24 Nisan 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

24 Nisan 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

LE Lİ Terbiyesiz adam Belma sayfiyenin en güzel kadını 4di. Etrafında pervaneler gibi dönen erkekler arasında çok yakışıklıları, çok zenginleri, gençleri, nüfuzlula- rı vardı. Fakat Belma bu kendini çe- wiren âşık alayının farkında bile görünmüyordu. Doğrusunu İsterse- niz Belmanın arkasından koşanların hepsi de son derece terbiyeli, nazik, oturmasını, kalkmasını, konuşması» nı bilen çocuklardı. Belmanın karşısında âdeta bir ilti- fat yarışına girişmişlerdi. Bakalım bu iltifatların sonu ne olacaktı?... Belma kendisi için yanıp tutuşan," bin bir fedakârlığa razı olan, bu erkeklerden hangisini beğene- cekti?... Herkes merakla ve heyecan. la bekliyordu. O gün hava oldukça sıcaktı. Bel- ma Suadiyede tramvay bekliyordu. Tramvay geldi, içeri girdi. Sahanlık- ta bekliyen genç bir adamın ayağına hızla bastı. Basmadı, âdeti çiynedi. Genç adam gözleri kocaman ko- caman açılmış, hiddetle ona dik dik baktı: a — Dikket etsenize elendim.. diye Üstelik bir de çıkıştı. Belma süklüm püklüm: Pardon.. dedi. bir köşeye bü- züldü.. vi Parmaklarını ezdiği adamın hâlâ kendisine sert sert baktığını hi diyordu. & Belma şaşırmıştı. Bir erkeğin, bil- hassa genç bir erkeğin kendisi gibi güzel bir kadını böyle tersliyeceğini, ayağına bastığı için aksi aksi baka- cağını aklına bile getirmezdi. Arka- sından koşan gençlerden birinin aya- ğına basmış olsaydi muhakkak: — Ayağımın yerinde kalbim olsay- dı da onun üstüne bassaydınız!... Gİ- bi bir cevap alırdı... Halbuki bu şimdi ayağına bastığı erkek ne kadar onlardan başka idi. Kendisine, Belmanın güzelliğine zer- re kadar ehemmiyet bile vermemişti. Genç kadının yüzüne bakarken mu- hukkak ki hiddetten başka bir his duymuyordu. Bir kadın için işte asıl böyle ken- disine hiç ehemmiyet vermiyen er- keği arkasından koşturmak mesele idi. Belma düşünüyordu. O zanneder- di ki güzel bir kadın bir erkeğin aya- ğına kazaen basarsa erkek kızmaz. Halbuki işte fena halde canı yanan genç adam kızmıştı. Belma içinden: — Her halde biraz nezaketi kıt adam, dedi. Çünkü ne kadar cani acısa «dikkat efsenize efendim.» di. ye herkesin içinde bir genç kadını terslememesi lâzımdı. Şimdi ayağına bastığı adam sanki aklından geçenleri anlamış gibi ar- kadaşına diyordu ki: — Fena mı yaptım? «Dikkat et- senize efendim.» dememeli mi idim?. Kaba mı hareket ettim?.. Ne müna- sebet efendim? Biz zavallı erkekler bir kadının ayağına kazaen bassak ne terbiyesizliğimiz kalır, ne gün gör- mediğimiz, ne dağdan geldiğmiz. Hattâ kadının syağına kazaen bas- mayı bir çapkınlık işareti addeder- ler. Bir küçük iskarpine bastık di- ye rezil oluruz. Ben «dikkat etseni- ze» demişim.. çok mu?. Hem ne olur canım?. Genç adamın arkadaşı şimdi Bel- maya kompliman olsun diye onun işitebileceği bir tarzda diyordu ki; — Canım.. böyle harikulâde bir kadına insanın böyle hareket etmeğe kuvveti yeler mi? O güzellik karşı- sında... Bunu söyliyen iki dirhem bir çe kirdek genç bir adamdı."Lâkin aya ğına basılan omuzlarını kaldırdı: — Güzelse bana ne?.. dedi... Hem ne güzeli yahu?. Hepsi boya... Belma çıldıracaktı. Bu ne biçim adamdı? Şimdiye kadar hiç bir er- keğin kendi