29 Haziran 1932 Akşam Tefrika No. 106 SEBA MELİKESİ | BE LEES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Süleyman kendikendine konuşuyordu: “Sen beni mahvedeceksin! Sana aşkımı itiraf edemiyorum!.. Fakat, sen niçin, benim kalbimi bir kitap gibi okuyamıyorsun ?,, Belkıs kitapları kapadı. Seba şairleri, Beni Israil şair- leri yanında çok sönük ve çok heyecansız kalıyordu. Seba melikesi, Jerüzalem'i dün- yanın yegâne şiir ve beyecan beldesi olarak tanımıştı. Beni Israil tarihi çok canlı, çok heyecanlı hadiselerle doluydu. Bu kadar mühim vakayile dolu olan tarihi elbette böyle ince ruhlu ve ince duygulu bir millet yara- tabilirdi. Belkıs, Sebada ölen bir genç kız için, Kahtan şairinin yazdık- larını hatırladı. Sonra, Jerüza- lem'de bütün bir milletin hür- metle yaddettiği (Zahle Perisi) ne ait yazılmış ve söylenmiş şiirleri okudu. Belkıs, Filistinde doğan şair- lerin hayatı ebediyeye mazhar olduklarına inanmak istiyordu. Beni Israil şairleri, muhakkaktı ki, öldükleri zaman da gine dostları, aileleri ve sevgilileri arasında yaşıyorlardı. Işte genç bir şair daha..! O da Zahle Perisinden bah- sediyor, onun ölümü için mersi- yeler yazıyor, hemşerilerine onun ölümünü haber veriyordu: “Jerüzalem semasında üç gündür, kara bulutlar var. Zeytin dalları kuruyor ve semalar sararıyor.. Mandalinler döküldü. o Sular acılaştı.. Şeker kamışlarının tadı kalmadı.. Üzümler şarap olma- dan harap oldu.. Gökler ve gönül ler karanlık! Bu fırtına neden, nereden esti? Bu felâketler neden, nereden geldi? Eyvah!:.. Haberi- niz yok mu? İşitmedirizmi ki, şairlerin, sarı saçları için neşide- ler yazdığı; gençlerin, bir tebes- sümüne canlar kıydığı o güzel (Zahle perisi) öldü! Jerüzalem semasında üç gün- den beri dolaşan kara bulutları, bağlarda kopan fırtınaları gör- miyor musunuz? (Tabiat) ın bu matemine (o iştirak (o etmiyecek misiniz ?. Belkıs, bu satırları okurken, bir (Zahle Perisi ) olmağı çok arzu etmişti. (Seba) da onun iyiliklerini ve memleketi uğrunda yaptığı feda- kârlıkları Ohangi şair yazacak, hangi müverrih kaydedecekti ? Sebalılar ne bedbaht, ve 47zı mukaddes te yaşıyanlar ne mesut insanlardı! Biri, gelecek nesillere karşı, hissiz bir kaya parçası gibi camit ve dilsiz kalacak.. Diğeri de, kah- ramanları için yazılmış destanlarile, binbir zafer kitabelerile karşılaya- caktı. Süleyman iki gündenberi daire- sinden çıkmıyordu. Sam hâlâ meydanda yoktu. Belkıs, o sabab, hükümdarı sor- duğu cariyeden şu cevabı almıştı: — Süleyman para sıkıntısından kurtulduğu zaman, daima, odasına kapanır, günlerce meydana çık- maz.. Yeni şiirler yazar.. Şimdi de yeni sevgilisi için neşideler yaz- makla meşguldür. Belikıs, cariyenin verdiği cevap- tan şüphelenmişti. ükümdarın yeni bir sev- gilisi mi var? Diye sordu. Cariyenin fazla malümatı yoktu: — Dün gece şerbet istedi, dedi, götürdüğüm zaman, bükümdar, kendikendine: “Sen beni mahve- deceksin! Sana aşkımı itiraf edemiyorum. Fakat, sen, niçin benim kalbimi bir kitap gibi oku- yamıyorsun?,, diye söyleniyordu. Belkıs sordu: — Hükümdar kendi kendine konuşurken seni görmedi mi? — Hayır.. Sonradan farkına vardı: “Kız, ben ne söyliyordum.. Benim sözlerimi işittin mi? dedi. Ben de: “Bir şey işitmedim!, diye cevap verdim. (Arkası var) İçki yasağı Amerikada yasağın bir parça hafifletilmesi muhtemel Amerikadaki içki yasağı mese- lesi yeni bir safhaya girmiştir. Yeni reisicumhur namzedi gös- termek için Şikagoda toplanan cumhuriyetçi fırka, riyaseti cum- hur için fırka namına şimdiki reisicumhur Mr. Hoover'i namzet göstermeğe adetâ ittifakla karar verdikten sonra içki yasağı me- selesini müzakere etmiştir. İçki yasağı kanunun ilgası hakkında yapılan teklif reddolunmuştur. Bundan sonra men'i müskirat kanunu yerine müskiratın devlet kontrolu altına konulmasına dair dermiyan edilen teklif 472 reye karşı 681 rey ile kabul edilmiştir. Trabzon civarında iki katil Trabzon, 26 (Hususi) — Geçen cuma günü yomrada bir cinayet olmuştur: Sürmeneli bir çoban efendisinin kızını sevmiş kaçırmış- tır. Efendisi olan köylü Sürmeneye giderek çobanı bulmuş: “Gel sizi evlendireyim.,, demiş çoban köye avdet ettiği gece katledilerek ce- sedi kuyuya atılmış ve taharriyatta ceset çıkarılmış, katil yakalanmıştır. —— İspanya kralının biricik kıymetli kızı | on iki yaşına bastığı için şerefine bir bayram yapılıyor, bir çok eğlenceler tertip etmişler, bu meyanda Civar ormanların birinde ucube bir çocuk yakalanıp getirilmiştir. Bu gayet sakil ve garip mahlükun oyunları küçük prensesin o kadar hoşuna gidiyordu ki, göğsünden çiçeğini çıkarıp cüceye alıyor. Cüce, çirkinliğinden ve gayrı tabii halinden bihaberdir. Prenses kendini beğendi dö âşık oldu sanıyor. Oda prensese âşık. Onu aramak için bahçeden saraya gidiyor. Herkes ziyafet salonunda olduğu için kimseyi bulamıyordu. Birçok odaları nahak yere dolaştı. Eevwvlki cuma günü yine yum- | reda bir adam katledilmiştir. Katil cinayeti yaptıktan sonra doğruca karakola gelerek “filân yerde bir adam öldürmüşler, di- yerek ihbaratta bulunmuş ve tahkikat neticesinde ihbaratta bu- lunan adamın katil olduğu mey- dana çıkarılmış ve yakalanmıştır. Bir genç dondurmacılık hakkında malümat istiyor Amerikada bir darülfünun tale- besi dondurma ticareti hakkında bir tez hazırlamaktadır. Amerikalı genç, bu münasebetle, muhtelif o memleketlerdeki odon- durma ticaretini ve dondurma imalâtçılığını tetkik etmektedir. Bu münasebetle Istanbul ticaret odasına da bir mektup gönder- miştir. Ticaret odası, Amerikalı talabeye, Türkiyede dondurma ticareti hakkında malümat gön- derecektir. “İzmirde yetişe Izmir, 25 (Hususi muhbabirimiz- den ) — Cumhuriyet Halk fırkası, bu sene İzmir muallim mektep- lerinden yetişen ve memleketin . her tarafına yayılarak inkılâp, tedris ve terbiye hayatımızda rol alacak olan muallimler şerefine | cuma günü Halkevi binasında bir çay ziyafeti verdi. Ziyafette fırka vilâyet idare © heyeti reisi Haşim Muhiddin beyle fırka erkâni ve her ilk mektebin | muallimleri bulunuyordu. | Haşim Muhiddin bey bir has- | buhalde