6 a 1934 Tetrika No. BARBAR Yazan: İskender Fahreddin RBAROS | Hızır bey (Halkulvad) muzafferiyetinden sonra Tunus Sultanının sarayında misafir kaldı. Sultan, Hızır beyin alnından Tunus Sultanı İle baş başa.. Fransiz donanmasi * (Halkuk. wad) kalesi de perişan ola: rak ters yüzüne gittikten sonra, Hızır bey Tunusa gelerek Sultani Mehmedin sarayında bir kaç gün misafir kalmıştı. Tunus müs Yi görünce: — Büyük halâskâri selimliya- lim... Diyerek yollara dökülmüşlerdi. Hızır bey maiyetinden bir kaç denizci ile birlikte saraya gider- ken, kadın, erkek, genç, ihtiyar binlerce insan Hızır beyin yolunu keserek, hep bir ağızdan: — Yaşa koca aslan! Diye bağırışıyorlardı. Tumus sultanı Hızır beyi harem kapısından karşılamıştı. Oruç ve İshak beyler kısa bir zaman için (Halkulvad) kalesin- de kalmışlardı. O akşam Sultan Mehmedin sa- Tayında büyük şenlikler yapılıyor, memleket baştanbaşa fanuslar ve bayraklarla donanıyordu. anları Hızır be- Fransız donanmasının ters yü- züne ve perişan bir halde Fransa- ya dönmesi Avrupalıları hayret- ten hayrete düşürecekti. Çünkü © güne kadar Fransız donanması Eerberistan sahillerinde böyle | müthiş bir inhizama uğrama Fransız donanması Fransaya kumandanlarını da kay- larak dönüyorlardı. önünde denize yuvar- lanan Fransız kumandanı gerçi Fransız gemicileri tarafından kü- çük bir çektirme ile sürüklenerek kumandan kalyonuna götürülmüş- &e de, kumandanın. biraz sonra öldüğü anlaşılmıştı. Fransız sancak direğindeki bü- yük bayrağı indirerek kumandan- larını bu bayrağa sarmışlardı., Ve gemi bayrak çekmeden enginlere doğru kaçmıştı. Sultan Mehmet, Hızır beyi gö- — Sen de Oruç bey gibi eşsiz. bir aslanmışan! Diyerek boynuna sarılmış ve üç defa alnından öpmüştü. Şenlik gecesi, Hızır beyin Ro- malılardan esir alıp sultana hedi- ye ettiği (Necmülbahir) de Tunus sultanının yanında oturuyordu. Sultan Mehmedin iki karısı var. dı. Fakat bu kadınlar müslüman | olduğu için, yabancı erkeklerin yanına çıkmazlardı. Necmülbahi Hızır beyi görünce tamdı: — İşte bizi esir alan korsan... Diyerek yüzünü buruşturdu ve Hızır beyin yüzüne bakmadı. Fizır ber, (Alte) den bahse. | derek: 7 Arkadaşıniz çek | mesuttur, | dedi, Cerbede Romalı bir prenses | gibi değil, fakat ona yakın bir | ihtişam ve refah içinde yaşıyor. | Siz de zannederim ki sultanın biz ricik gözdesisiniz! Necmülbahir, Hızır beyin ko muşmasından hoşlanmıştı.. Ya yaşça başını kaldırdı: — O zaten prensestir, dedi, siz onu para İle satın alınmış bir cariye mi sandınız? müştü. — Hayır.. Böyle bir kanaatim yek. Ben de kendisine prenses gi- bi hürmet ediyorum. Sultan Mehmet gülerek, Hızır beyin sözünü tamamladı: — Hızır bey, Barbaros kardeş- lerin en idür, yavrum! Fa- kat, yaptığı işler o kadar büyük Sizin gemilerinizi esir aldık- dan sonra, şimdi de koskoca bir Fransız donanmasını mağlüp ve n ederek firara mecbur etti. Ümit ederim ki Fransızlar bir da- ha Berberiyeye gelmğe tövbe ede- ceklerdir. Ve sonra kaşlarını çatarak şu sözleri ilâve etti: — Hızır bey, sizin limanlarınız- da küçük balıkçı gemilerinin pe- ginde koşan korsanlardan değil ik devletlerin büyük zaptetmekten, meşhur kumandanlarile © çarpışmaktan zevk duyan bir kahramandır. Ona hürmet etmeni isterim! Romalı kadın Hızır beyin yüzü- ne bakarak gülümsedi: — Affedersiniz, ben sizin meş- hur bir amiral olduğunuzu bili yordum. Sizin elinize esir düştü- gündenberi devam eden de- rin bir hayranlık içinde bocala- maktayım. Gözlerimi kapadığım zaman kendimi Romada zannedi- yorum. Fakat, gözlerimi açınca acı bir hakikatle karşılaşıyorum. Yurdumdan çok utaklarda yaşar dığımı anhyorum. Genç kadın içini çekerek bir müddet sustuktan konuşmağa başladı: — Akte hayatından çok mem- mun demiştiniz. O aşksız yaşıya: mıyan bir kızdır. Acaba (Cer. be) de kendisine bir gönül eğlen- cesi bulabildi mi? sonra tekrar Hızır bey hayretini gizliyemediz — Evet. O, her ay Hiştirir. Omu, hiç bir erkek, bir aydan fazla oyalıyamaz. — Tuhaf şey! Ben Aktede böy- le, bir ayda değişen bir ruh medim. O bilâkis, sevmesini çok iyi bilen ve izzeti nefsini de sev. gisi kadar koruyan zeki, kıska, uzağı görür bir kadındır. — Bu kadar kısa zaman içinde onun hakkında bu kadar iyi ve ka- vermenize hayret et- ler.. Güzel bir kadın gördüler mi, derhal gevşeyiverirler, hükümle rini, görüşlerine göre verirler, Siz (Akte) yi hiç anlıyamamışsınız! Yani açıkçası onun sizi sevdiğini söylemek istiyorsunuz, değil mi Hızır bey, sultanın yüzüne ba- karak başını salladı: — Evet... (Akte) beni deli gi- bi seviyordu. — Sevseydi, onu Cerbede yal- nız birakmazdınız! — Kendi evimde bıraktım. Va- zifem çağırıyordu... İş zamanı ka- dın koynunda yatamam, — (Akte) nin erkeksiz yaşıya- mıyacağını, sizden ayrıl ka birinin kolları arası ğüni ne yazık ki anlıyamamışsınız! (Arkası var) Her akşam bir hikâye Sami ağabey önünde genç kız — Bak Şaziye... dedi, şimdi şu saatimi avucumun. işine aldim. Bir, iki; üç... Ne sihirdir, ne ke- ramet, bir el çabukluğudur mari oturan | fel, Görüyorsun ya... Saat ka) boldu. Genç kızın güzel gözlerinin ta içi güldü: — A... Nasıl yaptın Sami aği ? bej — Orası sır... Bunca senelik hokkabazız yahu... Artık bunu da Sn yapmıyalım... Bak, şimdi kay- bolan saati nereden çıkaracağım?. Bir, il iç. Ne sihirdir, ne keramet el çabukluğudur Bir marifet... Sami ağabey ileriledi. Masanm üstündeki vazodan altın saatini çıkardı. Şaziye hayretler işinde idi — Bana da öğrel Sami ağabe; diye yalvarıyordu. Sami ağabey pek o kadar yaşlı değildi. Saçları ağarmasına rağ- men iriyarı sportmen bir adam: Çok şendi, iyi konuşurdu. Şık yinirdi. Herkes Saminin meclisin- de bulunmak için can atardı. Çün- kü Sami bulunduğu yeri kahkaha» dan kırıp geçirirdi. Bilhassa ka- dınlar onu pek severlerdi. Üstelik Sami ağabey bir sürü el mari leri, hokkabazlık numaraları da bilirdi, Şaziye onun hemen hemen elin- de büyümüş gibiydi. Bazan karşı- lıklı otururlar gene kızın çocukluk zamanından uzun uzun bahseder- lerdi. Biliyor musun Sami ağabey. Sen benim çikolatamı kaybeder- din de ben hüngür hüngür ağlar- dim. — Sonra çikolatanı pijamanın pantalonundan çıkarınca keyfinden ağzı kulaklarına varırdı amma. Hay çapkın hay, hani bir gün üs- tümü başımı islatmıştır... — Aman Sami ağabey... Şimdi bunun sırası mı ya... Bu sırada kapı çalındı, Şaziye nin nişanlısı gelmişti. Babası: — Haydi git... Nüşanlını karşı: la! dedi, Genç kız dışarıya çı kınca Sami ağabey artık eski ne- şesini kaybetti. Şaziyenin babası Nedim bey: — Yahu... Sami sana durgun- luk hiç yaraşmıyor, Anlatsana... dediği zaman Sami ağabey bir rüyadan uyanıyormuş gibi silkin- di. İri ve muntazam vücudile aya- Ba kalktı, Pencerenin önüne ka- dar ileriledi, Şaziye ile nişanlısı bahçede konuşuyorlar, gölgeli yollardan havuzun kenarına doğ- ru yürüyorlardı. Bu sırada Nedim bey de Sai nin yanına yaklaştı. O da kızmı pencereden hayran hayran seyre- diyordu. — Sami Şaziye ne büyüdü. Ne güzelleşti değil mi?.. Haspanın şu endmli yürüyüşüne bak yahu... Hani kızım olduğu için söyle, yorum vallahi... Güzel kız; Allah için. Sami sessiz onu dinliyordu. Ne. omuzunda, — Canım cevap versene yah. — Şaziye mi?.. Gözel de söz mi Ne kahrını çekmiştin yumur- cağın... Değil mi Sami?.. Halbu- ki sen de o zamanlar çok gençtin. Amma Şaziyeyi kucağından eksik etmezdin. Dili dönmezdi de sana «Sami abi» derdi., Hey gidi gün- Hokkabaz ler hey yahu Sami ağabey Şaziye. ağaçlar arasında kaybolunciya kadar pen- <erenin önünden ayrılmadı. Soh- Ben artık gideyim Nedim... dedi. Eski dostunun elini sıktı. Köşk- ten ayrıldı. Şapkasını önüne iğmişti, Sahile doğru yürüyordu. O kadar dalgın: dı ki dudakları arasına sigarasmın yanıp nihayetine gel- diğini fark bile etmedi, Arkasın- 'da bir sürü kadın kahkahası kop- tu, O zaman kendine geldi. Hepsi de tanıdığı hanımlardı, hepsi birden atıldı — Bu ne dalgınlık Sami bey.. — Sizi ilk defa böyle durgun yoruz... — Niçin dün gece bize gelme- diniz.. Sizi o kadar aradık ki. — Bu gece bize gelir misin Sa- Sorgu sual bittikten sonra Şa- ziyeden bahis açıldı: — Ne zaman evleniyor? — Düğün ne zaman?. Sami ağabey ilk defa olarak si- nirlendi. Bu suallere adamakıllı kızdı: — Ben ne bileyim canım... Şa- Ziyenin gönlünden geçen arzuları ne bileyim... Bu da hokkabazlıkla anlaşılmaz ki... — A.. Sami bey... Siz de hid- det nedir bilir mi idiniz?, Birden- bire bu nasıl parlamak böyle Sami ağabey her gün Şaziyeyi ziyaret ediyordu. Genç kızın ya- nında çok şendi. Ona ta küşüklü- ğünde yaptığı hokkabazlık numa- ralarını tekrar ediyordu. — Sami ağabey... Baş parma- ni koparsana bakayım — Dikkat et... Bi iç. Ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu” dur marifet... Şimdi mendilimi elimin üstünden kaldırınca bir de bakacaksın da baş parmağım yok. Şaziye bazan durgundu. Hattâ zaman zaman ciddiliği tutuyor — Sami ağabey... Sana h: bir meseleden bahsedeceğim Beni iyi dinle... Ben şu adamla evleneyim mi7... Evlenmiyeyimi mi? diye soruyordu. Nişanlısının otomobili, apartımanları, bol ps- Tası vardı. Şaziye de tuvalete, el- biseye, lükse çok meraklı idi, Sa- mi ağabey hemen cevap veriyor dur — Daha ne istiyorsun Şaziye Genç, yakışıklı, paralı, otomobi Ti, apartımanlı adam. Bundan üs- tünü can sağlığı O zaman Şaziye: — Sami ağabey... Altm saatini ybet te, vazonun içinden çık. diye lafı kapatıyordu.. | Düğün günü Beyaz elbiseler Şa- Ziyeye çok yakışmıştı. O gece köşkte herkeste büyük bir neşe vardı. Yalnız Sami ağabey simsi- yah sim içinde sapsarı İle davetliler arasında bir sairi menam gibi dolaşıyordu. Kalaba- lıktan kaçıyordu. Tenhr balkona gidiyordu. Herkes hayrette idi. Bu eğlen- eli muhite Sami ağabey meşhur tuhaflıkları, meşhur hokkabazlık- larile büsbütün neşe ve eğlence verecekti. Halbuki Sami ağabey şimdi herkesten kaçıyordu. Genç erkekler gelin hanımın etrafını sarmişlardı, dans etmek İstiyor. lardı. Şaziye: - ilk dansı Sami ağabeyle ede- İye tutturmuştu. ğin! ceğim Fakat | Sami" ağabey ortada yoktu. Geng kız onu fellek fellek arıyordu. Nin, bajet Sami ağabeyi balkonda! buldu. Kollarını balkonun parma na dayamış, başını da kollarının. üne koymuştu. Genç kız: — Aşkolsun Sami ağabey., des, di, benim düğünümde uyuyorsun! ha... SEE aileyi Uyuyor muyum.. Dünyada! değil... Genç kız onun sapsarı hayretle seyrediyordu, endişe için de sordu: — Ne oldun?.. Hasta mısın Sax" mi ağabey?.. Sami ağabey hislerini saklama-” sını bilen adamdı. Hemen işi şa“ kaya vurdu: | — Yoo... Dur sana bir hokke- bazlık yapayım Şaziye... Bak, elinde ne varsa alacağım... Bir, | iki, üç... Ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu marifet... Böyle söyliyerei: genç kıza Yaz avucunun içinde duran mini- mini defteri kaptı... Şaziye telâş la haykırdı. — Sami ağabey.. Onu okuma... Rica ederim... Okumi Sami ağabey şaşırmıştı. Şazi, ilk defa kendisinden bir şey sak» lıyordu. — Benden gizli bir şeyin oldu- gunu bilmiyordum! Genç kız balkondaki hasır kol- tuklardan birine kendisini attı! — Oku öyleyse... dedi. Ki gelin ağlıyordu. abey hayretler içinde defteri açtı ve bir iki satır okudu: bir hokkabazlık daha yap ğm... Bir, iki, üç... Ne sihir ne De bir el çabukluğu m m Kü — Amman... Semi ağabeyi. di, ne yapıyorsun?. Küçük defter kül olmuştu. mi ağabey: ir, iki, üç!, diyerek cebin aldığı yeni adres dı terini çıkardı, Defter tertemizdi. — Al sana yepyeni bir defte Şaziye... Artık o defter kapandı ve yandı... Yenisine başla... Böyle söyliyerek genç kızın inden tuttu. Balkonda dans etme: ğe başladılar. Şaziye yaşlı gözl rini göstermemek için başını Sam ağabeyin omuzuna dayadı... Bir yıldız 6 Teşrinievvel Cumartesi Bükeeş (564,5 m.) — 13-15 gündüz neşriyatı, 18 dans imusikisi (Bun St cazi), 19 haberler, 19,15 cazın deva: uma, 20 üniversite, 20.20 lik, 204 konferans, 21 <Zobailş isimli bir 22 müsehabe, 22,20 radyo orkei (yal ve opereter), 2313 23,43 kahvehane kanseri, Varşova (1345 ın.) — 19,15 viy lonsel, piyanc konseri, müsahabe, koro konseri, 20,20 konferans, 20.30 keman konseri, plâk, 20,45 müsahab 21 tagannili hafif musiki, 21,45 edeb Yar, komserli reklâmlar, 23,15 dans mi | sikii, 24 milmmhabe, 2405 hafif ie ki, müsahabe, 1 dans musikisi, Budapeşte (550.5 m) — 18,30 pi yana: refakatile Macar şarkıları, 19 sahabe, 19,40 halif muski, Zİ,10 müş sehabe. 21,30 Tarogmin kanseri, 22) haberler. 22.30 opera orkestrası, LEE edlin idaresinde), 23 haberler, 2450 çiğün munikia.