26 Nisan 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

26 Nisan 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

fi akşam bir hikâye Şakir Ferdi gazet okudu: «Bir edeki küçük ilânı | yi olması şarttır. Alınacak hoca; sek bir ücret verilecektir.» | Şakir Ferdi şiir yazardı. Hususi | dersler verirdi. Onun için bu ilândaki adresi not etti. O günü gazetedeki ad- rese gitti, Kendisini Herman adında bir Alman karşıladı, Herman baba- can bir adamdı. Büyük muharebeden çok önce İstanbula gelmiş, harpte 'Türk ordusunda çalışmış, mütareke- den sonra gene Türkiyede kalmış, bu- rada iş yapmıştı. Zengin bir firmanın mümessili idi. Çok para yapmıştı. Herman son derece şarklılaşmıştı. Ala- turka musikiye bayılırdı. En çok sev- diği yemek zeytinyağlı patlıcan dol- ması, en sevdiği içki rakı idi. «Ciharı dü, pencü se diye tavla oynardı. Kı- mı Emma Berlinde okumuş, İstanbula yeni gelmişti. Vakıl buradan gitme- den evvel genç kız biraz türkçe öğren- mişti, öğrenmişti amma Herman ken- di tabirile onun bülbül gibi türkçe ko- nuşmasını istiyordu. Gazeteye de ilâ- nı bunun için vermişti. Herman, Şakir Ferdiyi çok beğen- di. Bir aralık: — Vay siz şairsiniz ha... Durun durun hatırladım... Bir kitabınız eli- me geçmişti... İsmi de «Martilersdi değil mi?.. — Evet.. Anlaştılar. Şakir Ferdi haftada üç kere matımazel Emma'ya türkçe der. si verecekti. Herman, Şakir Ferdiyi o günü eve götürüp Emma'ya takdim etti. Emma uzun boylu, cildi güneşten pembe bir esmerlik almış, kocaman yeşli gözlü, minimini ağızlı, sinema artistlerine benziyen bir kızdı. Şakir Ferdiyi çok iyi karşıladı. Da- ha ilk günden derse başladılar. Genç adam şair olmasına rağmen işlerinde son derece muntazamdı. Haflanın üç gününde salı, perşembe, cumartesi tam zamanında geliyor, dersini verdikten sonra gidiyordu. Emma daha ilk günü hocasını gör- düğü zaman: «Ne güzel erkek..» de- mişti. Hakikaten Şakir Ferdi Alman kızlarının hayallerinde yaşıyan esmer, simsiyah hafif dalgalı saçlı, kapkara gözlü erkeklerdendi. Emma okumak için Almanyaya gelen Türk talebe arasında çok güzel esmer delikanlılar bulunduğunu, bunlara Alman kızla- rının bayıldığını işitmişti. Şimdi genç kız Şakir Ferdiye baktıkça esmer er- kekleri beğenen Alman kızlarına yerden göğe kadar hak veriyordu. Emma genç hocasının dikkatini, alâkasını üzerine çekmek için neler yapmıyordu. Lâkin Şakir Ferdi işinin başında tam iş adamı idi. Dersinden başka birşey düşünmüyordu O bu harikulâde genç kızın kar$i- sında hiç âşık tarafı olmıyan tam bir hoca idi. Bir gün Emma onu biraz deşmek için: — Almanyada lisan öğrenme'usul- leri arasında biri fevkalâde güzel... 'Talebenin kelime öğrenmesi için on- lara güzel şiirler, aşk şarkıları veriyor- lar... Siz de bana türkçe güzel bir aşk şilri söylesenize,.. Emma ümid içinde bekledi. Lâkin genç muallim: — Daha sizin şiire geçmenize epi vakit var, Şimdilik şu kirast parça- sını okuyunuz... Diyerek lâkırdıyı kesti... Fakat Emma hiç de ümidini kaybets miyordu. Bir salı Emma Şakir Ferdiye kapı- yı kendisi açtı. Sırtında gayet bol pas çah, turunç rengi bir ipekli pijama vardı. Çetrefi) türkçesile: — Bugün, dedi, yalnınız.. evdekile- rin hepsi gezmeğe gitti. Ben sizi bek- ledim... Onlar büyük bir gezme yapa. caklar... Şakir Ferdi: — Vah vâh.. mâni oldum. siz de belki gitmek isterdiniz... dedi, Emma gözlerini toparlak toparlak açarak: — Yoo.. dedi.. ben dersimi hiç bir şeye değişmem... Genç kız sonra biraz daha ileri git- ti: — Biliyor musunuz? dedi, babam israr ettiği vakit hiç de kendimi si | tu. Lâkin müsllimi kıp türkçe dersi almağa niyetim i görünce mi değiştirdim Şakir Ferdi sanki bunları hiç işit memiş gibi — Malmazel, dedi, bugünkü dersi- miz imlâ değil mi?.. Size gazeteden bir parça yazdıracağım... Başlayınız.. «Büyük şair Abdülhak Hâmidin ölümü memleketin her tarafında bü- yük bir keder uyandırmıştır. ve saire ve salre...» Emma başı önüne eğik, imlâsını ya- zarken bir taraftan alnının ve gözle- rinin üzerine düşen plâtin renkli saç- ları arasından güzel muallimini süzü- yordu. Şakir Ferdi ihtar etmeğe mecbur ol- du: — Dikkat etmiyorsunuz... yazacaksınız... Numaranızı Ah bu numara... Bu usulü babası Herman koymuştu. Şakir Ferdi her ders, her ekzersiz için genç kıza nu- mara vermeğe mecburdu. Emma bazan hocasına bakıp bakıp dalıyordu. Hafif dalgalı simsiyah saç- ları ne güzeldi. Zaman zaman içinden gelen bir hisle yerinden fırlamak bu dalgalı simsiyah saçları tutmak, ka- rıştırmak, karıştırmak sonra: — Sen benim ne hissettiğimin far- kında değil misin?. diye bunları arka. ya doğru çekmek istiyordu Emma bir erkeğin bu derece lâka- yıd olabileceğine ihtimal vermezdi. Şakir Ferdi sanki taştan yaratılmış gibi idi Bir gün Emma bir şeylanlik düşün- dü. Şakir Ferdi ona yazması için bir ekzersiz vermişti. Emma oturdu, ek- zersiz yerine Şakir Ferdiye uzun bir ilâmaşk mektubu yazdı. Şakir Ferdi dersten çıkarken Emma: — Ekzersizimi buyurunuz.. Şakir Ferdi kâğıdı aldı — Allaha ısmarladık.. diyerek çıktı. Gitti, Emma'nın içi içine si; Şakir Ferdi muhakkak bugür yanlış kıraca- dedi, zannile açacak ilârı aşk mektubunu | okuyacaktı. O zaman herhalde ken- disinin bütün hislerini öğrenecekti. Ve belki de gelecek derste, yani per- şembe günü... Emma büyük heyecanlar geçiriyor- du. Nihayet perşembe geldi, çattı. Şa- kir Ferdi derse geldiği zaman Emma onun yüzünde bir değişiklik bir gay- ri tabililik arıyordu. Lâkn Şakir Ferdi de hiç de böyle şeyler yoktu. Derse başlamadan evvel — Yazdığınız ekzersizi hiç beğen medim matmazel Emma.. dedi. Emma sapsarı kesilmişti. Şakir Fer- di devam etti: — Sıfır verdim bu ekzersiziniz için... Hattâ sıfır bile çok. bu ekzersizin mânasını anlamadım. O nasıl ifade öyle.. bir kere «senin hayal var benim kalbimde..s ne demek?.. «Benim kal- bimde senin hayalin var» olabilir. sonra: «Senin ki dudaklar çok Sıcak, ne oluyor. «Senin dudakların çok $i- cak» olacak... Hele: «Senin kapkara Saçların kıvırcık.. beri onları çeker?3 ne demek?. Emma