KUBİLAY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 3 Romalı prenses, Kubilâyla görüşürken, Moğol imparatoriçesi perde arkasından dinliyordu... İhtiyar general, Kubilâyın kazısini yatıştırdığını umuyordu. Koridordan geçerken bir gölge gördü.. — İşte Ayşe geliyor... Semga, imparatoriçenin sadık hiz- metçisini görünce; — Ne istiyorsunuz, general? Semga bahadır, sarayda imparato- riçeyi kışkırtanlardan biri de bu zen- ci kadın olduğunu biliyordu: — Senden bir şey istiyorum, Ayşe! Ayşe her nedense bu ihtiyar gene- ralin saraya sik sık gelip gitmesinden kuşkulanır ve bilhassa Semgadan hoşlanmazdı. — Benden ne istiyorsunuz? Benim- le konuşmak için bu loş yeri neden seçtiniz?. Dedi. Semga birdenbire gözlerini açtı: — Bugünden itibaren bir gözünü kör ve bir kulağını sağır yapacaksın., anladın mı?. Ayşe dudağını bükerek gülümsedi: — Anlıyamadım, general! — İzah edeyim; Her gördüğünü ve her duyduğunu imparatoriçeye haber vermiyeceksin!. — Nasıl olur?.. Ben Tiyen-Fo'nun para ile satın alınmış cariyesiyim... — Öyle amma, gevezeliğinin cezasını görürsün! Yaptığın iş hem çok fena, hem de senin için çok tehlikelidir. Bel- ki bilmiyorsun.. fakat, haberin olsun ki, bu hareketinle iki hükümdarın grasını açacaksın! Arada sen yanar- Kubilây Han ile Romalı prnses başbaşa — Roma, Pekinden büyük mü, Sali- na? — Hayır.. Roma, Pekinin bir mahaj- lesi olabilir. — Moğalistanda sizi eğlendirecek neler buldunuz?. — Bahçeler.. mabedler.. vahşi hay- vanlar.. Bunlardan başka hoşunuza gi- den bir şey yok mu?. — Moğol muhariplerinin zırhlı elbi- selerle saray önünde geçid töreni yap- maları d& hoşuma gidiyor. — Rahip Krocu'nun sarayda sıkıl- dığını söylüyorlar. doğru mu?. Doğrudur. Şehri benimle birlikte ml istiyor. — Bu dileğini bana neden söyleme- di? — Çekiniyor.. — Siz benim misafirimsiniz! Memle- 'ketimde ve sarayımda sıkıldığınızı gö- rürsem, ben de sıkılırım, Yarından iti- baren şehrin her köşesini beraber ge- ziniz!, Kubilây han, elçileri kabul salonun- da Romalı prensesle konuşurken, Ay- şe bu konuşmayı haber alarak derhal imparatariçeye koşmuştu. Biraz sonra salonun yan kapısın- daki perdenin arasından bir kadın ba» şı göründü. Tiyen - Fo, perde arasından Kubilâ- paratoriçeyi gördü.. fakat, Kubilây, hana bir şey sezdirmedi. Kubilây hanın yözü gülmüyordu. Ciddi bir tavırla ayakta konuşuyor- du: — Şehri gezerken, büyük Buda ma- bedini de ziyaret ediniz! Bu mabed, dünyanın en büyük, en zengin tapa- naklarından biridir. — Pencerelerinin ve kapılarının al- tından olduğunu söylüyollir. — Sütun başlıkları bir araba dolusu inci ve zebercedle süslenmiştir. Kub- besi tamamile altın kaplamadır. So- maki sütunlarm kaidelerine Hindis- tandan getirilmiş #iyah mermerler döşenmiştir. — Bütün Moğol hazinesini Buda mabedine dökmüşsünüz!, — Doğrudur. (Büyük Buda mabe- di) yapılırken, bütün hazinemizi bo- şaltmıştık. Fakat, Budanın ruhu bizi çok çabuk sevindirdi. Hazinemiz kısa bir zaman içinde tekrar doldu. Hattâ o kadar doldu ki, paranın bir kısmını fakirlere ve İşsizlere dağıtmağa mec- bur olduk. — Budanın dinini neden beğeni- yorsunuz? Neden hıristiyan olmuyor- Sunuz?. — Buda, insanların ebediyen ölme- diğini söylüyor. Bir adam öldükten sonra, onun ruhu başka bir kalıba gi- Terek, tekrar hayata kavuşuyormuş. İşte ben de, Budaya bunun için tapı- yorum. Yani ebediyen ölmemek için.. Kubilây ile Sallna aşktan, şaraptan, eğlenceden değil. bilâkis mabedlerden ederek daima şehir hayatından ve ma- bedlerden bahsetti. Tiyen-Fo büyük bir emniyetle per- denin arkasından uzaklaştı. odasına döndüğü zaman sinirleri az çok yatış- muş ve öfkesi geçmişti. ... Kalın dudaklı mabud! Rahip Kroen mabed kapısında dur- du.. Romalı prensese döndü; “ — Dünyanın bütün altınlarını Ku- bilây bu mabede sarfetmekle ne ka- ON 29 Mart 937 Pazartesi İstanbul — Öğle heşriyeti: Saat 1330: Plâkla 'Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05: Mühtelif plâk neşri- yatı, 14: Son. Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Çocuklara ma- sal: İ, Galib Arcan, 20: Rifat ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Riza tara- fından arapça söylev, 2045: Safiye ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları, Saat âyarı, 21,15: Şehir tiyatrosu dram kısmı (Samson Dalila), 22,15: Ajans ve bor- sa haberleri ve ertesi günün progrâ- mı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve öpe- ret parçaları, 23: Son Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Programı Paris - Radio — (1643) Saat 19,00 ke- man konseri, Paris - Radio — (1648) Saat 20,00 Keman konseri: Kreisler: Aşk şarkısı; Dohnanyi: Kuralio Hungarika. Starsburg (349) — delsohn konseri. Saat musikisi, Londra (342) —Saai 20,30 Solo pi- yano. Milâno (369) — Saat: 12,30 Orkes- tra konseri. Roma (421) — Saat: 17,15 kose Budapeşte (550) — Saat: 20,50 Bu- dapeşte orkestrası konseri. Dans Musikisi Bürüksel (484) Saat: 18,00, Paris (432) Saat: 23,45,Londra (296) Saat: 23,25 Varşova (1339) Saat 21,45 - 23.30 Lüksenburg (1293) Saat: 24,00. 20 Mart Sah İstanbul — Öğle neşriyatı: Saat 12,30 Plâkla "Türk musikisi, 12,50 Ha- vadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17 İnkılâp dersle- ri: Üniversiteden naklen Yusuf Kemal Tengirşenk, 18,30 Plâkla dans musi- kisi, 19,30 Eminönün Halkevi neşriyat kolu namma bay Nusret Sefa (Yeni çıkan eserler), 20, Belma ve arkadaş- Saat: 15,30 Men- 1700 Salon | Tık mart güneşi altında kahveleri- mizi höpürdete höpürdete içerken Ne- dim: — Yahu, dedi, bu bekârlık bahsini nereden — açtınız? Aklıma (tuhaf tuhaf şeyler geldi. Bekârlık arkada şım Fikreti tanırsınız... Fikret, ben, daha bir kaç kafadar, neler yapmaz- dık neler. Çapkınlık hayatımız esnasında & ramızda bazı acaip İügatler, bazı acaip tabirler ; kullanırdık. Meselâ «Bir kadma güzel bir plâk çalmak» tabiri... Herkes bunu başka türlü an- lardı. Lâkin bizim aramızda «Bir kadına güzel bir plâk çalmak: tabi- rinin büsbütün başka bir manas vardı. Bizce «Bir kadına güzel bir plâk çalmak» demek o kadın!a dün- yanın en hararetli aşk gecesini geçir- mek demekti. Meselâ aramızda konuşurduk — Ahmed dün gece Remziyeye gü- zel bir plâk çalmış. — Ya... Aşkolsun yahu... oğlanmış... Bu «Bir kadına güzel bir plâk çal- mak; tabiri bize Kadriden kalmıştı. Bir gün Kadri musiki meraklısı bir sevgilisile gezmiş, tozmuş.. Kadri sev- gilisini kendisinin aprlımanına ka dar getirmiş. Genç kadına: — Apartımanıma buyurunuz da size bir çay içireyim.. demiş. Lâkin genç kadın: — Olmaz. gelemem. diyiverince Kadri musiki meraklısı sevgilisine: — Güzel plâklarım var. size bir güzel plik çalarım... diye koma girmiş.. Bunun üzerine genç kadın Kadrinin apartımanının kapısından içeri süzülmüş.. Kadri bunu bize an- lattı.. İşte o gündenberi bizim aramızda «Bir kadına güzel bir plâk çalmala tabirinin fevkalâde mühim bir mana- sı vardı... Sonra «Canım kaymaklı ekmek ka- dayıfı isledi» sözü de pek mühimdi. «Canım kaymaklı ekmek kadayıfı is- tedi; tabiri bize nazaran «Canım âşk istiyor. Sevmek, sevilmek ihtiyaem- dayım» manasma geliyordu. Fakat Yaman ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45 Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Şehir tiytrosu operet kısmı (Lüküs hayatın 3 cü perdesi), 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün prog- ramı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve 3600, eli aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Iş bulmak için Uzun uzun düşünecek yerde rip tabiri sİptilâsı var.» Biz aramızda, karısı kendisini a datan erkeklere «İptilâsı var.» der- dik. Hattâ birisine küfretmek istedi- ğimiz zaman kendi aramızda: — Herif'n iptilâsı var.. diye konu- şurduk. Bütün bu tabirler bizim di- Wmize bir takım acaip vakalardan geçmişti. Bu vakalardan sonra bu ta- birler bizim aramızda manalarım ta- mamile değiştirmişlerdi. Ne ise sözü uzatımıyahm.. Bir gün Fikretin evinde toplandık. Epi kala- balığız.. Kadınlar da var... Muallâ İle kocası Ferhad geldi. Muallâ «Tam kadın: denilen tipte idi.. olgun, gözlerinde bin bir mana... Vücudunda harikulâde hatlar... Bİ- Ferhad da inadına zayif, çelimsiz, ke- lebek gözlüklü, yaşı eliyi geçmiş... Oturmuş, konuşuyorduk. Bir aralık Muall& kendi sigarasını yakan ev sa- hibi Pikrete: — Bana güzel bir plâk çalsanıza demez mi?.. Biz birdenbire sanki hepimiz ta- banlarımızın altından gıdıklanmışız gibi kahkahaları sahverdik. Amma nasıl gülüyoruz?. Tasavvur edemez rı patlatıyoruz. | | firler şaşırdılar. Ev sahibi Fikret ew velâ kıp Kirmızı kesildi. fakat o dâ kendisini tutamadı. külümeemeğe başladı. Muallâ: — Sizde muhakkak birşey var?,, dedi güzel bir plâk çalın diyince kah- kahayı sahveriyorsunuz.. yoksa gra- mofona birşey mi oldu?.. Abdallaşmıştı: Yooo., hâyır efendim.. isterseniz radyoyu açayım... Muallâ: — Teşekkür ederim. dedi. radyo parazit yapıyor... Siz bana güzel bir plâk çalınız. Arkadaşların bir kısmı yine gülü- yor bir kısmı da Pikrete takıhyorlar- de — Haydi Fikret. bayan Muallâya güzel bir pâk çalsena. canım ne kı- zarıyorsun. bunda kızacak bozara- cak birşey yok.. güzel bir plâk çah- ver işte.. Nihayet kahkahalar arasmda Fik- ret gramofonâ güzel bir plâk koydu. Çaldı. Bundan sonra ihtiyar Vikin genç- Biğe son derece hevesli, buruşuk ba- yan Şakire; — A. Bay Fikret.. bana da güzel bir plâk çalınız? demez mi?. Artık biz imakaraları iyiden iyiye koyuvermiştik. Aramızdan bir kısmı Fikrete: — Haydi Fikret. bayan Şakireye de güzel bir plâk çal.. diyordu İkinci plâkda çalıp bittikten sonra çay masasına geçtik. sanki öğ“ retmişler gibi Munllâ o güzel gözle“ rini süzerek: — Şu insanların ne garip arzuları var.. dedi. Canım birdenbire ne iste- di bilir misiniz?.. Kaymaklı ekmek İçimizden Bazıları gülmemek için kendisini odadan dışarı attı. Bereket ki bahis çabuk değişti Rir aralık Mu- allânın Kelebek gözlüklü çelimsiz ko- cası Ferhad salonun ortasına kadar ve herkese yüksek sesle: — Benim bir iptilâm var.. dedi. Bizim çocuklar gülmekten seriliyor. lar. Naci muzip: — Estağfurullah efendim.. diye ce- yap verdi.. Zavalı Ferhad söylediği şeyin bizim aramızda ne manası oldu Bunun farkında değil. — Canım Ye oldu?.. Niein estağfu- rullah diyorsunuz. Bunda sıkılacak ne var. Evet benim bir iptilâm var. Naci hâlâ: — Estağfurullah. estoğfuru'lah. diyordu. Ferhad bayağı kızdı: — Estağfurullahı filân vok. evet benim bir iptlâm ver.. hattâ bir deği iki iptilâm var yahu. Allahtan olacak bu esnafa kadın- Yar dansetmek istediler. Bir aralık Muallâ benimle dansederken Kulağı- ma fısıldağı: — Bu «Güzel bir plâk çalmak; ta- birinde gizli bir mana var anladım. siz saklıyorsurlüz amma.. ben Pikret- ten öğrenirim. Hakikaten bir hafta sonra Muallâ- — Evet.. Yeni güzel bir p'lâk atmış. onu bana çaldı. diyerek gülümsiye- rek otomobile bindi. İki saat sonra Muallânm kocasına ! AKŞAM gazetesine bir KÜÇÜK İLAN koydurunuz! memüru Şefik Alışık fahriyyen görmektedir. Gönderdiğim resim, okutulan cezallırı bir arada gösteriyor.