakat gayet İyi kiraz olsun... Bilirsin ya, kiraz yeni çıkınca pek tatlı değildir. Sen ararsan Balıkpazarında, yahud meraklı ma- navlarda iyi kiraz bulabilirsin. Fethi — Peki karıcığım.. dedi. Evden çıktı. Akşam üstü adamcağız yorgun argın geldi. Hizmetçi bahçe- ye küçük bir masa kurmuştu. Şekibe masanın yanında oturuyor- du. Fethi elindeki kese kâğıdını uzs- tarak; — Aman. dedi, iyi kiraz bulmak için dolaşmadığım manav kalmadı. yorgunluktan geberdim amma kira- zın da nefisini buldum. — Teşekkür ederim kocacığım. Kiraz yıkandı. Sofraya kondu... Tuzlular, ekşiler, sağyağlılar, zey- tinyağlılar yenildikter. sonra sıra ki- raza geldi. Şekibe gülerek tabaktan beş tane kiraz aldı. Kocasına uzattı — Çek bakalım.. kimi çekeceksin? Fethinin şaşkınlığı daha uzaktan belli oluyordu. — Karıcığım.. bunda şüphe var mı ki?. Tabii seni çekeceğim... Böyle ki- razlarla bunu tecrübeye kalkmak lü- zumsuz.. vaz geç... Şekibe kaşları çalık israr etti: — Çek sen bakalım... Bakalım gön- Tünde kim var?... — Tabii sen varsın yavrucuğum... Böyle kirazlarla bunu tecrübeye ne hacet?, — Sana çek diyorum. — Peki karıcığım. Fethi dehşet içinde, biraz sonra ba- şına gelecek akibeti anlamış gibi ki- razlara uzandı. Lâkin Şekibenin elin- deki beş kırmızı kiraz sanki beş ateş parçası imiş, parmaklarını cayır cayır yakacakmış gibi müthiş bir korkunun içinde tereddüd ediyordu. Fakat Şekibenin gözleri hiddetle yu- varlak yuvarlak açılmıştı: — Vay utanmaz vay.. dedi.. demek beş tane kadın dalaveren var ki, s2- na uzatılan beş kiraza elini götür- mekte hiç bir mahzur görmüyorsun.. Fethi büsbütün şaşırdı... Kirazla- rın üstünde dolaşan parmaklarını da- ba büyük bir tereddüdle oradan ora- ya götürmeğe başladı. Şekibe: — Demek tereddüd ediyorsun ha.. halbuki karısını seven bir adam onu bir kadın ordusu içinde hemen çekip alır... Fethi: — Yooo.. dedi, niçin tereddüd ede- cekmişim.. işte seni alıyorum.. Diyerek en büyük tehlikelere atıl- mak kararını vermiş bir adam tavrile kirazlardan birini çekti, Vay sen misini bunu çeken?.. Şeki- benin ağzından keskin bir; — Vay.. çıktı. Haticeyi aldın ha.. be- ni bırakıp Haticeyi çektin ha.. Şekibe şöyle komşulara bir göz gez- dirdi, etraftan kimsenin kendilerine bakıp bakmadığını tedkik etti. Kimse- yi görememiş olmalı ki, hemen ma- sanın altındaki küçücük yılan derisi Iskarpinin burnu ile kocasının dizle- rine müthiş bir tekme indi, Fethi: — Of!.. diye sıçradı. Şekibe hâlâ: N — Beni bırakıp Hafceyi çekersin ha.. Haticeyi alırsın ha.. ben zaten Aranızda birşeyler geçtiğine emindim... Hem sen kirazı bile bile aldın... Hati- cenin sarışın olduğunu biliyorsun.. ben de onun için bu sari kirazı Hati- ©e yapmıştım. Sen bile bile sarı kira» &, Haticeyi aldın. — Vallahi değil karıcığım.. ben ya- nındaki, kirazı, seni alacaktım. elim ona kaçtı. — Kaçar ya.. tabil kaçar... * ** Şekibe gene şöyle gözlerini etrafa bir gezdirdi. Kimsenin kendilerine bak- i KIRAZLAR madığını anlayınca minimini ellerle kocasının sağ yanağına bir şamar ya- Pıştırdı. Ve