20 Haziran 1937 Tefrika No. 98 Sahife 9 20 Haziran 1932 | SEBA MELİKESİ BEL "| KIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Rodit, Firaun'un kızını zehirledikten sonra, Sebadan gelen tavus kuşunu boğmayı da ihmal etmemişti. Fakat, Jerüzalem dilberinin bu cinayetleri cezasız mi kalacaktı? Rodit, Firaun'un kızına menfi cevap verdi: — Bu haberi ilk defa sizden işidiyorum, dedi, Belkıs yakında memleketine dönecek.. — Halbuki ben düğün hazırlığı bile yapılmakta olduğunu işittim. Benden saklama, Roditl Seni bir ande Jerüzalem'in en zengin insanlarından biri (yapabilirim. Bana, bildiklerini açıkça söyle! Süleyman o vücudu kıllı kadını seviyor mu? — Beyhude üzülüyorsunuz, Me- likem! Belkıs sevilecek bir kadın değildir.. ve hükümdar çok hassas ruhlu bir erkektir; size hiç bir kadını tercih edemez, merak etmeyiniz | Bütün duyduklarınız yalan ve uydurmadır! Bu esnada, Rodit, gizlice koy- nundan çıkardığı zehiri, yanında duran bardağın içine boşaltmıştı. Firaunun kızına dönerek: — Çok hararetiniz var, dedi, size biraz su vereyim de içiniz, serinlersiniz | Ve bardağı eline alarak havuza akan çeşmenin suyundan dol- durdu. — Bakınız, Melikem! Firaunun kızı o dakikada bir çocuk kadar saf ve mütevekkil görünüyordu. Hiç tereddüt etme- den bardağı eline aldı ve bir yudumda içti. Rodit'in kalbi çarpmağa başla- mıştı. Süleyman'ın zevcesi birden- bire ölürse ne yapacaktı? Prensesten uzaklaşmak istiyordu. Artık vazifesini yapmıştı. Jerüzalem dilberi bu cinayetile hem Belkısla hükümdarı birleştireceğine, hem de Sam'ı tamamile elde edeceğine kanidi. Rodit, havuzun kenarında do- laşan tavuslarla meşgul olurken, Prensesin birdenbire başı dönerek kırmızı mermer sütuna dayandı- ğını gördü. — Fena oluyorum, Rodit. Prenses bu sözü söyler söyle- mez, durduğu yere düştü. Firaunun kızı konuşamıyordu. Rodit'in suya koyduğu zehir on dakika içinde insanın kanına karışıyordu. . Prensesin dili tutulmuş ve yüzü morarmağa başlamıştı. — Rodit, ben ölüyorum.. Git.. Süleyman'a haber ver! Diye haykırdı. Bu haykırış Prensesin son sesi oldu. Mısırlı melike yere yuvar- ne kadar soğuk, lanmıştı... Rodit, Prensesin yüzüne su serper gibi görünerek yanına sokuldu.. Gittikçe moraran çeh- resine baktı. — Firaun'un bir yıldızı daha sönüyor... Diye mırıldanarak geriye çekildi. Rodit, Prensesin dairesinden çıkarken yaptığı cinayetin dehşe- tini idrak etmişti. (o Firaun'un kızını zehirleyip öldürmenin Mısır- lılarla bir harbe müncer olabile- ceğini biliyordu. Prensesi ertesi sabah muayene ettikleri zaman zehirlendiği mey- dana çıkacaktı. O vakit saray balkı biribirine girecek, mesele Firauna aksedecekti. Iki dost hükümdarın böyle bir cinavetten sonra aralarının açıl- mamasına imkân mi vardı? İ biyel vermek, gene Zaten Firaun her şeyden mü- essir olan ve âni kararlar veren delinin biriydi. Kızının Filistin sarayında zehirlendiğini Ohaber alınca neler yapmazdı? Rodit son nefesini veren ve bir odaha göğsünü şişirmiyen prensesin tavuslardan biri tara- fından ısırıldığı hissini vermeği düşündü. Zaten, prensesin hizme- tine bakan cariyeler, Sabadan gelen tavusun üç günden beri hasta olduğunu biliyorlardı. Tavus hib bir şey yemiyordu. Tavusun bir akrep tarafından zehirlenmiş olması mubtemeldi. Tavusa çok düşkün olan prensesin bu suretle zehirlenip (o ölmesi ihtimali, Rodit'i her hangi bir tehlikeden kurtarabilirdi. Rodit derhal tavusun yanına yaklaştı ve bu zarif hayvanın başını tutarak zorla suyun içine soktu. Zavallı Tavus bir iki dakika içinde boğuluvermişti. Süleymanın sadık gözdesi, itida- lini muhafazaya çalışarak, tavusu kanadından sürükledi,. Prensesin cesedi yanına getidi. Sebada “Tavuslar a i diye sevilen zavallı tavus, mermer havuzun geniş kaideleri üstünde çırpınırken, Rodit, başını örttü ve yüzünü elile kapayarak, Pren- sesin dairesinden uzaklaştı. Rodit'in saray entirikalarında tecrübesi vardı. Yolda rastladığı cariyelere bir şey hissettirmeden odasına geldi. Artık herşey bitmişti. Firaun'un kızı yaşamıyordu. Jerüzalem dilberi, o gece, bütün emellerinin tahakkuk edeceğin- den emin olarak yatağına girdi. Seba Melikesi, hadiseyi, sabah- leyin nasıl olsa duyacaktı. Cariyeler, Prensesin ölümünü, belki daha evvel de görecekler ve hükümdara haber vereceklerdi. Rodit, yatağında, başını elleri- nin arasına aldı ve uyumağa çalıştı. Bir saatte iki cinayet işleyen insanın huzuru kalp ile uyuma- sına imkân mı vardı? * .. Belkıs, Roditin bu işi muvaffa- kıyetle becerebileceğinden emin değildi. Vakit geç olmuştu. Horozlar ötüyordu. Melike, sarayın bahçe- sinde dolaşan nöbetçilerin ayak seslerini işidiyordu. Uykusu kaçmıştı. Rodite bu işi havale ettiğinden kendi de memnun değildi. Fakat rakibesini yenmek lâzımdı. Sebada yedi büyük kabile rei- sile mücadele ederek onları aya- ğına düşüren bir kadın şimdi Jerüzalem'de (Mısırlı (o Prensese mağlup mu olsundu? Ya kadınlık gururu..! Onu nasıl Koruyacaktı? Firavunun? kızı, onunla Seba çingenesi gibi alay edip durur- ken, Belkıs, bu hakareti hazme- decek kadar küçülebilir miydi? Eline bir kitap aldı. Daud'un nasihatleri... Parmağını kitabın arasına soktu ve tesadüfen gözüne ilişen şu cümleyi okudu; “İnsanları melekleştirmek ve yahut yekdiğeri aleyhine tahrik ederek bir çok fenalıklara sebe- insanların elindedir. Yer yüzünde işlenmiş hanği fenalık vardır ki, cecasız kalsın? (Arkası var) Babam memurdur.. Ismi Novıy.. Ablamın ismini sorarsanız Matilda.. belediyede çalışan birile gezer, dururdu. Babam, bu adamın işind terfi etmesi için çalıştı. Bir çok teşebbüslerde bulundu. Lâkin, adam terfi edince, artık ablamın yüzüne bakmaz oldu. Annem de, bu hadise üzerine, ablama fena€ halde çıkıştı. Derken efendim, bizim eve bir muallim devama başladı. Elile daima bir takım işaaretler yapar; iki lâkırdıda bir: — Söylediklerimi iyice anladınız mı?... Ha ?... Iyice anladınız mı?... diye sorardı. Bir gün, bana bir kürrei mü- cesseme hediye etti. Fakat, sonra, her nedense, artık evimizden ayağı kesildi. Son defa giderken de, kürrei mücessemeyi beraber alıp götürdü. Muallimden sonra Matilda'ya bir mühendis kur yapmağa baş- ladı. Durup dinlenmeden müna- kaşa etmek bu adamın huyuydu. Arada bir: — Vatanın menafii âliyesi bunu icabettirir! - derdi. Bu mühendis, ablamın pek hoşuna gidiyordu. Bir gün, babam onu evden koğdu; ablam da o gün sabahtan akşama kadar ağladı, ağladı... Nihayet, babam, evimize, kendi dairesindeki memurlardan birini getirmeğe başladı. Gayet sessiz sadasız bir adamdı bu... Babam onunla, hükümet işlerine dair gece geç vakte kadar konuşurdu. Matilda da, dikiş dikerek, konu- şulanları, oanlamadan dinlerdi. Bu sessiz sadasız memurun, bir gün anlaşıldı ki, meğer Kırımda bir karısile üç çocuğu varmış. O günden sonra, adam artık bizim eve gelmedi. Babam da, memuriyetinin başka 'yere naklolun- duğunu söyledi. Meğer, azlolun- muş... Altı ay kadar evimize devam eden olmadı. Bir gün, babam, bize, zayıf bir adam getirdi. Yani, şimdiki eniş- tem Gandşlah'ı... Bu adam, evine evine döndükten sonra, babam, onun gayet istidatlı bir memur olduğunu haber verdi. Gandşlah, her kelimeden sonra: — Nasıl ferman buyrulursa efendimiz... Hay hay efendimiz... Hakkı devletiniz var efendimiz... - Gibi, “efendimiz,, li söz söylerdi. Babama: Velinimetim! - diye hitap ederdi. Babam, doğrudan doğruya onun amiridir. Aradan üç gün geçtikten sonra, Candşlah gene geldi: — Müsaadenizle hanımefendi hazretleri! - diyerek annemin elini öptü. Ablamınkini de öpmek istedi. | Ablam, “ Matmazelim ,, diye elini öptürmedi. Gandşlah artık, her akşam 'ye- meğe devama başladı. Her ye- mekte her kap için: — Müsadei devletinizle söyliye- yim ki, pek güzel pişmiş, bek elez olmuş efendim! Kesenize bereket, vücudunuza afiyet! - derdi. Memurun evimize devamının dörüncü günüydü; o gittikten sonra, babam, bana, odama çeki- lip yatmamı emretti. Ben, bu emrin sade yarısını tuttum: Oda- ma çekildim, fakat yatmadım. Kulağımı kapıya vererek içeriyi dinledim. Babam ablama: Eniştem de memurdur.. o İsmi”| Gondşlah... Ablam, evlenmezden evvel, | — Bu adamla ( evlenmelisin! - dedi. - sana, baban olmak sıfa- tile emrediyorum... O da seninle | evlenecektir. Zira, onada, amiri olmak sıfatile emredeceğim. Matilda, ona varmak istemedi- gini, çünkü onun aptal olduğunu söyledi. Annem, içini çekti. Ablamın bu memuru derhal sevmesi lâzim gelmediğini bildirdi. O da, babamı, evlenmeden evvel ve evlenir ev- lenmez derhal severmiş. Ancak izdivacının beşinci senesinde ona alışmış. Bu memura da, sevilme- diğini ve aptal sayıldığını göster- memeli imiş. Matilda, ölmek aptal bir herifle evlenmekten daha müreccah ola- cağını söylüyordu. Lâkin annem, onun çıkardığı ber müşkülâta cevap yetiştirebiliyordu: Ablamı kandırmak için, babam, ona bilezik ve başka şeyler almağı vadetti, Matilda da evlen- meğe razı olacağını söyledi. Bunun üzerine, babamla annem, ablamı alnından öptüler: — Sen bizim iyi kalpli bir ta- necik kızımızsın | - dediler. Ablam yattıktan sonra, babam, anneme Gandşlah'tan bahsetmeğe başladı. Bu aptali, memuriyetinde terfi ettireceğini söyledi. Fakat, terfii ancak düğünü müteakip yapacakmış; böylelikle, adamın ab!i:.: almaktan sarfı nazar etme- sine mani olacakmış. — Aptaldır amma, çok istidat- lıdır, faal ve çalışkandır! - diyordu. Annem, soruyordu : — Peki... Gelgelelim, kızı ala- cak mı acaba? Babam cevap veriyordu: — Kendisine bütün vaziyeti anlatırım ve amiri olmak sıfatile, kızımı almasını emrederim. Ertesi gün, Gandşlâh evimize geldiği vakit, büsbütün ciddi ve terbiyeli oturdu. Amma, boyuna ablama baktı durdu. O gelmezden evvel, ablama tenbihatta bulun- muşlardı: Memura gülümsemesini onunla konuşmasını söylemişlerdi. Ablam, tavsiyeyi tuttu. Konuştu. Lâkin, sizinkisi, ablama cevaben, boyuna, resmi resmi: — Evet hanım efendimiz... Hakkı âliniz var efedimiz... De- yip durdu. * Derken, şarap getirdiler. Gand- şlah, iki kadeh çekti: — Müsade buyurunuz, velini- metimi. - dedi. ve, daire işlerine dair bir şeyler anlatmağa başladı. O gün, memur gittikten sonra ona dair bir şey konuşulmadı. Ertesi gün, babam odada, bana işittirmiyecek tarzda: — Bugün memurum gelecek, senin