> BANA AZ VE Yİ 4 Teprinievyel 1984... Yazan: SULEYMAN KÂNI — Teretme, iktibms hakkı mahfozdur SARAY ve BABIİLİNİN İÇYÜZÜ Tetrika No, 385 Süleyman paşanın muhakemesi ve Bağdada nefyi Abdülhamit Rauf paşa yerine #ayin olunan serasker İzzet paşayı (15 rebiülühir - 23 cemaziyülevvel 1295) Süleyman paşaya gözderdi. İzzet paşa kapıdan girer; girmez: — Şevketmeap efendimiz (git, Süleyman paşaya söyle: Merak et- mesin! işine adalet üzre bakılma- sını ben tembih ettim!) diye fer- man buyurdular. Muhakemenize bakılacak; müsterih ve emin olu- muz! Dedi, Süleyman paşa — Teşekkür ede- rim. Allah vücudu hümayunlarına yet ihsan buyursun, Lâ- Hâkipayi ömrü kin size bir ifadem w şahanelerine doğruca arzedecel nizi temin buyurursanız. söyliye- yim İzzet paşa ahtüi yemin etti. Süleyman paşa — Plevne düş- tükten sonra Sofyaya gitmek üze- Te İstanbula gelip hâkipayi şaha- yelerine veda için yür sürdüğüm. de bir vadi hümayunları sebkat etmişti. Merhamet buyursunlar, vaitlerinde sebat etsinler! Padişah trlar! Vaitte hul£ kendilerine ya” kışmaz! İzzet paça çıkıp gittikten sonra Süleyman paşa muhafız Nuri bey vasıtasile atebeye bir teşekkür ari- zası takdim etti; fakat bu müra- Gmatından bir şey çıkmadı, leyman ( paşeyi muhakeme n divanı harple reis müşir Sa- mih paşadan başka müşir Derviş, Mustafa, Nusret, ferik Mehmet, Ali Nizami, Feyzi paşalar bulun. muştur, Bu muhakeme sarayin harbin teferrüntna kadar nasıl müdahale etmiş olduğunu vesikalarla aney- dana koymuştur. Raf paşa ittihaanamesinde Sü- leyman paşaya efal ve “ahlâkça isactisnet eylemişti. Süleyman pa- şa kızlar ağası Behram ağa ile Kadri paşaya yazdığı mektuplar. da ve Umdetülhakayikte kendisi ni müdafaa eylerken Abdülhami- din: (Harp esnasında ordularımı iki müslüman ele tevdi ettiğimden dolayı kalben pek müsteribimi) dediğini bu müslüman ellerin biri Ahmet Muhtar pasa, diğeri de kendisi olduğunu zikrediyor; ken- disini pehriz ve diyanetle tavsif ile Rauf paşa ve arkadaşlarının orduda işret ve sefahet hayatları. mriasvir ederek onlara şiddetle hücum eyliyor. Muhakeme esnasında: askerlik. şe yapılan hatalar hakkındaki mü- tekabil ithamlar da böyle devam eder, durur. Bunların tetkik ve temyizi askerliğe gittir ve bah mizden hariçtir. Muhakeme esnasında bir garip bir hadise cereyan etti. Süleyman paşanın Şıpka hücu- mundan bahsolumuyordu. Di harp reisi Samih paşa Süleyman paşayı tahtie yolunda harp fenni- ne dair bazı mütalealar irat eyle- mesi üzerine Süleyman paşa bu harp usulü hocalığına fena tutuldu; — Allah kahretsin, beni bu tah- kirlere uğratanı!.. Ben bu kadar acemi isem kumandan etmemeli idiler. Şimdi fenni harpten mi im- tihan oluyorum? ... Biz hücumda muvaffak olacağımızı memul eder gün idik. Eğer muvaffakıyetsizliği ev- velce bilmiş olsa idik hücum edip te beyhude asker telef etmez Hangi kumandandır ki hücum ile muvaffak olamıyacağını bilsin de gene eskere hücum ettirsin? Diyerek en büyük yarasının de- gilmesinden teessürünü izhar eyle- mişti. O gün celse bitince Süley- man paşa hüzün ve fütur içinde odasına dönmüştü. O sırada mu- hafazasına memur kaymakam Nu- ri bey geldi. — Mademiki size irat olunan su- ellerle hukukunuzu * mügalâtaya uğratmak istiyorlar, bana kalırsa bunlara hiç cevap vermeseniz da- ha iyidir; hakkınızda her ne ola- cak ise olacak, Sual ve cevap ile işi uzattırmaları fazla bir eziyet- tir! Hattâ Redif paşa kendisine irat olunan suallere cevap verme- diği için arzolundu. Tebidi irade- si çıktı. Belki siz de böyle bir mü- saadeye mazhar olursunuz da bu sıkıntıdan kurtulursunuz! Diye cevaptan imtinaa ve teşvik etti, Süleyman paşanın aklı da bu- Be bir derece yattı. Ağustosun on birinci günü mu- hakeme cereyanı esnasında gene Şıpka hücumu meselesi istiknah olunurken müddelumumi bir bo ğazden top geçip geçmediği an- aşılmak üzere harp mevkiinde bu- Tunmuş İstanbullu Ali efendi ii minde tabur doktorlarından biri- nin şahit olarak istimamı talep et- 4. Şahitlerin sözlerini ret için mu- hakeme esnasında müllehime mü- #aede edilmiyor, bu cihetin mü- dalan sırasında beyanı istenili- yordu. Süleyman paşa doktor Ali efendinin dinlenmesine itiraz etti. Bu itiraz suallere cevap vermeme- ğe yol açacaktı. Mösyö Necip paşa: — Bu meelis senin bildiğin mec- lis değildir! Şahidin gelip gelme- mesi senin vazifen değildir! Diye Süleyman paşayı tekdir ve tevbih etti, Süleyman pa; — Siz bu doktordan istediğiniz gibi tetkikat icra edebilirsiniz. Lâ- kin ben onu şahit sıfatile dinle mem, tergip üzere yerinden kalktı. Odanın ya- rısına vardığında mösyö Necip paşaz — Tutun şu Süleyman paşayı! 6 Dedi; teneffüs odasına gitmek | | | Diye kâtiplere emretti. Süley- man paşa: — Alçak! Hınzir! Mukabelesinde bulundu; tenef- füs odasına gitti. Uğradığı şaşkın- başladı. Mösyö Necip paşa kaymakam Nuri beyi çağırdı: — Gir, Süleyman paşaya söyle: Divanı harbe gelsin! (Gelmem!) 'der de muhalefette devam ederse nöbelçi neferlerine süngülettir! Emrini verdi. Nuri bey Süley- man paşanın odasına geldi. — Necip paşa sizi divanı harbe yor! Süleyman paşa — Gitmem! Nuri bey gidip tekrar geldi, Bu defa reis Samih paşa namına da- veti tekrar etti. Süleyman paşa bu ikinci davete icabet eyledi, Fakat geçip bir kenarda oturdu. Süngü- lü neferler kendisini takip edi- yordu. Necip paşa bu neferlere hi- #aben maznun sandalyasını göste- rerek — Süleyman paşayi kaldırın. Şuraya oturtun! Oturmaktan imti- ma ederse süngüleyin! Diye emretti. Neferler süngüye davrandılar, Süleyman paşanın üstündeki ro- velver alınmaktan imaz edilmişti! Süleyman paşa bir an için bunu Necip paşaya karşı kullanmağı zihninden geçirdi. Sonra hiddet ve asabiyetini yenerek ve: : — innallahe maassabirin! diy rek maznun sandalyasına geçti. Hadise bu suretle kapandı. Süleyman paşa bu hadiseyi tas- vir ederken mösyö Necip paşanın. (büyük locada oturan zattan mü- de almadıkça) bu yolda mı meleye kıyam edemiyeceği mül hazasını ilâve ediyor. Fakat bu (büyük locada oturanın) kim ol duğunu tasrih etmiyor. Süleyman paşanın istintakı ve muhakemesi bir sene kadar sür- dü, Nihayet rütbesinin refine, altı sene müddetle Bağdada nefyine hükmedildi. (10 muharrem 1296). iki hafta sonra Süleyman paşa Bağdada gönderildi. Dört sene sonra - mahkümiyet müddeti bit. meden! - kendisine 7500 kuruş mazuliyet maaşı tahsis edildi! Mahkümiyet süddeti bittikten sonra da Süleyman paşa ömrünün sonuna kadar Bağdatia kaldı. (Arkası var) nama ertesi gin insan yorgun argın, hiç bir pap yapamamak hlsilğile kak Bromural .Knoli. vu Heliketlen kusulmak İçin kulanyşcak lçtr. An satar yet, siler eri yalışıır ve kin ve Gir bir uyku evet eder Kpoll AG, kimyevi maddeler fabrikalari, Ludwigshafen siR! m e zin Oy, diyez vahaHlik İşle uykusuzluktan kavranan sinelerin mez tükenmez dilekleri .» İtenilen salih gelmez, her gün era siililikicn gilkçe kuvvet özal No. 1 NİKÂHSIZ ZLAR LAR | ön söz Komey İspanyollardan almiş, Molar Lüüinlerden alınış, Şekipir bizim Seyh Galip gibi - beylik mal deyip - beğen: diği yerden almış. Hâmüt Komeye baş vurdu, Ahmet Vefik paşa Mlyeri be zimsedi, Ben ne Şeklspirim, me Molye im, ne Hümit, ne de Şeyb Galihim. Fekar: Vefik pasa «Pinti> nin Molyer «Avare» nin, Him eEşpep im, Ge Jip Hüsün ve Aşkın me kadar müclfi iseler, ben de bu eserin © kadar mek İfiyim. Konuşanlar ben konuşturdum Yaşadıkları sartle > onlarla © beraber yaşadım. Zehra, benim, bizdenmiş giz bi yaşattığım kadındır. Yaratıcı bnde yetim olmadığına inan ne kadar Yar 88, yarmak kudretim olduğuna © kadar inenmın olanlardanım. İşte bunun işin eNikâhmzlar» benimdir diyonum. Belim İzzet 30 birinci kâmun 1833. İpekay trikotaj fabri işe başladığının üçüncü yılını tekmil- Jemişti, Koca fabrikanın içinde sinden, yerli yerine konan öte beri gürültüsünden başka bir şey du- yulmuyordu. Makaralar, çileler, telâşli bir geyretle sarılıyor, maki- melerin kılıfları tez elden geçiril. yor, saçlar taranıyor, bereler arar miyor, ceketler giyiliyor, siyah ön- ükler çivilere asılıyor, erkekler şapkalarını, kızlar mantolarını öramıyor. Kulaktan kulağa | Fısıl- danıyordu: — Para var mi7 Bu sorguya islik gi karşılık veriyordu: — Para söz mü, mış... Kadın ve kız işçilerin telâşi sof- zadan çok paraya idi. Ayın son günüydü. Evde bekliyenler vardi. Ana, kardeş, çoluk çocuk, ev sa- hibi, oda kiralıyan, bakkal, hep bugünü gözlüyor, verecekliler ka- 'dar onlar da bugünü iple çekiyor- ardı. Fabrika bir yıldanberi iyi iş gördüğü için, işçilerine fazla bir şey de vermeği antlamıştı. Tekin bey sözünün eri bir adamdı. An- dıni bozmuyacaktı... Bu sevinçle beresini, şapkasıni, manto ve paltosunu giyenler, fab- rika sahibinin yazı odasının ön duvarındaki gişenin önüne geli- yorlar, bir çırpıda hesaplarını gö- rüp uzatılan kâğıdı imzalıyorlar, haftalıklariyle üçüncü yılın kutlu. lama parasını alıp gidiyorlardı. Tekin de, bir an evvel bu işin bitmesini istiyordu. Onu da evin- de bekdiyeriler vardı. Karısı, ço- cukları dört gözle: «Baba gelsin» diye pencerenin önünde idiler. Sanki: «Baba, gel gel...» diyen oğullarının sesini duyuyor, kendi kendine: «Şimdi yavrum, geliyo- rum...» diye söyleniyordu. Kadınlı erkekli, şu seksenden fazla işçinin parasını verip bir çir kabilseydi. Kim bilir karısı, fab- rika üçüncü yılını tekmilledi, iyi işler gördü diye ona meler bazır- lamıştı. Amma o da karısını unut- mamıştı. Dört yönü dört sira el maslı küçük kol saatini alıştı, Kırmızı kadife kutu cebindeydi. Sumerin altı aydanberi bu saatte gözü vardı. İşte beğendiğine kayu: şacaktı. Çocuklarını da unutma- mıştı. Resim defterleri almıştı. Bo- ya kutuları almıştı. Bi zel bir mürekkepli kalem vere cekti, Küçüğüne bir kutu asker götürecekti. Atillâ kaç zamandır mürekkepli kalem diye söyleni- yordu, Kaya askerlere bayılacakti, Tekin oturduğu yerde, iğne üs- gibi duruyor, para al mağa gelen işçilere bir iki hoş söz söylüyor, hesaplarını görüyor ve bu esnada kulaklarında hep ço- mırıltılar sofra da var- Yazan : Selâmi İzzet —İ cuklarinin sesi brmlermere den «Geliyorum. Şimdi geliyorum..» diyordu, Fakat bir an, kulaklarına hiç bir ses gelmez oldu, Gişenin önün- de sarışın, hastalıklı yüzlü, gözleri kızarmış bir kız durdu. — Ne haber Fatma? dan mektup aldın mı? Kırık bir ses, paslı bir hıçkırık karşılık verdi — Almadım. — Demek ki gizlice başıni alıp gitti içim. Kocan. Evet — Helinden bir şey sezmemiş miydin? — Bilmem... Sezer gibi olmuş- #um ama, anlıyamadım ki... Ne ol- sa erkek, anlaşılır mı?... içer baş- ka türlü olur, içmez başka türlü olur. Çocuğumuz doğdu, kızdı, öldü, gene kızdı. Evlâdim dünya- ya geldiği zaman bana yapmadı- ğini bırakmadı. Biz kendimizi bes- liyemiyoruz, bunu ne diye çikar dın diye kudurdu durdu. Amma ölünce teselli bulmadı... Hoş, yav- rucuk ta bize altın top olmniştu ya... Onunla avumuyorduk. O gi- dince evin içi gene mezara dön- dü... Bende de kabahat yok de- Bil, Nahit güler yüz, tatlı dil is- ter... Onu ayunduramadım. Duvarlara tiz bir ses çarptı. Bir kahkaha dalgalana dalgalana ko- ridorlara yayıldı: Bumbada mumha rumba, Kalglere vur bir zimbn Türküsü betonlarda aksi seda- lar uyandırdı. Telkin, burun delik- lerinden hafifçe soluyormuş gibi gülümsedi: — Zehra mi bu? — Evet efendim. — Bak, o senin gibi kaygulu de- ğil Kaygusu da olsa, yumurta esi değil ya, deyip fırlaıp ata cak... Kısık, paslı ses, kıskanmıyan bir ahenkle mırıldandı: — Dünya umurunda değil onun. — Üzülme Fatma. Nahit biraz delişmendir. Keyfine buyruktur. Kim bilir aklına ne esti. Gelir el- bet merak etme. İyi adamdır. Ben ona güvenirim. Bak, hâlâ yerine başka ustabaşı getirmedim. Tekrar geleceğine eminim. Haydi güle güle... Kadın, bir gölge gibi, gürültü etmeden uzaklaştı. Şimdi gişenin önünde, geniş omuzlu, uzun boylu, ince belli, mütenasip © endamlı, bembeyaz. dişli bir kız duruyordu. Tekin, kaşlarını çatıklaşmasi- na rağmen, gözlerinin gülümse- mesine mâni olamıyarak: — Bu hafta alacağın kalmamiş gibi bir şey... diye söylendi. Biraz evvelki kahkaha gene çin- ladı, Sanki bir billür kâse, mer. merde yuvarlanıp kırıldı: — Kalmadı ya... Ne yapayım, bu hafta tembelliğim vardı, çalı- şamadım, canım istemedi... Oh ok #un bana, bu haftayı parasız geçi ririm... i Her sözde fıkırdıyor, ber cüm- lede kıkırdıyordu. Tekin, gişenin önündeki kau- cuk değirmiye bir kaç tane yirmi beşlikle beş on tane bronz onluk bıraktı. İşçi kızın, pembeye kaçan mavi damarlı eli uzandı, paralari aldı. (Arkasi var) *