30 Mayıs 1932 — Sahife 9 Tefrika No. 77 30 Mayıs 1932 BELİS | SEBA MELİKESİ | Firaunun kızı anlatıyordu: “Birdenbire göğsume gelen! Yazan; ISKENDER FAHRETTİN bir ok beni derhal yere düşürdü. Beni vuran bu N esrarengiz eli hâlâ yakalıyamadınız mı?,, Süleyman'ın sarayında iki gün zarfında iki mühim vak'a olmuştu: Amonlu cariyenin katli.. Ve Süley- manın zevcesinin yaralanması.. Süleyman biraz sonra kendine geldiği zaman, genç bir zabit, hükümdarın huzuruna çıktı : — Prens ağır yaralıdır... Dedi ve iki adım daha soku- larak şu kısa izahatı verdi: — Siyon yamaçlarında dola- şırken, birkaç fakir çocuğa tesa- « düf eden prens hazretleri sediye- den inmişti. Yirmi hatve kadar yanımızdan uzaklaşarak, bir zeytin ağaçının altında uyuyan çocukle- rın yanına gitti. Gözlerimizle gürüyorduk: Ayakta duran bir- denbire yere düştü.. Koştuk ve kendisini kanlar içinde bulduk. Göğsünde bir yarası vardı. Genç zabit ucu kanlı bir değ- nek uzatark: — İşte, dedi, prensesin göğ- sünden çıkardığı ok... Süleyman hiddetle bağırdı : — Okun nereden geldiğini görmediniz mi? Genç . zabit korkarak mırıl- dandı : — Bütün etrafının o aradık.. Önümüzdeki öksüz çocuklardan başka bir kimseye tesadüf ede- medin... Hiozreti Süleyman bu izahattan çok müteessir olmuştu. Hassa zabitleri koluna girdiler. Hüküm- darı iç avluya indirdiler. Beni Israil hükümdarı zevcesini kanlar içinde görünce gözleri sulanmıştı. Sedirin üzerine atıldı.. Yarasını kendi elile sardı.. — Bu meşum oku atan adamı isterim. Diye bağırıyordu. Hassa askeri kol kol araşlırmağa çıktılar. Sarayda bu hadiseden memnun olan bir kadın vardı: Belkıs. Firaunun kızı, Seba melikesinin Kudüse geldiği günden beri kıs- kançlığın ne demek olduğunu anlamıştı. Belkısle Firaunun kızı son gün- lerde birbirlerile görüşmüyorlardı. Hazreti Süleyman O zevcesini yatak odasına çıkardıktan sonra, sarayda yirmi dört saat kimseye görünmemişti, Bu müddet zarfında şehir dahil ve haricini altüst ettikleri halde, hükümdarın zevcesini o yaralıyan adamı bulamıyorlardı. Beni Israil hükümdarı bu hâdi şehri seden çok müteessir olmuştu. Aziz misafiri Belkıs bile yirmi dört saatten beri görmemişti. Firaunun kızı, yarasının ağır- lığına rağmen, bir gün sonra gözlerini açarak, yavaş yavaş konuşmağa başlamıştı. Genç ve güzel prenses, zecinin başı ucunda kendisile meşğul ol- duğunu görünce sevindi : — Niçin ayakta duruyorsunuz? — Failin bir an evvel bulun- masi için dua ediyordum... — Hâlâ yakalanmadı mı? Süleyman müteessirane başını salladı : — Hayır... Muhafızlarım şehb- rin altını üstüne gejirdiler.. Fakat bu hain eli bulmak kabil olmadı. Firavunun kızı ağlamağa başladı — Ne yazık... Bir hükümdar zevzesini şehrin ortasında yara- lıyorlar... Ve faili bulunmuyor ! — Merak etme yavrum! Onu mutlaka bulduracağım.. — Buluncaya kadar ölürsem... — Böyle bir tehlike yoktur. Müteessir olma! Yaran hafiftir | Bir kaç güne kadar ayağa kalka- caksın ! — Göğsümdeki ıstırap beni ümitsizliğe düşürdü. Katilin bu- gün buldurulmasını istiyorum. Firaunun kızı elini uzatarak Süleymanı yanına çekti : — Ben bir zeytin ağacının di- binde dururken, birdenbire göğ- süme gelen bir ok beni derhal yerg düşürdü. Çocuklar sağa sola koşuştular “ve meydanda kimseyi göremediler. Bu estarc“giz okun kimin tarsfından atıldığını an& mak isterim. Şimdi hemen Tama- raya haber gönderiniz, buraya gelsin.. O bu