elinde kalan dört kirazı adamcağızın burnuna doğru uzattı. — Şimdi çek bakalım... B cı olarak alacaksın, görelim Zavallı Fethi bir elile yan: turarak: — Karıcığım.. #şk, sevgi böyle mâ- nasız şeylerle anisşılır mı? diye itiraz edecek oldu. Fakat Şekibe kati bir emirle onun sözünü ağzında bıraktı — Sana çek diyorum. bu aksam bütün dalaverelerini meydana çıkara” cağım... Fethi gene Perişan bir halde kiraz- lara uzandı. Gene uzun bir tereddüd.. o tereddüd ettikçe Şekibenin gözleri hiddetten dönüyordu. Nihayet Fethi- nin eli bir kirazın üstünde durdu, çek- meden evvel karısının gözlerinin içi- ne baktı. Acaba bu kiraz Şekibe mi?. Lâkin Şekibe kocasına bir ip ucu ver- memek, birşey belli etmemek için ba- çını öteki tarafa çevirdi. Fethi kirazı çekti. Şekibe: — Vay, dedi, o etli kocaman kirazı çektin ha... Zaten ben senin o İri yarı, şişman karı ile, Feride ile aranda ge- çenleri anlamıştım.. seni rezli seni.. Masanın altındaki yılan derisi is- | karpinin bumu gene müthiş bir tarz- da zavallı Fethinin dizine indi, Sura- tında bir tokat şakladı. Nihayet sıra üçüncü kiraza geldi. Fet- hi zorla bunu da çekti. Üçüncü kiraz da Nadide imiş.. gene bir tokat ve bir tekme.. Dördüncü kiraz Zeynep çıktı. bir tokat iki tekme.. çünkü Zeynep çok güzel kadındı: Fethi can havlile: — Ben daha başlarken bunu çeke- cektim.. Diye Şekibenin elinde kalan son ki- Tazı, beşinci kiram oldı.. Lâkin bu sefer Şekibe yerinden fır- ladı: — Ayşeyi aldın ha.. hem onu fik de fa alacaktın öyle mi?, İ Diye Fethinin saçlarına yapıştı. zavallı Fethinin başında kalan zaten topu topu ancak 40-45 tel olarak tah- min edilen saçlarını tutunca kopardı. İki tokat daha... Fethi bitkin bir halde; — Peki.. dedi, karıcığım amma beş | kiraz içinde sen hangisi idin?. Biri sa- | rı kirez Hatice, şişman etli kiraz Fe- | ride, üçüncüsü Nadide, dördüncüsü | Zeynep, beşincisi Ayşe.. ya sen i si idin. Şekibe kızgın: — Orası senin üstüne vazife değil. dedi, ben bütün bildiklerim için birer kiraz koymuşum, kendimi unutmu- şum.. — Peki amma karıcığım.. o halde ben seni nasıl çekerdim?.. — Beş kiraza bakardın. «bunla- rın arasında sen yoksun... Ben bun- ları çekemem» diyebilirdin.. Ertesi sabah gene onları bahçede gördüm.. her ne hikmetse bir gece içinde gene canciğer olmuşlardı. bah- cede sabah kahvelerini içerlerken Şe- kibe; — Kuzum kocacığım... dedi, akşa- ma kiraz al amma iyisi olsun. Fethi: | — Peki karıcığım.. dedi, evden çık- tı. (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Kurtuluş caddesinde Nec- det, Taksim: Nizameddin, Beyoğ- Tu: Kanzuk, Yenişehirde Baronak-- yan, Bostanbaşında İtimad, Gala- ta: İsmet, Kasımpaşa: Vasıf, Has- köy: Halıcıoğlunda Barbut, Emin- önü: Agop Minasyan, Heybeliada: Tomadis, Büyükada: Merkez, Fa- th: Saraçhanede İbrahim Halil Karagümrük: Gündoğdu Ali Ke- mal, Bakırköy: İstepan, Sarıyer; Asaf, Aksaray: Cerrahpaşada Şe- ref, Beşiktaş: Vidin, Kadıköy: Sö- güdlüçeşmede Hulüsi Osman, İs- kele caddesinde Saadet, Üsküdar, Merkez, Fener: Balalla Hüsamed- din, Beyazıd: Asadoryan, Küçük- pazar: Necati, Samatya: Yedikule- da Teofilos, Alemdar: Cağaloğlun- 20 Mayıs 937 Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 18,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Spor müsahabeleri Eş- ref Şefik tarafından. 20 Sadi ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları. 20,30 Ömer Rıza tara- fından Arabca söylev. 20,45 Safiye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi we Halk şarkıları (Saat Ayarı). 21,15 Orkestra. 22,15 Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı. 22,30 Plâkla sololar, opera ve operst parça- ları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamkı en müntahap programı Milâno (368) saat 22,15 (Stradiva- ri) festivali. Strasburg (349) 22,15 «Küçük kuzuler> operet, Kalimalerg (1250) 21 Konser. Bordo (278) 21,30 | Kuşlara İthaf olunmuş konser, Lük- semburg (1203) 22,55 Mozart festiva- *1i. Viyana (507) 23,20 Senfonik kon- #er. Lüksemburg (1293) 22,20 Viyo- lonsel konseri, Paris P. P. (313) 23,10 Keman ve Viyolonsel, Berlin (356) 21,10 Balo gecesi. Peşte (549) 0,20 Tzigan orkestrası, Dans musikisi Lüksemburg (1293) saat 23,50 - Marsilya (400) 24 - Londra (kısa dal- | ga) 14 - 18,30 - 23,40, 21 Mayıs 937 Cuma İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk musikisi, 1250 Havadis, 18,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son, Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Sanatkâr Naşidin iştira- kile Şehir tyatrosu komedi kısmı ta- rafından bir temsil, 20 Türk musiki heyeti, 20,30 Ömer Riza tarafından Arapça söylev, 20,45 Vedia Riza ve ar- kadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (saat ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 22.30 Plâkla sololar, opera ve operet parça- ları, 23 Son BORSA Istanbul 19 Mayıs 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât AKŞAM Abone Ücretleri NR SENELİK 1400 kuruş 2100 kuruş GAYLIK o(750 » 1450 >» SAYLIK 400 > 800 > LAYLIK Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır Rebiulevvel 9 — Ruzu Hızır 15 & İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatı 707 914 446 BA 1280 153 Va 201 498120 1608 1924 Şİ? İdarehane: Babili civan Acımusluk So. 150 » — >» da Abdülkadir, Şehremini: Topka- pıda Nazım, . No, 18 İst. dahit O 95,—Jş. B. Hamiline 9,80 Kuponsuz 1933 » Müessis 77,— iatikrarı o 95,—İT.C. Merkez Ünitürk | O 20,15) Bankası 89,— » N 19,90) Anadoluhin. 23,80 » M 19,80) Telefon 6,25 Mümessil 1 44,20) Terkos 10,50 » NM 40—)İ Çimento (o 13,95 » N İttihat değir. 10,50 İş Bankası 9,80) Şark > 1 Para (Çek fintleri Paris 17,75,75) Prag 22,75,25) Londra 623,—| Berlin 197,43 Mi AL Madrit 13,764) no 07, e Atina © 6772,— bii imi Cenevre — 347,30 pi Brüksel (| 470,84) Pongo (o 399,68 Amsterdam 1,44,25| Bükreş ( 108,02,50 Solya © 64,20,50| Moskova 24,61,50 Akbuğ o güne kadar hiç bir savaş- ta mağlüb olmamış, Sırtı yere gölmö- miş bir kumandandı.. o ayni zaman- da hiç yenilmemiş bir. pehliyandı. Pazuları çok kuvvetliydi. Akbuğun bir kusuru vardı? Cin-Kini