hakkında böyle söyliye- ceğipe, böyle düşüneceğine ihtimal vermemişti. Fakat işte bir erkek onu güzel bulmuyordu. İşte bir erkek ona hiç alışmadığı aksi bir muamele edi. yordu. Ayağına basılan; — Biliyor musun en fazla neye içerliyorum, böyle bir kaç renk bo- yanın önünde deli divane olan, akıl larını şaşıran budala erkeklere... — Ov0.. dedi. bizimki filozolmuş ta. Ayağına basılan gencin teklifi üzerine iki arkadaş vagonun içine girdiler, Oturdular. Belma bir aralık sıcaktan bunal. mıştı. Biletçiye: — Şu pencereyi âçsana.. dedi... Biletçi pencereyi açıyordu. Ayağı- na basılan adam biletçiye seslendi: — Biletçi oğlum.. ne yapıyorsun? — Pencere açıyorum... — Bilmiyor musun ki o taraftaki , pencereler açılmaz... Kuran olur. açma... Belma hiddetten çatlıyacaktı. Bu ne terbiyesiz adamdı. Ayağına basi- lan, Belmaya döndü: — Affedersiniz, dedi, nezleyi yeni bitirdim, kurandan korkuyorum.. ca- mı onun için açlırmadım... Ne dersiniz?. Adam bunları söy- lerken Belmanın, o herkesin bayıldı- ğı güzel yüzüne dikat bile etmiyor- du. Ağzından lâkırdı çıkarken göz leri pencereden dışarısını seyredi- yordu. Sözünü bitirir bitirmez de ba- şını çevirdi: Belma istediği istasyona gelmşti. İndi. Arkadaşı Naciyeye gitti: — Aman, dedi, bugün bir terbiye- siz adama rasladım.. sorma... Sonra terbiyesiz adamı uzun uzun anlattı. Akşam evine dönerken de aklında gene terbiyesiz adam vardı. Zaman zaman düşünüyor ve kendi kendine: — Her halde bu adamda, diyordu, ölekilere hiç benzemiyen bir taraf var... Kadına karşı hudutsuz bir gurur mu?. Hudutsuz bir ehemmi- yet vermeyiş mi?. Her halde bu adamın başkalığı yalnız terbiyesiz oluşunda değil... Bir öğle üstü Belma köşkün bal- konunda sigara içiyordu. Geniş is- kemlede uykusu geldi. Sigarasını ya- narken sokağa fırlattı... Biraz son- ra sokaktan bir bağırma: — Bu ne rezalet.. insan yanan si- garasını sokağa atarken aşağıdan birisinin geçip geçmediğine dikkat etmez mi? Belma yerinden kalktı Terbiye- siz adamla göz göze geldi. Sigara onun şapkasının üstüne düşmüştü. Şapka biraz yanmıştı, O yerden ses. dendi: — Siz attınız değil mi?. Belma: — Hayır.. diyecek oldu.. 'Terbiyesiz adam: — İnkâr etmeyiniz. işte sigaranın ucu kıpkırmızı dudak boyası... Bel- li ki çok boyalı bir kadının duda- ğından çıkmış... İnsan medeni bir şehirde oturduğuna göre onun da âdetlerini öğrenmelidir. o diyerek uzaklaştı. Belma kendi kendine: « — Terbiyesiz adam!, diye mırılda- narak içeri girdi. hayret ediyordu. O meşhur güzelliği nasıl bu terbi- yesiz adama zerre kadar tesir etmi- yordu... Dört gün sonra Belma balkonda çiçekleri düzeltirken karşıdan terbi- yesiz adam geliyordu. Belma heye candan balkondan terbiyesiz ada- mun tam önüne bir saksı düşürmez mi? Terbiyesiz adam ateş püsküre- rek evin bahçesine girdi. Önüne çı- kan uşağa: , — Bana küçük bayanı çağırın. hemen buraya gelsin.. diye bağırdı. Belma indi, terbiyesiz adam açtı ağ- | zını, yumdu gözünü, Belma hiç kim- seden işitmediklerini osüt dökmüş kedi gibi dinledi. Sonra da kahkaha- larla gülmeğe başladı. "Terbiyesiz adam çileden çıkmıştı: — Vay.. birde şimdi üstelik gülü- yorsunuz ha.. maşallah. ne iftihar edilecek, ne gülünecek hal... Belma o günü arkadaşı Naciyeye: — Seviyorum. dedi.. hem deli gi