2 Mart 193 erin No,158 BARBAROS Yazan: İskender Fahreddin Ispanyol amiralı, Ispanyada ( Salina ) nın ik dikileceğini söylüyordu. Akdoğanı zincirli kürekçiler arasına atmışlardı! “Zorla ee baş, mağlüb sayılmaz! ,, Akdoğanın sırtından kan sizi- an rei- sin alnını yere koymasında israr ediyordu. m Doğan reis: — Türkün alnı ancak kendi tulularının önünde yere gelir. Diye bağır: ren gemi- D tini gi ciler ve ran ear ısırı; ılmaz bir Türk!. Diye söyleşirlerken, Salina ken- dini kaybeti miş i, ürklerin başı bükülmez! “diye irili Türklerin boynu demirden serttir. Ben onları Taş mm tanırım, | Alvaro bu sözleri işi- tince Balki çatarak, uzandığı yerden kalktı... Elinde kamçı tu pek iri hin gemicinin üzerine üdü: — Bir Türkten korkuyor musu- nuz? e onu karşımda rapi . Ve alnını yere geti- ik el Die Akdoğa- na sarıldılar. wa bir ip ta- rak al iL yere ere indirdiler, Akdoğan bu halde bile İspan- yol amiralı ile alay.etmekten çe- kinmiyordu: «— Zorla eğilen baş, mağlüp b sa; Diye haykırdı. Amiral Alvaro gösterisi çok se- mübalâğacı bir adamdı... Salinaya rek: — İşte, dedi, korktuğun Türkün de alnını yere g im. Haydi, itemi Alvaro: anyaya gider gitmez, ilk İşimiz ke) heykelini yap- mak olacaktır, dedi. Salina (Eh- Ksalip) tarihinde n okuyan meşhur kartalını kolaylıkla ele ge- çiren bir Er büyük donanma- Muzın mediği muvaffa- kıyeti il in haş- metlâ kral hazretleri namına se- lâmlıyorum... Ve bu abi onun şerefine içiyorum!. #.. — Omuzlarından kan aktığını . Sen neden geri kalıyor. sun?, y Şırak... Şırak... Şırrrrakl! Tİ Akdoğanı esir kürekciler arasi- Ma atmışlardı. Zavallı reis tek kol ile ötekilere Yetişemiyor, daima geri kalıyor Ve yarım saatte bir, kamıçının tel- leri, masırlaşan omuzlarını okşu- ordu. Bir küreği üç kürekci çekiyor- du. Akdoğanı küreğin başina oturt- | mauşlardı. ilerin d ai mim Gi Denizle fır- a vardı.. i yalp yordu. Akdoğan bir aralık gözünün ucu ile yanındaki kürekciye bak- tı: — Esir misin... Ücretle mi ça- lışıyorsun?. Kürekci ömüne bakarak, kendi kendine konuşur gibi cevab ver- di: m; — Rumca biliyorsun demek?. > lisanımı obilmez ii yim?!, — Ne zamandanberi esirsin? " — Bir buçuk senedir. — Gözlerin hiç sile sönmedi mi?, — Hayır... Bu kuyuya indiğim imi bir defa bile güver- teye çıkma Baş kürekçi ortada yüksekce bir yerde oturuyor, ve elindeki tokma; Ne ir, iki, üç.. öl Sliğarak önündeki a taya vuruyordu. Ve başını mütemadiyen sağa sola çevirerek, muntazam kürek çekmiyenlerin sırtına birer kamçı indiriyordu. Kürekçilerin bacaklarına ağır zincirler vurulmuş ve bu zincirler biribirine bağlanarak, hepsi de ye rinden kalk. hale getiril mişti. Hattâ bunlar üc- retle çalışan kürekciler bile ba- aklarından zincirle bağlanmış- Kefalonyalı kürekci bir ip başını Akdoğaba çevirdi: — Sen nerelisin?, — İstanbullu... — Taş adasında ne işin var- dı?. » — Türk donanmasile oraya ğramıştık Kefalonyahi kürekçi di gülümse- — Taş adasi limaninda gündenberi biz yatıyorduk, lan söylüyorsun!.. Doğan reis mz düşünmede ami Kefalon: ir yavaşça mi dandı: — Bir limanda Türk ve İspan- yol donuanmalarının bir araad ya- tabilmesi için, iki devletin dost ol- ması lâzım. Haydi, doğrusunu söyle... Bu heriflerin eline nasıl düştün?. beş Ya- Akdoğanın beynine birer yıl- dırım gibi inen bu sözlere Türk akıncısı cevab veremiyordu. Ne desindi?. » Doğrusunu kendi de bilmiyor. du. Amiralın sözlerinden, Salina- nın tuzağına düştüğünü anlamış- tı. İşte o kadar... * Limanda koskoca Türk donan- # ması dururken, İspan- yolların eline nasıl düşmüştü?. $ unu hatırlıyamadığı için, Ke- falonyalıya ne söylese gülünç ge- Jiyordu. Kef in alay et- mekte hakkı vardı. Çünkü (Taş AKŞAM SA “e Her akşam bir hikâye v. | Bir çiçek, üç böcek | | Kaloriferin önündeki kanapeye yan gelmişlerdi. Viskilerinden bi- er yudum çektiler. İçlerinden bi- : — gidi günler hey... dan se li geçmesine rağmen hâlâ aklıma geldikçe içim tatlı tat- ürperir. O günkü heyecanı bü- vücudile her ünkü akşam üstleri ma- dam Ai şık dekolte elbisesile balkona çıkar, kitab okurdu. Bi- bekâr odasının pençere- Gi de ne tatlı dakikalar geçirirdik. Hele cuma günleri, hele cuma günleri... Bütün gün pençerenin önünden ayrılmazdık. Genc kadın bi vurulmuş, gitiniştik. Zaman zaman uzaktan bize il- tifat ettiği de olurdu. Gülümser- di. Derin derin bakardı. Bir müd- det sonra onun hakkında epey ma- lümat toplamıştık. Duldu, yapa- yalnız yaşıyordu. Sabahları erken- koyuna iniyor, orada denize giriyordu. , B ği ez rek saatte hazırlanmak kabil ol sabahleyin güneşle beraber ya- | du. Nin talim le baltalı Eği OY bank Elka ğıma giydiği keten ağn kırıta kırıta önümüzde diyordu. Belki de gözelemdiğiin | farkında idi, Fakat bize hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi hare- ket ediyordu. Tıbbiyenin son sınıfında oldu- Zumuz için pansiyonda üçümüze e «doktor» dimdliği Bir tatil günü pençerelerimizden ona çıkmasını boş yere bekle- dik. Fakat o hiç meydanda yok- tu. Artık öğle sıcağı olmuştu, O- un balkona çıkmasından ümidi Mnleiii Pansiyoncu madam bir- enbire yukarı çıktı: “. DEER — Karşımızdaki madam Anet Melik dedi, doktor ara- dık, bulamadık... o Aklımıza siz ali Acaba muayene ede- bilir misiniz? Üçümüz dez — Elbette!.. diye yerlerimiz- den fırladık. Mad am . dedi. Üç kişi olmaz. — Yoco Biriniz gitsin b SÖZ zerine üç ağızdan da ayni cümle fırladı: — Ben giderim... Adeta aramızda kavgaya baş- lamıştık. Bu bedava ilk muayene gıdı açtım ki, kura bana çıkma- mış mı?... Sanki dünyaları ba- | na vermişlerdi. Eteklerim zil ça- arak odama koştum, doktorlar hastaya giderken alât ve edevatı- nı, çantasını hazırlarlar, Halbuki ben hastaya giderken saçlarımı tarıyor, gömleğimi değiştiriyor, kıravatımı bütün itinamı toplıya- rak bağlıyordum, Anı üç çey- luğu Moda koyunda alıyorduk. O- rada ka; vrntı vererek o sahile rın arasında yesil şık ma- yosunu siri, tapınacak derece- cudile suların koynuna atılıyo: Sanki json bütün yalnızlı- ğını dalgaların kolları arasında, suların ve köpüklerin koynunda unutmak ister gibi saatlerce yüzü- mayosu çıkıyor, giyiniyor, ıslak larile, keten elbisesi, çıplak aya- Mera arka limanında beş gün yol donanması, - Türk donanma biş bir yerde -arşılaşmamı r bunu bildikleri $ icin, Aldoğan bir do- nanma reisi olduğuna anmala- LA yoktu. Bem biraz sonra tekrar zi am nel. — Ak ” — Preveze ekber amiral meşhur r Akdo- un? Kefalonyalı kürekçi hızlı gül memek için dudaklarını isirıyor- du: di, sesini kes yersen, çabuk geberirsin! (Arkası var) ları arasında gl apartıma gir- dim. Madam Anet bembeyaz örtülü bir yatağın et yatıyordu, Sı- cak bir ağusi os günü olduğu için üzerinde incecik ipekli bir göm- lek vardı. Yüzünde hiç de bir has- ta hali görünmüyordu. Dudakları kırmızı kırmızı, yanakları pembe mbe i Güzel gözlerinin içi gülüyordu. — Size zahmet oldu... dedi, ha- fif bir nezle galiba... Fakat me- ak ettim.. Baş ucuna oturdum. Ne güzel gp SE ri muayene et- için be z bileğini tut- e Ben Er yöre konu- şuyorduk: — Karşıda oturuyorsunuz de- ğil mi?... Sizi pencerenizde görü- > . dedi. Ez da manali — Sabahları, erkenden ie koyunda denize giriyorum di... Sabahleyin deniz tevinlide güzel oluyor. Galiba denizden ç üşütmüş olaca: ğım. Bu sözlerile sabahları Moda kapı vuruldu. Bizim öteki ç lar da: — Madamın hastalığını çok mı ra ettik. Hi asyon rt buki biraz evvel bana karşı ne Sebe 9 raültefitti. Muayene bittikten son- net bize karşı çok ciddi davranı- yordu. Ancak, arasıra yalnız kal dıkca manalı manal ag mesi için neler feda e kii r gece, circir böceklerinin ha- ylkki yalnız geçen bekârları u- yutmadığı çi LER yaz gece- si odamda ıştım. Kapı iki kere hafif hafif ebali du. Ay ışığı odayı iyice aydınlat- tığı için lâmba yakmamıştım. Za- ten vakit de gece yarısını çoktan it gelen a m. Ben ona «Gizli ve mühim olarak bir şey söyliyeceğim!» dememiştim ki... — ni yakayım mı? diye sordum... Telâşla: — İstemez.. ey üzerine ay ışığı vurmuş, yan yana oturur, konuşuruz... dedi. de dize o- turduk.. ee sin moda koyu görünüyordu. Ne güzel gece idi., u i.. Mektubunuz- a Diyorsunuz ya... Başlayı — Ne mektubu?... diye şaşa- ladım. — Sizin mektubunuz... İşte... Elindeki kâğıdı a Oku» dum; bu pansiyon öğ Ah- medin yazısı idi: «Size çok mühim ve şid gizli iy eyler anlatacağım.. ece sa- at 12 den sonra ir bu; - pansiyonun dış kapısı da gönderiyorum..» Altnda benim imzam... Anahte- e lemen ae Pan- madam üçümüze dış ka- 'pının tek bir ânahtarını vermişti. İşte bu anahtar... edde dururdu. Şimdi her şeyi anlıyor- dum. Onlar bana bir azizlik yap- mak, Ânetle benim aramı boz- mak istiyorlardı... Fakat netice.. Anet — şaşkınlığımı görünce hiddetle sordu: — Yoksa par siz yazmadı- niz mı? Gülümsedim; — Ben yazdım... Ben... Mehtabda bana azizlik yapana arkadaşlarıma içimden dua ettim. Güneş doğarken Anetle Moda ko- yuna -gidiyordum. Onlara ras gel- dim. Yüzlerinden düşen bin parça acak.. (Bir yıldız) p “5600, altı aylığı 1000, 0ç , ay! aylığı 1000 kuruştur. dres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Zilhiççe 2 — e 196 i Akşam ir 2 Va. 419 600 1221 15,48 IR Yi İdarehane: Babığli civarı .Acımusluk Sok, i 13 No.