çekemezdi. Akbuğla Cin-Kinin “araları daimi açıktı. Bu harpie bir tesadüf eseri olarak ikisi de piştar kolunu idare İ ediyordu. Biri nehrin sağ, diğeri sol cena- hından ilerilemekte idiler, Düşmanın toplu bir hâlde hareket- siz durduğu vadiye yaklaşmışlardı. Nehir boyunda iki kumandan kars şıdan karşıya konuştular: — Düşmanın neden hâreketsiz dur duğunu biliyor musun? — Sen biliyorsan söyle!. — Madem ki, bilmiyorsun. söyle mek istemem. — Neden?... — Çünkü bunu keşfeden benim. Sa» na söylersem, kazanacağım zafer şe refinden sana da pay vermiş olurum, Cin-Kin fena halde hiddetlendi. — İstemem. Birşey söyleme! Ben onları harekete getirmenin yolunu bü- lurum, Diye bağırdı... Atını sürdü, ve maiyetindeki akın- Clara yüksek sesle şu emri verdi: — Akbuğun fırkasından önce ve diye hücum edeceğiz. Atlarınızı sürü- nüz ve yaylarınızı geriniz!. Okçular yaylarını gerdiler.. Gözcüler ileriledi.. arkadan da be yaz atlılar dizginlerini çekerek, yıldı- rım gibi nehir boyundan uçmağa başladılar. Uçmağa başladılar, diyorum. çün- kü Moğol atlıları, atlarını koşturacak meydan buldukları zaman, marti gibi uçarcasına giderlerdi. Atlarının ka- rınları çok defa yere değerek çatladı- gı görülmüştü. Bereket versin ki, ne- hir boyu taşlık değildi.. ince sarı top- Takla örtülmüştü.. ve yollar dümdüz- dü. Karşı yakadan, Cin-Kinin hücuma başladığını gören Akbuğ'da, rakibin- den geri kalmamak için, maiyetindeki akıncılara derhal hücum emrini ver- mişti. Şimdi nehrin iki boyunca at koştu- ran Moğol akıncılarının boğuk bir inilti halinde yükselen sesleri işitili- yordu. Bu sahneyi uzaktan seyretmek in- sana ne kadar zevk ve heyecan veriyor, kahramanlık damarlarını ne kadar kamçılıyordu. Kubllây geri ordunun başında meş- hur iri beyaz atına binmişli.. uzaktan oğlunun atını sürdüğünü görünce if- tiharla göğsü kabardı. Cin-Kinin arkasından on bin altı koşuyordu. Kubilây karşı yakada giden Akbu- ğun da birdenbire harekete geçtiğini görünce, bu iki hücumun vereceği müsbet neticeyi düşünerek seviniyor- du. Bu, biribirinden kuvvetli iki akın- cı kumandanın atlıları önünde han- gi kuvvet durabilirdi?. Fakat, evdeki hesap her zaman çar- gıya uyar mı?. Vadide toplu ve hareketsiz bir halde duran Japonlar arasında birdenbire bir kaynaşma görüldü.. Moğollar üzerine müthiş bir fil hü- cumu başlamıştır Japonların bu vadide neden toplu ve hareketsiz br halde durdukları an- Jaşılmıştı. Bütün meydanı kaplıyan filler, her iki taraftan da Moğolları tersyüzüne püskürtüyorlardı. Moğollar filden çok korkarlardı.. Pekinde hakanın tahtırevanını çe- ken füler bile sokakta halkı dehşet ve heyecan içinde bırakırdı, Japonların Moğol ordusu üzerine sevkettiği fillerin sayısı elliden fazla ld. Tersyüzüne dönenlerin başında Cin- KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 55 Kubilây beyaz atına bindi: "Mogol akın- cılarına durmak yaraşmaz, dedi, Cengia han bu devleti at üstünde kurmuştur. Japonları yenmeden dönmiyeceğiz..!, Kin de vardı. Kubilâyın oğlu filden 9 kadar çok korkardı ki.. bir gün ba- basının tahtırevanına sokulduğu za man fillerden birinin hortumu ken» disini az Kaldı havaya kaldıracaktı. bu sırada bir Moğol atlısı Cin-Kinin imdadına yetişmemiş olsaydı, zavallı delikanlı gökyüzünde kısa bir yolcu- - Tuk yaparak, tepesiüstü yere düşecek ti. Filler, hortumurla taktığı kimsele- Ti on, on beş metre ileriye savuruyor» du. Cin-Kin bunu hatırlıyarak, atin geriye çevirmiş.. ve onu gören atlılar da Cin-Kini takip etmişlerdi. ' Beri sahilden koşan Akbuğ'da ayni vaziyette bulunuyordu. Şimdi her iki sahilden de geriye dönen Moğol yıldırım süratile Kubilâyın karargâ- hına doğru koşuyorlardı. Kubilây han bu vaziyet karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. — Filer geliyor.. imdad.. Diye bağrışan gözcüler ve onları ta- kip eden kıratlılar fillerden o kadar yılmışlardı ki.. bu tehlike karşısında Kubilây bile karargâhını Tiho nehri sahilinden dağ yamaçlarına çekmeğe mecbur olmuştu. Cin-Kin: — Pelâket.. felâket. < Diye bağırıyordu. Akbuğ'da fırkasmı geri çekmişti: | — Askerim fillerden korktuğu için, Derilemek imkânı yoktur. Diyordu. X Şimdi bütün kuvvetler hakandan emir bekliyordu. Filler hortumlarını sallıyarak nehir sahiline kadar geldi- ler.. ve korkunç seslerile bağrışmağa başladılar. Yüksekten aşağıya doğru birdenbi- Te bir ok yağmuru yağmağa başisdı. Fillerin hücumundan sonra. Kubilây bütün ordusunu Tiho kı- yılarından dağ yamaçlarına çekmişti. Japonlar fillerini tekrar eski va: götürerek orada ordugâh kurdular, Bu vaziyet karşısında ileriye git- mek imkânı kalmamıştı, Askerin ma- neviyatı da bozulmuş gibiydi. Moğol sabitleri: — Bu uğursuz ülkeye ne diye gel- dik?!... Koca Çin diyarı bize yetmiyor. mu?, Diye söylenmeğe başlamışlardı. Cin-Kin ve Akbuğ ikinci bir hücum emri bekliyorlardı. Fakat, Kubilây teliy bütün perişan olacaktı. Kubilây bu ihtimali düşünerek, ordusunu ormâs na doğru çekti. Burada toplanan kumandanlar ile- riye gitmenin, daha büyük bir bozgu- na uğramaktan başka bir netice ver- miyeceğini söylüyorlardı. ' Akbuğ ile Cin-Kin tekrar taarruz fikrini ileri sürdüler. Akbuğ dedi ki: — Bir sürü filden kaçıp gidersek, yarın Japon tarihleri bizim için (hay. yanlardan korkup kaçtılar!) diyecek- ler. Müverrihler, gelecek nesiller için yüz karası olacak bu hâdiseden bah- sederken: (Meğer Moğollar, deniz üs- tündeki köpüğe benziyorlarmış!) de- mekte kendilerini haklı bulacaklar, Eğer taarruz eder de harbe tutuşur- sak, mağlüp olsak bile, şerefimizle dö- üşür, döner gideriz. i Cin-Kin'de ortaya atıldı: — Yoldaşlarım! diye bağırdı.. bize kaçmak yaraşır mı? Hem kimden kaç- tığımızı bir kere düşününüz! Bir avuç hayvandan koskoca bir Moğol ordusu korkup kaçar mı?, İnsan bunu düşündükçe tüyleri ür- periyor.. ve yüzü kızarıyor. Elli bin ki- şilik bir orduyuz. bir avuç filin hor- tumundan kaçmak ne demektir?. Ya- rın çocuklarımız bunu duyarsa: «Ba- balarımız ne kadar korkak, becerik» siz insanlarmış!» demezler mi?, Zabitlerden biri Cin-Kin'in sözünü kesti ve yüksek sesle haykırdı: (Arkası var),