hi.. Naciye merakla sordu: — Kimi? — Terbiyesiz adamı. * Terbiyesiz adamın ismi Mahirdi. bir ay sonra Mahirle Belma kolkola sahilde dolaşırken delikanlı: — Sana dedi artık itiraf edebili- Tir. Çünkü sevmeğe başladın. ben ,sana mahsus terbiyesiz rolü oyna- dım., baktım herkes seni iltifata bo. guyor, Herkes sana hayran görünür 24 Nisan Cumart İstanbul — Öğle neşriyatı; 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Çocuk esirgeme kurumu namına konferans: Doktor Kutsi ta- rafından, 19,30 Konferans: Doktor Şükrü Ali: Mekteb çocuklarına bak- mak usulü, 20 Fasıl saz heyeti, 2030 Ömer Riza tarafından arapça söyler, 20,45 Fasıl saz heyeti: Saat ayarı, 21,15 Şehir tiyatrosu komedi kısmı tarafından (Choc en retour), 2215 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü. nün programı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Programı Milâno (368) saat 22 «Aşk eleksiri> opera 3 perde. Besteliyen: G. Donizet- ti. Skala tiyatrosundan nakil, Viyana (507) 20,10 (Lehâr) ın «Das Fürsten- kind: opereti 3 perdelik, Monako (405) 21 Verdinin «Don Carlos» ope- rası, Paris P. 'T. T. (432) 21,25 Opera komikten nakil. Berlin (357) 21,10 Sehfonik konser. Nis (293) 21,30 Ki- lise musikisi Bethovenin 130 kişilik orkestra tarafından, Prag (470) 22 Opera musikisi, Lüksemburg (1293) 22,30 Senfonik konser. Peşte (549) 23,45 Orkestra. Berlin (397) 20,15 Piyano (Chopin). Osle (1154) 20,30 Arp ve şarkı. Dans Musikisi Hamburg (332) Saat 23,25 - Bres- lav (316) 23,25 - Prag (470) 23,35 » Lüksemburg (1293) 0,15 - Londra (kısa dalga) 17,20 - 21 - 0,40. 25 Nisan 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı; 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13: Beyoğlu Halkevi neşriyat kolu tarafından bir temsil, 14: Son. Akşam heşriyatı: 18,30: Plâkla dans . musikisi, (19,30: Çocuk Esirgeme ku- rumu namına konferans: Ordu say- lavı Selim Sırrı Tarcan, 20: Müzey- yen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk Şarkıları, (200: Ömer Rıza tarafından arabea söy- lev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15: Orkes- tra: 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün program, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet par- çaları, 23: Son. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaitıda Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Ga- lata: Hüseyin Hüsnü, Kasımpa- şa: Vasıf, Hasköy: Halıcıoğlunda Barbut, Eminönü: Beşir Kemal, Heybeliada: Halk, Büyükada: Halk, Fatih: Hamdi, Karagüm- rük: Ahmed Suad, Bakırköy: Hi- 141, Sarıyer: Osman, Tarabya, Ye- niköy, Emirgön, Rumelihisarın- daki eczaneler, Aksaray: E. Per- tev, Beşiktaş: Süleyman Recep, Kadıköy: Pazaryolunda Rifat Muhtar, Modada Alâaddin, Üs- küdar: İmrahor, Fener: Emilya- di, Beyazıd: Kumkapıda Belkis, Küçükpazar: Hasan Hulüsi," Sa- matya: Kocamustafapaşada Rıd- van, Alemdar: Divanyolunda Esad, Şehremini: Topkapıda Nd- ım, VECİZELER Sportmen bedeni tabiatin en mükemmel eseridir. Mükem- mel olmıya çalış. ranlıklara o kanıksamıştın. Senin dikkatini celbetmek için başka türlü bir erkek olmak lâzımdı. Ben de böy- mediğin sözleri söyledim. Ve partiyi çizi k hakikatte öyle değildin? Beni aldattın... — Sus. şimdi gene terbiyesiz olu- rum bal... (Bir