cinayetin failini derhal keşfedebilir. “> Belkıs kendisine tahsis edilen dairede otururken, Sam kapıyı açarak şiddetle içeriye girdi. — Sabahdanberi sizi görmek istiyordum, melikem! Dağların Oğlu zindandan firar etmiş, fakat, o, kadar masum bir adamki.. Hükümdarın böyle bir adamı idama mahküm etmesi beni çok müteessir etti. Zaplon onu yaka- ladığı yerde parçalayacakmış. . Hükümdardan bu zavallının affını talep etmenizi rica edecektim! Sam'ın bir şeyden haberi yoktu. Belkis, Samın ku tavassutundan çok mütehassis olmuştu: (Arkası vi Her akşam bir hikâye kızı on sekiz Taşi I ihtiyarlama- | Macide hanım, ki Emet han mış, güzel, On iki Semih Rasuhi bej delice âşık olmuştu. Macide hanım, onu Semih a düşkün, kadın. sene €V Macide hanıma isminde bir delikanlı asri | inkisara uğratmıştı. terki dar ve Şimdi, ederek bey de, diy avdet etmiş. Adana'ya gitmişt Emel hanımla tesadüfen tanışmı ç kız da, annesinin macerasından bihaber, onu, evine davet etmiş. Macide hanım, Semih Rusuhi beyi büyük bir zevkle eve kabul etti. Fakat, aynı zamanda da, yüregi heyecanla çarpıyordu. “ Acaba beni nasıl bulacak? ,, diye düşünüyordu. Onun geldiğini hizmetçiden (öğrendiği ozaman; dimağında bu istifhamın endişe- sile salona girdi. “O şüphesiz ki, yirmi bir yaşla otuz üç yaş arasında değişmemiştir, göçme- miştir; lâkin ben?..,, Semih, hakikaten de, pek az değişmişti.. Bittabi haline bir ağır başlılık, erkeklik gelmişti. Omuz- ları genişleşmişti. Yüzünün yu- varlak (o hatları (o zaviyelenmişti. Lâkin tebessümünün gene aynı tebessüm olduğunu, sonra sesinin, bakışının eski halini o muhafaza ettiğini Macide farkediyordu. Ve düşünüyordu: “ Semih acaba eski aşkını hatılıyor mu ? Şüphe- siz 1... Buna rağmen, eski aşkına dair hiç bir telmihte bulunmadı. Maziyi, ancak 'alelâde cihetlerin- den yadetti. ,, Çok geçmeden, salona Emel hanım da girdi, üçü, neşeli neşeli konuşmağa başladılar. Genç kız, Semih'e seyahatini sordu. Erkek de, Adanada çiftlik hayatını an- latmağa koyuldu. Bu tarihten itibaren, Smih, ana kızı sık sık ziyaret etti. Ekseriya onlara davet olünuüyordu. Başka yerlerde, ahbapların o evlerinde, Beyoğissun derek çaylarında ve sinamalarında az buluşuyorlardı. Onun, ana kızın mecüsinden çok hoşlandığını mütemadi deva- mile isbat ediyor; lâkin Macide hanıma karşı bir tek aşk cümlesi bile sarfetmiyordu. Acaba Macide hanım, on iki senelik zaruri tahav- vül neticesi, onu inkisara mı uğ- ratmıştı. Fakat bu takdirde, genç adamın onlara devamındaki mana neydi? Bunun manası olamazdı. Ansızın, Macidenin dimağında, muamma, kendi kendiliğinden hallolunuverdi: Muhakkak, Semih Emeli seviyordu. Onunla evlen- mek istiyordu da, evlerine bu sebeple devam ediyordu. : Bu fikrin dimağına hulüli üze- rine, Macide hanım, vücuduna bir buz soğukluğunun yayıldığını duydu. Hicab âver hisler, dimağına icn etti. Bel tasallutun- dan kendini kurtaramadı. Evet, ! biç, hiç kimse bunu öğrenmiye- cekti. Lâkin o, Semih beyi sevi- yordu. £ Kıskanıyordu. — Vaktile Semihin kendine gösterdiği o coşkun, o harikulâde aşkın şimdi kendi hakkında beslenmesi Ma- cideyi çileden çıkariyordu. Bekledi. Mütemadiyen bekledi. Emel'in haberi ona bildirmesini bekle: Derhal teklifi kabul edecekti... Öyleya: Mevzuu bahs olan şey, kızının saadeti değil- midi? Bizzat Semih'in saadati değil miydi ?.. Macide'ye gelince, onun bu işte hesabı sorulmazdı... hayır, Macide, artık ihtiyarlamış bir kadındı. Emel, ona, haberi getirdi. Bir ziyafetten eve dönerken, otomobilde : — Anne!- didi.- sana vere- cek bir haberim var... Ben evle- neceğim. Macide, sarardığını hissetti. — Evet, evet... Ben de zaten bunu tahmin etmiştim. — Ya?... Demek ki, o Matlâ- addin beyin bana kur yaptığını biliyordun ? — Matlâaddin bey mi?.. Ona | bastığım vaki mı varacaksın ? Öyle şaşalamıştı ki, kekeliyordu. — Öyleya, anneciğim... Kimi sanıyordun ya ?.. — Kimseyi, canım.. Matlâaddin bey ha?... Pek muvafık, pek muvafık... — Bu akşam, bana evlenmeği teklif etti. Bende kendi rızamı verdim. Beni senden istemesini söyledim. Ve... Macide hanım, artın dinlemi- yordu. Demek, Emel, Semih Rusuhi tarafından sevildiği halde başka- sını seviyordu ? Demek ki, Semih, yeni bir inkisarı hayale uğrıyacak, tekrar ortadan o kaybolacaktı ?... Onu yanında görmenin hazin zevkini de felek Macideye sok görmüştü. Vaktile Macide io nasıl delikanı: reddettiyse şimdi de kızı öylece reddediyordu. Vah, zavallı çocuk vah... Halbuki, ne iyi kalpli, ne samimi... onun betbahtlığına Ma- cide, öyle müteessir ki... Ertesi gün, Semih beyin geldiğini haber verdikleri vakit, Macide evde yalnızdı. Salona girdiği vakit, kadıncağız heyecanından titriyordu. oDaha ilk bakışta, Semihin mühim bir şey söyliye- ceğini anladı. Erkek: — Size bir şey söylemek iste- yorum, hânımefendi! - diye ciddi. bir sesle söze başladı. Kadın, onun sözünü kesti: — Ne yazık, geç kaldınız. Erkek yerinden sıçradı: — Nasil?,. Geç kaldım ne demek?.. Ah, rica ederim, beni dinleyin, Macide! Bu seferki görüşüşlerinde, ilk defa olarak, ona, “Macide,, diye kendi ismile hitap ediyordu. Şaşırdı. Fakat, tekrarladı: — Evet, geç kaldınız. Kızım... — Kızınız evlenecek. Biliyorum. Ben de esasen onun için sizinle bilhassa bugün konuşmak istiyo- rum. Artık kızınız, bundan sonra size bağlı olmıyacak. Sizin haya- tınızdan çıkacak... Demek ki, benden evvelce reddettiğiniz şey... Hâlâ o zamanki gibi güzelsin Hattâ, daha da güzelsiniz... hakkınızda beslediğim aşk ni den bir aşk sönmiyeceği için... Kadın: — Beni bâlâ mı, hâlâ mı sevi- yorsunuz?... - Diye kekeledi. - demek ki buraya onun için gel“ diniz? Kızımı almak istediğiniz için değil. Erkek yerinden bir daha sıçradı. — Kızımızı almak mı?... Evlen- mek mi?.. Hayır, ne münasebet?... Böyle birşeyi nasıl aklınızdan geçirkilisiniz? Ben o hürriyetimi severim. Birine ebediyen bağlan- mak?... Asla... Ihtimal kırk yaşına Bu, ozaman da, benim için düşünülecek bir şeydir. Macideciğim! Ben artık, sizi kaçır- mak için delilikler yapacak devre çokdandır çıktım. Sizi son derece seviyorum, oMacideciğim! sizinle bir gizli alâka temin etmeği nice zamandır kendime emel edinmiş- tim. Hiç kimse bundan şüpbelen- miyecek. Sürdüğünüz asri hayat üzerinize vaktin celbedilmemesine yardım edecek.. Hem, siz, bana eski dürüştlüğünüz için tazminat vermek mecburivetindesiniz! Erkek, kadının ellerini avuçları içine aldı. Macide, ona dehşet içinde bakıyordu. Demek ki, o eski güzel ve coşgun aşk bu şekli almıştı öyle mi? Bu hesaplı bu ihtiyatlı, bu hotbin aşk şeklini? Artık, Semih Ona, naçırmağı, evlenmeği teklif etmiyordu. Hayır, hayır ! Adi, mesuliyetsiz bir mü- nasebet teklif ediyordu. Bıktığı çün bozacağı bir münasebet... ga ihüşerlamış, göçmüş gördüğü gün ayrılmak üzü'e, pamuk ipli- gile bağlı bir münasebetle — Asla, asla! - diye kekeleâi* Ellerini erkeğin ellerinden çekti. - Gidin buradan | Erkeğe göstermemek için, göz yaşlarını güçlükle zaptedi o o güzel aşkın hatırasını düğünü düşünerek, şimdi, Semih ten nefret ediyordu. Macide'nin haya- tindaki biricik güzel aşk hatırası da yıkılmıştı. Nâkili: (Hatice Süreyya) — Tetrika No: 42 İ Küçük Hanımın Kısm Selâmi İzzet Bütün gün, bir fırsat gözledi, Faik'le yalnız kalmak istedi. Fakat muvaffak olamadı. Faik bu fırsatı vermiyor, vermek iste- mediğini de belli ediyordu. Nihayet akşam oldu. Fabrikadan çıktılar, Hava sıcaktı. Sokakların sarı tozları, güneşin durgun sıcaklığı ile sanki tabahhur etmişti. Orta- lık, akşamın alaca karanlığında, sapsarı görünüyordu. Belma ağır ağır, Soğukçeşmeye doğru yürüdü. Kapanma zama- nına hayli vekit olduğu için Par- ka girdi. Park, serinlemek istiyenlerle dolmuştu. İşten çıkan amele, ka- | k 30 Mayıs 1932 lemden fırlıyan memur, çoluk | çocuk, ağaç altlarına serilmişlerdi. İ Belma, tenha bir köşede otur- du. Halini düşünmeğe başladı. Hidayetle mektuplaşmıya baş- larken, hiç aklına gelmiyen neti- celer belirmeğe başlamıştı. Hi- dayeti bir iki mektupla kandıraca- I ğını ümit etmişke,, şimdi meselenin | bu derece kolay olmadığımı anlı- yordu. Zannetmişti'ki Hidayet bir iki mektuptan sonra gönlünü açar, | hastalıktan artık kurtulduğunu ilâve etmeği de unutmamıştı. Bunları düşünürken, omuz ba- şında bir gölgenin belirdiğini farketti, Başını kaldırdı. | Faik'le göz göze geldi: | — Burada ne işiniz var? Bunu hiddetle değil, bilâkis gayet munis bir sesle sordu. Faik gülümsedi: — Hava almıya geldim Beyza | hanım! Beyza!.. Bu ismi bir bilen vardı, o da Hidayetti. ! Belma ürperdi: — Neden bana Beyza diyorsu- nuz? | — Bir isminiz de Beyza değil | i mi? | Belma atıldı: | Belmayı o sevdiğini, hâlâ Onu | | düşündüğünü itiraf eder. Halbuki Hidayet daha henüz | Belma ismini yazmamıştı. Fil | vaki bir gönül macerasından muz- | tarip olduğunu yazmış, fakat bu — Benim isimlerimle neye meş- gul oluyorsunuz? | İ bile yoktu.. — Kaybettiğiniz, düşürdüğünüz bir mektubu size iade etmek için. Işte bakın şu mektup. Pulda Tutak damgası var... Beyza hanı- ma geliyor... Cüzdanından Hidayetin ilk yaz- dığı mektuplardan birini çıkardı. Belma fena halde sinirlendi. Titriyerek elini uzattı. Mektubu almak istedi: — Okudunuz mu? — Tabii. Beyza hanımın kim olduğunu anlamak ve mektubunu iade etmem lâzımdı. Bunun için okudum. — Âlal — Ne yapıydım istiyorsunuz? Mektubu patrona verseydin daha mı hoşunuza giderdi? — Devam edin, Beyzanın ben olduğumu nasıl anladınız? — Jşçi kızlara Tutaktan bahs- ettin. Tutakın ne olduğunu bilen > keşfettim.. Değrusunu söyliyey Nibayet bu sabah ! mektubun size ait olacağına ihti mal verememiştim. Belma irkildi. Bu (sözlerde şüpheli bir tahkir şemmesi his- setti: — Ne demek istediğinizi anlı- yamadım. Mektubu okudunuz. Gördünüz, ki gayet hürmatkâr lisanla yazılmış... Bu mektubu herkese okutabilirim ... — Sözümü yanlış tefsir ettiniz. Size hiç kimse hörmetsizlik ede- mez. Maksadım bu değil... Fakat sizin, hiç tanımadığınız bir erkekle mektuplaşacak kadar hayalperest olduğunuzu tahmin etmiyordum. — Tanımadığım bir erkek ol- duğunu nereden biliyorsunuz? — Bunu anlamak güç değil Mektupta sizin kim olduğunuzu soruyor. Sizi tanısa sorar mı? Belma ayağa kalktı: — Peki, ne olacak? Size ne? (Bitmedi)