artık dayanamadı yerinden fırladı, o, günlerden beri tutmak için çıldırdığı Şakir Ferdinin simsiyah saç- larını ince parmakları ile karıştırdı, karıştırdı, dağıttı, çekti: — İşte bu demek.. bu demek.. bu de- mek., şimdi ekzersizimin mânasını an- ladın mı?.. (Bir yıldız) oyo1”(0)2)0! atmak a 26 Nisan İstanbul -— Öğle P1âki ürk musikisi, Esad Bozkurt tarafınc la dans musikisi, 19: Çocuk Esirgeme Kurumu namına konferans: Doktor Fahreddin Kerim. 19,30: Afrika avı hatıraları: S. Selâhattin Cihanoğlu, 20: Rifat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Riza tarafından arapça söy 20,45: Safiye ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, Saat Ayarı, 21,15: Şehir tiyatrosu dram kısmı (Tais), 22,16: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün pro gramı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Programı England Natinoal (Saat 15) -1500- Piyano musikisi: Döbussy. Skoçya (Saat 18,00) - 391 - İlkbahar valsleri, Milâno (Saat 22,10) - 369 - Salon musikisi. Beromünster (Saat 17,00) - 450. Salon musikisi: Mozart - Haydn - Bet- hovenin eserlerinden. Beromünster (Saat 21,00) - 540 - Orkestra konseri - İsviçre musikisi, Lüksenburg (Saat 0,10) - 1293 Ginger Rogers - Maurice Chevajler « Gerirüde Lawrence konseri, Varşova (Saat 16,30) - 1339 - Trio » Şan konseri. Belgrad (Saat 13,15) - 437 - Keman konseri. Dans Musikisi Toulouse - Radio (Saat 23,35) - 329- Skoçya (Saat 19,30) -391- Milâno (Sant 23,15) - 360 - Roma (Saat 23,15) - 421 - Hilversum (Saat 12,40 - 301 - Hülversum (Saat 2245) - 301 - Zagreb (Saat 22,20) - 0,7 - Budapeşte (Saat 23,20) - 550 27 Nisan 1937 Sah İstanbul — Öğle neşriyatı; 1230 Plâkla Türk musikisi. 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17 İnkılâp dersle- | ri Üniversiteden naklen: Mahmut Esat Bozkurt tarafından, 18,30 PlAk- la dans musikisi, 19 Çocuk Esirgeme kurumu namına konferans, Doktor İbrahim Zati, 19,30 Eminönü Halkevi neşriyat kolu namına bay Nusret Se- fa (yeni neşriyat), 20 Belma ve arka. daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Rıza tara- fından arapça söylev, 20,45 Cemal Kâ- mil ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Konservatuar korosu: Fransız tiyatrosundan naklen, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün prog- ramı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstiklâl caddesinde Ke. mal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Mat- koviç, Yüksekkaldırımda Veniko- pulo, Galata: Topçular caddesin- de Merkez, Kasımpaşa: Vasıf, Has- köy: Halıcıoğlunda Barbut, Emin- önü: Agop Minasyan, Heybeliada: Tomadis, Büyükada: Merkez, Fa- tih: İsmail Hakkı, Karagümrük: Ali Kemal, Bakırköy: İstepan, Sa- riyer: Asaf, Aksaray: Cerrahpa- şada Şeref, Beşiktaş: Vidin, Kadı- köy: Söğüdlüçeşmede Hulüsi Os- man, İskele caddesinde Saadet, Üsküdar: Merkez, Fener: Balatta Hüsameddin, Beyand: Asador- yan, Küçükpazar: Necati, Samat- ya: Yedikulede Teofilos, Alemdar; Çemberlilaşta Sır Rasim, Şehre- mini: Topkapıda Nâzım, VECİZELER Sıhhatini seveceksin, vatanını seveceksin, işini seveceksin ve ta- blati seveceksin, - İkubilay; karısı tarafından zehirlemnmekte KUBİLÂY HAN | Yazan: İskender F. Sertelli No. 31 olduğunu anlayınca, imparatoriçe Tiyen - Foyu zındana attırmıştı! — Prensesin oğlu, gökte güneşin misafiridir, dedi, Güneşin yanına 80- kulabilmek için ona mensup olmak gerek. Halbuki İsa güneşi tanımaz ve ona tapmaz. Bu sebeple gökte bu- Tuşmaları imkânsızdır! Romalı rahip susuyordu. Kubilây şarabını içti. Biraz ölede, Sunglu prensesin al tında oturan vezirine seslendi: — Niçin şarap içmiyorsun, Semga? Vezir gülümsiyerek başını salladı: — İçiyorum, hakanım. siz görmü- yorsunuz! Kroen bu fırsatı kaçırmak isteme- di: — Semga Bahadır şarap içmeğe korkuyor galiba!... Diye mırıldandı. Kubilây han Romalı rahibin yüzü- ne baktı: — Bu korkuya sebep ne?... Rahip önüne bakarak ilâve etti: — Ölmek endişesi... Kubilây bu iki kelimenin ifade et- tiği mânayı zihninde tahlile çalıştı... bir müddet sustu.. sonra birden kaş- larını kaldırarak sordu: — Bu endişeyi nerden ve nasıl Sez. din sinyor?. — Sezmek değlil.. ayni zamanda bir hakikat. — Ne dedin, hakikat mı?; — Evet. İ — O halde soframızda ölüm tehli- kesi var, öyle mi?, — Bu dakikada bu tehlike mevcuâ- dur diyemem, bakanım! Fakat, siz bü töhlike ile hergün karşılaşıyorsu- nuz! Kubilây oturduğu yerden rahibe dö- nerek: — Bildiklerini bana açıkça söyle- meni istiyorum, sinyor!. — Korkuyorum, imparator haz retleri! Vazifem sizi sadece ikaz et- mektir. — Kimden korkuyorsun? Ben, söy- lemene müsaade ediyorum!. — İmparatoriçeden korkuyorum... — Hangisinden?... Rahibin çeneleri kilidlenmiş gibi, birden titremeğe başladı. Yutkunu- yor.. yutkunuyor.. fazla birşey söyle- meğe cesurel edemiyordu. Kubilây büyük bir şüphe ve tered- düd içinde, ilk önce önündeki şarabı yere vurarak bağırdı: — Ben, bana dostluk ve fedakârlık gösterenlere ebediyen dost kalmak is- terim. Neden çekiniyorsun, sinyor? Sen kulağı delik, gözü uzağı gören bir adamsın! Birşeyler görmüş veya duy- muş olabilirsin! Bunları söylemekle, bana büyük bir Iyilik yapmış olacak- sın!. Bu iyiliği karşılıksız bırakmıya- cağımdan emin olabilirsin!. Rahip Kroen bu sözlerden cesaret alarak hakikati anlatmağa başladı: — Sizi Tiyen-Fo zehirliyor, haka- nım!, Kubilây ölümden korkmazdı. Fa- kat, böyle mânasız bir ölümle karşı- laşmaktan da çekinirdi. — Tiyen-Fo beni zehirleyip de eline ne geçecek, sinyor? dedi. Kroen: — Bunu kendisinden sorunuz, ha- kanım! Ben sadece gördüğümü ve bil- diğimi size haber veriyorum!... Dedi, Kubilây herkesi dinler, her söze ehemmiyet verir gibi görünür, fakat hiç bir kimse hakkında kolay Kolay iyi veya fena hüküm vermezdi. Rahibin imparatoriçe aleyhinde boş yere söz söylemesine imkân yoktu. Kubilây rahibi birkaç meselede dene- miş, onun kendisini hıristiyan vap- maktan başka bir emeli olmadığını çoktan anlamıştı. Eğer bu sözü saray halkından biri söylemiş olsaydı, Kubilây kulak