yıldız) KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 79 Kubilay, babasının mezarına alnını koyarak üç kere öptü:“Şimdi onunla konuşmuş gibi, içimde bir ferahlık duyuyorum! ,, dedi «— Ey insanlara güzel hatıralar bi- rakan ve sonsuz iyilikler yapan bü- yük adam! Sen Cengiz gibi dünyayı bir avuç askerile titreten büyük bir akıncının oğlusun... Ve ben onun t0- runuyum. Ecdadımın dileklerini yeri- ne getirdim.. Çini, Korayı, Maçoko- yu, bütün Tataristanı ve Hazerden Tunaya kadar bütün ülkeleri senin (büyük Moğolistan) adını verdiğin ülkemize bağladım. Fakat, bizim s0- yumuzdan, bizim kanımızdan gelen bir kardeşin, prens Kaydonun bana boyun eğmemesi umarım ki, senin ru- hunu da tazip etmektedir. Baba! Söz- Yerime inan: Eğer (Kaydo)yu ken- dimden liyakatlı görmüş olsaydım, büyük Moğol tahtını severek ona ter- keder ve ben onun önünde eğilirdim. Sen de vaktile böyle yapmıştın, baba! den çok müteessir olmuştu. Kendi kendine: — Ne büyük adam.. ne ferağati nefis sahibi hükümdar. Diye söyleniyordu. Gerçek, vaktile Cengizin ölümün- den sonra böyle olmuştu. İlk kurul- tay toplandığı zaman Cengizin bü- yük oğlu Tuliyi hanlığa seçmişlerdi. Fakat , bu makama Oktayı daha lâ. yik ve liyakatli gördüğü için, hak- kından ferağat ederek: - Oktay var- ken ben han olamam. zaten hanlık- ta gözüm yok! demiş ve ilk önce kardeşinin önünde kendisi eğilmişti. eski bir âdetti. Kendilerinden liya- katli gördükleri prensleri kabileleri- nin başıma geçirip önlerinde diz çö- kerlerdi. Onlar gibi hiç bir millet tarihinde bu kadar ferağati nefis sa- hibi hükümdarlara raslanmamıştı. Bu, Türk - Moğol ırkına hâs bir fazi- elti ki, büyük Moğol imparatorluğu ancak bü sayede büyümüş ve teşki- lâtlanabilmişti. 'Kubilây han o gün, babasının me. zarı başındaki kitabeleri birer birer gözden geçiriyordu. Kubilây ata sözlerine çok kıymet verir, onları gökten inmiş bir ayet gibi dikkatle okur ve ezberlerdi. İşte bir aziz hatıra... Oktay han ikinci Çin seferinden muzaffer olarak Karakuruma dönü- lardan biri, yüksek bir ağacın üs- tüne çıkarak yayını gerip Oktay ha- na nişan almış.. mesafe çok yakın ol- duğundan, atılacak okun hedefe isa- bet edeceği muhakkak imiş, Bunu uzaktan gören Tuli, derhal yıldırım süratile Oktayın yanına koşuyor. kendisine bir şey sezdirmeden Okla- yı lâfa tutuyor. Fakat, düşman ya- yını boşaltmıştı. Tuli göğsünü Ok- taya siper ettiği için, atılan ok Tuli- nin bacağına saplanıyor. Oktay işi anlayınca Tulinin boynuna sarılıp orduyu başına topluyor: «Dünyaya benden mesud bir kardeş gelmemiş- tir. Bundan sonraki hayatım Tuli- ye borçluyum. Sizi buraya onun gi- bi fedakâr olmanız, kardeşlerinizi onun kadar sevmenizi söylemek için çağırdım!» diyor. Kubilây mezarın başında asılmış olan bu fedakârlık kitabesini okur- ken gözleri sulanmıştı. Bir aralık ya- nında duran ihtiyar vezirine döndü: — İnsanlar Tuli kadar temiz yü. rekli ve ferağati nefis sahibi olsalar- dı, dünyada bu kadar kan dökülmez va mânasız döğüşlere, çarpışmalara nihayet verilirdi. Dedi. Sonra yürüdü. yan tarafta duran Tulinin vecizelerini okumağa başladı: —ı1ı— «İnsan, doğduğu zaman, muharip doğar. Babam öyle idi. Daha çok küçükken, ar- — Atın var mı? diye sor- dum. - Yok. dedi. Kendisini

Bu sayıdan diğer sayfalar: