Sahife 6 13 Haziran 1932. “e Karamanlıca Zannederim bu karamanlıca ta- birini dostum Vâ-Nü “Concoures hippigues,, tabirini “Konkur ipik,, şeklinde yazdıkları için kullandı. Bu nasıl şey? Bu fransızcanın kara- manlıcasıl dedi. Bunun üzerine Felek derhal ç kamburunu çıkararak sivri dilini uzattı: “Reçete, sulfata, ruvelver, kamyon, tramvay Vö-Nü'nun ka- ramanlı dili deye vasfettiği şekilde türkçeleşmiş odeğil midirler ?..,, deye sordu. Bir bakıma Vâ-Nü'nun, bir bakıma da Felek'in hakkı var... Nasreddin hoca kadı iken hem müddeiye, hem de müddei aleyhe: Hakkın var! Demiş. Karısı kapı aralığından başını uzatıp: — Efendi, bu ne biçim hüküm veriş? deye sorunca, hoca karısına dönmüş : — Seninde hakkın var! demiş. İsterseniz beni hocaya benzetin; fakat ben bu dava ile meşgul olacak değilim. Beni düşündüren cihet şu: Koskoca “ Chemin de fer ( — şomen dö fer) çimendifer, o canım “revelver ,, (— rövelver) lüvelver “ chocolat ,, (— şokola) çukulata nasıl olmuş? işte on gündür bunu düşünü- vordum. Nihayet buldum. Amma siz deyeceksiniz, ki: — On gündür sıcaklar başına vurdu. Havalar serinleyince aklın başına gelmiştir | Hayır, bu işin aslını faslını, sıcak, sıpsıcak, cehennem gibi üfüren bir gece buldum. Beni, zengin bir zatın evine götürdüler. Yepyeni döşenip, da- yanmış bir ev. Bolbol halı, bolbol kanape ve koltuk, masa, iskemle, camlı dolap, sedir, yastık, bibelot, resim, avize, buffet (— büfe) dres- soir (— dressuar) var. Adam, biri gündelik olmak üzere iki yemek odası yapmış. Hoşbeşten sonra bize eşya- larını nereden ve kaça aldığını anlatmaya başladı. — Şu “bufa, “tresvarı, ilen tam 1500 liraya aldım. Ve bu minval üzere, kanapeye “ganapa,, koltuğa “gultuk,, büfe- ye “bufa, odresuara “ tresvar , deyerek anlatıp durdu. Biraz sonra, salonda bulunan- ların hemen hemen hepsi, sırf zengin zatın gönlü hoş olsun diye büfeye obufa, o dresuara tresvar demeye başladılar... En düzgün şivelilerin ağzında kanape ganapa, koltuk gultuk oluverdi. O zaman karamanlıcanın lisa- nımıza nasıl girdiğini anladım: Yağcılıkla!. Dostlardan biri: — Herifin milyonu var, dedi, bufet'nin aslı bufa değil, küfedir dese, cerhetmek kimin haddine! Muhakkak, ki cimendiferi'i çu- kulatayı, lüvelveri bu kabil erbabı yümnü yesar cevher diye yumur- talamışlar, dinliyenler de amentü demişler : “Pek güzel efendim, münasip efendim, arada sırada böyle cevherler yumurtlayınız da lehçemiz zenginleşsin efendim !,, Selâmi İzzet Mükâfat — Bana şu küçük hikâyeyi doğru okursan, satır başına bir kuruş veririm... — isterseniz büyük bir roman « okuyayım, daha iyi değil mi? Anafor Salamon merkez me- muruna anlattı: — Komşularımızdan bir irani, muharrem mü- nasebetiyle büyük bir kâse aşure göndermişti. Çoluk çocuk başına ge- çip yemeğe başladık. Bu esnada yan odaya hırsız girmiş bütün eşyaları çalmış. — Nasıl oldu da, yan odadan hırsız eşyaları- nızı alır da duymazsı- nız? — Hakkınız var efen- dim amma aşure yiyorduk, dedim yal.. verdim.. Sevdiğim kadar seni, Yar sever misin beni? Bir teline bin altın, Verseler vermem seni! Yar beni anmaz oldu, Yüreğim kanmaz oldu; Haber ver, ya kendin gel, Gönül dayanmaz oldu | — İşte böyle yavrum, içip sarhoş ol- duğum zaman karımın kavgasını duymı- yayım diye.. içip sarhoş oluyoruml!.. — Yok efendim, amma olsaydı gene yok diyecektiml, — Affedersiniz beyim, yerimi hanımefendiye — Iyi ya işte, hanımefendi karımdır!.. Güzel yare maniler... BİR KÜL YIĞINI HATIRADIR ŞİMDİ GÖNÜLDE Baktım, gene hep, aynı ateş izleri kalmış Akşam, güneşin yaktığı bahçemdeki gülde. Aşkın geçen ezvakı bugün sanki masalmış, Bir kül yığını hatıradır şimdi gönülde ! Tasarruf Bir ziyafet vereceklerdi. Bey kayınvaldesini davet etmek mecburiyetindeydi. Telgraf çekecekti. Memur dedi ki: — Üç kelime çıkarın da yirmi beş kuruşla iş bitsin. Meselâ, evvelâ şu saat kelimesini hazfetme- isiniz. — Peki. — Âlâ. Günü de kal- dırın. — Gene bir kelime fazla. — Tarihi de kaldırın. Kaynanan gelmez, sen de davet etmiş olursunl.. Dağlar, dağladı beni, Gören ağladi beni. Bana zincir kâr etmez, Zülfün dağladı beni | Elmayı ata ata, Şeftali sata sata, Yanım, sırtım ağrıdı, » Yapyalnız yata yata | Yağmurlar kiriş gibi, Eridim çiriş gibi, Yarimi arzularım, Turfanda yemiş gibi | Ay çıktı, dağa düştü Huzmen dudağa düştü. Huzmen kaldır öpeyim, Yolun uzağa düştü | Futbol Gazetelerin spor sütununda okuyoruz: G. S. - F.B. 0-2 mağ- lâp olmuştur. H.ILY-B. ile yaptığı müsaba- kada galip gel- miştir. K. S.K - A. O muhteliti M. G ile bir müsabaka yap- mıştır. Bana kimya derslerini hatır- lattı, Meselâ de- nebilecek: H. C. 1-504 A2 2 atoma karşı 2 molekülle mağ- lâp etti! ği m — Sen kadınların, gönül iztiraplarına, kalp ağrılarına inanma... Korsaları sıkıdır, ) bu iztırabı aşk üzüntüsü zannederler. Gönlüm gibi ruhumda da bir eski elem var, Ağlar bana kuşlar bile, gözler gibi ağlar | | Maziyi unutmuş gibiyim, geçmede yıllar, Bir kül yığını hatıradir şimdi gönülde | Muvakkar Ekrem Mabeyinci Tevfik beyle Ibrahim beyler, nezaketleri ile maruf iki muhterem zattılar. Bir gün, bu iki ahpap hamama gi- derler. Soyunurlar. Peştemallara sarı- larak hamama girer- ler. Göbektaşına otu- rurlar. Biraz sonra Tevfik bey: — Jbrahim beye- fendi, müsaade bu- yurursanız, o şöyle biraz ayağımı uza- tacağım, der. Jbrahim bey cevap verir: — Müsaade eder- seniz bu terbiyesiz- liği bendeniz de yapacağım. giye Teyzeni öp bakıyım? — Ne kabahatim var anne?.. Temaşa Bu hikâye başladığı zaman Eliza Binemecyan hanımın şöhreti dil- lerde destandı. “ Dram komedi kumpanyasi , müdürü Feşmekân bey: — Bu halk ne ister bilmem, | dedi, ne diye tiyatromuza gel mezler? Artist - jönprömiye - perdeci - rejisör - hesap memuru Falân bey başını kaldırdı: — Oynıyanlardan bıktılar! Bu söz Feşmekân beyi düşün- dürdü. Sonra sordu: — Kasada kaç para var? — 3 lira 35 kuruş. — Ayın sonunu bulmamız için kaç paraya ihtiyacımız var? — 135 liraya. — Alâ. 3 lira 35 kuruşu al, şu ilânı bastır : DRAM KOMEDI KUMPANYASI Gala müsameresi Otello Şekispirin şaheserdi Meşhur sahne yıldızlarından Eliza hanımın iştirakiyle Biletler şimdiden kişede satılmaktadır - Fiatlerde zam yoktur. Artist - jönrömiye - perdeci -reji- sör - hesap memuru falân beyin gözleri dört açıldı: — Eliza Binemecyan hanım bizim kumpanyaya mı girdi? — Çok sorma, git ve ilânı bastır | llânlar (o basıldı, asıldı. Eliza hanımın ismini gören halk, iki gün sonra gişelere hücum etti. Amma her gelen geç kalmıştı. Tiyatroda bir tek boş yer yoktu. Gişeden meyus dönenleri, köşe başında pejmürde kıyafetli biri çeviriyordu. Ve müşterinin fera- setine yöre 20 den 50 ye kadar, fazla bir farkı fiatle bilet satı- yordu. Bu suretle (o bilet satışı bir hafta devam etti. Biletlerin büyük bir (O kısmı yüzde yüz - fazlasına satıldı. Son günü Feşmekân bey, artist (o- jonprömiye - operdeci- rejisör - hesap memuru Falân beyin odasına girdi. Cüzdadını açtı: — Al, dedi, şu 135 lira... Falân bey yerinden hopladı: — Sahiden Eliza hanımı angaje ettiniz mi? — Budala!.. — Peki amma halka ne deye- ceğiz?. Dolandırıcılık olur! — Ben dolandırıcı değilim. Eğer Eliza Binemeciyan hanım sahneye çıkmazsa, herkesin bilet parasını geri vereceğim... — Iyi amma bize ne kalır? — Geri vereceğim amma, bi- letlerin üzerinde yazılı olan para- yı vereceğim. Birinci mevki 100, ikinci elli, paradı 25 kuruş. Lo- calar 200 ve 400 kuruş... Eğer bazı enayiler bir murabahacıdan biletleri fazla paraya aldılarsa bundan bize ne? Ve bir sigara tellendirip oda- dan çıktı! Kumru Ilânı aşk Bir şair, uzun uzun sevgilisine baktı, Hergünden güzel gördü. Sonra bilbedahe şu mısraı söyledi: “Neden güzelsin oböyle, “Yanıma gel de söyle. “Meleksin gökten inmiş... Biraz durdu, sevgilisinin elbise- sini, kumaşını muayene etti, An- ladım, dedi ve şiirini tamamladı. “Süsün Ipekiş'inmiş!,,