bile vermiyöcekti. — Peki, dedi, bunu nasıl isbat ede- ceksin?, Rahib vereceği cevabi hazırlamıştır — Hakanım! dedi.. Tiyen-Fonun &i- ze hergün gönderdiği çerbeti bir kü- çük kuşa içiriniz. göreceksiniz ki, © hayvan çarçabuk 2ehirlenip ölecektir, — O halde ben neden ölmüyorum?!, — Sizi tedricen zehirliyorlar... Gü- nün birinde beyniniz ve kalbiniz du- racak. Birdenbire toprağa düşeceksi. niz!, Kubilây düşünüyordu. Tiyen-Fo, hakanın en çok sevdiği. zevcelerinden biri idi, İmparatoriçe- nin ihtişam ve debdebeli hayatı içinde er ne olabilirdi?, Hakanın beyni durmuştu... li tereddüd içinde bir müddet dalgın ve düşünceli göründü.. sustu. Başını ö- nüne eğdi. Gözlerini yere diki. > kimse ile konuşmadı. Semga Bâhadır, Kubilây ile Romüalt rahip arasında geçen muhaverenin e sasını bilmiyordu. Kendi kendine: | — Bu kara cübbeli papaz bu gece hakanın neşesini neden kaçırdı?!. /, Diye söyleniyordu. a4 — Siz'eğleniniz.. ben biraz mi Dedi.. sofradan ayrılırken, yah kulağına şu sözleri fısıldadı: — Biraz sonra odama gel.. seni bek- apn SBE kimseye birşey ir yürüdü. Misafirler ayağa kalkarak, yere eği. diler.. kendisine sağlık dilediler. va hakan salondan çıkıncaya kadar ayakta durdular, ... Kubilâya verilen bir bardak şerbet!, Hakan odasına döner dönmez ha“ remağalarından birini İmparatoriçe Tiyen-Foya göndererek bir bardak şerbet istetti. Tiyen-Fo derhal kendi elile şerbe- ti hazırladı. Cariyelerinden birine verip altın tepsi içinde hakana gönderdi. Kubilây şerbeti aldı. Soyunmasın.. yarısına ka- dar beni beklesin. Belki bu gece ken- di dairesine geleceğini. Tiyen-Fonun cariyesi çıkar çıkmaz rahip Kroen de eğlence salonundan hakanın odasına gelmişti. Kubilây şerbeti göstererek: — İşte geldi, dedi, şimdi hemen bir- kaç kuş bulalım.. hepsine ayrı aynı içirelim bu şerbetten. Rahip Kroen hayvanat bahçesin- den bir dağ bülbülü ile bir dere ku. şu getirtilmesini istemişti. Bu kuşların ikisi de çok nazik hay vanlardı. En ufak zehire bile mukave- metleri yoktu. Eğer şerbette az mik- tarda bile zehir mevcudsa, kuşların hemen bundan müteessir olacakları şüphesizdi, Muhafızlardan biri sarayın hâyva- nat bahçesine koştu.. kendisine emir verilen kuşları alıp getirdi. Kubilây ihtiyaten bir de geyik yav- Yusu getirtmişti. Bu hayvanın da bir kuş kadar mukavemetsiz vücüdü var- dı. Şimdi üç hayvancağız üzerinde ölüm tecrübeleri yapılacaktı. Tecrübeye bülbülden başladılar. önüne bir fincan dolusu şerbet koy- dular. Kuşcağız şerbetten içebildiği kadar içti. Tatlı tatlı bu şerbet mini- cik hayvanın ne kadar da hoşuna git- mişti, Bundan sonra dere kuşuna içirdis Jer. Dere kuşu bülbül gibi ulak bir kuş değildi. Kârga kadar büyük kanadları ve uzun kırmızı gagası vardı. Çok z&- rif ve narin bir hayvandı. Şerbeti için- ce ötmeğe başladı. Şerbetin yarıdan fazlası duruyor Kubilây bu hayvana çok acıyordu. — Eğer zehirlenip ölürse yazık ola- cak.. Diyordu. , Kubilây rahiple konuşurken, büyük e ni emirle eğe yer 0

Bu sayıdan diğer sayfalar: