le ilk defa baş başa ko- kahvede buluşmak için onu telefonda zorlamış ve genç kadın- | | mek için yırtınip duruyorum, aşkımızı İ müdafaaya çalışıyorum... Sen ise... dan muvafakat cevabı almıştı: — Sana sonra anlatırım, diyor- du... Her halde muhakkak gelirim, Sen tam saatinde beni bekle. Bilmem ben de dakikası dakikasına gelebile- cek miyim? Nerminin bu sözlerinde bir korku eseri hissediliyordu. Telefonda birisi duymasın gibi bir telâşı vardı. Koca- sı burada yoktu ki ondan çekinsin. Şu halde, neden? Hürriyetiebediye tepesine giden cad- dedeki kahvelerden birinin kameriye- si altında onu bekliyordu. Vakit ge- çirmek için bir şey içti. Saat beş oldu. Nerimandan eser yoktu. Beşi çeyrek geçti. Beş buçuğa geldi. Artık sabır- sızlandı. Birdenbire bir otomobil dur- du ve içinden Neriman çıktı. — Affet, beklettim seni, diyordu. Necdet gözlerini kaldırınca onu Sanki ilk defa görüyormuş gibi hayret içinde kaldı. Birkaç gün içinde o gü- zel kadının bu kadar bozulması kabil miydi? Yoksa zannettiği kadar güzel mi değildi? — Nen var? — Geldi. — Eim? Kocan mı? — Evet, cumartesi akşamı avdet et- ti, Senden döndüğüm zaman onu €v- de buldum. Her şeyi biliyor. — Benim olduğumu da biliyor mu? — Hayır. Bir âşığım olduğunu öğ- renmiş... İhtimalki imzasız bir mektup aldı. Hemen Ankaradan tayyareye at. ayıp İstanbula gelmiş. .Behemehal hakikati anlamak ve yine gitmek is- tiyor. — Sen ne yaptın? İnkâr ettim. Katiyen aslı yok, dedim. Fakat bilsen iki gündür neler çektim. Müthiş bir müstantik gibi be- ni karşısına aldı. İki gecedir gözümü kapamadım. Uyku yok. Muttasıl s0- ruyor, vır vir beni yiyor âdetâ. Ken- dimde nasıl bu kadar metanet bul- dum, buna mütehayyirim. İtiraf ede- rim, bu metaneti bizden ziyadeona acıdığım için ibraz ediyorum. Çünkü hakikati anlarsa ne yapacağını kesti- remem. Benden gizlediği bir tabanca- sı var. Beni öldürmez, çok sever. Fa- kat hiyanet ettğime emniyet getirir- se kendisini öldürür, Buna şüphem yok. Bak şu koluma. senin ? tiğin bilezikleri gördü. Yemin ettim, kendi paramla aldım dedim. Onları söküp çıkarmak çin bileklerimi ne ha- le soktu. — Ey, şimdi ne halde? — Dediğim gibi. Sana habei vermek için koşup geldim. Her halde bi müd- det için biribirimizi görmiyelim. Sen- den ayrılamam, seni feda edemem. Elimden gelmez ki. Fakat muvakka- ten olsun bir fedakârlık etmeli. Mu- vakkat bir müddet için ben de Anka. Taya gitmeği düşünüyorum. Ankara- nın havası bana yarar, dedim. Bu ho- şuna gitti, — Buraya gelmekten korkmadın mı? — Beni takib mi edecek? Hayır, Yapmaz bunu. Hem gayet ihtiyatlı davrandım. Zaten daha dünden, bu- gün için doktora gideceğimi söylemiş- tim. Enjeksiyon yaptırdığımı biliyor, Hakikaten de doktora uğradım. Sıh- hatimden kocama haber vermesini doktora rica ederek oradan telefcne ettirdim. Ben de telefonda konuştum. Saat altıdan evvel eve döneceğimi, beni beklemesini söyledim. — O halde, çabuk ol. Vakit geç, — Altı oldu mu? — Birkaç dakika var, — Belki ben de sokağa çıkacağım, dedi. Her halde, saat altıda tekrar te- Jefon etmemi istedi. Onun için, yarım Saat kadar daha yanımda kalabilirim. — Bana başka bir söyliyeceğin yok mu? — Ben mi? Ne diyeyim? Şüphe yok ki can sıkıcı bir vaka... — Aferin sana! Beni tesliye edecek, bana kuvvet verecek bir kelime bile söylemiyorsun... Hayatımın bu müt- hiş dakikasında beni mânen yapayal- nız bırakıyorsun. — Ben mantıkla hareket ederim, yavrum. — Mantıktan sakın ayrılma, İhti- malki münasebetimizi kesmek daha AKŞAM muvafık olacağını düşünüyorsun. Korkma, söyle. Seni pek iyi anladım, Ben iki gündenberi seni kaybetme- — Canım sen bana lâkırdı söyleme. ğe vakit bırakmıyorsun ki... — Hacet yok. Anladım artık seni. Dur, iptida bir telefon edeyim de son- ra söylersin. ... Biraz sonra, genç kadın, büyük bir heyecan içinde avdet etti. — Kendini öldürdü! Dedi. — Ne dedin? — Gel, çabuk koşalım, otomobil za- ten bekliyor. — Nereden duydun bunu? — Telefonu o açtı. Pek telâşlı idi. Kararmı vermiş olduğunu söyledi. 4r- kasından bir tabanca sesi işittim. Son- ra onun feryadını... Haydi, durma, ko- şup gidelim. Eve gittikleri zaman, Nerimenım ko- casını yatakta kanlar içinde buldu lar. Telefon hâlâ elinde duruyordu. Gömlek göğsünün üzerinde parçalan- mıştı. Her taraf kan içinde idi. — Aman yarabbi! Hayri! Hayri! Necdet, salondaki telefonden polis merkezine haber vermeğe koştuğu 8k rada Neriman kocasının ruhsuz vücu- dunun üzerine kapanmış ağlıyordu. — Neden yaptın bunu! Diyordu Ben tekrar Sana avdet ediyordum. Ta- mamen senin olacaktım. Aklım başı- ma gelmişti. Ne büyük bir hata etti- gimi, nasıl kalbsiz bir adamı sevdiği- mi anlamıştım. Neden bunu yaptın Hayri? Needetin içeri girdiğini genç kadın ayağa kalktı gösterdi: — Ginidiz buradan; bir dakika bile burada gözümün önünde durmayıkz, Sizden nefret ediyorum. Gidiniz evim- den! Bu sırada bir hıçkırık duyuldu. İki- si de buz kesildiler. Şimdi, yataktaki ölü dirilmişti. Bü- tün bu kahlı sahne hakikati öz “enmek için yapılmış bir kurnazlıktan iba- retti... Hayri ertesi günü Ankaraya dönü- yordu, Fakat tayyarede yalnız değli- duyur.ca ve kapıyı onu affetmiştir. Hiköyeci Ticaret ve zahire borsası 24 Nisan flat ve muameleleri 1— halit; Buğday 885, arpa 105, çavdar 120, kepek 30, 16,1/2, masır 30, darı 15, Z. yağı 10,1 susam 37,1/4, pemuk 1, yulaf 30, ya pak İ, pamuk yağı 17,3/4, keten tohu- mu 41,3/4 ton. İhracat: Çavdar 490, arpa 200, raz- mel 50, tiftik 9 ton. 2 — Satışlar: Buğday yumuşak kilosu 6 kuruş 18 paradan 6 kuruş 22.1/2 pa- raya kadar, sert buğday kilosu 6 kuruş 13 paradan 6 kuruş 15 paraya kadar, arpa kilosu 4 kuruş 17 paradan 4 kuruş 18 paraya kadar, çavdar kilosu 5 kuruş I paradan 5 kuruş 2 paraya kadar, misir sarı kilosu 4 kuruş 35 paradan 5 kuruş 5 paraya kadar, yulaf kilosu 5 kuruş 10 paradan, afyon kaba kilosu 285 kuruştan, | afyon ince kilosu 550 kuruştan. 3 — Telgraflar: Londra; Msır lâpla- ta nisan tahmili korteri 26 silin 6 Pe, Ki. 3 Kr. 795, Londra: K, Tohumu lâplata nisan tahmili tonu 13 Ster, Ki. 7 Kr, 97 8., Anvers: Arpa Lehistan nisan mayıs tahmili 100 kilosu 131 B. Frangı Ki, 5 Kır. 59 $., Liverpul: Buğday mayıs tah- mili 100 kib. 9 Şi. 4,3/4 Po. Ki 6 Kr, 45 S., Şikago: Buğdey o Hertvinter mayıs tahmili Buşeli 130,3/4 sent. Ki. 6 Kr, 07 8., Vinipek: Buğday Manitoba mayıs tahmili Buşeli 132,1/2 sent Ki 6 Kr. 16 8. Hamburg: Fındık iç Giresun der- bal tahmil 100 kilosu 172 R. Mark Ki. 87 Kır. 44 S., Hamburg: Fındık iç Levan derhal tahmil 100 kilosu 177 R. Mark Ki. 87 Kr. 445. VECİZELER Işığın girmediği yere doktor girer İ dram kısmı (Tais), 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün pro- gramı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: Son. GiLLER ve LEKELER KANZUK Balsamin Eksiri Krinungsmesse, Viyana (506,8) 11,45 ginin operetlerinden, England National dan Türk musikisi ve halk şarkıları i N di. Karısının nedametini anlayınca İ Saat âyarı, 21,15: Nisan 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13: Beyoğlu Halkevi neşriyat kolu tarafmdan bir temsil. 14: Son. Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Çocuk Esirgeme ku- rumu namına konferans: Ordu say- lavı Selim Sırrı Tarcan, 20: Müzey- yen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafından arabca söy- lev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15: Orkes- tra: 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet par- çaları, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Programı Viyana (506,8) saat 9,45 Mozartın 9 uncu senfoni: Beethoven. Hamburg (332) 20,00 Puccini ve Verdinin ope- ralarından. Könligsberg (291) 20,10 Braun tarafından piyano konseri. Bermünster (540) 21,15 Bach - Mo- zart - Veberin eserlerinden. Hilversum. (301) 22,55 Grieg - Konseri. Milâno (369) 21,00 Baküs Toskanada - Bro- (1500) 17,20 Braykoovski tarafından piyano konseri. Varşova (1339) 12,03 Çaykovskinin eserlerinden. Dans Musikisi Brüksel (488) saat 23,00 - Paris (432) 23,05 - Tulus Radio (329) 23,45 - Stras burg (349) 23,05 - Roma (421) 23,15 - Budapeşte (550) 23,15 - Zagreb (0,7) 22,20. 28 Nisan 937 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 1250 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı — 17: İnkılâb ders- leri: Üniversiteden naklen Matimud Esad Bozkurt: tarafından, 18,30: Plâk- Ta dans musikisi, 19: Çocuk Esirgeme Kurumu namına konferans: Doktor Fahreddin Kerim, 19,30: Afrika avı hatıraları: $. Selâhattin Cihanoğlu, 20: Rifat ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30; Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Safiye ve arkadaşları tarafın- Şehir tiyatrosu İngiliz KANZUK Eczanesi BEYOĞLU — İSTANBUL Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga: zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kakul, abone kaydedilir. Undervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada satış yeridir. Telefon: 3377. KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 30 Romalı rahip, moğol imparatoruna, karısının kendisini tedricen zehirledi- ğini söylemişti. Kubilay bunu duyunca elindeki şarabı yere vurdu .. Kubilây ıslak gözlerini silerek, üç kere mezarın üstüne alnını koyup öptü: Kalktı: — Gidelim arlık, Semga! Bugün içimde bir ferahlık var. Babamın me. zarını ne zaman ziyarete gelsem, onunla konuşuyormuşum gibi, bir an- da bütün dertlerimi unutur ve ne- da çok neşeli bir adamdı. Hiç bir dert ve kederle arkadaşlık yapmak- tan hoşlanmazdı. Neşeyi ve neşeli in- sanları çok severdi. Geriye döndüler. Mabeddeki rahipler hakanı kapı da selâmlarken, Kubilây ihtiyar ve- zirine şu fıkrayı anlatıyordu: — Bir gün Karakurumüda ders okuyordum.. çok sıkılmıştım. Hocam aksi bir adamdı, O gün babamla kar- Şılaştım. Bana: - Neden somurtkan- sın? diye sordu. Hocamdan şikâyet ederek: - Beni çok sıkıyor, dedim. Babam güldü; - Memnun ol, oğul! dedi. Hocan sende adam olmak İsti- dadı görüyor demektir. Böyle olma- saydı, seninle meşgul olmazdı. O gün- den sonra, hocamın benimle meşgul olmasından ben de cidden memnun olmağa başlamıştım. Okumaya olan meylim; aşk halinde tecelli etti.. ba- bami o günden sonra daha çok sev- miştim., Tahterevana bindiler. Saraya döndüler, Şi - Yama ölüyor mu? Iran havalisinden can sıkıcı haber- ler geliyordu. Kubilây: — Artık Erguna yol göründü. Dediği halde, Ergun aldırmıyor ve Pekin sarayından ayrılmak istemi- yordu. Semga bahadırın sabrı tükenmişti, Bir gün Kubilâya dedi ki: — Ergunun bir gün önce yola çık» madığı takdirde yerine bir başkasını göndermek gerektir. Çünkü İran bâ- $ı boş bırakılırsa, istiklâl fikirleri can- Janır, O zaman gaile büyür.. kargaşa- lıkların önüne güç geçeriz. Kubilâyın kafasında da yeni bir is- tiham kıvrılmıştı: Acaba Ergun Pe- kinden neden ayrılmıyor? Semga bahadır dilinin altındaki baklayı çıkarmanın sırasını bulmuş- tu: — Hakanım, dedi, saraydan ya Er- gunu, ya Şi-Yamayı uzaklaştırınız! O zaman göreceksiniz ki, Pe- kinde bir gün bile kalmıyacaktır! Kubilây birdenbire hiddetlendi: — Ergun benim biricik gözdeme el mi uzatıyor? Dedi. Fakat, Ergunla bozuşmak is- Bir de İran işi çıkarsa, oraya Er- gundan başka gönderilecek kimse yoktu, Ergun İran havalisinde Moğol hâkimiyetini muvaffakıyetle tesis et- miş ve âsi ruhlu bir takım dağileri çok çabuk sindirmişti. Kubilây bunu bildiği için Erguna Şi-Yama hakkın- da bir şey söylemedi: — İran seni bekliyor, Ergun! Eğer gilmek istemiyorsan, muvakkaten yerine bir başkasını göndereyim? Dedi. Ergun rahatsızlığından bah- sederek, seyahatini tehir ediyordu. Bir sabah Şi-Yamanın ölümünü duy- du.. çok acındı.. ağladı. — Hakan bir kadını benden esirge- di.. kıskandı.. ve oru öldürttü. Diyerek, hazırlandı.. dostlarile ve- dalaşarak hakandın talimat aldı. yola çıktı. Şi-Yamanın ölüm haberi bütün sa- ray halkını hayrete düşürmüştü. Bu haberden en çok sevinenlerden biri de impsratoriçe Tiyen-Fo idi. İmparatoriçe Tiyen-Fo Kubilâyla konuşurken, Şi-Yamadan bahsederek; — Bu kadın tam vaktinde öldü, hakanım! Sarayda el altından fesad karıştırıyor ve herkesi biribirine tü- tuşturuyordu. demişti. Kubilây zihnen çok meşguldü. İmparatoriçeye cevap vermemişti. Tiyen-Fo Kubilâyın yanından ays rlırken, kapının perdesi açıldı. Kapının “önü loştu.. “Tiyen-Fo'bu loşluk içinde “bir kadın gölgesi gör- dü.. Yürüdü.. Hekanın perdecisi kapıyı iyice açın- ca, İmparatöciğe birdenbire sarsıldı. titredi.. içeriye girçn kadın: tanımıştı, Şi-Yama hakana günüş tepsi için- de şerbet getiriyordu. Tiyen-Fo 'gözlerine oİnanmasaydı, karanlıkta gördüğü kadın gölgesini bir hayalet sanarak geçip gidecekti. Demek ki ŞiYama ölmemişti! ... Ergun, Pekinden ayrıldıktan sonra. Semga bahadırın gösterdği cesaret boşuna gitmemişti. Ergun Pekinder. ayrıldıktan sonra, Şi-Yama hakanın sayfiyesinden tek- Tar saraya dönmüştü, Sarayda bir kaç gün için herkes onu öldü sanmıştı. Şi-Yamanın böyle birdenbire tek- rar dirilip gelmesi imparatori; eğri plânlarını altüst etmişti, Şimdi hakamı irşad etmek sırası ra» hip Kroenindi, Onun da Kubilâya di- yecekleri vardı, Her şeyden önce ha- kana, Tiyen-Fo tarafından gönderilen şerbetlerin zehirli olduğunu söyliye- cekti, Gerçi prenses Salina, rahibin haka- na bu husüsfa bir şey söylemesine taraftar değilse de, Kroenin bu işe 18- Tarla karar vermesi prensesi de müş- kül vaziyete düşürecekti. Kroen © akşam hakanın eğlence sofrasına davetliydi. O gece Kubilây Pekin asılzadelerinden bir kaç Çinli âileyi yemeğe çağırmıştı. Bu âileler arasmda eski Sung imparatorluğuna mensup ihtiyar bir kadın da vardı. Hakan bu kadınm konuşmasından hoşlanır ve kendisini sık sik saraya davet ederdi. Sunglu prenses o gece hakanın sa- ğında, Romalı rahip te solunda otü- Tuyordu. Prenses Salina kadınlar sofrasında yer almıştı. Hakanın sofrasında Sunglu ihtiyar prensesten başka kadın yoktu. Hakanın bu ihtiyar prensesten ni- çin hoşlandığını kısaca izah edelim: Sunglu prenses on şekiz erkek çocuk dünyaya gelirmiş, bunlardan on yedi- si harpte ölmüş ve sonuncusu esra- rengiz bir şekilde ortadan kaybolmuş- tu, İhtiyar kadin kaybolan sonuncu oğlunun göğe çıktığna ve orada (şiddet ve gasb mabudu) nun yanın- Kubilây o gece sordu: — Oğlundan yeni haberler var mı? İhtiyar prenses başını salladı: , — Dün sabah sesini duydum.. be- nimle konuştu: «Yeryüzüne dönece- gim gün çök yakındır, anne! Merak etme.. oğlunu tekrar görecek ve kus caklıyacaksın!s dedi, « — Baskâ bir Şey söylemedi mi? — Bayır, Romalı rahip dayanamadı. O“ 'Hakana döndü: — Gökte Hüzreti İsa ile Bulunmuş. Tar mı acaba?.. diye sordu. Kubilây göböğini hoplatarak gür dü. — Sinyor Kröenin hakkı var.. Ma demki şimdi gökte adem oğulların- dan iki kişi var.. elbette onlar biribi- rini bulmuş ve tanışmış olacaklar! İhtiyar prenses bu sözlerin istihza