bulundu. Fırka ile mualim | arasındaki münasibatı ve fırkanın | muallimler hakkındaki düşünce- lerini izah etti, Genç muallimler, bu nutku hararetle alkışladılar. Müteakıben muallim Mustafa Rahmi bey, onu takiben de kız jve erkek talebeden birer hanım | n genç muallimler ve bey tarafından nutuklar irat edildi. Manzumeler okundu... Çok güzel, samimi bir aile meclisine benziyen bu ziyafetin sonunda, talebe bir piyes te temsil etti.. Bu samimiyetin bir hatırası olmak üzere fotoğraflar çekildi. Resmimizde erkek talebe Hacim Muhiddin bey ve fırka erkânı ile birlikte görülmektedir. Son girdiği küçük salonda bir perde gördü. “sakın tuhaflık yapmak için prenses bunun arka- sna saklanmış olmasın?,, Diye düşündüğü için perdeyi çekti. Hayır! Orada, perdenin arkasında başka bir prova vardı. O odaya doğru yaklaşırken bir hayaletin de, o odadan kendisine doğru yaklaş- tığını gördü. — Prensesl... - Diye bağırdı. Perenses mi? Nasıl perenses olabilirdi o bu?... Nasıl?... Buna imkân mı vardı?... Bu karşısında gördüğü mahlük, hayatında rast- lamadığı derecede çirkin, bir mahluütu. Boyu herkesin boyuna benziyordu. o Omuzlarının arka- sında, başile bir hızada kanburu vardı. Kafası yamru yumru sakildi. Bacakları omukavves omukavves, karnı çıkıkti. Küçük cüce, kaşlarını çattı. Ucube de taklit etti. Güldü. Kar- şısındaki güldü. Cüce müstehzi bir reverans yapınca, öbür oda- daki de aynını yaptı. Yürüdü, alın alına tokuştular. O nasıl adım attıyse, ötekide aynı adımları atmıştı. O durduğu vakit, öteki de durmuştu. Bir meserret çığlığı kopardı. Elini uzattı, Ucube de uzattı. Karşıkinin alnı da alnı gibi s0- guktu. Cüce, yüreğini bir korku kap- ladığını duydu. Bir müdafaa ha- line geçti. Ucube de derhal onun taklidini yaptı. İleri doğru yürü- mek istedi. Lâkin hem düz hem katı birşey, ilerlemesine mani oldu. Yüzüne düşen saçlarını havava kaldırdı. Ucube de saçla- rını düzeltti. Ucubeye bir yumruk indirmek isteyince (yumrukları havada tokuştu. Yüzünü ekşitti. Ucube çok çirkin bir işmizaz | yaptı. Geri döndü. Ucube de... Kimdi bu?... Bir an düşündü. Düşünerek odaya bakındı. Tuhaf şey!... Lâkin bu garip durgun su duvarında ber şey çift görünüyordu. Evet, taklolar, önünde serili duran kaplan deri- side aynen orada mevcuttu, Şu heykel tıpkısı olan o heykele kolunu uzatıyordu. Yoksa, bu, aksisada miydi?... Bir gün vadide haykırmıştı da, aksiseda, sesine aynen cevap ver- mişti. Acaba, manzaralarda sesler gibi miydi? Hakiki manzaralardan hayali manzaralar doğabilir miybi? Eşyanın gölgeleri renkli, hayatlı ve hareetli olabilir miydi? Yoksa.. Titredi. Prensesin attığı beyaz güllü göğsünün kılları üstüne bastırdı. Soldan geri çarhetti; sonra, iğilip gülü öptü. Ucubenin elinde de bir beyaz gül vardı. Yaprağı yapra- ğına kendi gülünün aynı bir gül... Ucube de, gülü öpüyor ve gök- | süne bastırıyordu. Bunu yaparken bir sakil hal alıyordu. Hakikat gün gibi ayan beyan olmuştu. Cüce, vahşi bir çığlık kopardı. Hıçkırarak yere yuvar- landı. Demek ki, karşıda duran o kanbur, o sakil, o nuhuset, o | iğrenç ve gülünç mahluk kendi- siydi? yataklar, herşey çifti. şu karyolanın Ucube kendiydi. Demin bahçes de çocuklar güler ve alay eder- ken ona gülüyor, onunla alay ediyorlarmış meğer... Prensesin aşık olduğunu sanmıştı. Halbuki prenses de onunla alay etmiş... Onu niçin ormanda bırakma- mışlardı da buraya getirmişlerdi? Ah, orman ne iyiydi. Orada ayna yoktu ve çocuk ucubeliğini göre- miyordu. babası onu niçin öldürme- mişti de bu rezilâne mahsulünü para ile saraya satmıştı? Yaşlar, erimiş alevler halinde gözlerinden akıyordu. Beyaz gülünü param- parça etti. Aynada, ucube de beyaz gülünün yapraklarını havaya saçtı. O da yerden başını kaldırıp kendisine bakıyordu. Artık bir. daha göz göze gelmemek için, deli gibi dişarı kaçtı. Yaralı bir mahlük gibi gölgelerde sürüklendi ve gölgelerde kalarak inildedi. Tam bu esnada, prenses, ziya fetten çıkmış, arkadaşlarile beraber geliyordu. Sakil (Ocuceyi yerde sürünür ve ellerile toprağı döğer vazıyette gördükleri vakit, manzara pek hoşlarına gitti ve kahkahaları kopardılar. (Herkes, o ucubenin etrafını aldı. Hale teşkil ettiler. Prenses: — Dans çok tuhaftı! -dedi.- Lâkin oynayişi daha tuhaf! Bu cüce, kuklalarımdan birine benzi- yor; amma, canlısı... Büyük yelpazesini oynatarak alkışladı. Lâkin küçük cüce, gözlerini kaldırmadı. Hıçkırıkları git gide zaifliyordu. Sonra, garip bir tarz- da içini çekti. Eli yana düştü. Kendisi sırt üstü yuvarlandı. Ar- tık kımıldanmadı. Prenses: — Aferin!.. -Dedi.- Fakat, hay- dı bakalım... Şimdi benim için dansetmeli! Etrafındaki çocuklar: — Evet! - Dediler.- Kalkmalı ve dans etmelisin! Çünkü siz, Afrikanın maymunlarından bile tuhafsınız! Cüce, cevap vermiyor, kımıl- damamakta ısrar ediyordu. Perenses ayağını yere vurmağa başladı. Taraçada teşrifatçile dola- şan amucasını çağırdı. — Benim küçük cücem sözümü dinlemiyor! -'diye şikâyet etti. - Onu kaldırtıp dans ettirseniz'e... Iki adam, biri birlerine bakı- şarak gülüştüler. Teşrifatçı, cüceyi ayağile dürttü. — Cücel -dedi.- Kalkın! Dans edin! Ispanya ve Hindistan prensi dans etmenizi emrediyor. Onu eğlendirmek vazifenizdir. Lâkin, küçük cüce kımıldanmı- yordu: — Haydi! Kamçıcı başıyı çağır- sınlar da şunu kırbaçlasınlar! -diye prensin amcası taraçaya doğru yürüdü. Lâkin teşrifatcı ciddi bir tavur takındı, küçük cücenin ya- nında diz çöktü, elini onun kalbi özerine koydu. Bir an sonra, omuz silkti ve ayağa kalktı. Prensesin önünde derin bir reve- rans yaptı ve ona dedi ki: — Mi bella Princesa (1) küçük ve tuhaf cüceniz artık dans edemiyecektir. Ne yazık! Öyle çirkindi ki krala bile tebessüm ettirmişti. Prenses gülerek: — Peki amma niçin bir daha dansetmiyecek?- diye sordu. — Çünkü kalbi kırılıp bozulmuş efendimiz. Prenses, kaşlarını çattı. Gül yaprağı gibi ince dudakları bü- küldü: — Bundan sonra benimle oys namak için yanıma gelenlerin kalbleri olmasın ! - diye emretti; ve oynamak için bahçeye kostu. Nakili: (Hatice Süreyya) W Ispanyolca, «benim güzel prenss simli» demektir. »