desti izdivacını istiyecek, Matildal- dedi - onun için enta- rinin yakasına bir gül falan tak bakalım. Hizmetçi gül almağa gitti. An- nemin, gülün on beş kopiğ'e değil de, otuz kopiğ'e alınmasına kızdı. Derken, Matilda'ya güzel kokular sürdüler. Şişede kalan lavantanın mütebakisini, ben, kö- peğe döktüm. Gandşlah, siyah elbiseler ve beyaz eldivenler geyinmiş olduğu halde geldi. Düne nispetle, sanki daha soluk ve daha zaifti. Bugün | zamanki | İ oturma odasında değil de, salonda fevkalâde olarak, her oturuldu. Lâkin, memur,* gene nem likör getirdi; Gandşlah'a yekdiğeri ardısıra, üç kadeh likör verdi. Nihayet, memur: — kâfi, hanımefendi hazretleri?- dedi. Sonra, babama döndü: — Müsaade buyurursanız, zatı devletinizle (hususi bir mesele görüşmek istiyorm, velinimetim!- dedi. Babam, parmağını ouzatarak bana kapıyı gösterdi. Annem de ablamın yanına gitti. Ablam, o esnada öteki odada esniyordu. Annem onu pudraladı. Tam pud- ralaması o bitmişti ki, (Obabamın sesi işidildi: — Matilda! Matilda... Gene kulağımı kapıya yaklaş- tırdım, Babamın söylediklerini işittim: > — Yavrum, Matilda'cığım.. İşte, oğlum Gandeşlah, senin desti izdivacını talep ediyor. Ben, bu izdivaca itiraz etmiyorum. Bittabi, kat'i cevabı verecek olan sensin. Söyle bakalım: Fikrin nedir? Ablamın hıçkıra hıçkıra ağla- dığını; ve: — Peki, peki.. dediğini işittim. Annem: — Kız heyecandan ağlıyor. Ah, ben de heyecanlanıyorum.. Aman bugün ne mesut günümüz.. Zaten ben ikinizi birbirinize ya- kıştırmıştım! - dedi. Sonra, bana seslendi: Odaya ben de girdim. Gand- şlah'ın ablamı istediğini, onu alacağını ve eniştem olacağını bana haber verdiler. Annem, bana, eniştemi sevip sevmiyece- ğimi sordu. Tabii ben, “sevmiye- gim!,, diye samimi olamadım. Gandşlah, beni kucakladı; öptü. Evlenirim .. — Velinimet zadem! -diye okşadı. O zamandan itibaren, artık, babama yalnız “velinimet,, demedi: — Kain pederim velinimetim ! - dedi. Annem ise: — Hanımefendimiz kain vak dem... Ertesi gün, Gandşlah nişan yüzüklerini ( getirdi. (Kendisine şerap ikram edildiği vakit, bar- dağını kaldırdı ve : — Velinimetlerimiz kain valdem hanımefendi hazretlerinin ve kain pederim muhterem efendimin mü- saadelerile, kuracağımız ailenin şerefine... - diye içti. Anneme : — Mesut olunuz, çocuklar! - dedi ve ağlamağa başladı. Annem, müstakbel eniştemi kapıya kadar teşyi edipte geri döndüğü vakit, babam: — Bir ay sonra düğününüzü yaparız! - dedi. - ancak düğünden sonra, memurumun terfi emrini veririm. Sonra, odaya Matilda girdi ve bu aptalın kendisini öpmek diğini söyledi. Annem haykırdı : — Aman, of! Iğrenç herif! Fakat babam: — Öyle amma, vazifeşinastır, doğrusu neme lâzım! - diye, damadına sahabet etti. itercüi Millet mekteplerine devam etmeyenlerin tecziyesi Millet mekteplerine devam et- meyenler hakkında tayini cezaya salâhiyettar merciin tayini husu- sunda temyiz mahkemesi tarafın- dan verilen bir tevhidi içtihat kararında (millet omekteplerine devam etmeyen vatandaşlar aley- bine ceza | tayini ve takdiri yilâyet idare heyetlerine ait oldu- gu tasrih edilmektedir. Boşanma. davaları nerede görülecek? daire işlerine dair bahsaçtı. An- | Temyia mahkemesinin verdiği bir tevhidi içtihat kararına göre; kocanın ikametgâhı belli olduğu takdirde karının ikame edeceği boşanma davasında salâhiyettar hâkim, kocanın ikametgâhı olan * mahallin hâkimidir. —— —— iste