20 Eylül 1934 AKDENİZDE TÜRK AKINCILARI Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Tetrika No. 177 Sihirbaz ( Yani ) boğulduktan sonra, Ahmet paşanın bütün ümitleri suya düşmüştü. Artık ( Jüzetta)yı elde etmek için başka yollardan yürümek lâzımdi. “Ahmet paşa cellâdı görünce buz ir karış açıl mış. Ne yapacağını şaşırmış bir halde titremeğe başlamıştı. Cellâda boyun uzatmak kolay bir iş değildi. Yamağının elinden urganı alan it Mustafa (Yani) nin başı ucunda duruyordu. lürse, kaptan paşanın bü. inceleri altüst olacaktı, Bizanslı sihirbaz hiç olmazsa üç gün daha yaşamalı ve (Jüzetta) yı | Ahmet paşanm ayağına düşürdük- den sonra ölmeliydi... Kaptan paşa birden silkinerek ayağa kalktı: — Bre duygusuz adam, dedi, önsan bir tayuğu bile bu kadar ça- buk boğazlıyamaz. Yaninin suçu- nu anlamak istiyorum. Korkarım ki zavallı adamcağız bir iftiraya kurban gitmesin. Ben şimdi sara- padişahtan onun affini istiyeceğim. Yetmişinden sonra saz hevesi. Ahmet paşa (düzetta) yi ken- dine çekmeğe, bu güzel Venedik yıldızına kalbine girmeğe çalışi- yordu. Sihirbaz (Yani) den ümidini kestiği dakikadanberi, muvaffa- kiyetin sırrını başka yollarda arı- yah Kaptan paşa gençliğini sık sık hatırlamağa ve gençliğinde yap- tığı çapkınlıkları tekrarlamağa başlamıştı. (Jüzetla) kale içinde hapsedi- len bir esir gibi yaşıyordu. Soka- ğa çıkmak şöyle dursun, kon: bahçesine bile çıkabilmek: imkâni yoktu. İç kapılar tamamile kapa- ıydı ve aşağıda birçok muhafız. yisler vardı. Bunla- lar, ağalar, | Zaten (Jüzetta) buradan kaç- manın imkânsız olduğunu anla- Ve cellâdin elindeki e m rek şiddetle yere vurdu. | edecek birini araştırmağa başla- Cellât Mustafa: | miştı. Cariyelerin hepsi tembih- — Ben padişahın kuluyum. | giydi. Hiç birisi Jüzetta ile Idubali Başkasının sözile hareket edemem. | olmuyordu. Konak halkı Ahmet Diyerek tekrar yerdeki ipi aldı.. | paşanın şiddetinden yılmışlardı. (Yani) nin ensesinden bir koyun e gibi yakalıyarak yere yatırdı., Boy- nuna urganı geçirdi. seke Ahmet paşa eline kamçıyı alın- <a kız, erkek demez, hepsini srra- dan geçirirdi. Ahmet paşa biraderi ölürken bi- le bu derecede müteessir olma mişlu. — Oğul, bu adam daha yaşa- malıdır. Hepimize ayrı ayrı hiz- meti vardır! iyerek cellâda yalvarır gibi, yler söylemişse de, Mustafa Ahmet pasa bir akşam kendi odasında güzel bir içki hazırlatmıştı.. Cariyelerinden bi- rine gizlice: — Kız, dedi, haydi git, şu Ve nedikli kadını ikna ederek bura- sofrasi padişahın sözümü yerine getirmek, | Ya EU. Sana bir kese allın ve ten başka bir şey düşünmediğin | "EĞİMİ dem, arkada duran yamaklarına | | (Jüzetin) yı kandırmak kolay değildi. Ahmet paşa onu bir kaç 'defa birlikte yemek yemeğe davet ettiği halde, o, omuzunu silkerek: — Ben yalnız yemek yemekten yüksek ve sert bir sesle bağırdı: — Haydi, tulun şu urganın ucundan..! ! Cellât yamaklari urganın iki ucundan çekmeğe başladılar. hoşlanırım., Yani, gözleri dışarıya uğramış | © Deyip geçmişti. bir hald Ahmet paşa: — Beni öldürmeyin, aslanlar! Bana kıymayın..! Bütün serve mi size bağışlayım... Size padişa- hin veremiyeceği altınları, mücev- herleri vereyim... Beni bırakın! — Bu ne duygusuz kadın! Diye söyleniyordu. Paşanın ca- Tiyesi bir kese altına tama ederek, © akşam doğruca ÇJüzetta) nın odasına gitti, Kaptan paşanın cariyesi, o gü pe kadar, bu derece yakıcı ve ezici bakışları olan güzel bir kadına Faslamamışlı. (Jüzetta) uzun kum- Fal saçlarını omuzlarına dökmi ve pencerenin önünde duran bir sedire uzanmıştı. , Saf yürekli Çerkes kızı, gözleri- inde şimşekler çakan bu ze- » kadını nasıl kandıracak, nın odasına nasıl götürebi- Tecekti? (Arkası var) Cellâdin kulaklari kurşunla ti- kanmmş gibi, bu sözlerin hiç biri duymuyordu. O, yalnız vazifesini yapmaktan, padişaha gidince: — Kolayca işini bitirdim. Demekten başka bir şey di müyordu. Mustafa gergin ipin ortasında kalan sihirbazın başını bir ham- ede yere eğdi.. Yamuklar urga- nın uçlarına asıldılar... Ve ihtiyar sihirbazın bir anda dili dışarıya sarktı ve uzadı. Biraz sonra bir hırılt.. Ve hafif bir depreşme.. az yara e eğlenceli ve istifaleli hir yalcnlağa çikmak istiyenlere tavsiyemiz. ISTANBULDAN LONDRAYA hzl AM Dim boğulmuştu... man iy Me yin — Bütün arzularım da (Yani) 270 sahife - 293 resim, #le birlikte boğuldu. 1 harita - 75 kuruş Diye mırıldanarak ayağa kalkti Ve cellâtlardan evvel (Yapi) Yeni çıktı Tevzi merkezi: YALNIZ AKŞAM KiTAPHANESİ nin evinden çıkıp gitti, | Her akşam bir hikâye — Rica ederim... Biraz daha gayret ediniz... Tahta parçasına sıkı sıkı yapışınız... İşte karaya yaklaştık... İ Hakikaten karşılarina yalçin bir kaya çıkmıştı. İkisi de birer tahta Parçasna yapışmışlar, son gay- retlerile | çabalıyorlardı. Fakat Makbule pek ziyade kuvvetten düşmüştü. Selim ona yardım et- mese genç kadın mavi dalgalar arasında çoktan kaybolacaktı. Kayalıklara | yaklaştıkları za- man Makbule tamemile kendisi- ni kaybetti, Selim Ieaza telâşı ara- sında ilk defa gördüğü bu güzel kadını kolları arasına alarak ka- yalık sahile çıktı. Makbulenin şık elbisesi parça parça © olmuştu. Etekleri kopmuştu. Saçları dar. #aadağınıktı. Fakat bütün bunla" Ta rağmen genç kadın, delikanlı Dın adaleli kolları arasında bir güzellik mabudesi gibi duruyor- du. Selimin bunu görecek hali yok- tu. Delikanlı son derece yorgun- du. Makbuleyi kayalardan birinin. üzerine uzattı. Kendisi de boylu- Boyuna yattı, Bir müddet öyle kal dilar. Vakıa Makbulenin imdadı- na koşmak lâzımdı. Fakat Selim 'de kolumu kaklıracak takat bula- maiyordu. Buna rağmen biraz son- ra büyük bir gayretle yerinden fırladı. Makbulenin şakaklarını, bileklerini, göğsünü, mafsallarını su ile ovdu. Genç kadm yavaş yavaş hare- kete geldi. Selim ovmakta devam ediyordu. Delikanlı şimdi bütün yorgunluğunu unutmuştu. Dalga- lar arasında saatlerce çarpıştığı felâket arkadaşının göz kamaştı- rıcı güzelliği birdenbire. başına vurmuştu. Onun - ayılması için - vücudunu ovarken genç kadın baygınlıklar. geçiriyordu. Nihayet Makbule gözlerini aç- nı. Selime uzun uzun baktı. Se Makbule memnun gülümsedi. Yavaş yavaş açılıyor, aheste ahes- te konuşuyordu. Selim: — Size sicak bir şey içirmek isterdim amma... Yanımızda ne kibrit var... Ne çay, ne çaydanhk, 'ne şeker... Maamafih biraz son ra civarı bir kolaçan edeceğim... — Acaba kimsecikleri bulabile- cek misiniz? i — Bilmem ki... Pek benzemi- yor. Bir kaç gün beklemek lâzım gelecek korkarım. Sustular. — Artık iyisiniz... Ben bir de- Taşayım... Siz de o zamana kadar elbiselerinizi kurutursuuz... Ya siz? —Zarar yok... Benimkiler üze- rimde kurur. Böyle söyliyerek kalktı, Etrafı iyice araştırdı. irde, ne kü- çük bir kulübe, ne de insana de- | lâlet edecek bir şey vardı. Yalnız | kayalıkların arkasında bir çok ağaçlar vardı. Bunların üzerinde yabani meyvalar sallanıyordu. Bu Selimi pek memnun etti. Nihayet bir kaç gün bu meyvalarla karın doyurmak pekâlâ mümkündü. devam etti. Hiç bir kimseye rasgelmek ümidi kay- bolunca kaza arkadaşının yanına dönmeğe karar verdi. Fakat ka- rınları açtı, Eli imazdı. Derhal ağaçlara tırman di. Yabani olmasına rağmen ga- yet güzel elmalardı. Epeyce top- Araştırmasına boş gitmek ol Iadı. Bunlarla iki kişi adamakıllı 'doyabilirdi. İçinden: — Tam, dedi, Mazhar Osman beyin «senede bir hafta yalniz meyva yiyiniz. Vitaminden isti #ade ediniz» nasihatini bulmuş olacağız, diye söylendi. Meyvalar elinde Kayalıklara dönerken kendisini akşam üzeri elinde çıkın evinin yolunu tutan aile babalarına benzetti. Güldü. Lâkin, şaka maka değil, ilk gür iü evine giden yeni evlenmiş bir 'damadın heyecanını içinde hisse- diyordu, Acaba genç kadın onu nasıl karşılıyacaktı? Onunla bu insanlardan uzak kayalıklarda, Yapayalnız bir gece geçirmek ha- yali damarlarına tatlı bir gerinme, kanina tatlı bir hareket, içi . Makbule aşağıda kal mıştı, Genç kadın çıplaktı. Elbi. selerini taşların üzerine sermiş, kurumasını bekliyordu. Tepede Selimi görünce hemen yaş elbise- lerin birini kapıp üstüne sardı. Se- lim başını çevirerek bağırdı — Daha giyinmediniz mi7. — Elbiselerim kurumadı.. — Öyleyse ben gelmiyeyim.. — Gelin... Gelin... Burada, ku yalıkların içinde bir sürü kuru ol buldum. Onların içins girerim. EL biselerim kuruyunca da giyerim. Selim elindeki meyvalarla aşağı- ya indi. Evvelâ genç kadını bu- lamadı. Bir kovuğun işinden tatlı bir ses geldiz — Buradayım! İçeri girdi. Genç kadın kuru ot- ların içine gömülmüştü. Yalnız başı ve kırmızı küçücük topuklu. ayakları dışarıda kalmıştı, Gülüm- süyordu. Selim: — Mükemmel... dedi, siz iyi bir yer bulmuşsunuz. — Öyle... Siz de üşüyorsunuz.. Elbiseleriniz kurumamış. Bakın. karşıda bir ot yığını daha var... Girsenize.... Delikanlı genç kadınm yanın. da soyunmağı çirkin buldu, — Teşekkür ederim... dedi Şimdilik üşümüyorum. — Civara baktınız mı? — Maalesef kimsecikler yok Bu geceyi yalnız elma yemekle ge- gireceğiz... — Aman ne iyi... Benim de son derece karnım acıkmıştı. Elmayı 'derseniz fevkalâde severim. Hele biraz mayhoş olursa... Karşılıklı, kabuklarını bile soy- mağa lüzum görmeden elmaları yemeğe başladılar, Bir yandan da konuşuyorlardı. Seli — Vakıa biraz garip bir tanı ma amma... Size kendimi takdim edeyim. Ben Ali Selim... Heykel. traşı. — Ben de Makbule... Güya Varnaya, plâja gidiyordum. Yol da daha iyi banyo yaptım. — Evli misiniz hanımefendi Affedersiniz biraz garip bir sual — Zarar yok... Sizinle felâket arkadaşıyız. Müşterek | geçirilen felâketler insanları biribirlerine | çok yaklaştırır, çok samimi yapar, Bakın siz önünde ilk defa elbite- siz olarak uzandığım yabancı bir erkeksiniz. Evli değilim efendim... Kocam iki sene evvel öldü. Biraz param var... Dünyayı se, seri dolaşmak niyetindeyim. Elmalar adamakıllı karınlarını doyurmuştu, Genç kadın: safirim olsaydınız. Size sigaral takdim ederdim... dedi. ben de bir tane tellendirirdim Yemeklen sonra hoşuma gider.. Selim de kendi kendine «ah bi gara olsa» diyordu. Farkında ol muyarak elini cebine atmıştı; he: yeca: — Buldum! Dedi. Altın tabakası pantal nunun cebinde duruyordu. Bu bakanı kapakları biribirine geç me olduğundan içine su si sigaralar ıslanmamıştı. Fakat garayı ne ile yakacaklardı bule bunu düşünürken Selim lümsüyordu: Bu kaza aklımı başımdan imiş hanımefendi. Yanımda çakmağım olduğunu umutmuşt Hemen çıkardı. Retubetten çi mak yanmıyordu. Bin müşkülâi alev aldı. Sizaraları tüttürd Zaman zaman, konuşurken bule elini kolunu oynatıyor. aranın loşluğu içinde güzel cudu Selimin gözüne en gi heykelden daha tenasüplü görü nüyordu. Hava kararınca Selim de yunup otların içine girdi. F: gece soğuk ve korkunçtu. bir fırtına Şıkmıştı. Dalgalar kı yalıklara çarpıyor, kovuğun ağ ma vuruyorlar, etrafı inim inim. inletiyorlardı. Dalgaların g sü arasında bazan vahşi kuşların Sesleri acı acı işitiliyorduz Selim bey. — Efendim... — Korkuyorum... mefendi. — Dalgaların gürültü: tana... Sonra bu hayvanların leri... — Uyumağa gayret edi — Hiç'uykum yok. ot yığımna yaklaştırdı. Ertesi gün kayalıkların arka. Baki patikada bir Ford otomobi- İki kazazedeyi aldılar. © Kasabaya yaklaştıkları ozaman — Sizi nereye götüreyim? Onlar heyecandan konuşa: yorlardız — Seye canım... Şeye işte... Eni mühim yere. — Haa... Elbiseniz yek... EL biseci dükkâna. — Daha... Daha mühim diyo- Tum... Şeye efendim. İsmi dilimin | ucunda. Haaa... 20 saattir su içme- Sucu dükkâna... — Daha mühim efendim... Yahu... Belediye dairesine... Ni- kâh memurluğuna götür bizi be adam!, Allah Allah... Mühim di- yoruz ya. Bir yıldız İlân tarifesi Son ilin sahifelerinde «30 Gazetemizde neşredilecek. ilânlar için mümenat yeriz ilâncıhık kollektif şirketi İ Ankara oadldesi, Kahraman zade hen, Tel 2009420095,